‘RANDEVU ALIN’
1978 Mayısındaydı. O zaman okuldaydık. Üstadın konferanslarını, sohbetlerini dinlemiştim daha önce, O’nu az çok eserleriyle tanıyordum. Fakat hep uzaktan görmüştüm. Onunla tanışmak, görüşmek istiyordum. Aynı isteği duyan üç arkadaşla ziyaretini kararlaştırdık.
Cağaloğlu’ndaki Büyük Doğu yazıhanesinin çıngıraklı kolunu çevirirken oldukça heyecanlıydık. Arkadaşlarla kapının önünde «Önce sen gir, hayır sen» biçiminde fısıltılı tartışma yapıyorduk. Derken kapıyı bizim yaşıtımızda genç bir arkadaş açtı. Üstadı sorduk, içeride olduğunu söyledi, «haber vereyim» dedi. Bu arada öne itilen ben oluştum. «Buyurun» haberiyle birlikte sıkılgan ve çekingen adımlarla içeri daldık. Çalışma odasına girdiğimizde daktilonun başındaydı. Başını kaldırdı. Güngörmüş, vakur bir çehre, soylu bir bakış ve buna uyumlu insanı eriten bir ses tonu «Buyurun evlâdım» dedi, yer gösterdi. Oturduk. Dizlerimizi birbirine bitiştirmiş, yaslanmadan, ellerimizi dizlerimiz üzerine kavuşturmuş, öylece, kımıldamadan duruyorduk. Çilenin ve «dev sancı»ların, otuz yılı aşkın soylu mücadelenin yüzündeki çizgileriydi bizi sıkılganlığa, Ölçülü davranışa iten. Üstadın titizliği hakkındaki ön bilgimizi de ekleyelim.
Yaşlılık tüm bedenini kuşatmıştı. Elleri titriyordu. Gözündeki tik sanki bizi ikaz eden bir alarm işaretiydi. Vakarı eritiyordu bizi. Hemen kalkmayı düşünmeye başlamıştım. Ne diyebilirdik, ne sorabilirdik, buna hangimiz cesaret edecekti. Yanımdaki arkadaş ayağının ucuyla hafifçe ayağıma dokunuyordu arada bir, «konuş» demek istiyordu herhalde, meğer «kalkalım» işaretiymiş bu. Dışarı çıkınca söyledi bunu. Bereket çok kısa süren bu ter baskını üstadın bize yönelttiği sorularla kısmen yavaşladı. Sanırım onunla ilk karşılaşanlar aynı durumu yaşamışlardır. O da Efendisiyle ilk karşılaşmasında benzer duruma düşmemiş miydi?…
Halimizi hatırımızı, nerede okuduğumuzu, eserlerini tanıyıp tanımadığımızı sordu. Yine arkadaşlar adına cevap vermek bana düştü. Biz müsade istemek için hazırlanırken O «Evladım» dedi, kusura bakmayın şu an çok meşgulüm, bakın hep sizin için çalışıyorum, randevu alın geniş zaman görüşelim olmaz mı?
Bir kart verdi, evine davet etti. Yazık ki üstatla ilk ve son görüşmemiz oldu bu. Bu hafta şu hafta derken nasip olmadı. Biraz da cesaretsizliğimizden oldu. Derken okulu bitirdik her birimiz öğretmen olarak Anadolu’ya dağıldık. ölüm haberini her an duyabilirdik, çünkü ölümün keşif kolları tüm bedenini kuşatmıştı… Ve duyuverdik.
(Recep Seyhan – Mavera Dergisi, Üstad Özel Sayısı – 1983)