Üstad’ı Anlatmak

ÜSTAD’I ANLATMAK

İbrahim ULUEREN

Doğmamız yolunda beynine kan terleten Necip Fazıl Üstad’ımı, “Biz sussak mezarımız konuşacak.”diyen Necip Fazıl’ı anlatmak… Yazımızın gayesi bu… Çok cephesi, çok istikametleri olan bir dehanın hangi cephesini nasıl anlatabiliriz.

Allah’ın her insanı çapına göre dünyaya bir misyon, bir görevle gönderdiğini kabul ettikten sonra; Necip Fazıl’ın nasıl bir dünyada, dünya tarihinin nereye doğru aktığı bir dönemde ne yapmak istediği ve yaptığını göstererek söze başlayalım.

Dünya tarihi boyunca insanlık muayyen medeniyetler yaşamış, belli inanışlar zamanın akışı içinde dünya hakimiyetini sağlamış veya bu rol için oynamışlardır. Diyebiliriz ki; Kainatın Efendisi’nin dünyayı şereflendirdikleri zamanın en ileri ve en diri noktasından son yüzyıla kadar dünya tasarrufunun en canlı, hakim ve galip rengini müslümanlar teşkil etmişlerdir.

XVI. asırda en şaşalı ve muhteşem dönemini yaşayan dünya müslümanları ve onların merkezi makam ifadesi, hilafet merkezi; Devleti Al-i Osman yükseliş trendini kaybetmiş, adım adım, gün gün erimiş, zayıflamış; buna karşı aynı düşüş ve inişe ters tarafından muvazi olarak, rakip ve zıt dünya; batı dünyası, Üstad’ın “Aklın kiliseden intikamı” dediği Rönesans’la beraber muayyen bir tekevvün, oluş zinciri içinde bugünkü dünya hakimiyetine doğru yol alırken, doğu dünyası ve onun galip rengi müslümanların temsil kadrosu Osmanlı’ya bünyesinin mikroba müsait olduğu ölçüde sızmışlar ve onun düşüşünü hızlandırmak, onu içten çökertmek ve hesabını tam gördükleri güne doğru yoğun bir çaba sarf etmişlerdir.

1071’de Malazgirt’te Alparslan’ın ordularını ayakları altında tepeleyerek Anadolu kapılarını açtığı Romen Diyojen’in mana torunları 1000 yıla yakın bir zaman Osmanlı’yı, onun taşıdığı temel yapı ve temel yapıya bağlı bütün değerleri yıkmaya çalıştı, sonunda yıktı ve hakim oldu, muradına erdi. Batı, Osmanlı’nın hesabını, Osmanlı’nın şahsında dünya Müslümanlığının hesabını yeni kuruluş ve oluş ilanları şeklinde böyle gördü ve perdeyi böyle çekti.

Meydan yerini Lord Kromer’in “Müslümanlığını kaybetmiş Müslümanlar” dediği, Ramsey MC Donald’ın “Biz onları-doğu insanını- yalnız kendi kültürlerini tahkir etmeye ve kaldırıp atmaya sevk etmekle kalmadık, evlerini iklime tahammül edemeyecek mefruşat ve eşyayla doldurmalarını istedik. Hindistan’daki fikri (erezyonizm) yani- melezleşme ve piçleşme- müthiştir. Bu tarz düşünceye kapılmış dimağlar birer serseri, birer avaredirler. Bunlar hiçbir medeniyete, hiçbir vatana, hiçbir tarihe mensup değildirler. Bu beyler asla tahmin olunamayan bir ihtirasla bir takım fikirler icat ederler. Bu fikirler hayatı tekzip eder. Bunlar ilerlemeyi ve kültürel tekamülü isteyen kimseleri mazideki kültürlerinden mahrum ederler. Verdikleri gıda ise besleyici olmaktan ziyade tahrip edici ve kafa karıştırıcıdır. Biz Doğu Düşüncesine bir batı kanaat ve huzuru vermedik, tam bir fikri ve ahlaki anarşi doğurmaya ise hakkıyla muvaffak olduk.”dediği, efendisi Avrupa’lıya benzediği ölçüde kendisini ileri ve medeni sayan pembe kıçlı garp maymunları doldurdu.

Parça parça otuzdan fazla devlete veya devletçiğe böldükleri dünyamızın, başlarına tezgahlarında şekillendirdikleri mücerret bir tipin maketleri şeklinde kuklalarını oturttular ve adına İslam dünyası dedikleri bir bütünün parçalarından ibaret ; halkı mümin ve mutekit, yönetimleri kafir ve mürted birer ehram manzarası meydana getirdiler. Bu devlet olmaktan ziyade milletinin manası ile alakasız teşkilatlar diyebileceğimiz oluşlar; efendileri Avrupa’lı hesabına şu iki asli görevi bi-hakkın yerine getirmeye çalıştılar; evvela Necip Fazıl’ın bünye sırrı dediği kendi milletinin imanını ve ona bağlı bütün kıymetleri söndürmeye ve sonra maddesini sömürmeye memur birer teşkilat..(Evet maddesini sömürüp efendisi Avrupa’lıya aktarmaya memur birer teşkilat..)

Albert Camus acz içinde “Bütün dünya anarşi içinde” diye dursun Necip Fazıl’ın “Bütün bir kainat muşamba dekor, Bütün bir insanlık yalana teslim.” dediği sahte bir dünya kuruldu.

Batı’nın her şeyi bitirdiğine inandığı; bazı müslümanların da bu hakimiyet ve kaybedişi hissederek kendilerince İslam’ın daha iyi yaşanacağına inandıkları beldelere göç ettiği veya göçmeye mecbur edildiği, geleneksel yapının unsurlarının direnmeye ve kendisini sürdürmeye çalıştığı, zulüm ve çeşitli metotlarla silinmeye tabi tutulduğu böyle bir demde …

Dünya tarihinin böyle bir değişime uğradığı, dünya hakimiyetinin el değiştirdiği, İslam’ın, Türk’ün şahsında cereyan eden son bin yıllık macerasının sona erdiği, Osmanlı’nın yıkılışıyla, -tabiri caizse- dünyanın kazığının koptuğu ve dünya muvazenelerinin alt-üst olduğu, yer yüzünün diri zamandan ölü zamana geçtiği böyle bir demde …Batı dünyası Osmanlı’nın şahsında doğu dünyasının hesabını çok acı, acımasız biçimde görmüş, Osmanlı’nın yıkılışı; İslam birliği realitesinin parçalanması, nizam-ı alem idealine son verilmesi; Doğu dünyası, Asya, Afrika, hasılı bütün dünyanın Batının istismarına açılması, sömürüsüne bırakılması hadisesidir.

Artık Batı’nın salladığı sosyal beşikte büyüyen, hiçbir şeyi göremez hale getirilen insanlığımızın bu hazin noktasında dünyamız, dünyayı portakal gibi ayakları dibinde seyreden bir insana muhtaçtı. Necip Fazıl işte bu insandır.

Dünya tarihinin geldiği bu noktada (her şeyin batı hesabına kazanılıp, Müslümanlar hesabına kaybedildiği) bu noktada, bir anlamda insanı ‘tek damla içinde kainatı süzen bir mercek’ diye anlayan Necip Fazıl, doğu dünyasının kendi içinde yeniden dirilişinin fikri zeminini çizmiş, bizim yeniden doğuşumuzun, rönesansımızın fikriyatını lif lif örgüleştirmiştir.

Bir bakıma Büyük Doğu geçmişle bir hesaplaşma, batı dünyasıyla bir hesaplaşma, yaşadığımız dünya ile; çağımızla bir hesaplaşma, çekirdekte ağacın planının bulunması gibi doğacak dünyanın da ana kaynağı İslam temeli üzerinde plan ve hesabını verme işidir. Şunu açıkça söylemek gerekirse son 200 yıldır İslam aleminde yıkmak istediği dünya ile kurmak istediği dünyayı Necip Fazıl ölçüsünde resmeden ikinci bir mütefekkir gelmemiştir.

Yani Necip Fazıl; dünyası olan, dünya yüzünde ebediyete sıçrama taşı olacak bir nizam örgüsü kuran ve bunun tezatsız bir görüş, bir bütün halinde hesabını veren insandır.

Ayrıca belirtmek gerekir ki; çağdaşlarına göre Necip Fazıl, nefsini ve eserini göstermemekte de müstesnadır. O islamı anlamak ve öğrenmekte nefsini ve eserlerini değil, Allah ve Resülune bağlı kaynakları idealize etmektedir.

O zaman Necip Fazıl, şu veya bu değerlendirme ve sınıflama içinde yer almayacak, şu veya bu şahıs veya olay Necip Fazıl’ın dünya görüşü içinde müspet veya menfi belirli yerlere oturacak ve tezatsız bir fikriyat örgüsünün unsurları olacaklardır. Öyleyse Büyük Doğu bir anlamda dünyayı bugünkü insanlığa yutturulduğu gibi değil de olduğu gibi yerli yerine oturtma, her şeyi iç yüzünü tanıma, olayların maskesini düşürme ve belli bir vahide irca, bir dünya görüşüne nispet işidir!

Demek ki; Büyük Doğu bir anlayış çizgisi, yeni bir doğuşun, yeni bir oluşun fikri zemini, bir anlamda bir diriliş soluğu, dört asırlık iniş ve çöküş grafiğimizin dönüm noktası… Her şeyin bittiği, İslam’ın hesabının görüldüğü kabul edilen bir dünyada, bu işi yeniden başlatma, bizi üç kıta yedi iklim hakim kılan ruhun yeni zaman ve mekana nakşı davası… Kaybedilen dünyanın iadesi davası…

Dünya tarihinin bugünkü mecraını değiştirme ve asli mecraına yerleştirme hamlesi…

Evet! bu dava hor, bu dava öksüz, bu dava büyük.!

Büyük Doğu, cemiyetin çent zamandır çevrildiği ve sürüldüğü istikameti değiştirme, toplum akışını başka bir yöne, kıbleye doğru çevirme ve kürek mahkumu haline getirilen manamızı kaptan köşküne oturtma davasıdır.

Yazımızın sonuna geldik. Bu noktada, artık ayağımızı yere basmak yeni bir ses getiren insan olarak Üstad’ın hem mücerret konularda, hem müşahhas zemin üzerindeki fikirlerini anlatmak icab ederdi. Necip Fazıl’ın, İslam, insan, kainat, hayat deyince ne anladığını, dünya politikasına nasıl baktığını izah etmek gerekirdi.Fakat şu an bunun zamanına malik değiliz.

Gençler, bu davanın muhatabı ve taşıcısı olmaya istidatlı ve namzet gençler, Necip Fazıl’ı anlamak, belki her şeyi anlamak demektir. Onu ayrı bir hassasiyetle ve emerek okuyun.Batının salladığı sosyal beşikte oluşturulan uyuşturucu havayı aşmak ve çağ dedikleri edebiyeti kaybettirme çığırının mantık, ide ve donelerini layık oldukları biçimde anlamak ve idealin ne olduğunu idrak etmek için Necip Fazılı okuyun.

Gençler, Üstad ın gözleri açık gitti. Bir buçuk yıl hapse mahkum olarak göçtü. Onun gözleri davasını gerçekleşmiş görmeden kapanamaz . Sözlerimi canım Üstad’ımın iki mısraı ile bitirmek istiyorum;

“Ey genç adam, bu düstur sana emanet olsun;
Ötelerden habersiz nizama lanet olsun!.

Share

You may also like...

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.