Millî Gazete’nin Eski Sahibi Hasan Aksay Necip Fazıl’ı Anlatıyor

MİLLİ GAZETENİN ESKİ SAHİBİ HASAN AKSAY NECİP FAZIL’I ANLATIYOR

*Asıl tanışmanızı anlatır mısınız?

Üstad ile asıl tanışmamız Üniversite yıllarında oldu. Ankara İlahiyat Fakültesi’nde okurken Talebe Cemiyeti Başkanıydım. Hüseyin Üzmez’in Malatya Hadisesi’nden sonra Üstad da “suça azmettirmek” iddiasıyla tutuklanmış, Ankara Ulucanlar Hapishanesi’ne konulmuştu. Üstad’ı hem hapishanede ziyaret ediyorduk, hem de mahkemesi olduğu zaman duruşmaları izliyorduk Hapishaneden çıktıktan sonra Ankara’ya geldiğinde devamlı kendisini ziyarete giderdik. Yani Üstad’ın yazılarını orta okulda okumaya başladım. 51’de fakülteye girdim. 1961’de milletvekili olduktan sonra Üstad’ın her Ankara’ya gelişinde Üstad’ın şoförlüğünü yapardım. Bağlum’a götürürdüm.

*Üstad’ın mürşidi Seyyid Abdülhakim Arvasi hazretlerinin kabrine mi?

Evet, Seyyid Abdülhakim Arvasi’yi Üstad çok severdi. Üstad onunla tanışmasını “Tam otuz yıl saatim işlemiş, ben durmuşum / Gökyüzünden habersiz uçurtma uçurmuşum” mısralarıyla izah eder.

*Üstad, mürşidinin kabrine yaklaşınca ne yapardı?

Önce besmele çeker, günahlarına tevbe eder, sonra da dua ederdi. Zaten şeyhi ile başbaşa kalmak istediğini belirtir ve bana “Hasan sen beni dışarıda bekle” derdi. Şeyhini ziyaretten ayrılırken çocuklar gibi sevinir, “Kuşlar gibi hafifledim” derdi. Orada ağladığı gözlerinden belli olurdu.
Millî Gazete’nin birinci sayfasında yazıyorduk

*Üstad ile aynı gazetede ne zaman yazı yazdınız?

Tabii ki Milli Gazete’de. Gazeteyi yeni çıkardığımızda. ikimizde birinci sayfada yazı yazıyorduk. Ben gazetenin sahibi, genel yayın müdürü ve baş yazarıydım. Benim “Başyazı”mla Üstad’ın “Çerçeve” başlıklı yazısını birinci sayfadan giriyorduk. Rahmetli “Çerçeve” başlıklı yazılarına ilk günden itibaren başladı, birkaç yıl Milli Gazete’de makale yazdı. Üstad ile aynı yıl rahmeti Rahman’a kavuşan Osman Yüksel Serdengeçti de yazılarıyla aramıza katıldı. O zaman İslami görüşe sahip gazeteci yok denecek kadar azdı. Mesela Basın Yayın’dan resmi ilan alabilmek için en az 12 sarı basın kartı taşıyan gazeteciyi kadromuzda bulundurmamız isteniyordu. Halbuki bizim biri Üstad, diğeri Mustafa Müftüoğlu olmak üzere 2 sarı basın kartlı gazetecimiz vardı. Üstad’ın sık sık tutuklanması yüzünden Basın İlan Kurumu, Üstad’ın basın kartının bazen geçerli olmadığını öne sürüyordu.

*Üstad, Milli Gazete’de yazarken yazı başına mı yoksa aylık mı alıyordu?

Yazı başına telif değil, aylık alıyordu. Ancak en yüksek maaşı tabii ki Üstad’a veriyorduk. Aşağısını zaten kabul etmezdi. Bu işin şakası. Aslında Üstad da fedakarlık yapıyordu. Çünkü Milli Gazete 2 milyon 500 bin lira sermaye ile kurulmuştu. Ankara Kavaklıdere’deki 130 metrekarelik bir daireyi 105 bin liraya satmıştım. Gazeteyi çok sıkıntılı bir dönemde çıkarmıştık.

*Neden sıkıntılı dönem?

Milli Nizam Partisi’nin kapatılmasında gazetelerde yayınlanan yalan yanlış haberler, Anayasa Mahkemesi’nin o günkü yöneticilerince delil olarak kabul edilmişti. 1972’nin Aralık ayında Milli Selamet Partisi’ni kurduk. 12 Ocak 1973’te de Milli Gazete’yi çıkardık. Milli Nizam tecrübesinden sonra Milli Selamet Kongresi’nde konuşulanların Milli Gazete’de yer almasını istedik.

*Üstad, Milli Gazete’de yazarken, yazılarını nasıl ulaştırıyordu?

Genellikle Üretmen Han’daki gazete adına kiralanan 19 odadan kendisine ait özel odasına gelir, orada yazısını yazar, birinci sayfayı dizayn eden arkadaşa gönderirdi. Gazeteye gelmediği günler, Anadolu yakasında oturan bir muhabirimiz, Üstad’ın Erenköy’deki evine uğrar, yazısını alıp, gazeteye getirirdi.

*Üstad, gazete binasına geldiğinde neler yapardı?

Özel odasına gider, makam koltuğuna oturur, masasının üzerinde hazır bulunan günlük gazetelere göz atar, sonra çay ya da kahveyle birlikte sigarasını tüttürür, yazısını yazardı. Her gün onlarca ziyaretçi genç okuyucu Üstad’ı görmeye gelirdi. Bu gençler ya üniversitelerde okuyan öğrenciler ya da Anadolu’dan gelen Üstad hayranlarıydı. Üstad, ziyaretçileri ile bir müddet sohbet eder, onlara ikramda bulunur, sonra evine giderdi.

*Üstad Milli Gazete’de yazarken, gazetenin imkanları nasıldı?

Yok denecek kadar azdı. Haber ve yazıları Gürpınar Matbaası’nda dizdiriyorduk. Yani Milli Gazete’ye ait dizgi makinesi bile yoktu. Gürpınar Matbaası’nda da büyük başlıklar için hurufat yoktu. Başlıkları ayrı bir matbaada yazdırıyorduk. Resim ve motiflerin klişeleri başka matbaada hazırlanıyordu. Matris başka yerde çekiliyordu. Gazeteye ait telefonumuz bile yoktu. Tam 28 gün iş hanına ait telefondan yararlandık. Sonra telefon alabildik. Güneş matbaasında baskı yaptırıyorduk. Güneş matbaasına matris çekerek gönderemiyorduk. Sıcak kurşun dizgileri sarıp sarmalayıp hamal sırtında gönderiyorduk. Maazallah, eğer hamalın ayağı taşa dokunsa, sırtındaki dizgiler dağılsa o gün gazetenin çıkması söz konusu değildi. Mesela klişe istediğiniz saatte gelmezdi.

*Üstad, Milli Gazete’de yazarken yazıları hakkında dava açıldı mı?

Hayır, Milli Gazete’deki yazılardan dava açılmadı ama Üstad ile birlikte birçok kez mahkemeye gittik.

*Mesela hangi davalardan gittiğinizi hatırlıyor musunuz?

Milli Nizam Partisi’nin kongresinde açılış konuşmasını ben yapmıştım. Açılış konuşmamda “Bu kongrenin bütün milletimize, bütün insanlığa ve tüm İslam alemine hayırlı uğurlu olmasını diliyorum” demiştim. “İslam Alemine” sözümden dolayı beni, Üstad, kendi konuşmasından dolayı, bir de Rizeli Hafız Ethem okuduğu şiirden dolayı mahkemelere gittik, geldik.

*Siz gazete sahibisiniz, Üstad yazar. Gazete sahibi olarak Üstad’ın yazılarına müdahale ettiniz mi?

Üstad’ın yazılarına müdahale etmek, çok zor bir olaydı. Ancak bir yazısına müdahale ettiğimi hatırlıyorum. Muhammed Hamidullah’ın aleyhinde bir yazıydı. Yazıyı sayfadan çıkardık. Yerine “Yazarımızın yazısı elimize ulaşmadığından yayınlayamıyoruz. Okuyucularımızdan özür dileriz” yazısını koyduk.

*Üstad yazısına müdahaleye karşı nasıl tepki gösterdi?

Kıyameti kopardı. Herkesi sözleriyle haşladı. Ankara’dan yeni geldiğimi ve Seyyid Abdülhakim Arvasi’nin Bağlum’daki kabrini ziyaret ettiğimi söyledim. “Benim selamımı da söyledin mi?” dedi. “Evet” deyince Üstad yelkenleri indirdi. Gözleri yaşardı. Her şeyi unuttu.

*Milli Görüş Lideri Prof. Dr. Necmettin Erbakan Hoca, Milli Nizam’ dan önce Konya’dan Bağımsız Milletvekili adayı olduğunda Üstad’ın Erbakan Hoca’ ya seçimlerde, destek olmak için Konya’ya gittiği doğru mu?

Tabii doğru. Bu günkü gibi hatırlıyorum. Ben o zaman Adalet Partisi’nde milletvekiliydim. Konya’da Üstad ile birlikte Erbakan Hoca’nın seçilmesi için çalıştık.

*Yanlış anlamadıysam, siz AP milletvekilisiniz, ancak Erbakan Hoca’nın seçim kazanması için Üstad ile birlikte Konya’da konuşmalar yaptınız öyle mi?

Evet. Şimdi bakınız o zaman Milli Nizam’ı kurmak istedik. Ancak seçimlere yetişmeyeceğini anladık. Yani partiyi kuracaksınız. Her il ve ilçede teşkilat kuracaksınız, kongrenizi yapacak, sonrada seçimlere gireceksiniz. Bunun zor olduğunu gördük. Onun için seçime bağımsız aday olarak girmeye karar verdik. Çünkü parti kurarsak 4 sene parti binası kirası ödemeye dayanamayız diye düşündük. Milletin bize göstereceği sevgi ve alakayı tahmin edemedik.

*Üstad İstanbul’dan Ankara’ya ne ile gelirdi?

O zaman uçak seferleri pek yoktu. Daha çok trenle gelirdi. Kendisini Ankara Garı’nda karşılardım. Üstad, milletvekilinin altında şoför kabul etmezdi.

*Üstad’ı karşılarken sadece milletvekili misiniz?

Hayır aynı zamanda Türk Ocağı Genel Sekreteri’ydim. Hamdullah Suphi Tanrıöver, Türk Ocağı Genel Başkanı’ydı. Türk Ocağı Genel Merkezi İstanbul’daydı. Ben Genel Sekreter olarak Ankara’daydım ve Türk Ocağı adına

*Üstad’ı karşıladığınızda ne gibi sohbetleriniz olurdu?

Türkiye ve Dünya siyasetiyle ilgili. Milletimizin problemlerini konuşurduk. Ancak bu sohbetler çok sıkıntılı ortamlarda olurdu.

*Bir örnek verir misiniz?

Mesela Üstad Ankara’ya geldiğinde o zaman en lüks otel olan Konfor Palas’ta kalırdı. Üstad, otele geldiğinde kendisini görmek isteyen gençler orayı doldururdu. Üstad, bu ilgiye bir yandan endişe ederdi: “şimdi bu kalabalığı gören bazı gafiller “Bu adamlar tarikat mı kuruyorlar?” diye burayı basarlar. Gelin dışarı çıkalım” dedi. Dışarı çıktık amma, Üstad’ın etrafındaki sevgi ve ilgi halesi dağılmıyor. Yürüyerek İstanbul Pastanesi’ne gittik. Aynı kalabalık pastaneye doldu.

Öyle ki pastanenin alt katında yer kalmadı. Çekme kata çıktık. Üstad yine rahatsız oldu ve “Yahu şimdi de derler ki; bunlar gizli cemiyet kuruyorlar. Dışarı çıkıp yürüyelim.” Üstad’ın sözünü dinledik. Ankara Garı’na gidiyor, Konfor Palas’a dönüyorduk. O arada Üstad’ın bazen ne dediğini bile anlayamıyorduk. Çünkü yürürken arabaların motorlarından çıkan gürültü ve korna sesleri Üstad’ın konuşmalarını duyulamaz hale getiriyordu. İşte o yürürken yaptığımız sohbeti düşünün. Biz meramımızı anlatamıyorduk. Üstad’ın da çoğu sözlerini duyamıyorduk. Yürürken sohbet etmiş görünüyorduk.

*Üstad’la treni nasıl kaçırdığınızı anlatır mısınız?

Treni kaçırmadık, kovduk gitti. Şimdi hadise şöyle gelişti. Konfor Palas’tan çıktık, Üstad’ı Ankara Garı’ndan trene bindirip İstanbul’a uğurlayacağız. O meşhur yürürken sohbetlerimizden birini yapıyoruz. Öylesine sohbete dalmışız ki, bu arada İstanbul treni hareket etmiş. Tam bu sırada Üstad’ı tanıyan bir bürokrat, gevrek gevrek gülerek, “Hayrola Üstad, treni mi kaçırdınız?” diye sordu. Üstad bu. Lafın altında kalır mı? “Hayır kaçırmadık, kovduk gitti” dedi. Bu sefer o bürokratın yüzü turşu satıyormuş gibi buruştu.

Hasan Aksay – Milli Gazete

Share

You may also like...

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.