Derin, Yırtıcı, Kanatıcı Hassasiyet

DERİN, YIRTICI, KANATICI HASSASİYET

Derin, yırtıcı, kanatıcı hassasiyetimin başlıca iki tesir kutbu, bekçilerle satıcılar… Gecenin en beklenmez saatinde paket taşlarının üstüne inen, ucu demirli sopa sesleri ve bir haykırış:

– Yangın var!.. Azapkapısında, Güngörmezlerdeeeee!

Azapkapısı… Ne korkunç isim… Altı köşeli çivi başlarına çarpılan kafalardan, kanlı saç yoluntuları yapışmış demir çaprazlı, içinden bir evcik geçecek kadar geniş ve yüksek kapı… Güngörmezler. Damları birbirine yapışık eğri – büğrü evlerin sınırladığı yılankavi sokaklar. Cin yatağı ahşap eve sokulan kundak. Kundakta, buruş buruş bir çocuk yüzü. Çocuk katıla katıla ağlıyor… Şeytan alevlerin yaylanışına bak!.. Birden çöken dam ve bir ateş püskürtüsü; kıvılcım tipisi… Ve bütün bu hayallerin gerisinde artık uzaklarda, çok uzaklarda, Anadolulu bir ses:

Yangın var!!

Yangın kundağı gözümde gazlı bir bez değil «kundak» kelimesinin iltisakiyle, yüzü buruş buruş, katıla katıla ağlayan bir çocuk… Alevler içinde unutulmuş bir çocuk. Ve işte korkunun en dokunaklı timsali!..

Ve satıcılar… Ruhumu acılaştıran akşam saatlerinde satıcılar:

– Yoğurtçu!.. Yoğurtçu!..

– Simitçi!.. Akşam simidi!

O zaman, oturduğum odanın tavan köşesine doğru bir noktada can çekişen günün son ışıklarına bakıp sedire yüzükoyun uzanmak ve hıçkıra hıçkıra, katıla katıla ağlamak isterdim.

Güneşin, kıvrıla kıvrıla, istikâmetleri burgulaya burgulaya ancak sabah ve akşamın bellibaşlı saatlerinde ve bellibaşlı noktalarına sızabildiği bu loş konakta bana her şey dipsiz bir mânânın ihtarcısıydı.

Güneş gören tarafları soluk kadife perdeler…

Tavanarasındaki tahtapoştan seyrettiğim, yırtıcı çığlıklarla koşuşan ve arkasında dumanları yavaş yavaş eriyen trenler…

Arka bahçeye inen merdivenin tepesinde kırmızı, sarı, portakal rengi, mor, yeşil, mavi camların ötesindeki dünya… Ve her şey…

Çocuktan daha çocuk, 6-7 yaşlarında, yakıcı bir hayâl beni her şeyin ötesine sürüklüyor, bana bu dünyayı dar ve bunaltıcı gösteriyordu.

Kulağıma bende bir anlatılmaz, isimlendirilmez, derinliğine sarkılmaz «dâüssıla»nın yankısını fısıldıyor her Şey…

Ve ben ağlıyordum.

Sebebini bilmeden, ne istediğimi bilmeden… Bu hallerim gözden kaçmamış olacak ki, bir aralık kitaplarıma el koydular: – Artık okumak yasak!..

(O ve Ben’den)

Share

You may also like...

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.