Site icon N-F-K.com

Hakikat Yolundaki Şair

HAKİKAT YOLUNDAKİ ŞAİR

Ali K. METİN

Necip Fazıl, şiirini ‘ben’in dünyasında yoğunlaştırmış bir şairdir. ‘Ben’ üzerindeki yoğunlaşma, ilk elde, şairin karakter yapısıyla ve oldukça çalkantılı bir ruh dünyasına sahip oluşuyla ilgili gözükür. Başka bir deyişle, şairin iç dünyasındaki taşkınlık ve gerilimler belli bir karakter yapısıyla kaynaşarak onu ‘ben’ problemiyle haşir neşir hâle getirmiştir. Öyle ki, ‘ben’in sükûna ve aydınlığa kavuşturulması Necip Fazıl şiirinin en önemli hareket noktasını oluşturmuştur denebilir. Bu da Necip Fazıl’ı gerçek anlamda modern şair yapan özelliklerden en başta gelenidir.

‘Ben’in sorunsallaştırılması, öncelikle Necip Fazıl’ın kendi iç dünyasındaki gerilimli ve kaotik atmosferin bir sonucu olarak kendisini gösterir. Şairin özgeçmişi, mistik duyarlığı, bilinçaltı dünyası ve bedensel arzuları bu atmosferin belirlenmesinde etkin rol oynamıştır. Necip Fazıl şiirinin belli bir aşamaya kadar söz konusu etkenlerin yansımalarıyla yoğrulduğu görülür. Şair, dış dünyaya karşı daima mesafeli bir duruş sergilemiş, yaşadığı çatışmaları sürekli olarak ‘ben’ problemi hâline getirmiştir. “Sana ey kanımda eriyen kadın / Can nasıl dayansın, nasıl dayansın.”1 “Ne anamı gördüm, ne kardaşımı, / Yıllarca gezdirdim bu dik başımı, / Ölsem kimse koymaz mezar taşımı, / Kendime ben bile lanet ederim.”

Ancak şiirlerin arka planında yer alan ‘ben’ problemlerinin, ilk aşamada belirgin bir şirazeye/yönsemeye sahip olduğu söylenemez. Hem gövdenin hem de ruhun kıvranışlarını yaşayan şair, başlangıçta varolus macerasına açık bir istikamet kazandırmış değildir. Şairin iç dünyasında beşerî hayattan kaynaklanan farklı duygulanmalar yaşanır, ama aynı zamanda dünyevî nitelikte olmayan (metafizik) kaygı ve sıkıntılar da baştan beri onun benliğine nüfûz etmiş durumdadır. Yoksa ne şehevî arzular ne de zihnî ve ruhsal saplantılar Necip Fazıl’ın ‘ben’ dünyasındaki çatışmaları tam olarak ifade etmeye yeterlidir. Aslında gelişme dönemi itibarıyla Necip Fazıl, duygu ve benlik hâllerini betimleme anlamında bir durum şairi sayılabilir. Yaşadığı gerilim ve karmaşayı; arzu, duygu ve fikir anlamında nasıl bir atmosfer içindeyse onu şiire dökmektedir. Bununla beraber şair, gelişme dönemi boyunca daha çok duygularını anlamak, benliğini aydınlatmak çabasındadır. Şiirindeki gerilim de benliğindeki çatışma ve tezatlardan kaynaklanmakta, sahip olduğu anlam ve değerler dünyası ile yaşanan dünya arasındaki uyumsuzluk onda trajik bir gerilime dönüşmektedir. Dahası, Necip Fazıl’ın şiirini trajik bir düzeye getiren temel etken de, kanımca bu anlam ve değerler dünyası olmuştur. Gövdesiyle ruhu arasındaki çatışmada, problemin ‘ben’in zayıflığından doğduğunu düşünmüş, bu kaygıyı şiire transfer etmiştir: “Yeryüzünde yalnız benim serseri / Yeryüzünde yalnız ben derbederim.”

Necip Fazıl’ın gelişme (erken) dönemindeki şiirlerinin genel manzarasıyla ilgili bu değerlendirmenin, onu edilmen bir şair konumuna getirdiği anlaşılmamalıdır. Şairin gerçekte büyük bir varoluş harareti içersinde olduğu daha ilk şiirlerinden itibaren hissedilir, fakat bu, henüz bilinçli, belirgin bir oluşum hâline gelmemiştir. Ondaki manevî ve derunî iç ses, beşerî duygulanışların çalkantısı arasında çatlamayı bekleyen bir tohum gibi zamanını gözlemektedir: “Kalbim yırtılıyor her nefesinde, / Kulağım ruhumun kanat sesinde, / Eserim duvarın bir köşesinde, / Çıkamaz göğsümden başka bir seda.”

Buna göre, gelişme dönemi olarak adlandırdığımız, Kaldırımlar şiirinin yayımlandığı 1927 yılına kadarki dönemi, akacağı mecrayı bulmaya çalışan bir şairin şiirleri olarak da değerlendirmek mümkün. Fikrin değil daha çok his dünyasının ürünleridir bu dönemin şiirleri. Şiirlerin öznesi olan şair, hem gövdesinin hem de ruh ve zihin dünyasının çırpınışlarını bütün karmaşıklığıyla dile getirmiştir. Ancak onun karmaşıklığı yine de daha çok görünüştedir. Derinlere nüfûz edildiğinde, bu görünüşün, altta şairin asıl kişiliğini ve oluşum hâlindeki metafizik dönemi barındıran bir aysbergden başka bir şey olmadığı fark edilir. Bu aysbergin atında trajik bilincin ve onun da özünde metafizik kaygılarla beslenen hakikate erişme arzusunun başat bir düzeyde olduğu anlaşılır. 1923 yılında –şiir hayatinin henüz başında– yayımlanmış olan Rüzgâr şiiri sözü edilen aysbergin altındaki yapıyı net bir şekilde ifade eder: “İçerimde koca bir dağ gizlidir, / Rüzgâr döne döne çıkar mı bilmem. / Yârim ince uzun, saz benizlidir, / başımı göğsünde sıkar mı bilmem // Hey… ne kimsesizdir bu uzun yollar, / Gözlerim yollarda birini kollar, / Bana kim göklerden bir haber yollar, / Gökler susa susa bıkar mı bilmem.”

Kaldırımlar şiiriyle birlikte başlayan yeni dönemine bakıldığında, Necip Fazıl’ın ‘benlik’ dünyasındaki çatışma ve huzursuzluğun büsbütün trajik bir hâl aldığı görülür. Kaldırımlar şiirinde had safhaya ulaşan o dehşet ve ürperiş duyguları, metafizik bir gerilimin sonucu olduğu kadar aslında bir dirimin de habercisidir. Kaldırımlar şiirinde şair, kendisini kuşatan dünyayı aşmak için gerekli içsel doluluğu (Gündüzler size kalsın, verin karanlıkları) ve algı gücünü yakalama mücadelesini göstermiş (Bahtın kaldırımlara düştüğü dünden beri / Erimiş ruhlarınız bir derdin potasında), gerçek anlamda bir varoluş çabası içerisine girmiştir. Büyük bir yanlış anlama veya algılama sonucu bazılarınca marazî ve saplantılı bir ‘ben’in dışavurumu olarak değerlendirilmiş olan bu şiirin hakikî bir varoluşun şiiri olduğunu görmek, bunun için Necip Fazıl’ın, şiiri derin, manevî bir ürperişe kaynak yapmak istediğini anlamak gerekir. Kaldırımlar şiiri dışavurum (veya durum) değil, ‘ben’in macerasını belirleyen bir ‘oluşum’ şiiridir: “Ben gideyim yol gitsin, ben gideyim yol gitsin, / İki yanımdan aksın bir sel gibi fenerler. / Tak… tak… ayak sesimi aç köpekler işitsin, / Yolumun takı olsun zulmetten taş kemerler.”

Necip Fazıl’daki trajik huzursuzluğun en temelinde, Mutlak Hakikat’i arayış vardır. Hakikat arayışı elbette ‘ben’in dünyasında yaşanan bir süreç olarak ortaya çıkacaktır. Zira hakikati ancak ‘ben’in kendisindeki bir aydınlanmayla sezer, bilebiliriz. Kitabî bilgiler bize Mutlak Hakikat’i sunmaz, sadece onu kavramak için gerekli ipuçlarını verir. Hakikati mutlak bilgi ve kavrayış hâline getirebilmek, ‘ben’in dünyayı sorgulaması ve iç mücadelesiyle yaşanan sürecin ürünüdür. Necip Fazıl’daki yalnızlık, bohemliğin değil böyle bir sürecin tezahürü, kendi benliğiyle baş başa kalmak için seçtiği bir yoldur. Dolayısıyla o, yaşadığı çileler ve fikir sancılarıyla Mutlak Hakikat’i benliğinde bütün çıplaklığı ve azametiyle kavramaya çalışan bir Varoluş şairi olmuştur. Ancak Varoluşunu sadece kendi iç huzursuzluğunu gidermekten ibaret bir mesele saymamış, bütün bir insanlık meselesi olarak görmüştür. Onun materyalizme karşı metafizikçi bir tavır içersinde olmasında, materyalizmin toplum/insanlık için tehlikeli bir güç hâline gelmesinden duyulan tedirginliğin önemli etkisi vardır sanırım. Dolayısıyla Necip Fazıl’ın Mutlak Hakikat arayışı, materyalist cereyana karşı bir tepki ve mücadele duygusuyla da yoğrulmuştur denebilir. O, kendi iç macerasını insanlık için yol açıcı bir kavrayış ve Varoluş süreci hâline getirmek, şiirin semboller dünyasında metafizik bir aydınlanışı gerçekleştirmek çabasıyla şiirine yön vermiştir. “Kaldırımlar, duyulur ses kesilince sesi, / Kaldırımlar, içimde uzayan bir lisandır.”

Mutlak’ın peşindeki şair, Çile şiiri ile aradığı hakikati bulduğunu ihsas ettirir. Çile, Necip Fazıl’ın metafizik ürperiş ve sancılarının doruk noktasına ulaştığı bir şiirdir. Bu şiirde şairin Varoluş kaygıları en trajik ve en somut tablolar hâlinde karşımıza çıkar. Ürpertilerle dolu yaşantı ve duygu yoğunluğunun yani sıra düşünsel yoğunluğu da yüksek bir şiirdir bu. “Gaiplerden bir ses geldi: Bu adam, / Gezdirsin boşluğu ense kökünde!”2 “Aylarca gezindim yıkık ve şaşkın, / Benliğim bir kazan ve aklım kepçe / Deliler köyünden bir menzil aşkın, / Her fikir içimde bir çift kelepçe.” Faniliğin ve ölümün getirdiği boşluk duyguları karşısında sürekli varlığın ve Varoluşun anlamını sorgulamış olan şair, sonunda eşyanın hakikatine vararak aradığı hakikati bulmuştur. Şairin yasadığı içsel macera Çile şiiriyle metafizik amacına ulaşmıştır. Dünyanın anlamsızlığından kurtulmuş, Mutlak Hakikat’in aydınlığıyla aydınlanmış bireyin şiiridir Çile. “Bu nasıl bir dünya, hikâyesi zor; / Mekânı bir satıh, zamanı vehim. / Bütün bir kâinat muşamba dekor, / Bütün bir insanlık yalana teslim.”

Çile şiiri olmasaydı Necip Fazıl için (siyasî, didaktik ve epik şiirlerini dikkate almazsak) sadece ‘ben’in veya Varoluşun şairi diyebilirdik. Oysa Çile şiiri Necip Fazıl’ı tam anlamıyla metafizikçi bir şair yapmıştır. Varoluşun veya ‘ben’in içerdiği trajiğe karşı bu şiirde, trajiği aşmış, iman eden insanın hakikati vardır. Şiirin içerdiği trajik gerilim, metafizik hakikatin perdelerini yırtma çabası içindeki insanın iç haykırışları, aydınlanış anının resimleridir. Dolayısıyla Çile şiiri, Mutlak Hakikat’in ortaya çıktığı şartlar (‘ben’in ve Varoluşun durumu) ile bu hakikatin ne olduğunu gösteren bir şiirdir. Sadece ürperti ve haykırış değil, bunların ikliminden doğan bir hakikat ve benlik kavrayışı vardır: “Gece bir hendeğe düşercesine / Birden kucağına düştüm gerçeğin. / Sanki erdim çetin bilmecesine / Hem geçmiş zamanın, hem geleceğin.”

Necip Fazıl’ın şiirini ‘ben’le olan ilişkisine bakarak mistik diye tanımlamak yanlış olur. O, kendi ‘ben’ dünyasına dalarak bireyselliğine bir anlam kazandırma çabası içinde olmayı değil, fani ve ölümlü olan karşısında Mutlak Hakikat’e bağlanmayı Varoluşunun temel meselesi yapmıştır. Bunun için, skolâstik zihniyete dayalı kitabî/sözel bir tutumun yerine, kendi ‘ben’i üzerinden Mutlak’ın izini sürmeye çalışmıştır. Onun metafizik aydınlanışı, bir farkına varış olmaktan çok, varoluşsal bir olgunlaşma biçiminde olmuştur. Fanilik ve ölüm karşısındaki ürperişler, Mutlak Hakikat’e ulaşmak için gereken zindeliği ve atılımı sağlar. Dünyayı aştıkça daha kuşatıcı, daha evrensel bir benliğin dünyasına doğru yol alırız. Yaşantı ve duygu hâlindeki yoğunluklardan gerekli metafizik parıltıları alır, bununla hakikatin zaferini yaşarız. Hakikat, birden karşımıza çıkıveren bir şey değil, içimizdeki Varoluş ortamında olgunlaşmasını tamamlayan bir nüve, bir kavrayış tarzı olarak tezahür eder. Necip Fazıl’ın şiirindeki metafizik oluşum, ‘ben’in hakikat yolunda böyle bir olgunlaşma serüvenini yaşamasıyla gerçekleşmiştir. Çile şiiri, ‘ben’in o güne kadar yaşadığı trajik sürecin genel bir hülasası, aynı zamanda Mutlak Hakikat’le noktalanan finalidir: “İçiçe mimarî, iç içe benlik; / Bildim seni ey Rab, bilinmez meşhur!”

Exit mobile version