Jump to content
Necip Fazıl Kısakürek [N-F-K.com Forum]

Recommended Posts

Esselam en değerli eserlerden birisidir gözümde.

 

Oldukça değer verdiğim bir abinin (ki sitemize ehl-i keyf kullanıcı ismiyle üyeliği var) şöyle bir tespiti olmuştu yakınlarda:

 

-Dünya üzerindeki Müslümanların yaklaşık %20'si Türktür,

Dünyada yazılan naatların yaklaşık %80'i Türklerin kaleminden çıkmadır.

 

Gerçekten Server-i Kainat'a yazılmış naatların ekserisi milletimiz tarafından kaleme alınmıştır. O'na duyulan sevgimizi açıklama noktasında bu hadise büyük bir ehemmiyet taşıyor olsa gerek. Kim ne derse desin, bu benim için bir iftihar vesilesidir. Esselam da, özellikle son devirde yazılan bir naat kitabı olması yönüyle göze çarpıyor. Onu yazdığımız en güzel naat kitapları arasında değerlendirirsek hata etmeyiz sanırım.

 

Kitapta numaralandırılmış ve her biri farklı başlıklara sahip 63 şiir yer alıyor. Şiirler genel itibarıyla bir kronolojik sıra takip ediyor. Yani O'nun doğumu ile başlayan kitap O'nun vefatiyle neticeleniyor. Son şiir, Esselam ismini taşıyor ve O'na teslimiyeti vurguluyor. Final o, assolist o.

 

Velhasıl bir çeşit mevlid olarak da niteleyebileceğimiz bu kitabı kullanıcı arkadaşlara tavsiye ediyorum...

Share this post


Link to post
Share on other sites

Selamlar,

 

Bu kitabın bir takdim yazısı var ki, girişi bitirir beni. Gerçekten harikulade... Buyurun:

 

 

"Muhal farz... Dünyada mevcut ne kadar insan varsa inkâra sapsa... Hayvanlar, nebatlar, cematlar da dile gelse ve bunlar da aynı inkâr sesini bestelese... Fezanın dibi ölçülse ve dibinin dibindeki dipten ilerisinin de tasavvuru kabil olmayan hesabı verilse... Her madde ve her hâdise, vücut hikmetini, “niçin”ini, “nasıl”ını ve “neden”ini mutlak bir anlatışla anlatsa ve bütün bunlar inkârı gerçekleştirmek için olsa... Muhal farz dedim ya; aslında onun emriyle var olan yokluk, var olan varlık gibi dile ve harekete gelse de kendisiyle beraber varlık adına tek şey, tek ümit, tek vücud bırakmasa... Ölüme çare bulsalar, yıldızları bozuk para diye harcasalar, güneşi idare lâmbası gibi kullansalar, mesafeleri dondurup yekpâre bir elmas halinde hâkimiyet tacına oturtsalar ve bu tacı benim başıma geçirseler... Dilim, hafızam, akrabam, vatanım, hatıram, hiçbir şeyim kalmasa... Benim, evet bizzat benim ayaklarımdan saçlarıma kadar her zerrem kendi aleyhime dönse ve beni yalanlasa...

 

Ben bende kalacak olan tek ve son bir nokta halinde, sana Allahın ve senin Sevgiline iman eden ve O’nun senden getirdiği her ölçüyü hak bilen biricik insan, vücut, kısım, parça, nokta, zerre olur ve böylece kalırım.

 

Dedim ya, muhal farz, yokluğu bulup da söyletseler ve ona “benden başkası yok!” dedirtseler ben yine O’nun bildirdiği “var” dan ve O’ndan yana kalırım."

 

 

 

Gerçekten müthiş, gerçekten tüyleri diken diken edici ifadeler. Allah bu satırların yazarından razı olsun ve bize satırlar arasında tarif edilen bu imanı nasip eylesin.

 

Kıyamete kadar gelecek mukaddesatçı Türk gençliğine ithaf edelen bu esere yazılan Takdim yazısının devamı şu şekilde geliyor:

 

"O’nu böylece anlattıktan sonra ilk mesele: Bu eser bir «Mevlid» mi?... Hayır! Sadece O’na olan eritici aşkımın ve gevşemez bağlılığımın vecd destanı... Vecd, imanın iç şarttı...

 

Mevlid resmî ibadet şekilleri arasına sokuşturulması bakımından bir «bid’at»tir ve bu yüzden, korkulu bir iş... Hattâ Süleyman Çelebi’nin Müslüman-Türk ruhuna derinden derine sinmiş meşhur «Mevlid»i için, Molla Fenârî Hazretlerinden menfî bir hüküm çıktığı rivayeti vardır.

 

Menfî hüküm, ancak «Mevlid»in resmî ibadet çerçevesi içinde yer almaya doğru gitmesiyle düşünülebilir ve o mutlak ve mukaddes çerçeve dışında tefekkürî ve tahassüsî ibadete bağlı kaldıkça ve hududunu gözettikçe makbulün makbulü olur.

 

Benim yapmak istediğim de bu..

 

Sevgilinin, sevgiliden alıp getirdiği ve her halis sevgi sahibince canını fedaya kadar baş eğilmesi şart, ulvî aşk disiplini şeriatten başka, benim bağlı olabileceğim hiçbir ölçü hayal edilemez. Bu eserin de hem muhteva ve hem tatbikatında aynı ölçüyle ele ve nazara alınması gerekir.

 

Bu manzumelerden herhangi birini, resmî ibadet şekillerini örselercesine kullanmaya kalkışacak, dinî vecd simsarı «Mevlid» hânendelerinin zift kuyusu dillerine düşürecek teşebbüs sahiplerini şimdiden Allaha havale ederim. Bugün ve yarın, ben sağken veya öldükten sonra böyle bir kapı açmak isteyeceklere «Allahın lâneti üzerilerine olsun!» derim. Yarın, toprak altında, dış dünya dediğimiz kabuk üstü savunmaktan âciz sanılacağım zaman da, bu tenbihimin şiddet ve asabiyetle korumasını, yetiştirilmesinde pay sahibi olduğum, derin ve gerçek mümin, mukaddesatçı yeni Türk gençliğinden beklerim.

 

Evlerde, meydanlarda, toplantı yerlerinde, sırf dinî tefekkür, tahassüs ve heyecan gayesiyle okunmasına, kalabalıkları sürüklemesine ve ruhları fıkırdatmasına, evet!...

 

Câmilerde ve ibadet şekilleri arasında yer almasına katiyetle hayır!

 

Levhaların 63 parça oluşu, mukaddes hayatın yıl sayısından alınan ilhamla... Bu 63 parça içinde (kronolojik-zaman sırasına bağlı) bir tertip bulunsa bile vakaları düpedüz resmetmek yerine onların ruhlarını göstermek gayesi güdülmüş ve herkesin önceden bilmesi veya kolayca öğrenmesi gereken tafsillerden kaçınılmıştır. Dış çizgilerin içine girme ve iç mânalara sokulma hedef ve gayreti...

 

Bu eser, hararet derecesini termometrelere ifade ettirmekten âciz olduğum bir ruh çilesi içinde 1960-1961 hapsimde yazılmaya başlandı; ve ondan sonra, haşîn hayatın zalim çarkları arasında tekrar gaflet tüneline giren ruhumun kasvet ikliminde 11 yıl uyuyup 1972 Ramazan ayında ve ötesinde, belki daha yakıcı bir çile dürtüşüyle tamamlandı.

 

Umulur ki; bir gün Türk edebiyatı, bu eseri, yeni zamanların islâmî tahassüste ilk temel kitabı saysın... Ve destanlık çapta cehd sarfetmenin ne demek olduğu bu vesileyle görülsün...

 

Binyediyüz küsur mısralık, kemmiyette küçük bir destan... Fakat keyfiyette, her kelimesi bir beyin törpülemesine mal olduğuna göre bilmem ne?...

 

Dâva o Nura yaklaşmak... O Nur ise insanı ve idraki bir ân içinde yakıp kül edici kuvvette...

 

O halde eser hakkında verilecek hüküm, bu yanış ve kavruluş borcunda hangi derecenin tutulabilip tutulamadığında... Keyfiyet hükmü, ancak böyle bir ölçüyle verilebilir.

 

Allah’ın «teslim olunuz!» emrini verdiği Gaye-İnsan ve Ufuk-Peygambere, bildiğiniz veya bilmediğiniz, haberini aldığınız veya almadığınız, anlayabildiğiniz veya anlayamadığınız her tarafıyla ve her zerrenizle teslim olmaktan başka gayeniz olmasın!...

 

Tek başına «doğru» diye bir şey yok; O’nun getirdiği «doğru» diye bir şey var... Bu eser, o gayenin vecd pırıltılarından bir çakıntı ve aşk haykırışlarından bir ses... O kadar...

 

Ben «hakikat»ten O’na giden değil, O’nu topyekûn kabullendikten sonra O’ndan hakikate gelen müminim.

 

Hakikat mi? Hakikat sadece Allah’ın dilediği ve O’na bildirdiğidir. Ötesi, yine Allah’ın yaratığı olarak ve müstakil vücudu olmayarak yokluk... Var olmaya bakalım!... O ki, varlık o yüzden...

 

N.F.K."

 

Saygı ve selamlarımla

  • Like 1

Share this post


Link to post
Share on other sites

efendimiz aleyhisselam'ı anlatan üstadımız bu kitabının girişiyle bir anda manevi bir aleme bizleri sokuyor. Kainatın en nadide insanı olan efendimizi bu şekilde güzel bir girişle anlatan üstadımızın payesini verdikten sonra Alemlerin gayesine salat ve selam ederek onun anıldığı bu harikulade başyapıtı okumalıyız...ES-SELAM... Tüm güzellikleri bünyesinde barındıran efendimizi güzel bir sanatla anlatan üstadımızın kitabını okumak ve efendimizi bir de üstadımızın kitabından okuyarak yad etmek ne güzel olsa gerek.. salat ve selam O'na olsun...

Share this post


Link to post
Share on other sites

trradomir dostum negüzelde giriş yapmışya nfk kardeşimde aynı güzellikle süslemiş. Epeydir kitap okumaya ara vermiştim. bu vesile ile ilk işim, üstadımın çağlayan gibi altımı üstüme getiren bu müthiş eserini okumak olacaktır

Allah razı olsun.

Share this post


Link to post
Share on other sites

Bir arkadaşım-sağolsun-bu kitabı hediye etmişti.O kadar güzel, akıcı ki bir solukta okunuyor...

Share this post


Link to post
Share on other sites
Selamlar,

 

Bu kitabın bir takdim yazısı var ki, girişi bitirir beni. Gerçekten harikulade... Buyurun:

 

 

"Muhal farz... Dünyada mevcut ne kadar insan varsa inkâra sapsa... Hayvanlar, nebatlar, cematlar da dile gelse ve bunlar da aynı inkâr sesini bestelese... Fezanın dibi ölçülse ve dibinin dibindeki dipten ilerisinin de tasavvuru kabil olmayan hesabı verilse... Her madde ve her hâdise, vücut hikmetini, “niçin”ini, “nasıl”ını ve “neden”ini mutlak bir anlatışla anlatsa ve bütün bunlar inkârı gerçekleştirmek için olsa... Muhal farz dedim ya; aslında onun emriyle var olan yokluk, var olan varlık gibi dile ve harekete gelse de kendisiyle beraber varlık adına tek şey, tek ümit, tek vücud bırakmasa... Ölüme çare bulsalar, yıldızları bozuk para diye harcasalar, güneşi idare lâmbası gibi kullansalar, mesafeleri dondurup yekpâre bir elmas halinde hâkimiyet tacına oturtsalar ve bu tacı benim başıma geçirseler... Dilim, hafızam, akrabam, vatanım, hatıram, hiçbir şeyim kalmasa... Benim, evet bizzat benim ayaklarımdan saçlarıma kadar her zerrem kendi aleyhime dönse ve beni yalanlasa...

 

Ben bende kalacak olan tek ve son bir nokta halinde, sana Allahın ve senin Sevgiline iman eden ve O’nun senden getirdiği her ölçüyü hak bilen biricik insan, vücut, kısım, parça, nokta, zerre olur ve böylece kalırım.

 

Dedim ya, muhal farz, yokluğu bulup da söyletseler ve ona “benden başkası yok!” dedirtseler ben yine O’nun bildirdiği “var” dan ve O’ndan yana kalırım."

 

 

 

Gerçekten müthiş, gerçekten tüyleri diken diken edici ifadeler. Allah bu satırların yazarından razı olsun ve bize satırlar arasında tarif edilen bu imanı nasip eylesin.

 

Kıyamete kadar gelecek mukaddesatçı Türk gençliğine ithaf edelen bu esere yazılan Takdim yazısının devamı şu şekilde geliyor:

 

"O’nu böylece anlattıktan sonra ilk mesele: Bu eser bir «Mevlid» mi?... Hayır! Sadece O’na olan eritici aşkımın ve gevşemez bağlılığımın vecd destanı... Vecd, imanın iç şarttı...

 

Mevlid resmî ibadet şekilleri arasına sokuşturulması bakımından bir «bid’at»tir ve bu yüzden, korkulu bir iş... Hattâ Süleyman Çelebi’nin Müslüman-Türk ruhuna derinden derine sinmiş meşhur «Mevlid»i için, Molla Fenârî Hazretlerinden menfî bir hüküm çıktığı rivayeti vardır.

 

Menfî hüküm, ancak «Mevlid»in resmî ibadet çerçevesi içinde yer almaya doğru gitmesiyle düşünülebilir ve o mutlak ve mukaddes çerçeve dışında tefekkürî ve tahassüsî ibadete bağlı kaldıkça ve hududunu gözettikçe makbulün makbulü olur.

 

Benim yapmak istediğim de bu..

 

 

 

 

Sevgilinin, sevgiliden alıp getirdiği ve her halis sevgi sahibince canını fedaya kadar baş eğilmesi şart, ulvî aşk disiplini şeriatten başka, benim bağlı olabileceğim hiçbir ölçü hayal edilemez. Bu eserin de hem muhteva ve hem tatbikatında aynı ölçüyle ele ve nazara alınması gerekir.

 

Bu manzumelerden herhangi birini, resmî ibadet şekillerini örselercesine kullanmaya kalkışacak, dinî vecd simsarı «Mevlid» hânendelerinin zift kuyusu dillerine düşürecek teşebbüs sahiplerini şimdiden Allaha havale ederim. Bugün ve yarın, ben sağken veya öldükten sonra böyle bir kapı açmak isteyeceklere «Allahın lâneti üzerilerine olsun!» derim. Yarın, toprak altında, dış dünya dediğimiz kabuk üstü savunmaktan âciz sanılacağım zaman da, bu tenbihimin şiddet ve asabiyetle korumasını, yetiştirilmesinde pay sahibi olduğum, derin ve gerçek mümin, mukaddesatçı yeni Türk gençliğinden beklerim.

 

Evlerde, meydanlarda, toplantı yerlerinde, sırf dinî tefekkür, tahassüs ve heyecan gayesiyle okunmasına, kalabalıkları sürüklemesine ve ruhları fıkırdatmasına, evet!...

 

Câmilerde ve ibadet şekilleri arasında yer almasına katiyetle hayır!

 

Levhaların 63 parça oluşu, mukaddes hayatın yıl sayısından alınan ilhamla... Bu 63 parça içinde (kronolojik-zaman sırasına bağlı) bir tertip bulunsa bile vakaları düpedüz resmetmek yerine onların ruhlarını göstermek gayesi güdülmüş ve herkesin önceden bilmesi veya kolayca öğrenmesi gereken tafsillerden kaçınılmıştır. Dış çizgilerin içine girme ve iç mânalara sokulma hedef ve gayreti...

 

Bu eser, hararet derecesini termometrelere ifade ettirmekten âciz olduğum bir ruh çilesi içinde 1960-1961 hapsimde yazılmaya başlandı; ve ondan sonra, haşîn hayatın zalim çarkları arasında tekrar gaflet tüneline giren ruhumun kasvet ikliminde 11 yıl uyuyup 1972 Ramazan ayında ve ötesinde, belki daha yakıcı bir çile dürtüşüyle tamamlandı.

 

Umulur ki; bir gün Türk edebiyatı, bu eseri, yeni zamanların islâmî tahassüste ilk temel kitabı saysın... Ve destanlık çapta cehd sarfetmenin ne demek olduğu bu vesileyle görülsün...

 

Binyediyüz küsur mısralık, kemmiyette küçük bir destan... Fakat keyfiyette, her kelimesi bir beyin törpülemesine mal olduğuna göre bilmem ne?...

 

Dâva o Nura yaklaşmak... O Nur ise insanı ve idraki bir ân içinde yakıp kül edici kuvvette...

 

O halde eser hakkında verilecek hüküm, bu yanış ve kavruluş borcunda hangi derecenin tutulabilip tutulamadığında... Keyfiyet hükmü, ancak böyle bir ölçüyle verilebilir.

 

Allah’ın «teslim olunuz!» emrini verdiği Gaye-İnsan ve Ufuk-Peygambere, bildiğiniz veya bilmediğiniz, haberini aldığınız veya almadığınız, anlayabildiğiniz veya anlayamadığınız her tarafıyla ve her zerrenizle teslim olmaktan başka gayeniz olmasın!...

 

Tek başına «doğru» diye bir şey yok; O’nun getirdiği «doğru» diye bir şey var... Bu eser, o gayenin vecd pırıltılarından bir çakıntı ve aşk haykırışlarından bir ses... O kadar...

 

Ben «hakikat»ten O’na giden değil, O’nu topyekûn kabullendikten sonra O’ndan hakikate gelen müminim.

 

Hakikat mi? Hakikat sadece Allah’ın dilediği ve O’na bildirdiğidir. Ötesi, yine Allah’ın yaratığı olarak ve müstakil vücudu olmayarak yokluk... Var olmaya bakalım!... O ki, varlık o yüzden...

 

N.F.K."

 

Saygı ve selamlarımla

 

 

Dün okumak nasip oldu ama ben böyle bir şey görmedim bu ne vecd , bu ne aşk...hayran kaldım bir daha

Share this post


Link to post
Share on other sites

Hakikat mi? Hakikat sadece Allahın dilediği ve Ona bildirdiğidir. Ötesi, yine Allahın yaratığı olarak ve müstakil vücudu olmayarak yokluk... Var olmaya bakalım!... O ki, varlık o yüzden...

 

 

 

 

 

Mekkeyle Medine arası yollar;

 

Çizik çizik, hasret yarası yollar.

 

Vardığı her nokta yine başlangıç;

 

Gitgide Allaha varası yollar.

 

Mekkeyle Medine arası yollar...

 

 

 

Bu çıplak yollarda ne in, ne de cin

 

Yalnız iki çift nurdan güvercin.

(Hicret şiirinden S.62)

Çok etkilendiğim yerlerinden iki küçük alıntı.Anne ve Babaların Efendimizi tanıtmak için; çocuklarına okuyabileceği ya da okutabileceği en önemli eserlerden birisi.Her gece yatmadan önce bir tane de olsa şiirlerden okumak, o küçüğe atılacak en önemli temellerden olur düşüncesindeyim.

Share this post


Link to post
Share on other sites

O SABAH

 

 

 

Kureyşin kapısında o sabah bir Yahudi:

 

«Soylu insanlar, dedi;

 

Var mı dünyaya gelen bir erkek çocuk sizde?

 

Gece, kabilenizde?»

 

«Bilmiyoruz!»... «Arayın, sırtında işaret var!»

 

Araştırıp buldular.

 

Yahudi, Nur-Çocuğa baktı: İlâhi nişan!

 

Homurdandı perişan:

 

«Peygamberlik İsrail Oğullarından gitti.

 

Olacak oldu, bitti!

 

Devlet sizin artık, Doğudan Batıya dek.

 

Devlet ki, yok ona denk!»

 

Aynı sabah, Medine...

 

Bir Yahudi yine,

 

Bağıran, çığlık çığlık:

 

«Yandık, çöktük, yıkıldık!

 

Şafak vakti bu gece,

 

Gölgeler titreşince,

 

Bir yıldız doğdu: Ahmed,

 

Bizim için kıyamet!»

Share this post


Link to post
Share on other sites

ANNENİN ÖLÜMÜ

 

Medine

Yolunda anne...

Ve yanında Nur-Çocuk...

Dönüşünde, betbeniz uçuk,

Bir menzile varıp yatağa düştü.

Geleceği, rüyasında, açık görmüştü:

 

 

Onun oğlu, onun oğlu, beklenilen Peygamber;

Fânileri sonsuzluğa erdirici son rehber...

Genç annenin dudağında bir hazin şiir:

Her diri can verir, her yeni eskir;

Öleceğim ben de, hakikat!

Kalacak ismim fakat.

Büyük toplumda,

Oğlumda...

 

Elveda!

Dinmekte seda.

Ve açılmakta kafes...

Nur-Çocukta gözü, son nefes...

Yanakları ıslak, eriyiş bitim...

Anneden de öksüz kaldı babadan yetim.

Melek dedi: «Sahibi yok, Sevgilinin, Yârabbi!»

Dedi Allah: «Sevgilimin ancak benim sahibi!»

Üzerinde hiç kul hakkı kalmasın diye,

Bu nasip Allah'tan O'na hediye.

Ümm-ü Eymen, sevgili dadı,

Onu yanına aldı.

Yön, kutlu ülke,

Yol, Mekke...

 

ESSELÂM -11-

Share this post


Link to post
Share on other sites

Join the conversation

You can post now and register later. If you have an account, sign in now to post with your account.
Note: Your post will require moderator approval before it will be visible.

Guest
Reply to this topic...

×   Pasted as rich text.   Paste as plain text instead

  Only 75 emoji are allowed.

×   Your link has been automatically embedded.   Display as a link instead

×   Your previous content has been restored.   Clear editor

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

Loading...

×
×
  • Create New...