BİR ÇOCUĞUN HATIRLATTIĞI
Ankara’nın sayfiyemsi bir yerinde, villâmsı bir apartmanın iki üç karış yüksekliğindeki duvarına çocuklar ilişti. Ördeğin, yumurtadan çıkar çıkmaz suya atılışındaki yaradılıştan ilmine benzer bir dehâ ile, kızlı oğlanlı, çocuklar futbol oynuyor. Ah şu futbol; dünyada hiçbir telkin ve heyecan vasıtasının rakip olamıyacağı, ters tarafından, meşin top medresesi…
Öyle bir çocuk bolluğu ki, annelerinin dördüz doğurmaktan başka bir velûlluğu kalmayan, dışından meseleleri sayısız, içinden sıfıra inmiş bir cemiyeti ihtar ediyor bana…
Yanıma, 5-6 yaşlarında gayet şirin bir kız çocuğu sokuldu:
— Kimi bekliyorsun, sen burada?
-Seni!..
Zamane kızı, o yaşta bütün kadınlığını takındı ve cevaptan pek hoşlanmış gibi bir haz sesi çıkardı.
— İsmin ne senin?
— Naciye…
— Niçin Aysel, Birsel, Göksel değil de Naciye?
— Sevmem ben onları
Ne garip!.. Yoksa bu kız, bu yaşta, bir gerici kafası mı taşımaya başlamıştı?
— Kaç yaşındasın sen?
— Bil bakalım!
— On yaşında var mısın?
Kahkahamı tutamadım. (10) rakamı, çocuk için ne varılmaz bir ufuktu.
— Senden, dedim; tam 51 sene daha yaşlıyım!
Bu defa çocuk gülmeye başladı. Parmaklarıyle sayı saymaya koyularak aklının (astronomik) idrakini göstermek istiyordu.
— Sen oyun oynamıyor musun?
— Ben bu çocukları sevmem!
— Ya kimi seversin?
— Ben babamı severim!
— Öyle mi, nerede baban?
Çocuk, çenesi ceviz gibi buruş buruş, cevap verdi:
-Öldü!
— Annen?
— Evde…
— Ne iş yapar?
— Namaz kılar.
Her kelimesini ayniyle zaptettiğim bu konuşmaya sonunda, arkadaşımı bekleyemeden ayağa kalkıp Naciye’ye veda ederken, gözyaşlarımın süngerini içime doğru sıkıyor; ve erkeği ölmüş gerici ailenin gerici mizaçlı öksüz kızı Naciye’yi, dördüz doğuran Türk anaları arasında hangi folluktan geldiği meçhul, karga yavruları arasına düşmüş bir zümrüdüanka yavrusu kadar yalnız müdafaasız görüyorum.
Hiç beklenmedik bir anda, çöplükte bir mücevher gibi karşıma çıkan Naciye, bana kendisini değil, içinde yaşadığımız ve artık pis kokusunu duymaz olduğumuz âlemin, dördüz doğuran başıboş anneler dünyasının dehşetini hatırlatmıştı.
29.4.1965