ÜSTAD (SULTANUŞ-ŞUARA)
Mücahid DEMİN
Şairlerin sultanı olabilmek… Üstad olabilmek… Dava adamı olabilmek… İşte büyük bedeller isteyen kavramlar. Bu bedeli her şair gibi Üstad’da âlem-i ervah’da veriyor. “Ya kelimeler ya da hayatınız dendiği zaman, ikisi birden olmaz mı? Diyorlar. Olmaz deniliyor… Hayatlarını vermek istemiyorlar. Kelimelerden ise hiç geçemiyorlar… Kelimeler ağır basıyor. Sonunda “kelimeler” diyorlar. Tamam deniliyor; alın kelimelerinizi verin hayatlarınızı” (1)
“Her satır yazının bir haysiyeti vardır.” fikriyatını, bütün eserlerine nakış nakış işleyen, kelimelerini adeta bir sarraf titizliğiyle kullanan adam Üstad Necip Fazıl. Kalemiyle kimine zehir kimine merhem olan, kelam ve kalem ilmini yürek ateşinde pişirerek, mutlak hakikat arayışını şiir giziyle varlık âlemine sunan dava adamı.
Şiir sanatında olduğu kadar, davasında da çelikten bir cevizdir Üstad, 1948’lerde temyiz mahkemelerinde uğraşırken, geçimini son iskemleye kadar satarak temin eden, yine de pervasız bir şekilde batılın karşısında izzetli bir duruş sergileyen adam. Güç odaklarının “Ne yaparsanız yapın bu adamı bertaraf edin!..” Çığırtkanlığına, can çekişmesine mânidar bir nazarla gülüp geçen bir gönül adamı.
Zordur Üstad olmak. Bu yazıda Üstad’ı anlatabilmekten daha zordur. Zaten anlatılamaz da. Sanatını ve aşkını Arvâsî hazretlerinin feyizli iklimlerinde yoğurup İslam’a hadim eyleyen kalem ustasını bir kaleme sığdırmak zor. 60’lı yıllarda “Sahte Kahramanlar” konferansıyla bütün ülkeyi salladığı zamanlarda, dönemin başbakanı, bir adamını gönderip kendisinden bahsedilmemesini isteyince adeta gürleyerek:
— Var git, adamına söyle, sahte kahramanlık da bir seviye işidir! Onda seviye de yok, merak etmesin bahsetmeyeceğim!(2) der
Tutuşturanlar, lügat kitabını elime,
Bilsin; Allah’tan başka bilmiyorum kelime.
Büyük Doğu’nun kapağına çizdiği bir karikatürden dolayı hapsi istenen Gürbüz Azak’a (hiç haberi olmadığı halde) “Bu kapağı bana Necip Fazıl çizdirtti! O, tarif etti, ben yaptım!.. de” diyerek cezayı kendi üzerine almak ve arkadaşına karşı isar ahlakıyla yardım etmek isteyen bir yürek.(3)
İşlenmedik günahların vebalini yüklenmeye hazır bir gönül adamı Üstad Necip Fazıl.
Ben, kimsesiz seyyahı meçhuller caddesinin
Ben, yankısından kaçan çocuk, kendi sesinin
Ben sırtında taşıyan, işlenmedik günahı;
Allah’ın körebesi, cinlerin padişahı.
Ben Allah diyenlerin boyunlarında vebal;
Ben, bugünküne mazi yarınkine istikbal
Defalarca zindana girip çıkan Üstad, İslam’ın izzeti adına fırtınalar kopartmıştır.
Ondaki izzet, şeref ve haysiyeti çokları gurur zannetmiştir.
Göz kaptırdığım renkten, kulak verdiğim sesten,
Affet senden aldığım her nefesten…
Üstadın günlük gazete çıkardığı yıllarda paraları biter. Sezer Bey’e söyler. Büyük Doğu parasızlıktan battı diye kuklalara malzeme olmamak için bir yol aranır. Zaten o dönemde İslam içerikli çıkan iki yayın vardır. O da parasızlıktan kapanmamalıdır
Üstad o dönemin burnuna üfüren, suç unsuru teşkil eden bir manşetle çıkartır Büyük Doğu’yu. Sonra da savcılığa ihbarda bulunur. Savcılık Büyük Doğu’yu toplatır ve bir müddet için kapatılır. Bu vesile ile büyük Doğu parasızlıktan çıkamadı diye bir manşetten korumuş olur, İslam’ın izzet ve şerefini.
Bu hadiseyle de hüküm giymiştir, Üstad Necip Fazıl. Onlar, kukla gazetelerin İslam’ın izzetine en ufak bir saldırısını dahi hesaba katarak, tedbir almayı ihmal etmeyen böyle yürekli insanlar. Necip Fazıl da böyleydi işte. (4) (M. Özdamar, N. F. K.)
Cinnet mustatili dediği hapishanenin kantini ile Hilton adı verilen 9. koğuşu arasında volta atan Üstad, Hüseyin Üzmez’e dert yanıyor:
“Bugün karımdan mektup aldım. Evin elektriğini kesmişler, suyunu da… Çocuklarım sokaktaki çeşmeden su alıyorlarmış… Kirayı da verememişler. Ev sahibi çıkın diye tutturmuş. Ne yapacağım bilmem ki?..”
Tam bu sırada gardiyan mektup getiriyor açıyorlar… İçinden iki buçuk liralık bir kâğıt para ile el kadar bir pusula çıkıyor. Pusula da şöyle yazıyor.
“Kilisliyim… Fukarayım… Bir hafta hamallık yaptım. Çocuklarımın nafakasından ancak bu kadar artırabildim. Yarın Allah huzurunda mesul olmamak için onu da size gönderiyorum. Elimden başka bir şey gelmiyor. Affedin… Dua edin… Cenab-ı Hak yardımcınız olsun.”
Necip Fazıl gözyaşlarını tutamıyor, hücresine kapanıyor ve günlerce çıkamıyor.(5)
Çaycı, getir ilaç kokulu çaydan
Dakika düşelim senelik paydan
Zindanda dakika farksızdır aydan
Karıştır çayını zaman erisin
Köpük köpük, duman duman duman erisin!
Arvasi hazretlerinin tasavvufî ikliminden istifade eden Üstad, bu manevî havadan feyizyâb olup, Sonsuzluk Kervanı’ndaki yerini şu dizelerle alıyor.
Sonsuzluk kervanı peşinizde ben,
Üç ayakla seken topal köpeğim!
Bastığınız yeri taş taş öpeyim,
Bir kırıntı yeter kereminizden
Sonsuzluk kervanı peşinizde ben…
Gidiyor gidiyor nurdan heykeller…
Ufuk, önlerinde bayrak kulesi,
Ölçüden ahenkten daha güzeller
Gidiyor gidiyor nurdan heykeller…
Sonsuzluk kervanı istemem azat
Köleniz olmakmış gerçek hürriyet
Ölmezi bulmaksa biricik niyet
Bastığınız yerde ebedî hayat
Sonsuzluk kervanı istemem azat.
Bu dizelerdeki tasavvufî terbiye ve hiçlik duyguları ibret vericidir. Kendi halini sorunca şöyle bir cevap veriyor Üstada, mürşidi Arvasi Hazretleri:
— Gemiyle beraber paspas da gider. Yeter ki, sen o geminin içinde ol!
Ağlamak gönlün şekillenmeye başlamasıdır. İnsanlığa, insan olmaya bir çağrıdır, Üstad’ın nazarında.
– Ağlayın çocuklar!.. Mazlumun kendinde kıyılana, zalimin de kendinde kıydığına ağlayın! Ağlamayı öğrenin.(5)
Muhtacız diyor Üstad ve hemen sıralıyor:
“Kimin malını aldımsa, işte malım kimin sırtına vurdumsa işte sırtım, gelsin vursun!” diyen Allah’ın sevgilisinin ahlakı, buna muhtacız.
Çölde devesine nöbetleşe binen Reisler Reisinin ahlakı… Buna muhtacız.
Ahdine hain düşman kralının kesik başını mızrağının ucunda “İşte sözünü tutmayan başın akıbeti!” diye gezdiren Fatih yeniçerisinin ahlakı… Buna muhtacız.(6)
“Hayal kanatları kan içinde” tek başına uçar gibi yaşayan Üstad, Mayıs ayında sırlarla dolu bir gecede (25 Mayıs 1983) yatağından doğrulup, ela gözlerini pencereden dışarıya, derin karanlığa dikerek; “Demek böyle ölünürmüş!” der.(7)
79 yıllık mücadele dolu ömrünü gece vakti oğlu Ömer Kısakürek’ten Yasin-i Şerif ile ve dualarından dökülen Kelime-i şahadetle tamamlıyor.
Kırılır da bir gün bütün dişliler,
Döner şanlı şanlı çarkımız bizim
Gökten bir el yaşlı gözleri siler,
Şenlenir evimiz barkımız bizim.
Seni hiç unutmayacağız. Ruhun şâd olsun.
Ruhuna Fatiha…