ÜSTAD’I ANLAMAK
Necip Fazıl, 1904 İstanbul doğumlu…Dava adamı…daha ne olsunki!!
Birde meydan adamı tabii! Gençlerin körelmiş heyecanını, paslanmış şevkini bir kıvılcımla yangın yerine dönüştüren kişi… Bunu sözle yapmak en kolayı sanılsa da, etkisi ancak sözün, söylenen kalpte bulduğu makes ile yapılanır. Yani ağızdan çıkan kulağa girer, kalpten çıkan ise kalbe…
İşte kalplerin tam orta yerine dokundurmuş sözü Üstad! Öyleki ölümünden sonra mazi olmamış, eserleriyle hayat bulmuş bir zat-ı muhterem. Meselede bu değil mi zaten, yalnızca hayatında değil, ölümünden sonra da sesine ses bulabilmek! Tartışılır elbet, sesine istediği frekansı bulup bulmadığı.
İşte 25 Mayıs’ta Necip Fazıl Erenköyde ki evinde ruhun üçüncü evresini tamamlayıp, dördüncü evreye göç etmiştir.Sekeratı mevt halinde açılan perde (tabii bizce meçhul) ne intiba verdiyse, Üstad şöyle der son deminde:
-Demek böyle ölünürmüş…
Ve ardında yetiştirdiği gençler şimdi onun sesiyle konuşuyorlar.
Hayat için bulduğu anlamı hiç yitirmemek; bu muhtaç olduğumuz istikamet iksiri Necip Fazılda görülebilecek en net ışıktır bence…1943’te yayımlanmaya başlanan ve tam on dokuz kez kapanan dergiyi hiç yılmadan yeniden çıkarmak bunun güzel bir ispatı olsa gerektir…
O’nun azmine, heyecanına muhtaç bir nesil hüküm sürmekte şimdilerde…Anlamalı artık, aşksız, heyecansız, bitap gönüllerle yürünmüyor bu yollarda… Dostlar; kalpler yenilmeden, bedenleri yenemez kimse!! İnsan önce davanın Muzafferiyetine inanmalı ve hayatı öyle yaşamalı…
Bir gün treni kaçırmış, öfkeli öfkeli gar’dan dönüyormuş Necip Fazıl. “Ne o üstad treni mi kaçırdın?”, demişler. “Hayır”, demiş “kovdum gitti”. Böyle bir adam…
Ardından bir fatiha ikram buyrun efendiler…