Site icon N-F-K.com

Üstad Ve Ali Himmet Berki

ÜSTAD VE ALİ HİMMET BERKİ

Ali Himmet Berki’nin torunu olan Kamil Eşfak Berki’nin İbrahim Eken ile yaptığı röportajdan bir kesit:

– Efendim öğrenmek istediğim bir husus da şudur: 1970’te Ankara’ya dedemlere gitmiştim. O yıl Çöle İnen Nur’u okuyordum. Dedem’in de Necip Fazıl’la tanışıp tanışmadığını, hem de Büyük Doğu’yu nasıl değerlendirdiğini merak ediyordum. Sordum dedeme. Bütün eski adamlar gibi yüzüme şöyle bir baktı. Kısaca söyleyeyim. Necip Fazıl’ın bir Mısır’a gitmek tarafı varmış. O gün dedeme ben “siz hiç hatıralarınızı yazmayı düşünmediniz mi?” diye sormuştum ve beni biraz haddini aşmış bulduğunu sanıyorum. Yüzü asılmıştı. Necip Fazıl gelmiş ve iki şey sormuş, biri bu Mısır’a gitmek. Bu konuda hatıranız varsa?

– Ben o konuyu hem Ali Himmet Hoca’dan hem de Necip Fazıl’dan biliyorum.

– Necip Fazılla görüşmelerinin yılını ben o zaman sormamışım. 1961 hapsinden sonra olabilir mi?

– O, 1945-50 arası olması lâzım. 1970’e doğru bir gün Üstad ile bu konuyu konuşmuştuk. “Abdülhakîm Arvasî Hz.leri de, Ali Himmet Berki de Mısır’a gitmesine cevaz vermemişlerdir. Ali Himmet Hoca da aşağı yukarı Abdülhakîm Arvasî’nin dediklerini söylemiş. Necip Fazıl demiş
ti ki: Ali Himmet Berki İslâmî esâsâta son derece vakıf olduğunu ve Temyiz [Yargıtay] azası olarak bütün medenî kanun maddelerini, “İslâm fıkhında muhakeme ederek medenî kanun maddelerinde bu hükme uygun madde bularak hüküm verilmesi gerektiği yolunda düşünen bir hâkim, adalet de budur.

– Bu konuda Ali Himmet Berki’den neler dinlemiştiniz. Dedem Üstad’a: “Mısır’da çok kuvvetli âlimler vardır” cevap vermiş olduğunu söylemişti bana. Biraz da Necip Fazıl tarzının Mısır’a uymayacağını anlatmış oluyor herhalde.

– Öyle de denebilir. Ali Himmet Berki’nin Necip Fazıl’a dedikleri asıl şudur: “Mücadele İslâm esasları içerisinde yapılır. İslâm esasları, evvelâ inanılır ondan sonra ifade edilir. Kadere inanmayan adam mücadele edemez.. Siz kaderi de değiştiremeyeceğine göre memleketin dışında mücadeleye devam arzusu ya korkaklığın yahut nefse itibarın ifadesidir. Kaide budur.”

– Efendim, bu görüşme Necip Fazıl’ın yazılması gereken biyografisi bakımından da önem taşıyor diye düşünüyorum.

– Biyografi değil de menkabe olmalıdır. Menkabe metod itibarı ile bir ilimdir. Hadiseye hiç bir şey katılmaz. O hadisenin cereyanı esnasında bir takım zihinleri teşviş edecek şeyler çıkarılır. İbret alınacak tarzda zikrolunur.

– Ben izniniz ile deminki konuya dönmek istiyorum. Dedemin verdiği cevapta, biraz da sanki katı bir taraf yok mu? Gerçi Necip Fazıl herhangi bir alınma içinde olmamış, yirmi yıl sonra size anlatmış. Necip Fazıl bir edebiyat adamı ve şiir feyziyle bir mütefekkir. Sanırım Ali Himmet Hoca medrese disipliniyle esası ortaya koyuyor biraz çağ farkı
hesaba katılmamış olmuyor mu?

– Size katılık gibi gelen Fatih medresesinin gelenekçi, muhafazakâr, ananeye sıkı sıkıya bağlı öğretimi ile ilgili bir keyfiyettir. Beyazıt medreseleri ise öyle değildir. Beyazıt ve Süleymani-ye’de modem eğilimler de bulunuyordu. Meselâ Elmalılı Hamdi Yazır büyük bir âlimdir, Hak Dini Kur’an Dili tefsiri malûm. Fakat Beyazıt medreseleri (ekolü)nden olduğu içindir ki Abdül-hamid’in hal’i fetvasının kâtibidir de.

– Kavgalar kopuyordu herhal-de…

– Pek öyle sayılmaz. Farklı iki ekolün varlığı ilim hayatını canlı tutuyordu. Yoksa Fatih de Beyazıt da esasta çok kuvvetli eğitim ocaklarıdır.

– Necip Fazıl’la tanışmanız nasıl oldu?

– Rahmetli Üstad Necip Fa-zıl’la 1964’te Türkocağı’nda verdiği bir konferansta bir araya geldik. Konferansın başlığı Gençliğe Tavsiyeler idi. Üstad, konuşmasından sonra sohbette “konferansı nasıl buldunuz?” diye orada bulunanlara sormuştu. Bana da sordu. Ben de: “Üstad, neden böyle bir sual soruyorsunuz, bu ifade size yakışıyor mu?” şeklinde cevap verdim, siz Türkçe’yi en iyi kullanan, eşsiz bir hâkimiyetle kullanan birisiniz. Gençliğe cüretli olmayı tavsiyede bulundunuz. Halbuki bence cesaretli olmayı tavsiye etmeniz gerekirdi. Hadis-i Şerifte cüret ve zillet zemmedilmiştir. Üstad benim
bu cesaretimi beğendiğini belirterek, o düşündüğünü söyledi diyerek görüş belirtmenin değiren dikkat çekmiş oldu.
Kayseri’ye gelişlerinde hep yanında olurdum. Bir çok yazısını yayınlamadan bana göstermiştir. Bir ara İstanbul’da Karaköy iskelesinin karşısında Sermet
Han’da yazıhanem vardı, vapurdan çıkınca, bana uğrar ve sade kahvesini içerken: “Şunu bir oku da sonra kavga etmeyelim” derdi. 1973’te Türkiye’nin Manzarası yayınlandığı zaman, “Ebediyet dostum İbrahim Eken’e müşterek gözlüğümüzden Türkiye’nin Manzarası” diyerek imzalamıştı bana. 1974 koalisyonunuda bakanlar istişare olarak Necip Fazıl’a soruyorlardı. Hasan Aksay ve Oğuzhan Asiltürk, Mehmet Satoğlu “akşam misafirlerim var, senin de bulunman lâzım” dedi. O akşam Necip Fazıl, Hasan Aksay, Oğuzhan Asiltürk gelmişler. Hasan benim îlâhiyat’tan arkadaşımdır. Üstad onların suallerine cevap veriyor, tavsiyelerde bulunuyor. Bir ara şöyle dedi: size tavsiyem Diyanet İşleri Başkanlığına İbrahim Eken’i getirmeniz-dir. Birden böyle dedi. Hasan bana “Üstad” diye hitab ederdi, çok memnun oldu, bu iş tamam gibi bir şeyler söyledi. Ben de çok yakın arkadaşım olan Hasan’a hitaben şöyle dedim: “sizler politikacısınız. Başkan değil sekreter istersiniz. Ben kötü sekreter olurum iyi sekreter olamam Hasan!” dedim. Hasan da : “Hayır, bütün yetki sende olacak”… “Hasan” dedim; Necip Fazıl da dinliyordu. “Siz memleketi idare ediyor sanıyorsunuz; idare edildiğinizin far-kında değilsiniz. Ben evet diyecek olsam, size bunu yaptırmazlar. Arkadaşlar ısrar ediyor, Necip Fazıl bey de kabul etmemi bekliyordu, bu durum karşısında: “Buyurun kendinizi denemeniz için kabul ediyorum.” Necip Fazıl da sevindi. Hasan Aksay: “Bugün Çarşamba… Pazartesi sizi Ankara’da bekliyorum” dedi. O Pazartesi geçti, bir pazartesi daha geçti fakat Hasan’dan haber yoktu. Arkadaşlar yine toplandı bana da haber verdiler, gittim. Hasan da gelmişti. Görür görmez bana:
“Yahu sen neymişsin be!” diyerek cebinden o ilk Çarşamba’nın Cuma’sının Le Monde gazetesini çıkardı. Ön yüzünde üç sütun üzerine bir haber: “Türkiye’de İslâm âleminin “en sivri adamı” Diyanet İşleri’nin başına getirilmek isteniyor!
O zaman Necip Fazıl ayağa kalktı ve beni kucakladı. Anladınız mı size neden “sizin gücünüz yetmez” dedi? Ve ekledi: “İşte buna imanın feraseti derler”.

– Batı’nın ne kadar organize olduğuna çarpıcı bir örnek de sizin bu yaşadığınız…

– (Gülümsüyor) Ben, Diyanet İşleri Başkanlığı Din İşleri Yüksek Kurulu üyeliği görevimden emekli oldum tabiî, ama hiç mü-tekâid olmadım. Elli yıldır daima hizmet etmeye çalıştım. Talebelerim var, onlara faydalı olmaya çalışıyorum. Ders, sohbet. Bir özelliğim vardır, iftihanmdır. Devrin âşıklarından birisiyim. Benim aşkım sünnet-i seniyedir. İbrahim Eken ismi bilinmek için. Asıl, mahlası “Kul” İbrahim olabilmektir benim için önemli olan. Ben hocalarımı çok sevdim, hocalarım da beni çok sevdiler. Sevgi gelişi güzel olmaz. Allah muhabbetinden kaynaklanan kalbin meyline sevgi diyoruz. Kaynağı Allah’a muhabbet olmayınca sevgi değil, şehvet olur o. Kulluk isimli kitabımızda bir çok husus izah edilmiştir.

– Efendim, buralara kadar zahmet ederek bizi ihya ettiniz. Dar zamanda vakit ayırdınız. Tevafuk oldu, Ali Himmet Berki ile Necip Fazıl Kısakürek görüşmesi aydınlarımız için bir sürpriz olacak. Teşekkür ederiz.

(Kamil Eşfak Berki – Yedi İklim Dergisi, Necip Fazıl Özel Sayısı – 2005)

Exit mobile version