Site icon N-F-K.com

Şiir

28 MAYIS 1983 TARİHLİ TERCÜMAN GAZETESİNDEN

Rauf TAMER

ŞİİR

Edebiyat, renksiz.
Musiki, ruhsuz
Spor, heyecansız.
Politika, kaypak ve karaktersiz.
Ya şiir?..
Necip Fazıl’ın cenazesinden geliyorum dostlarım, daha da kötü haberim var:
“Şiir öldü.”

**

24 Mayıs Salı’yı 25 Mayıs Çarşımba’ya bağlayan gece yarısı…Saatler 01:30’u gösteriyordu.
İstanbul’un pek çok semtinde cadde ve sokaklarda el ayak çoktan çekilmiş, yorucu bir günün ardından insanların çoğu evlerinde, sıcak yataklarında uykuya dalmışlardı.
Ama, gecenin bu saatinde uyumayan, uyuyamayan insanlar da vardı. Uyuyamayan bu insanlardan biri de Türk Edebiyatı Vakfı’nın üç yıl önce yine bu tarihte kendisini İstanbul Atatürk Kültür Merkezi’nde muhteşem bir törenle “Sultanü’ş-Şuara (Yaşayan en büyük Türk şairi-Şairler Sultanı) ünvanını sunduğu 78 yaşındaki Üstad Necip Fazıl Kısakürek idi.

“ACI ŞEKER’İN PENÇESİNDE”

Üstad, Erenköy Ethemefendi Caddesi’indeki 16 sayılı evinde, sıcak yatağında bir süreden beri, tıpta “Diabetüs Mellitus” olarak tabir edilen “şeker hastalığı” ile boğuşuyordu. Üstadı pençesine alan bu illet uzun süreden beri onun vücudunu iyice kemirmiş, döşeğe sermiş, hareket kabiliyetini azaltmıştı.
Şekeri sık sık yükseliyodu. Bu yükselme anlarında harareti alabildiğine artıyor, kalbi sıkışıyor, dudakları-damakları adeta çölde kavrulan bi bitki gibi kuruyordu.
İşte bu anlarda Üstad, “Gaiblerden gelen sesler” le konuşuyor … konuşuyordu.
24 Mayıs’ı 25 Mayıs’a bağlayan o gece, yine öyle bir geceydi.
“Gaiblerden bir ses geldi: Bu adam
Gezdirsin boşluğu ense kökünde!
Ve uçtu tepemden birdenbire dam:
Gök devrildi, künde üstüne künde…”
Onun altın çerçeve ile çerçeveletilmesi gerekli “Çile”sindeki gibi “Gaiblerden gelen ses” Üstadı çağırıyordu.
Ve adeta “Artık gel ve boşluğu ense kökünde gezdir” diyordu.

“MUTLAK HAKİKAT”E KAVUŞUYOR…

Üstad bu çağrıya uydu. Yatağında yatarken mütevazi evinin tepesindeki dam birdenbire uçtu. Üstad, kendi tabiriyle “Künde üstüne künde” ye geldi. Gök devrildi ve aziz ruhunu “Mutlak Hakikat” dediği Yaradan’ına teslim etti.
Ve “alnındaki ateşi” yavaş yavaş azalmaya başladı. Çünkü ecel, ruhuyla birlikte ateşini de almıştı onun.
Türk-İslam ülküsünün büyük mücahidi, şairler sultanı artık karanlık sokaklar kadar sessiz ve esrarlı bir uykuya dalmıştı.
Türk edebiyatının altın yaldızlı sayfalarından birinde yer alan “Kaldırımlar” şiirinde yazdığı gibi “Kaldırımların karasevdalı eşi” ebediyete intikal etmeişti. Hemen eserlerinde ve hayatının her anında hasretinin duyduğu “ölüm” onun kucaklayıp götürmüştü.
“Kara haber” her zamanki gibi tez ulaştı her yana.
Sevenleri, “Büyük Doğu” sundan feyz alan binlerce öğrencisi, Üstad’ın 1905 yılında doğduğu güne rastlayan 26 Mayıs günü cenaze töreninin yapılacağı Fatih Camii’nin avlusunu hıncahınç doldurdular.
Ve kılınan cenaze namazını müteakip O’nun tabutunu eller üzerinde Eyüpsultan Mezarlığı’na doğru “son yolculuğu”na çıkardılar.
Gerçi Üstad, “Vasiyet” adlı beyitinde:

“Son gün olmasın dostum, çelengim, top arabam:
Alıp beni götürsün tam dört inanmış adam”

diyordu ama, onun bu vasiyetindeki unsurlardan ikisi gerçekleşebildi. Cenazesindeki sadece “çelenk” ve “top arabası” yoktu.
Üstad’ın düşündüğünün aksine, cenazesinde binlerce inanmış dostu vardı. İşte bu inanmış adamlar tabutunu eller üzerinde Fatih’ten Eyüp Sultan’a kadar götürdüler ve servilerin gölgelediği bu kabristanda O’nu kendisi gibi Türk-İslam ülküsünün mücahitlerinden biri olan büyük asker Mareşal Fevzi Çakmak’ın mezarının hemen yakınındaki ebedi istirahatgahına, uzun servilerin serin gölgesine defnettiler.
Yapılan bu son görevde, cenazeye katılan vatandaşlar kadar güvenlik için görev alan askerlerin ve polislerin hatta foto muhabirlerinin dahi okunan Fatiha ve Dua’ya iştirak etmeleri, O’nun çok, hem de çok sevildiğinin en açık deliliydi.

-KEMAL ÖNDER, ŞEREF OĞUZ-

Exit mobile version