NECİP FAZIL VE BABIÂLİ’NİN HİKÂYESİ
Basının adı II. Meşrutiyet’ten yakın zamana kadar, Babıâli ile birlikte anılmaya başlanmıştı. Babıâli’nin en güzel hikâyesini, yazarların hatıratlarında bulmak mümkündür. Ahmet Mithat Efendi’den bu yana, gerçekten bir mektep olan ve zamanla kendine göre ahlâkı ve ilişkileri olan, büsbütün farklı bir dünya idi. Edebiyat ve neşriyat hayatı ile birlikte, zamanla politikayı yönlendiren beşinci kuvvet oldu. Halit Ziya, Yakup Kadri, Hüseyin Cahit, Yahya Kemal ve Yusuf Ziya gibi yazarlar, gençlik ve edebiyat hatıralanyla birlikte hep olumlu bir Babıâli portresi ortaya koyarlar. Necip Fazıl’ınki hepsinden farklı…
Gerçekten anlatıldığı gibi güzel bir ortamla karşılaşmayan pek çok genç yazar, çoğu zaman hayretler içinde kalır. Birçoğu bu çevreden tiksinerek yazı hayatını bırakır veya başka işlerde kabiliyetini tüketerek kaybolur gider. Babıâli’deki ilişkilerden tiksinerek direnen, orada kalmayı başarabilen çok az şahsiyet vardır. Bunların başında da Necip Fazıl gelir.
Herkesin hatıraları ya siyasî ve edebî bir muhiti anlatır veya basın çevresinde yaşanmış olayları hikâye eder yahut bu çevrelerde tanınmış ilgi çekici şahsiyetlerin portresi gibidir. Hüseyin Cahit, edebiyat ve matbuat hatıralarını ayrı ciltlerde kitaplaştırmışken, Yahya Kemal’in Çocukluk, Gençlik ve Edebiyat Hatıraları bir kitapta toplanmıştır. Necip Fazıl ise, Cinnet Müstatili adlı, gazete yazıları yüzünden gördüğü zulmü anlatan hapishane hatıralarından yıllarca sonra Babıâli’yi yazdı. Bu arada, O ve Ben adlı kitabında bir yandan çocukluk ve gençlik döneminden sonra şeyhi Abdülhakim Arvasi’yle karşılaşmasını anlatırken, bir yandan da bizdeki basın ve edebiyat dünyasının oluşumunu ortaya koymaya çalışıyordu. Böylece, Babıâli’nin bütün yönleri ortaya konmuş oluyordu.
AHMET MİTHATTAN NECİP FAZIL’A
Basın ve edebiyat hatıralarını yazan insanların pek çoğu, içinde bulunduğu nesle göre, Ahmet Mithat Efendi veya Necip Fazıl’dan söz etmeden kitabını yayınlayamaz. Tanzimat ve Meşrutiyet basınıyla edebiyat hayatında Efendi nasıl bir misyona sahip ise, Cumhuriyet döneminde de Necip Fazıl öylesine çağdaşlarından farklı bir misyona sahiptir. İkisi de yeniliklerden söz ederlerken milletimize ve devletimize ait değerlerle birlikte iman ve ahlâkımızın müdafaacısı olarak metafizik değerleri çöküntüye uğramış, garip bir hissî ve fikrî yabancılaşma yaşayan aydın ve sanatçıları, hatta politikacıları ciddî bir tarzda eleştirirler. O yüzden de basın ve edebiyat çevreleri içinde, onlara ve her türlü sahte çıkışlara muhaliftirler…
Lâtin harflerine çevrilerek hariciyeci oğlu Zeki Kuneralp tarafından kitaplaştınlan Ali Kemal’in Ömrüm adlı hatıratını okurken aklıma hep Necip Fazıl’ın Babıâli adlı kitabı geldi. Çocukluğunu, ailesini, babasının Müslüman kimliğini anlatan, Muallim Naci-Recaizâde Ekrem kavgası arasında basına ve yazı hayatına atılan Mekteb-i Mülkiye talebesi Ali Kemal, arkadaşlarıyla okudukları bir yazı üzerine hayata bakışlarının değiştiğini anlatır. Yazının adı: “Beşir Fuad Bey’in intiharı”… Yazarı Ahmed Midhat Efendi olmasına rağmen, Beşir Fuad’ın “hayatı bu derece istihfaf ile telâkki etmek” tavrı, genç arkadaşları sabaha kadar hadise üzerinde düşünüp konuşmaya sevkeder. Sonunda herbiri Amerika’ya giderek “rızk aramaya” karar verir. Tanzimat dönemi aydınlarının Avrupa’ya, Servet-i Fünun yazarlarının Yeni Zelanda’ya gitmek istemelerine rağmen bunların Amerika’yı düşünmesi dikkat çekici. Ali Kemal, “hin-i hacette gazete müvezziliğine bile baş vurarak yaşayacaktık” der. Bu “sefil istikbali” niçin tercih ettiklerini şöyle ifade eder: “Her nedense muhitimiz bize giran geliyordu.” (s. 73)
İstiklâl Savaşı yıllarında, Millî Mücadele aleyhine yazdığı yazılardan ötürü tutuklanıp trenle Ankara’ya götürülürken Sakallı Nureddin Paşa’nın adamları tarafından İzmit’te trenden indirilerek yargısız infazla linç edilen Ali Kemal, o devrin pek çok şahsiyeti gibi ilgi çekici bir hayat hikâyesine sahip… Siyasî yazılarının gerisinde kalan edebî görüşleri arasında Diyorlar Ki yazarı Ruşen Eşrefe söylediği şu sözler, gerçekten dikkate değer: Dilimizi Divan şairleri bozdu zannedenler yanılıyor. Aksine İstanbul Türkçesi, bestelenip şarkı haline getirilerek dilden dile dolaşan Divan şairlerinin güzel şiirleri sayesinde bu seviyeye ulaşmıştır…
Ali Kemal, Ömrüm adlı hatıratının başka bir yerinde, matbuattaki ilk köklü değişikliğin iki kişinin eseri olduğunu söyler: Biri Ahmet Midhat, diğeri Beşir Fuad… Yazılarıyla olduğu kadar tercümeleriyle de Batı kültür ve felsefesini tanıtan Beşir Fuad, sanıyorum intiharıyla yaptığı etkiyi, yaşasaydı, yazı ve kitaplarıyla yapamazdı. Ali Kemal ve çevresinin Osmanlı toplumundan ve yaşadıkları hayattan soğumalarına, Batı hayranlığı içinde ülkeyi terk ederek milletin ve memleketin başına belâ olmalarına ve basını da bu tür bir mikrobun portörü haline getirmelerine sebep, Babıâli’de meydana gelen ilk köklü, köklü olduğu kadar da menfi değişikliktir. Bu köklü değişiklik, sonunda basını Osmanlı’nın hükümet kapısı olan Babıâli’nin yönlendiricisi bir güç hâline getirir. Sonra da Babıâli denince akla devlete ve millete muhalif bir grup yazar-çizer akla gelmeye başlar…
Babıâli’nin ilk ciddi muhalifi Necip Fazıl’dır. Onun bu adı taşıyan kitabı, benzeri kitapların hepsinden fazla okundu. Yazıldığı günlerde gazetede tefrika edilirken, o yılın en önemli kültür olayı idi. Son eseri Kafa Kağıdı tefrika edilirken nasıl bütün dikkatleri üzerinde topladıysa, Babıâli yayınlanırken de aynı alâkayı görmüştü.
Necip Fazıl’ın Babıâli adlı kitabını okuyabilenler, Üstad’ın baş eserlerinden biri olduğunu ve basını bu kadar keskin biçimde eleştirebilen başka bir eser okumadıklarını söylediler. Bundan sonra basın hatıralarını yayınlayanların pek çoğu, ya birkısım konuşma bandlarını yazıya dökmekten başka bir iş yapmadığı veya tanınmış şahsiyetlerle ilgili dedikodularla ilgi çekmeye çalıştıkları görüldü. Mina Urgan’ın Bir Dinozorun Anıları ise, üniversite ve basın çevresinde dolaşan, burjuva kökenli, garip tavırlı “eski komünist” bir kadının hayat hikâyesi olarak, yazarını bile şaşırtacak kadar ilgi gördü. Buna karşılık Cemil Meriç’in Jurnal’i, bir hakikat arayışının hikâyesi olarak orijinal bir tecrübeyi sergiledi…
BABIÂLİ’DEN TÜRKİYE’NİN MANZARASI
“Babıâli” adının bile bir cazibesi vardır. Bu adı Üstad’dan başka hiç kimse bu çevrenin sembolü olarak değerlendirmemiş, basın ve edebiyat hayatını, gerçekte olduğu gibi bu isimle ifade etmeyi düşünmemiştir. Tercüme Odası bu bölgede olduğu gibi, ilk gazetelerle edebiyat dergileri de bu çevrede yayınlanmıştır. Şinasi ve Namık Kemal gibi tanınmış ve etkili olmuş ilk gazetecilerimiz, Tanzimat dönem şahsiyetleri hep burada toplanmışlar.
Babıâli yalnız basın ve edebiyat hatıralarından ibaret değildir. Bu kitap aslında basın ve sanat çevrelerinde bir dâvanın kavgasını da sergileyecek bir tarihçe özelliğine sahiptir. Basının ne kadar sefil ilişkilerle geliştiğini, kimlerin nasıl ve ne tür menfaat ilişkileri içinde olduğunu ve yıllar yılı Necip Fazıl’ın bu çevrede nasıl bir mücadele verdiğini bu kitaptan daha iyi hiçbir şey anlatamaz. Halit Ziya’nın Kırk Yıl adlı hatıralarında, Hüseyin Cahit’in Matbuat ve Edebiyat Hatıraları’nda, Yusuf Ziya Ortaç’ın Portreler’de, Yakup Kadri’nin Gençlik ve Edebiyat Hatıraları’nda anlattıklarından farklı ve onlarınkine tam ters ve gerçeğin ta kendisi olan bir “Babıâli” portresi ile karşılaşınca, çoğu kişi belki şaşırır ama isim isim belirtilen ilişkilerin gerçekliğine de inanmadan edemez. Yıllar önce, 1947’de çıkardığı Borazan adlı mizahî gazetede, Üstad bunu isimleri değiştirerek yapmaya çalışmış, kısa ömürlü olan bu gazete daha sonra çıkamadığı için bu “mizahî revü” yarım kalmıştı. Üstad otuz yıl sonra tamamladığı eserinin gördüğü alâkaya duyduğu hayreti ikinci baskısında açıkça ifade ediyordu.
Babıâli’nin hikâyesini gerçek çehresiyle en çarpıcı biçimde anlatan Üstad, kendi çevresinde yetişen yeni isimlere de yer vererek, farklı bir çİzginin kurucusu olduğunu şükürle ifâde ediyordu. 1975’ten ölünceye kadar bu farklı mücadelesi içinde, yetiştirdiği gençleri de karşısına almaktan çekinmeyen Üstad, zaman zaman yine büyük bir alâkanın odağı oluyordu.
Necip Fazıl’ın Müdafaalarım adlı eseri, yeni ekler ve Vahidüddin adlı yasaklanan kitabının davasıyla ilgili belgelerle birlikte yeniden yayınlandı. “Basın davaları boyunca basın”ın tutumunu çarpıcı yanlarıyla yansıtan “yayınevinin eki” bölümleri, Necip Fazıl’ın mücadelesini ortaya koyması bakımından önemlidir. Babıâli’ye ilgi duyanların, buradakilerin hikâyesinden kesitler ve portreler ortaya koyan Cinnet Müstatili, O ve Ben, Kafa Kağıdı ile Türkiye’nin Manzarası’nı okumasında fayda var.
Esasen sanat, edebiyat, basın, siyaset ve sermaye çevrelerinin hem birbirleriyle ve hem de halkla ilgisi ne kadar sağlıklı ise, o kadar sağlıklı bir toplum manzarası ortaya koyacağı tabiidir. Fakat zamanla düzeleceği umulan bozuk ilişkiler, 1980 sonrasında holdingleşen ve kartelleşen sermaye ile işbirliği yaparak sivil ve asker bürokrasiyi de etkilemeye başladı ve toplumun şirâzesi kopmuş oldu. Bu ortamda bir nevi iç muhasebe sayılabilecek basın ve edebiyat çevrelerinin hatıralarını yazması son derece önemlidir. Durum değerlendirmesi yapılmadan olumlu bir gelişmenin ortaya çıkması mümkün değildir. Son yıllarda birbiri peşinden yayınlanan Meşrutiyet dönemi aydınlarının hatıralan kadar dikkate değer.
Yakın zamanda yayınlanan Taha Toros, Mehmet Çınarlı, Hıfzı Topuz ve Bedii Faik’in -yanlışlarını savunma niteliğindeki- hatıraları tabii öncekiler kadar önemli değildir, çünkü hatıraların önemi yazarlarının önemi ile yakından ilgilidir. Üzerinde durulan olaylarla portresi çizilen şahsiyetler, hatırat yazarının perspektifini ve dünya görüşünü yansıtır. Koleksiyoncu, memur ve gazeteci ile öncü sanatçıların çevresiyle hayata bakışı da elbette farklı.
Necip Fazıl Kısakürek adlı kitabım için yaptığım çalışma sırasında, Necip Fazıl üzerinde 60 yıl boyunca yazılan yazıların çokluğu ve çeşitliliği beni şaşırttı. Bu kitapta vereceğim hükümlerin haklılığını belgelemek için, önce dostlarımın yardımıyla Necip Fazıl Armağanı adlı bir kitap yayınladım.
(Mustafa Miyasoğlu’nun ‘Edebiyat Sohbetleri’ isimli kitabından iktibas edilmiştir.)