VEFASIZLIK
Ahmet SELİM
Türk Dili dergisinde “Necip Fazıl’ın şiirinde insan” başlıklı bir yazı yayınlanmış.
Bazı cümlelerini aktarıyorum:
“… Necip Fazıl neyin üstadıdır? Bu faninin eserinde ve hayatında cezp edici ne vardır?”
“… Sahi bu insanlar Necip Fazıl’a neden hayrandır?”
“… Necip Fazıl mutasavvıf bir şair olma iddiasındadır. Ancak onun şiirleriyle tasavvufi şair olduğunu kabul etmek pek de mümkün değildir…”
“… Necip Fazıl’ın zannedildiği ve iddia edildiği gibi çok üst seviyede bir şiir dili kurduğunu da pek zannetmiyorum.”
“… Bize (Necip Fazıl büyük şair, Üstad) dedikleri için mi onu seviyoruz, beğeniyoruz?”
“1939’dan sonra yazdığı şiirler tesellidir, güzel sözlerdir. Ama şiiriyet yeterli değildir.”
Bu satırları okuyunca, büyük üzüntü duydum. Yazarı, Prof. Şerif Aktan. Hatırlayamayınca ansiklopedileri karıştırdım, yok. İsmini kitap katalogunda bulabildim. Edebiyatla ilgili bir eserinin kaydı var.
Bu yazı, hastane bir yazı. İlimle, ilmi araştırma metoduyla hiçbir alakası mevcut değil.
“Müspet-menfi cevap vermek çok zor. Ama öyle olduğunu (müspet olduğunu) zannetmiyorum” ne demek? “Neden Üstad? Niçin seviyorlar?” bilmem ne. Böyle ilmi üslup mu olurmuş?
Derdim Necip Fazıl’ı savunmak değil. O bundan müstağni. Su yakıştırmalara sol bile güler.
Üzüntümün sebebi gösterilen vefasızlıktır, liyakatsizliktir.
Necip Fazıl, her şeyden önce Türkçe’nin üstadıdır. En önemsiz yazılarında bile bu gerçek kendini gösterir. Hal böyle iken; Türk Dili dergisinde edebiyat uzmanlığı adına, hem de Türk kültürüne bağlılık mefkûresiyle bağdaştırılarak Necip Fazıl’ı küçültmek hangi mantığa hizmettir?
Dergideki şiirlere bakıyorum “acaba nedir şiirden anladıkları?” merakıyla. İste örnekler:
“Nasıl üzülüyor ağaçlar BELKI / Yeşil yaprağına sâri gelince…” Nedir bu “belki”?
“Söz bir taş duvar, mayın tarlası, tuzaktı, gurur harabesi, loş ışık, baştan sona bir cacık salatasıydı.”
Bunlar mı şiir? Necip Fazıl’ın şiirlerinde şiiriyet eksik de, bunlardaki mi tamam?
Siz Türkçe’yi, Türk Edebiyatı’nı böyle mi sevdireceksiniz? Çok yazık!
Tenkide karşı değilim. Necip Fazıl değil, Akif bile tenkide edilmeli. Geçtiğimiz günlerde Akif’in Abdulhamid hakkında söylediği bazı sözler sol tarafından kullanıldı. O sözler Akif’in hatasıdır, Abdulhamid’i iptal etmenin delili değil. Bu yazılmalıdır. Abdulhamid de tenkide edilebilir; fakat önce hakkini teslim etmek gerekir.
Tenkidin ilmi ve fikri şartları vardır. Bu şartlar hem seviye ile hem usul ile ilgilidir. Dedikodu üslubuyla büyük değerlere sataşma keyfiliğinin adi “tenkide” değildir.
Necip Fazıl, eserleriyle Necip Fazıl’dır. O eserler, bu milletindir… Hissi ve özel sebeplerle kendisine kızan var ise, bunu içinde saklasın, yazıya döküp yanlış olcu kullanarak ona zarar vermeye kalkışırsa, Necip Fazıl’ın nefsini değil, eserlerindeki muhtevayı ve onun millete mal olmuş fikri-edebi şahsiyetini tahribe kalkışmış olur. Kendi kuyumuzu kendimiz kazmayalım, kendi temelimizi kendimiz çatlatmayalım, kendi kokumuzu kendimiz baltalamayalım.
İnanın ki solun (kendi değerlerine olan) vefasına gıpta ettiğim oluyor. Necip Fazıl’da şiiriyet az imiş! Necip Fazıl’ın şiirleri, şiiriyet yoğunluğunun fazlalığı yüzünden insani biraz yorar. Bu kadar insafsızlık olur mu?
Yahya Kemal ile Necip Fazıl, şiirimizin öyle zirveleridir ki; kendilerinden sonra gelenlerde “olcu” cesaretini zaafa uğratan bir büyüklük ortaya koymuşlardır. Mukayese tehlikesinden kurtulmak için “serbest”e yönelenler olmuştur! (İsim vermek istemiyorum). Olcuyu şiiriyette öylesine eritmek kolay değildir.
Hadi sıfırlayalım da rahatlayalım! Necip Fazıl yok, Peyami Safa yok, Cemil Meriç yok, Tanpınar yok, Yahya Kemal yok! Bize kalsın Türkçe! Türkoloji’nin takır-tukurlarına, siyasetin tarzancasına, edebiyat özentilerinin israfçı kekemeliğine.
Bir an önce kendimize gelmeliyiz.
(ZAMAN-Arşiv)