NECİP FAZIL DÜN DE ANLAŞILAMADI BUGÜN DE
Ali Haydar HAKSAL İle Röportaj
Ali Haydar Haksal, dün Necip Fazıl’ın konferanslarını çekirdek çitleyerek dinleyenler olduğunu, bugün de çok sık anılmasına rağmen söylenenlerin sıradanlığın ötesine geçemediğini ifade ediyor.
Ömer Faruk Yücel
Necip Fazıl eserleri, düşünceleri ve siyasi kimliği ile yirminci yüzyıl Türk fikir hayatına yön veren insanlardan biriydi. Başlattığı hareket ile kitleleri arkasından sürükleyen, eserleri ve konferansları ile pek çok gencin fikir dünyasının şekillenmesinde etkili olan bu aksiyon adamı, hayatı boyunca kovuşturma ve davalara maruz kaldı. Büyük Doğu dergisi pek çok kez yayınına zorunlu olarak ara verdi ama O yılmadı. Her seferinde Büyük Doğu ateşini yeniden yaktı. Kitabı “Necip Fazıl Kısakürek /Büyük Doğu Irmağı” ile Üstad’ın Büyük Doğu’daki çalışmalarını ve eserlerini ayrıntılı olarak inceleyen Ali Haydar Haksal’la Üstad’ı konuştuk.
Necip Fazıl Kısakürek’le ilk tanışmanız nasıl oldu?
Yetmişli yılların başında tanıştım Üstad’la. Türkçe öğretmenimiz vardı okulda, İbrahim Soysal, O beni alıp kitabevine götürmüştü. Üstad’ın Çile şiir kitabının sarı kağıda basılmış bir baskısını ve hikayelerini aldırmıştı bana. Üstad’ın eserleriyle ilk tanışmam o öğretmenim sayesinde oldu. Sonra Büyük Doğu mecmualarını takip ettim, Elazığ’da Hilal Kitabevi’nden alıp okuyorduk. Bir gün Üstad Elazığ’a bir konferansa geldi, Renk Sineması’na. Konferansa gidip izledim. Tabii çarpıldığım bir konuşmaydı. Üstad’la doğrudan ilk karşılaşmam buydu. Daha sonra ben Edebiyat Fakültesi’ni bitirdim, bir gece düzenlemiştik orada, ben Üstad’ın bir şiirini okumuştum. Bir de orada bir karşılaşmamız oldu. Onun dışında yüzyüze karşılaşma imkanımız olmadı.
Kitabınızda Necip Fazıl ile ilgili incelemelerinizin yanı sıra köşe yazılarınız da var. Büyük Doğu üzerine de çok detaylı incelemeler yapmışsınız…
Aslında kitabı üç bölüm olarak düşünmek lazım. İlk bölümde Üstad’ın eserleri, sanatı ve düşüncesi üzerine yaptığım çalışmalar var. Öyküsü, şiiri, romanı tiyatro eserleri ile ilgili bir bölüm. İkinci bir bölüm Üstad’la ilgili köşe yazılarımdan oluşuyor. Üçüncü bölüm ise Büyük Doğu’yu inceliyor. Tamamıyla Büyük Doğu’yla ilgili. Bütün Büyük Doğu’ları, günlük, aylık, haftalık, on beş günlük tamamını inceledim. Büyük Doğu’nun başına gelen olaylar, kapatılış gerekçeleri, Üstadın karakteri kişiliği, portresi, sadece sanat edebiyat alanındaki mücadelesi değil, düşünce alanındaki mücadelesi, siyasal mücadelesi, bütün bunları çok geniş olarak ortaya koydum.
Büyük Doğu ilk yayınlandığında her kesimden yazarın imzasını görüyoruz ama son dönemlerde Necip Fazıl adeta bir manifesto ile artık sadece yanındaki üç beş isim ile yola devam edeceğini, başka herkesten zarar gördüğünü ilan ediyor. Bunun sebebi Büyük Doğu’nun yayın hayatı boyunca yaşadığı sıkıntılar mıdır?
Bir kere Üstad’ı Ağaç mecmuası ile de hatırlamak lazım. 1936- 37’de 17 sayı yayınlanıyor. O tam bir edebiyat dergisi, siyaset yok. O dönemin usta kalemlerinin tamamını dergi etrafında topluyor. Dönemin en iyi kalemlerinin tamamı orada ürünlerini yayınlıyorlar. Mesela Sait Faik en önemli çalışmalarını Ağaç ve Büyük Doğu’da yayınlıyor. Bir çok genç sol kalem üstadın yanında yetişiyor. Bu dönemde Üstad’ın keskin biçimde İslam sanatı, İslam ideolojisi, İslam medeniyetine yönelimi siyasi anlamda CHP ile karşı karşıya gelmesine neden oluyor. Bu nedenle mahkemelerde pek çok sorgulamayla karşı karşıya kalıyor. O dönemlerde yanındaki pek çok kişi Üstad’ı terkediyor. Her kapanışta bazı kişiler Üstad’ı terkediyor ama bir taraftan da Üstad’la beraber Sezai Karakoç, Nuri Pakdil, Akif İnan, Atasoy Müftüoğlu gibi genç kalemler okuyucu sütunlarından yetişiyor. Üstad 1960’da hapishaneden çıktığında “herkesi yanıma almayacağım” diyor. Genç kalemlerle birlikte olmayı tercih ediyor. Aslında insani ilişkileri çok iyidir Üstad’ın. 1940’lı 1950’li yıllarda Solun bastıramadığı dergiler var. Matbalar basmıyor. Üstadın tavassutu ile basılıyor.
Necip Fazıl’ın öykü karakterlerinin; üst sınıf olduklarını ve hayatta karşılıkları olmadığını ifade ediyorsunuz kitabınızda. Üstadın yeterince anlaşılamamasının sebebi bu olabilir mi?
Üstad’ın öyküleri öykücülüğümüzde yeni bir alan açıyor. Hayatta karşılığı olan karakterleri de var Necip Fazıl’ın. Mesela bir meczup Hasene Bacı. Üstad o üstün dehasıyla sanatıyla olayları çok ustaca dönüştürüyor. Bence önemli olan bu. Kişilerin hayatta çok karşılığının olup olmaması önemli değil. Bir sanat eserinin önemli tarafı okurda karşılığını bulması. Üstadın eserleri okurda karşılığını buluyor. Üstadın öykülerinin ve romanlarının hayatta birebir karşılığının olup olmasından çok onun bizim sanat ve düşünce hayatımızdaki karşılığı önemli.
Necip Fazıl’dan çokça bahsedilmesine karşın bu bahisin sıradanlığın ötesine geçemediğini düşünüyorsunuz. Nedir bunun sebebi?
Üstad hece ölçüsü ile de yazsa şiire getirdiği ruh, imajlar ve imgeler nedeniyle yeni şiirin başlangıcıdır. Üstad 1940’dan sonra davaya ağırlık veriyor. 1930’lara kadar çok eseri yok. Şiirleri var, denemeleri var, tiyatro eserleri var. Abdülhakim Arvasi’nin kendisini yönlendirmesi, “eser ver” demesi ile bir patlama dönemi başlıyor. Üstad’ın Sakarya gibi dava adına eser vermesi çok basite indirgeniyor. Bu basite indirgeniş Üstad’ın davaya yönelişinin küçümsenmesinden kaynaklanıyor. Üstad için sabık şair, mürşid lakapları, tırnak içinde küçümseyici hitaplar vardır. Doğrudur, Sakarya destanı hamaset bakımından en üst şiirlerden biridir. Ama dava şiiri olarak kimsenin küçümsemeye hakkı yoktur. Benim üzerinde durduğum konu, 1985 yılında üstadın son yazdığı şiirde bile sanatını görmenin mümkün olduğu. Üstad sadece şiir değil, deneme, öykü, tiyatro gibi dallarda da sanatını göstermiştir. 1930’lu yıllarda kendisini romana verse, bu dalda büyük bir eser ortaya çıkarabilirdi.
Daha önce de Mehmet Akif Ersoy üzerine bir çalışmanız olmuştu. Sonra Necip Fazıl geldi. Bu bir seri halinde devam edecek mi? Yeni çalışmalarınız neler?
“Akif Duruşlu Asım” kitabım yayınlandıktan sonra İnsan Yayınları ile bu kitabı Necip Fazıl ve Sezai Karakoç’la devam ettirme kararı aldık. Sezai Karakoç da hazırlandı. Bu yıl çıkacak. Onu da Rasim Özdenören takip edecek. Nuri Pakdil, Cahit Zarifoğlu, Alaaddin Özdenören, Akif İnan, Hasan Aycın, Cemal Şakar, Ramazan Dikmen, Arif Ay… bütün bu düşünce geleneğinden gelen insanlarla ilgili çalışmalarım var ama bunlar tek tek kitap mı olur yoksa bu çalışmalar bir araya gelir bir kitap mı olur, bilmiyorum. Şu an dört öykü dosyam yayınlanmayı bekliyor yayınevlerinde. Üçüncü romanım yayınlanmak üzere, “Azelha ile İbrahim”. Bir aşk öyküsü, metafizik bir roman. İki ayrı roman var üzerinde çalıştığım. Biri dedemi anlattığım Hüzün isimli bir roman. Diğerinin henüz adı konulmadı, biraz ağır ilerliyor. Bir de Alparslan senaryosu var yazdığım, onu romanlaştırmayı düşünüyorum.
ÜSTADI ÇEKİRDEK ÇİTLEYEREK DİNLEDİLER
Ali Haydar Haksal, Üstad’ın 1970’lerin başında Erzurum’da verdiği bir konferasta yaşananları şöyle anlatıyor: Lisede okurken Üstad Renk Sineması’na konferansa gelmişti. Arkadaşlarımla birlikte dinlemeye gittik. O dönemde insanların bir alışkanlığı vardı. Sinemalara giderken insanlar ceplerine çekirdeklerini koyar, hem film seyreder hem de çekirdek yerlerdi. Sanırım üstada gelirken de öyle bir psikoloji ile gelmişlerdi. Kalabalık salonda Üstad konuşmaya başladı. Salondan “çıt çıt” çekirdek sesleri geliyor. Üstad birdenbire patladı. O davudi sesiyle “Kess” dedi. “Siz”, dedi “çekirdek yiyecekseniz, ben bırakıp gideceğim.” Salonda derin bir sessizlik oldu. Üstad konuşmasına devam etti. Bitirince arka taraflardan biri kalkıp Üstad’a dedi ki “ben senin konuşmalarından bir şey anlamıyorum”. Üstad o zaman “Benim sizin seviyenize inmemi beklemeyin siz yükselin” demek ister gibi eliyle yukarıyı işaret etti.
ISIRILMIŞ BİR ELMA ONU ÖMÜR BOYU ETKİLEDİ
Haksal kitabında Necip Fazıl’da ölüm leitmotivini değerlendirirken kardeşi Selma’nın hüzünlü hikayesine değiniyor. “Selma ısırılmış bir elma ile yanına gelir: “Ağabeycim, büyükbabamın sana verdiği bir lirayı ver de sana bu elmayı vereyim. Biraz ısırdım ama ziyanı yok.”der. Ondan elmayı aldığı, parayı verdiği için hayatı boyunca üzülecektir. Hem elmayı hem parayı kardeşine bırakabilirdi… Bir zaman sonra Selma’nın küçücük bir tabut içinde evden çıkarılışı, kendisinde iyice yer edecektir.” Haksal, “Bir Adam Yaratmak”ın baskın olan ölüm korkusu motifinden nasıl toparlanarak bir adam yaratmaya gittiğini ise şöyle anlatıyor. “Akış, bir korkudan, yaratma düşüncesine, oradan da Allah karşısında çaresiz insanın açmazına dönüşüyor. Bir Adam Yaratmak, 20. yüzyılın açmazını anlatan önemli bir eser”
Yeni Şafak