Muhabbet ve Merhamet Şöleni

MUHABBET VE MERHAMET ŞÖLENİ

Reis Bey’in Tatarca Tercümesine Yazılan Önsöz

Her insan başı dara düştüğünde, eşine, dostuna, akrabalarına koşar. Büyük bir işe teşebbüs ederken yedi kat yabancı elin değil yakınlarının kapısını çalar. Yalnızca şahıslar değil, kavim kabileler milletler ve halklar da tarih boyunca kendi nesilleri, akrabaları ve dostlarıyla omuz omuza yaşamışlardır. Ancak böyle bir dayanışmayı gerçekleştiren ve devam ettiren nesiller, günümüze kadar ulaşmış, güçlü devletler kurmuş, dünya muvazenesinde yerlerini almışlardır.

“Milletlerin zindanı” olarak adlandırılan Çarlık Rusya, ne kadar uğraşsa da ortak dile sahip Türksoyluların fıtri yakınlaşmasını engelleyememiştir. Şartlar elverir vermez kardeş millet arasındaki ilişkiler büyük bir hız kazanmış; gönlün bir köşesinde saklı kalan kardeşlik hisleri; şarkılar, şiirler, gazete ve dergiler şeklinde tezahür ederek aralarında dolaşmaya başlamıştır. Tatar aydınları öteden beri Türk Lehçelerini çok rahat konuşabilmiş; bunun yanı sıra Arapça, Farsça ve Rusça’yı da çok iyi bilmişlerdir. Mesela büyük şairimiz Gabdullah Tukay, Türk, Azeri, Kazak, Rus Edebiyatını yakından takip etmiş; bunları kendi orjinal lehçe ve dillerinde okumuştur. Tukay’ın eserleri de o dönemdeki Türksoylular tarafından tercümesiz anlaşılmıştır. Tarihten gelen manevi yakınlıklar, sürekli irtibat halinde olunması ve ortak bir alfabe kullanılması, Türk Lehçelerini bir çizgide toplayıp muhafaza etmiş ve bugünlere getirmiştir. Türksoyluların manevi birliğini perçinleştirmede büyük maarifetçi İsmail Gaspralı’nın çıkardığı meşhur Tercüman gazetesinin rolu çok büyük olmuştur. Türk Dünyasının her aydını, mektep medreseleri, milli cemiyetleri ve kütüphaneleri bu gazeteyi almış ve derken bu gazete Türk Dünyasını bir çizgide toplama misyonunu eda etmiştir.

Meşhur Türk yazarı Necip Fazıl Kısakürek’in Reis Bey eserini okurken, kendim de farkında olmadan tarihimize seyahat etmiş oldum, bugünkü durumumuz gözümün önüne gelince de derin bir iç çektim. 20. asrın başındaki ihtilalden sonra dünyayla irtibatımızın koptuğu Sovyetler Birliği döneminde sınır ötesindeki Türk Dünyasıyla ilişki kuramamamızın sebepleri hepimizin malumu. Ancak, kaynaşma adına 20 yıla yakın zamandır çok büyük fırsatlar ele geçmiş olmasına rağmen öyle ciddi bir değişikliğe şahit olunmadı. Peki neden bu fırsatları değerlendirmiyoruz? Neden soydaşlarımızla karşılıklı tiyatro turneleri düzenlemiyor, şarkıcılarımızın, sanatçılarımızın eserlerini karşılıklı tanıtma adına turlar tertiplemiyor, folklor ekiplerimizi, ressamlarımızı birbirimize davet etmiyoruz, Ve ennihayet şairlerimizin, yazarlarımızın eserlerini okurlarımıza ulaştırmıyoruz? Ben, arada bir düzenlenecek faaliyetlerden bahsetmiyorum; her gün her hafta her ay yapılagelen muntazam işten, hareketten söz ediyorum. Türksoyluların manevi hazinesi bize daha bir yakındır. Bunları görmeden bilmeden yaşamak, bunlarla manevi hazinemizi zenginleştirmemek büyük bir ahmaklıktır.

Türkiye’nin seçkin yazarları bugün Avrupa ülkelerinde, şarkta, hatta Amerika’da çok iyi tanınmakta. Bu yazarlar arasında uluslararası ödül sahibileri, hatta Nobel ödülü alanlar da bulunmaktadır. Türk yazarlarının eserleri yüzlerce dile tercüme ediliyor, okunuyor. Peki biz kardeşlikten dem vurup da Tukay’dan sonra, geçen yüz yıl içerisinde kaç Türk Yazarının eserini Tatarca’ya çevirebildik acaba? Bugün Türkiye’nin meşhur şarkıcıları bütün dünyada turnelere çıkıyorlar peki ya bize neden gelmiyorlar? Bu soruları çoğalttıkça çoğaltabilirsiniz. Bizim Gabdullah Tukay, Derdmend, Hadi Taktaş, Hasan Tufan gibi büyük şairlerimizi Musa Carullah Bigiyev, Şihabetdin Mercani, Rızaetdin Fahretdin gibi meşhur mütefekkirlerimizi, klasik dram yazarlarımızı, bestekarlarımızı, şarkıcılarımızı, ressamlarımızı biz henüz başka milletlere yeterli kadar tanıtabilmiş değiliz.

Bundan bir kaç sene önce Asiye Rahimova Türk yazarlarının eserlerinden bir seçki oluşturarak Tatarca’ya tercüme edince; coşmuş, içimize bir ümit doğmuştu. Ama nedense atılan bu güzel adımın devamını getiren olmadı. Doğru; büyük yazarımız Ayaz Gıylecev’in “Bir Avuç Toprak” eserini Türkçe öğretmeni Fatih Kutlu Türkçe’ye çevirdi, eser Türk okurları ve yazarları tarafından büyük ilgi gördü. Bizim de buna mukabelede bulunmamız icab ederdi, ama nerde…. Kaç yıl bekleyip de üç yüz Tatar yazarının bir tanesi bile bu işe kalkışmayınca, araştırmacı filolog doçent Asiye Rahimova hanım Türk Edebiyatının güzel bir örneğini daha tercüme ederek Tatar okurlarının beğenisine sunma luzumunu duydu.

Adı geçen “Reis Bey” eseri akıl ile hissin, daha doğrusu akıl hakikatiyle his hakikatinin ve kanun doğruluğuyla, gönül ahlak doğrululuğunu ele alıyor. Hayatı boyunca insanları yargılayagelen saygın bir mahkeme reisi büyük bir hata işler: Şahitlerin yalan ifadelerine dayanarak suçsuz yere genci dar ağacına astırır. Kısa süre sonra gencin suçsuz olduğu tespit edilince hakim vicdan azabı çekmeye başlar. O ana kadar, şefkat ve merhametin, acıma hissinin ne olduğunu bilmeyen kanundan başka gözü hiç bir şey görmeyen mahkeme reisinin gözleri açılmaya başlar. Dünya ile, insanlar ile yalnızca kanun ve akıl değil, acıma, sevme, utanma, saygı duyma gibi hislerin, “yazılmayan kanunların” hükmettiğini, insanın ruh dünyasının akla göre daha da zengin olduğunu görür. Yazar, hiç bir zaman eskimeyen, dünya dönüp durdukça devam edecek olan bu konuyu, baş döndürücü incelikteki psikolojik duyuşlarla öylesine ustaca tasvir ediyor ki eser bundan yarım asır önce değil de bugün yazılmış bir piyes gibi zevk veriyor insana. Bu kitap Tatarca yayımlandıktan sonra, mahir bir rejisör kendi duyuş ve hissedişlerinden hareketle bu eseri sahneye taşırsa bence bu seyircilerin de çok ilgisini çekecektir.

Sadece şu “Reis Bey” eserini okumak bile gönlümün derinliklerindeki pek çok hisleri harekete geçirmiş, insanların, milletlerin, ülkelerin kaderleriyle ilgili düşüncelere dalmaya mecbur etmiştir. Meğer biz birbirimize ne kadar yakın, ne kadar da benziyormuşuz. Aynı zamanda ne kadar da değişik yönlerimiz varmış. Biz aslında birbirimizi uzun süre görmeyip tekrar yeniden karşılaşınca içimiz hislerle dolup taşmış, ne diyeceğimizi, ne yapacağımızı bilemeyip bir süre yerimizde öylece kala kalmışız. Ama hep böyle kalmamız doğru olmaz, hemen hal hatır sorup işe başlamamız lazım. Bozuk yolları yıkılan köprüleri inşa etmek için daha çok işimiz var bizim. Elinizdeki eseri bu temele konmuş ilk taşlardan biri olarak görebilirsiniz.


Reis Bey’in Tatarca Tercümesine Yazılan Önsöz

Şair Yazar, Dramaturg, Milletvekili
Razil Veliyev/Kazan-Tataristan

Share

You may also like...

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.