SON SULTANUŞ’ŞUARA
D. Mehmet DOĞAN
Lügat bir isim ver bana halimden…
İlk adı “senfoni” olan “Çile” şiirinde yer alan bu mısra Necib Fazıl’ın kelimelerle, yeni tefekkürle sürekli ve bir bakıma da zorunlu alışverişini bir yansıması gibidir. Son şiirlerinden birinde bu zorunlu tedirgin edici ilişkinin şair-mütefekkir Necip Fazıl üzerindeki tesiri ile ilgili ipuçları bulunabilir:
Usandım, boşyere hep gitmeler gelmelerden;
Bırakın uyuyayım, yandım kelimelerden.
Kelimelerden -yansak da- kaçmak mümkün mü? Sözle ve yazılı anlaşma günlük hayatımızın her safhasında başvurduğumuz belli başlı yollardandır. İki halde de dile, kelimelere muhtacız. Çevremizle haberleşme bağını kurmak dilek ve duygularımızı aktarmak… “Kelimesiz” olabilir mi? îşaretleşerek belki kısmen, mümkün ama ne kadar sınırlı olarak. O yüzden konuşmak istediğimizde veya yazdığımızda sembollerimiz olan kelimelerle gerçekleştirebiliyoruz bu fiillerimizi. Yani anlaşmamızı, haberleşmemizi, kelimelere, kelimelerin ard arda sıralanmasından oluşan cümlelere bir bakıma kelime oyunlarına borçluyuz. Kelimesiz ifade çoğu zaman kullanacağız kelimeyi unuttuğumuzda başvurduğumuz bir yol. Susmak.. Baş eğmek… Tebessüm etmek…vs. vs. Ama bu sesiz ifade yolları da kelimelerin tarifine muhtaç. Kelimeleri en aza indirmek ama ifadenin çağrışım gücünü alabildiğince artırmak usta işi. Yoğunluğu üç-beş kelimenin çağrışım zenginliğine bindirmek zordan daha zor…
Az konuşmak boş sözden kaçınmak, yersiz laf etmemek…
İsrafı men eden “Yeyiniz, içiniz fakat israf etmeyiniz” ilâhi buyruğu bu konuda da geçerli. Bir anlamda söz ve kelime israfından da kaçınmamız gerekiyor. Eski şiirimiz her şeyi “mısra-ı bercoste” denilen tek satıra sığdırmanın peşinde pek koşmuştur. En geveze olması gereken tarihlerimizin bile kısa ve öz ifadelerle yetinmeler bu anlayışın bir sonucu olsa gerek.
Sözün özüne vardıkça, laf azaldıkça ifadenin şiddeti ve yoğunluğu artar. Yayımlanmış kitapların sayısı hakkında kesin bir rakam veremeyeceğimiz “Sultanüşşuara” Necip Fazıl, Türk Edebiyatı dergisinin aralık sayısında yayımlanan “Sabır” adlı şiirinde bu öz, fakat şiddetli ifadeyi ustaca ortaya koymuştur. Şiir 20 mısra. Bütün şiirde 66 kelime kullanılmış (bu rakam “Allah” kelimesinin ebced hesabındaki karşılığı) Bu kadarla da kalınmamış. Bir kelime (hesabı) 11 defa tekrarlanmış. Üçer ve ikişer defa tekrarlanan kelimeleri bağ ve edat kelimelerini de dikkate alırsak elde 30 kadar kelime kalır…
Ama ifade edilenleri bu rakamların, satırların hatta dergi sayfalarının hacmi ile ölçmeye çalışmak pösteki sayanın akıl ölçüsüne denk tutulsa yeridir.
Maverai ürpertilerini zaman zaman şiirinin dokusunu yapmaktan geri kalmayan Necip Fazıl, sözlüklerde uyumaya veya ölüme terk edilmekte olan bazı kelimelere sanki bir veli nefesi ile canlandırmış onlara adeta yeni bir hayat bahsetmiştir.
“Özü”, yani lafzı uzatmadan, süslemeden en keskin ve kesif şekilde ifadeyi -aramak ve ondan başkasıyle itminan bulmamak hissi son şiirlerinde daha belirgindir. Hatta bu eğilimi Necip Fazıl’ı harflerin, hecelerin ve kelimelerin ötesinde bir düşünme ve hissetme dili özlemeye kadar götürür:
Harfsiz ve kelimesiz düşünmek Yaradanı,
Belki de ahirette cennet ehlinin dili böyledir.
Kadrini seng-i musallada bilüp…
Necip Fazıl Kısakürek, “Üstad” ve “Sultanüşşuara’’ unvanlarının da son sahibi olarak bu dünyadan göçünü topladı. Allah rahmetini eksik etmesin. Bâki’nin kendisi için söylediğini ona da teşmil etmek mümkün:
Kadrini seng-i musallada bilüp ey Bâki,
Durup el bağlayalar karşında yaran sâf saf.
Kanuni devrinin sultanüşşuarası Bâki’den beri birçok şair bu sıfatı taşıdı. Ama bu sıfat sözkonusu olduğunda hatırladığımız Bâki’dir. O hakikaten dilimizi, şiirimizin Süleymaniyyesini bina edercesine edebi bir inşa kudreti göstermiştir.
Son Sultanüşşuara Necip Fazıl da bu unvanı iğreti taşıyanlardan değildi. Onda Bâki’nin ses kudreti ve mutantan ifadesinin izlerini, Fuzuli’nin rind ve muzdarip kişiliğini, Nefi’nin keskin hiciv mizacını zaman zaman hissetmek mümkündür. Son Sultanüşşuara Osmanı şiirini bu üç zirvesiyle birlikte anılabildiği gibi, yenileşme şiirimizden keskin ve tezatlı hissedişleriyle Abdülhak Hamid’le sosyal meselelere yaklaşımı ve bakışıyla -ne kadar inkâr ederse etsin- Mehmet Akif’le birlikte düşünülür.
Dil ve ifade olarak, bilhassa nesirde Süleyman Razif ve Namık Kemal mektebinin devamı sayılabilecek olan Necip Fazıl, bütün bunlara rağmen hem şiirde, hem de nesirde kendi mektebinin yalnız ve zirve adamıydı. Necip Fazıl büyük değişme ve geçişmelere sahne olan son devrimizde bir köprü vazifesi görmüştür. Hayatının ilk devresi Osmanlı atmosferinin hakim olduğu yıllardır. Halk irfanının dipdiri bulunduğu, imanın hayatın dokusu olmaya devam ettiği bir dönem. Bu dönemin çocukluk ve gençlik ürpertileri, Necip Fazıl’ın bütün hayatında tesirini hissettirmiştir. Yıllarca önce.
Hayat-Mayat diyorlar.
Benim gözüm mayatta.
demişti. (Hayat-Mayat, 1940)”Hayat” günlük olayların akışı içinde çoğu zaman çirkefe bulanmak şeklinde sürüp gidiyor. İnsan nefsaniyeti vehimleri ve gafleti ile bu “hayat’a hiç kopmamacasına yapışmış.
Necip Fazıl son şiirlerinden birinde de,
“Yaşayadursun insan hayat dediği zanla” mısraı ile hayatı istihkar eder, küçümser (“Uyumak istiyorum” Tercüman, 28.5.1983) Bu küçümsemede bir rind ve şövalye mizacı hissetmemek mümkün mü?
O, çok önceden tercihini “mayat” yönünde yapmıştır. Sözlük dışı ve “dolab”a göre “molab” nev’inden bir kelime ama, her hâlde “mayat” asıl hayat, ahiret hayatı olmalıdır.
ÖLÜMÜNÜN 11. YILINDA NECİP FAZIL KISAKÜREK
Derleyen, İbrahim ATAÇ
(Meram Belediye Bşk. Yrd.)
Meram Belediyesi Kültür Serisi: No: 2
Sf. 64-68
D. Mehmet DOĞAN