ÜSTAD VE ÇİLESİNE DAİR
Benim bir tane doktorum olabilirdi; o da, tam 10 yıl evvel ölmüş, daha doğrusu ölümsüzlüğe geçmişti. Ankara’da, Keçiören’in ilçesinde, Bağlum köyünün mezarlığında, maddesiyle küçük bir kabre sığmış ve ruhaniyetiyle bütün Fezayı doldurmuştu. Alemin Fahri’nin maddi ve manevi büyük sülalesinden gelen, efendim ve mürşidim Abdülhakîm Efendi Hazretleri. Fakat ben, maddeye esir, âciz ve perişan adam, onun ruhaniyatini her an üzerimde bildiğim halde, dizlerime kapanmadığım ve ötelere bakan gözlerine dalamadığım için tesellimi bulamıyordum. Hattâ bu hâlimin, onun bir tasarrufu olduğuna inanıyor, dolayısıyla tesellimi hemen bulduracak bir itikat taşıyor, bu hâlimden, derdimden kurtulacağımı seziyor ve yine de itminan duygusuna geçemiyordum. Bakın siz tasarruf dediğim şeyin kuvvetine!…
Onu ilk tanıdığım zaman da büyük bir buhran geçirmiş ve sonunda “Çile” şiiriyle, ”Bir Adam Yaratmak” piyesin yazmıştım. Şimdiki buhranımı ilkinden daha ağır görmeye başlıyordum. İlk buhran içinde, bana ettiği dua ve nasihatleri hatırlıyordum. Bir kere, derin bir vecd içinde, yüzüme bakmadan, ağlamaklı bir sesle şöyle buyurmuştu:
-Sen hasta olma!…
Daha sonra şöyle:
-Keşke bu kadar zeki olmasaydın!…
Ve şöyle:
-Allah seni iki cihanda aziz etsin!…
Hayallimde bunlar, gözyaşıyla kıbleye dönüyor, ellerim açıyor ve yalvarıyorum:
-Allahım, sana açtığım bu eller, benim değil onun elleridir. Beni hasta etme!… Beni kafir saflarına rezil etme!… ”Sen hasta olma!” diyen Efendimin duasını kabûl et!… Beni zeki yarattığın kadar ıstırabımı ver, fakat çaremi ve şifamı da lûtfet!… Beni iki cihanda aziz et!…
Nasihatleri içinde, bir de uyku emri vardı. Her gece sekiz, dokuz saat uuyumam gerektiğini söylemişlerdi.
Bu mesele; uyku… İş, uyuyabilmekte… İnsan yiyen yatakta uyku…