SİNEMA VE TİYATRODA NECİP FAZIL
Bir Fransız ansiklopedisine iki Türk yazarı alınmış” denilince, “Öbürü kim?” sorusunu soracak kadar kendinden emin olan Necip Fazıl Kısakürek, adıyla birlikte hemen herkesin aklına önce şiiri ardından aksiyonu gelir. Ama Necip Fazıl, “Allah’ı aramak” olarak özetlediği san’at anlayışı içerisinde, bütün san’at dallarında eser vermiştir… Şiirde, hikâyede, romanda, senaryoda, tiyatroda… Anılar, araştırmalar, biyografiler…
Bugün ve yarının doğum ve vefat yıldönümleri olması hasebiyle burada—özetleyerek—ele almak istediğim ise Necip Fazıl’ın sinemaya aktarılan eserleridir. Elbette bu eserler ve haklarında söylenenleri bir kere daha hatırlarken, bizzat Necip Fazıl’ın sinemaya bakışının ne olduğunu da gözden uzak tutamayız. Çünkü sadece bu görüşler bile tek tek eserlerinin üzerinde tartışmaktan daha geniş çaplı araştırmaları, çalışmaları gerektirecek derinliktedir…
“İdeolocya Örgüsü” isimli son derece kıymetli eserinin “Devlet Ve İdare Mefkûremiz” başlıklı bölümündeki, “Başyücelik emirleri – Sinema” ara başlığı altında, Necip Fazıl’ın “Sinema” hakkındaki görüşleri net olarak ortaya konmaktadır.
“Dâvânın en dokunaklı telkin kürsülerinden biri olan sinemayı, devletimiz, bu günkü örneklerin yüzde yüzüne birden şâmil bir ölçüyle bütün kötülüklerden ayıklayıcı ve bütün iyiliklerle yeni baştan kurucu bir anlayış emrinde imha ve ihya edecektir.”
Necip Fazıl Kısakürek’in eserlerinden bir bölümü sinemaya aktarılmıştır. Bunlar; “Nâm-ı Diğer Parmaksız Salih”, “Yangın Var” (Lütfi Ö. Akad Usta tarafından 1960’ta çekilen “Yangın Var” filminin senaryosu da Necip Fazıl eserlerinden yola çıkılarak beyaz perdeye aktarılmış filmlerden biri olarak dikkat çeker.) , “Zehra”, “Çile”, “Diriliş”, “Bir Adam Yaratmak”, “Reis Bey”, “Mü’min ile Kâfir”, “Siyah Pelerinli Adam” ve “Mukâddes Emanet”tir.
İçlerinde “Bir Adam Yaratmak” televizyon filmi/dizisi, “Siyah Pelerinli Adam” ve “Mukaddes Emanet” ise video filmi olarak çekilmişlerdir…
Şiirlerinde olduğu gibi sinema eserlerinde de yoğun fikir örgüsü, mesajlar, felsefe bulunan Necip Fazıl’ın dekor ve mekâna da çok ehemmiyet vermesi, birçok yapımcı ve yönetmeni “Necip Fazıl’ın eserini filme çekmek çok yönlü cesaret ister” görüşüne inandırmıştır.
Bu inancın sonucu olarak da Necip Fazıl’ın vefatı sonrasında bile çok uzun çalışmalar ardından ancak bir kaç eseri filme alınabilmiştir.
Oysa başta senaryo romanları olmak üzere birçok eser, kitap sayfaları arasından perdelere, ekranlara çıkacağı günü büyük bir sabırsızlıkla beklemektedir.
Ondan öte insanımız da Necip Fazıl eserlerini perdede ya da ekranlarda görmeyi arzulamaktadır…
Burada bir noktayı iyice altını çizerek belirtelim…
Biraz evvel de işaret ettiğim gibi Necip Fazıl’ın eserleri kolay kolay her yönetmen tarafından filme alınabilecek eserler değildir.
Necip Fazıl’ın bütün eserlerini okumadan, hele hele çektiği san’at çilesini, duyduğu fikir sancısını duymadan böyle bir işe soyunmak, başarısızlığı başından kabullenmek demektir…
Necip Fazıl için ‘san’at’ın ne anlama geldiğini bilmeyen bir yönetmen onun eserindeki mesajı, duyguyu, san’atı nasıl verebilir? Kaldı ki bu incelik ve gereklilik hemen bütün yazarlar ve eserleri için geçerlidir.
Ama söz konusu olan kişi Necip Fazıl ve onun eseri olunca ehemmiyeti ve ciddiyeti daha da artmaktadır…
“Vatan Şairi Namık Kemal” adlı senaryonun romanından yarım kalan “Battal Gazi”ye kadar on senaryonun yazarı olan Necip Fazıl’ın san’at dünyasına yakın araştırmacılar ve sinemacılar tarafından incelenmesi gerekir.
Yeterli finans imkânına ve yönetmen formasyonuna sahip san’atçılar tarafından perdeye ve ekrana getirilmesi mümkün olan bu eserler hâlâ yapımcılarını bekliyor.
Dekora, kostüme ve mekâna, eserinde paylaştığı mesajı kadar önem veren Necip Fazıl’ın eserlerinin bu bakımdan da gerektirdiği titizlik, maliyeti arttıran unsur olarak birçok yapımcıyı vazgeçirmiştir. Fakat sermaye kadar kültür eksikliği de önemlidir.
Dünyadaki örneklerine bakacak olursak, bu sıkıntının çözümünde büyük sermayenin, holdinglerin yapımcılara destek olduğu biliniyor, görülüyor. Türkiye’de de değişik zamanlarda özel televizyon ekranlarında misallerini görür olduğumuz finansörlere bu alanda da ihtiyaç vardır. Bununla meselenin ancak bir yanı çözülebilir.
/…………/ “Tohum”u bitirdiğini söyleyen Necip Fazıl oyuna gelen seyircilerin azlığını gördükten sonraki düşüncelerini de şöyle açıklar: “Sırf kemmiyet ölçüsüyle benzetelim ve aradaki keyfiyet farkını tenzih ederek belirtelim ki piyesin her bitişinde tiyatrodan çıkan halk, cemaati bir kaç kişilik bir mescid boşalıyormuş hissini veriyordu insana…”
“Tiyatro” ve “mescid” benzetmesinin sırrını çözebilmek için, Necip Fazıl’ın “san’at”tan neyi anladığını iyi anlamak gerek!
“Türk Tiyatrosu Dergisi”nde 1937’de “san’atkâr nedir?” sorusunu cevaplayarak başladığı sözlerinde Necip Fazıl; “Evvela san’atkâr nedir? Bütün imkânların erişilmez müntehası, gayelerin gayesi, kemallerin kemali, maveraların maverası olan Allah’a doğru, sonsuz bir tekâmül yolunda giden insanoğluna mahsus ibda nev’îleri içinde en zengin ve en güzel hissenin üzerine oturmuş mahlûk. San’atkâr bir mahlûktur, fakat yaratılmak cehdinde bir mahlûk… Onun bir eseri bir de kendisi vardır. İşte san’atkâr, çok defa yaratmaya kalkıştığı tipin, yaratılmış olan ta kendisidir” diyor… “Bir Adam Yaratmak” ile ilgili iddiasına gelince… Necip Fazıl “…Bu eserimi (Bir Adam Yaratmak), bu güne kadar vücuda getirdiğim eserler içinde en bağlı olduğum eser biliyor ve öylece bildirmek istiyorum.” dedikten sonra, eseri yazmaya başlamadan evvel de bu iddiasını şu sözlerle ortaya koyuyor: “Öyle bir eser yazıyorum ki dünya ölçüsünde olmak iddiasındadır. Muvaffak olabilirim veya olamam. Mesele orada değil, eserim kötüyse dünya mikyasında kötü, iyiyse yine dünya ölçüsünde iyi olmalı. Bu tehlikeli riske giren ve işi bu ölçüde alan benim. Onun içindir ki gerek vak’a, gerek fikir bakımından kollarımın bütün kucaklaşma kabiliyetiyle dâvâma sarılmış bulunuyorum. Dediğim gibi bize göre, Türkiye’ye göre, mevcut nisbet unsurlarına göre iyi eser diye bir mülâhaza kabul etmiyorum. Ya dünyaya göre iyi, ya kötü.”
Yeni Asya Gazetesi-25.05.2008