KAYSERİ BD FİKİR KLÜBÜ VE ÜSTADIN HÜRMETİ
Üstad Necip Fazıl ile ilk tanışmam 1950 senesinde olmuştur. O zamanlar Kayseri’de Büyük Doğu Fikir Kulübü’ne sık sık gider ve Üstad’ın eserlerini okur, Büyük Doğu Dergisi’ni temin etmeye çalışırdık. Büyük Doğu Fikir Kulübü’nün ilk başkanı fotoğrafçılık yapan Zafer Tolga’ydı. O zaman fikir kulübünün mensupları genellikle esnaftı. Fikir Kulübü, Üstâd’ı, Kayseri’ye getireceğini söylemişti. Biz de arkadaşlarla beraber şehrin değişik yerlerine bu davetiyeleri ulaştırmakla görevliydik. Üstad eski bir hanın salonunda konferans verdi. Kayserililer o zaman bu konferansa büyük ilgi göstermişlerdi. Büyük Doğu Fikir Kulüpleri kapatıldı. Fakat bizim Üstâd’la görüşmelerimiz devam etti.
İlk faaliyetimiz Üstâd’ı Kayseri’ye davet etmek oldu. Büyük bir kalabalıkla Üstadı tren istasyonunda karşılayıp Turan Oteline yerleştirdik. Bu sırada da davetiyeleri dağıtıyorduk.
Cumartesi günü saat iki buçukta konferans Erciyes Kıraathanesi’ndeydi. Saat daha iki olmadan kahve dolmuş, kalabalık caddeye kadar taşmıştı. Trafik kapanmıştı.
(…)
bir şeyler öğrenmek maksadıyla Üstâd’a bir soru yönelttim “Üstadım, Yahya Kemal nasıl bir şairdir?” bana doğru döndü, alaycı bir sesle: Nasıl olacak, kartpostal şairidir.” diye kesip attı. Yavaşça omzuna dokundum “Bakar mısınız?” dedim. Arkaya baktı, Panoya kendisinin Şarkımız isimli şiiri kartpostal olarak asılmıştı. Hemen anladı ve bana dönerek:
“Sen kimsin bakalım? Ukala bir gence benziyorsun. Mürekkep yalamışsın dedi ve bir saate yakın bir süre Yahya Kemal’i anlattı. Onun şiirlerini gönül çilesi ile yazdığını, bazen bir kelimeyi on yıl sonra beğenmeyip değiştirdiğini uzun uzun anlattı. Yüzü gülmüştü. Mevzu şiir ve çile olunca Üstad’ın neşesine diyecek yoktu.
Üstâd’ı ilk olarak, üniversiteyi tahsil dönemi içinde 1963 yılında, istanbul Beyazıt Aydınlar Ocağı’nın kış dönemi konferansında, iman ve Aksiyon’ adlı dört gece devam eden konuşmasında tanıdım. Daha sonra Büyük Doğu Mecmuası’nın 1964-1965 yayın dönemi sırasında Kayserili arkadaşlarımızla birlikte Büyük Doğu idarehanesine gidip gelmeye başladık. Büyük Doğu idarehanesi Beyazıt’taki Kayseri İşhanı’nın zemin katındaydı. Bizler de Üstada yardım maksadıyla matbaa dizgisindeki dizgi hatalarını tespit ederdik. Büyük Doğu Mecmuası son satırına kadar Üstâd’ın elinden çıkardı. Mecmuaya yazı getirenlerin yazılan bile Üstâd’ın yeniden düzeltmesine tâbi idi. Haftalık çıkan mecmuaları yetiştirebilmek için Üstad en az üç gün evine gitmez, idarehanede sabahlardı. Saat gece 01’de bizleri yatmaya gönderir, kendisi devam ederdi. Sabah derse giderken uğradığımızda yine yazılarının başında olurdu. Tahminimize göre idarehane koltuklarının biri üzerinde bir iki saat uyuduktan sonra kalkar tekrar yazılarına devam ederdi. Aksi hâlde koskoca mecmuayı tek başına yetiştirmesi mümkün değildi. Bizler matbaadan gelen yazıları tashih ederken, yazı yazdığı yerde kalem kâğıt aldırır, aynı anda bize de başka bir yazı dikte ettirirdi. Üstadda müthiş bir zekâ vardı. Fikri kesafeti bakımından konuşmalarını anlayıp, takip etmek mümkün olmazdı. Profesör, fikir adamı, yazar takımı onun karşısında fikir beyan etmekten bile çekinir, hele Üstâd’ın yanında gençler varsa, ‘Üstadım, başka bir yerde yalnız konuşalım.’ derler, bir daha da uğramazlardı. Tabiî ki Üstadın aleyhinde konuşmaya başlarlardı. Halbuki Üstad, gerçek manada ilim, fikir ve gönül bakımından seviyeli kimselere aşırı derecede saygı gösterirdi.
Bir gün İstanbul İmam Hatip Lisesi’nde iftar davetine gidiyorduk. Arabamıza, rahmetli Ömer Nasuhi Bilmen’i de aldık. Kendisine efendi hazretleri diye hitap etti ve bir takım fıkhı meseleler sordu..
Yine bir gün idarehaneye Abdülhakim Arvâsî hazretlerinin yakınlarından Muhip Efendi adında bir zât geldi. Üstâd’ın bu zâta gösterdiği saygı ve muhabbete hayret ettik. Halbuki Üstâd’ı herkes asabi insan diye bilir. Demek ki gerçek manada ilim, fikir ve gönül ehlini görünce Üstadın öfkesi yok oluyor. Üstâd’ın öfkesi fikir öfkesi olup, kendinde varlık hisseden kimselere karşı idi.
Yine bir gün; Büyük Doğu Fikir Kulübü’nün Üsküdar meydanındaki kulüp merkezinde sohbet ediyordu. Arkadaşlardan biri gazetenin birinde Fakir Baykurt’un bir kitap ilânını gösterdi. ‘Cüce m…d’ diye. Üstad sapsarı oldu. Dondu kaldı ve eline kalem aldı. Ertesi günkü günlük yazı yazdığı Yeni İstanbul gazetesindeki köşesinde yayımlanmak üzere müthiş bir yazı yazdı. İlânı veren gazete Üstâd’a karşı hakaret davası açtı.
Mahkeme günü hakarete uğrayan gazetenin avukatı mahkemeden kaçmak zorunda kaldı.
(Abdülkadir Abdulselamoğlu – Doğumunun 100. Yılında Necip Fazıl – Kültür Bakanlığı, Güzel Sanatlar Genel Müdürlüğü Yayınları)