NECİP FAZIL’SIZ 25 YIL
Yusuf ÇOPUR
‘Kaldırımlar, çilekeş yalnızların annesi; Kaldırımlar, içimde yaşanmış bir insandır. Kaldırımlar, duyulur, ses kesilince sesi; Kaldırımlar, içimde kıvrılan bir lisandır.’ Nasıl anlatılır bir “Sultan-uş Şuara” bilmeden, sarıldım kaleme; bir mektup yazar gibi, vefa borcu ödercesine… Kaldırımların yoldaşı, kaldırımların sırdaşı, kaldırımların kara sevdalı eşi…
Tefekkürün sarp yamaçlarında; dinlenmeden, soluksuz tüketilmiş bir yaşam. Elinde kağıt kalemi, keskin bir kılıç gibi üslubuyla, köy köy, kasaba kasaba dolaşan, bir hayali, hayalini kovalayan bir adam. ‘Bir nesil ki…’ diyerek hitabına başlayan, yılmadan, yorulmadan anlatan, yazan, söyleyen, arayan… tatlı rüyasının peşinde koşan, çabalayan, düşünen, düşünen, düşünen bir adam… Şair, düşünür, hatip… Necip Fazıl.. nam-ı diğer, Üstad…
Önceleri bohem bir hayat, felsefe; gel gitler, arayış… ama önce Batı, Doğu’dan bîhaber. İlk başlarda o da bir jöntürk; yani Cemil Meriç’in deyimiyle “batının yeniçerisi.” Fakat rahat değil içi, eksik olan bir şeyler var, parça bütüne tamamlanamıyor. Arıyor, eksik kalan yanını, yitik parçasını, huzurunu. “Fikrin beyinde açtığı burgular” içinde kıvranıyor. Paris’ten sonra İstanbul. Fakat bitmiyor arayış.. ve bir gün buluyor üstad, üstadını; bırakmıyor bir daha, dizinin dibinden ayrılmıyor, parça bütüne intikal ediyor. Doğu başlıyor sonra, her şeyiyle tam tekmil ‘Büyük Doğu’… Felsefeden sonra Tasavvuf devri başlıyor ve üstad kendi ifadesiyle kendisini buluyor;
“Eski hâl muhal; ya yeni hâl, ya izmihlal” fehvasınca, ne varsa eski addettiği, eskimiş gördüğü vazgeçiyor hepsinden; o kadar ki eskiye ait saydığı şiirlerinin hiçbirisini almıyor çileye ve reddediyor: “… İşte şiir kitabım, bu, bu kadar; ve kitaba gelinceyedek başka hiçbir şiir, bana, adıma ve ruhuma mâl edilemez…” ve siliyor kendini ait görmediği yaşamını bir solukta…
“Tam otuz yıl saatim işlemiş ben durmuşum;
Gökyüzünden habersiz uçurtma uçurmuşum…”
Yani devriyle bir, açılıyor kaleminin ucu; sayfalar, ciltler dolusu eser bırakıyor ardında; aradığı, bulamadığı, bulmaya umutlu olduğu nesil için… “Bir nesil ki…” diye başlayan hitabındaki nesil için…
Necip Fazıl bir düşünür… Fakat on iki yaşından beri her daim şair…
“Ben şairim, gâibi kurcalayan çilingir;
Canlı cenazelerin başında Münker-Nekir…”
Ve o tevekkül içinde beklediği ölüm gelince ardında ‘Çile’sini bırakıyor. Üstadı anlayabilmek için, tüm eserlerini bir tarafa bıraksak, bir tek ‘Çile’ yetiyor ve ne varsa öğrenmemiz gereken satır satır, motif motif ‘Çile’de öğütlüyor. “Tohum saç, bitmezse toprak utansın!” deyip Üstad ‘Çile’sini saçmış toprağa, bize ise üstadın hayalini kurduğu yarınlar için bir küheylan gibi koşmak düşüyor; “Çatlarsan, doğuran kısrak utansın!”
Yine Cemil Meriç’in ifadesiyle; “Necip ve Fazıl Üstadım”;
“Uzanıverse gövdem, taşlara boydan boya;
Alsa buz gibi taşlar alnımdan bu ateşi.
Dalıp, sokaklar kadar esrarlı bir uykuya,
Ölse, kaldırımların kara sevdalı eşi…”
diyerek yirmi beş yıl evvel daldı uykusuna… Ardında bir yığın, sahibini arayan emanet bırakarak… öyle bir nesle ki…
Yusuf Çopur / Marmara Ünv. Yeni Türk Edebiyatı Bölümü Yüksek Lisans Öğrencisi