SANATI VE İNANCI
Bizde bir hastalık vardır: Sanatını imanının hizmetine ve emrine vermiş büyüklere uygunsuz sıfatlar yakıştırma, yapıştırma hastalığı diyebiliriz buna.. Yunus Emre’nin halk ozanlığı, Mevlana’nın hümanistliği gibi, Merhum Necip Fazıl Bey’in de bütün fikri, mücadelesi, imanı şairliğinin cazip perdesiyle gizlenmek istenir. Hatta bu hastalığı çok daha ileri vardınlarak, onu “Dil Şehidi” ilan eden bile olmuştur.
Oysa ki, Necip Fazıl, gençlik devrinin arayış ve bunalımlarından sonra imanın engin düzlüğünde sonsuz bir vecdle İslama teslim olan adamdır. Bu teslimiyet kayıtsız şartsız ve bütünüyledir. Şiiri, tefekkürü, tarih görüşü ve bütün san’atiyledir… Necip Fazıl şairdir, Şairler Sultanı’dır, fakat, unutulmamalıdır ki imanın şairidir. İmanımızın dertli, coşkun, mütefekkir ve çileli şairi… Böyle olmadığı bazı eski şiirlerini de, imanına ters düşmeleri yüzünden inkar ve imha etmiş değil midir?
1939’larda san’atıyla birlikte teslim olduğu kapıyı ne güzel söyler:
“Anladım işi, sanat Allah’ı aramakmış.
Marifet bu, gerisi yalnız çelik- çomakmış.”
O’nun bütün eserleri imanın ya arayışı ve hasretidir; ya da, yüceltilişi ve takdir edilişi… Fakat hepsinin de üzerinde ve ötesinde bu imanın kavgası söz konusudur.. Zira Necip Fazıl, sarsılan cemiyetimizin temel derdini, asıl buhranını görmüş; Hz. Adem’den bu yana süregelen iman-küfür mücadelesinde mutlak hakikatin yanında yerini almıştır. İnanç kavgasının, fikirli, şiirli, kalemli, kağıtlı cephesinde bir mühim hadisedir Necip Fazıl.. Hatta kendisini bile şaşırtan bir mühim hadise… Gerçekten de, ben’in, benliğin, kendine güvenin gururlu şairi, nasıl olur da öz nefsini her kötülüğün kaynağı olarak mahkum edip ayak altına alabilir?.. Nasıl olur da, “köpek nefsinin peşine düşer, ondan bir kıl koparabilmek azmiyle?” “Ben ve Ötesi”nin şairi, “Çile”nin mukaddes azabıyla öyle bir pişer ki, iman hizmetindeki büyüklerin peşince bir nefercik olmayı şereflerin en büyüğü telakki edecek kadar büyür, yücelir.
Hatta nefercik de değil, nur kafilesinin peşinde, sonsuzluk kervanının izinde imanından aldığı tevazu ile nasıl kanatlanıyor bakınız:
“Sonsuluk kervanı, “peşinizde ben,
Üç ayakla seken topal köpeğim!”
Bastığınız yeri taş taş öpeyim;
Bir kırıntı yeter, kereminizden.
Sonsuzluk kervanı peşinizde ben…”
Sadece kul olarak, insan olarak değil, şair olarak da imanın emrindedir. Daha doğru deyişiyle şairliği imanı içindir Necip Fazıl’ın. Kendi güzel ifadesiyle, “Biz şiiri iman için bilmişiz; ve bu mihrak bilgiyi, her bilginin geçtiği binbir yol ağzı biliyoruz.”
“…Ve şair demek, Gaye-İnsan ve Ufuk-Peygamberi, Kainatın Efendisini, Allahın Sevgilisini sezmeye doğru hususi ve ileri bir istidat…
…Şiir bu mukaddes eşiğin süpürgesi; şair de boynundaki süpürücülük borcuyla insanoğlunun en büyük rütbelerinden birisi..
Ben, bu rütbelerin en yükseği içinde, O’nun ümmetlik liyakatinin en alçak ferdi olarak, o mukaddes eşiğin süpürücüsüyüm!
Kendimi böylece takdim ederim!”
Evet, kendini, san’atını ve şiirini böylece takdim ettiği içindir ki, Necip Fazıl, mektep kitaplarından, edebiyat tarihinden, kısacası bütün san’at meşherlerinden kovulmuş, sürgün edilmiştir. Sabık şair sayılmıştır. Zira, bütün bu yerlerde moda olan inançsızlık hummasının kıskacından kurtulmuş, cemiyetin manevi sancılarını kendinde duymaya başlamıştır. İşte, “mukaddes emanetin dönmez davacısı” olan Necip Fazıl bu acıyla bu sancıyla haykırmıştır:
“Haykırsam kollarımı makas gibi açarak
Durun kalabalıklar bu cadde çıkmaz sokak.”
Bütün bir cemiyet nizamını iç ve dış Örgüsüyle tutan ve yaşatan bir şeyin, imanın koptuğuna, koparıldığına, ya da koparılmak istendiğine şahit olan Necip Fazıl’ın feryadıdır bu.. Bu feryada binler, hatta milyonlar cevap vermiş, onda kendi seslerini, özlemlerini, inançlarım bulmuşlardır. Necip Fazıl, kendisini Necip Fazıl yapan bu inançla bitirdi ömrünü. Eserlerinin özünü ve özetini de vasiyetinde bir cümleciğe sığıştırdı:
“Allah ve Rasulü; başka her şey hiç ve batıl”.. Bu inancın dönmez davacısı ve emsalsiz Şairi olan Necip Fazıl, bu sadakatinin, bu ihlas ve samimiyetinin bir manevi semeresi olarak şu mısralardadır:
“Her gün yalnız namazdan namaza uyanayım.
Bir dilim kuru ekmek; acı suya banayım.
Ve tekrar uyuyayım ve kalkayım ezanla..
Yaşayadursun insan, hayat dediği zanla!..”
***
Necip Fazıl 78 yıllık ömrünü iyi bitirdi. Mü’minler için çok mühim olan akıbeti güzeldi. Çünkü, herşeyini fedadan çekinmediği imanını yaşamanın gerçek zevkine ve lezzetine ermişti. Bu eriş içinde, “Mutlak Hakikati arama işi” diye tarif ettiği şiiriyle de şairane kulluğunu ifade etti. Hayatının arayışları en güzel buluşu, visali nasip etti ona…
Bu nasipte onun şu temel vasfının payı ne kadar da büyüktür?.. Yine vasiyetindeki ifadesiyle, ona Allah’tan rahmetler dileyerek tekrarlayalım bir ant gibi:
“- Allah’ı, Allah dostlarını ve düşmanlarını unutmayınız! Hele düşmanlarını!.. Olanca sevgi ve nefretinizi bu iki kutup üzerinde toplayınız!”
Vehbi Vakkasoğlu
Türk Edebiyatı Dergisi – Sayı 116 – Sh. 59