Jump to content
Necip Fazıl Kısakürek [N-F-K.com Forum]
Sign in to follow this  
mürid

Hocalarım

Recommended Posts

Din Dersleri Hocamız, İslâmiyetin bütün insanlığı nasıl kuşatacağına dair bir tahassüs ve tahayyül yazımı o kadar sevdi ki; onu sınıfta okuttu, yüzüme dikkatle baktı ve istikbâlde benden çok şeyler beklediğini söyledi.

Bu, Aksekili Ahmed Hamdi Efendiydi. Demokrat Parti devrinde Diyanet İşleri Reisliğinde bulunan ve makamiyle vicdanı arasındaki muhasebe neticesinde kalbi çatlayıp ölen Ahmet Hamdi Aksekili...

Diyanet İşleri Reisliğinde oldukça sık temasta bulunduğum merhum, talebesine o zamanlar biçtiği kıymeti Allah'ın gerçekleştirmiş olduğunu söylerdi.

Tarih Hocamız Yahya Kemal!

Yine Hocalarımızdan Hamdullah Suphi'nin sınıfa girip, bize:

- Türk dili ve şiirinin en usta yontucusu!

Diye takdim ettiği Yahya Kemâl!..

Boyuna burnunu karıştıran kontrolsüz hâli, dalgın ve eşyadan habersiz tavrı, efsane kahramanları etrafında boyuna köpürttüğü satıhcı heyecaniyle, Yahya Kemal, beni o zamandan çekmedi.

Bir de İbrahim Aşkî Bey...

Hocalarımızın en yaşlısı, derin irfan sahibi, ancak birkaç tanıdığı arasında maruf ve herkesçe meçhul hususî kıymet... Edebiyat ve felsefeden, riyaziye ve fiziğe kadar iç ve dış bir çok ilimde derin ve mahrem mıntıkalara kadar nüfuz edebilmiş, bir kaç risalecikten başka hiçbir şey neşretmemiş ve kabuğunun içinde sönüp gitmiş, bu kızıla çalan palabıyıklı ve Tatar suratlı insan, sonradan bize Edebiyat Muallimi oldu; ve bana bilmeden, isteklisi olduğum dünyadan, belki derme çatma, fakat ilk adresleri verdi. Edebiyat derslerindeki vazifelerimden bende bir şeylere dikkat etmiş olacak ki:

- Sen oku, dedi; her şeyden evvel oku! Amma okumaya başlamadan evvel bil, ne okuyacağını bil! Sonra sınıfa dönüp hitap etti:

-Talebe ne demektir? Talep etmekten, istemekten gelir bu isim... Talep etmek de bir ilimdir, bir ilk ilim... İlim istiyebilmek için de bir ilk ilim ister. Muallim de böyledir; bir taraftan öğretirken, bir taraftan da talebesi ona öğretir.

Sınıfın kapısında, ona:

- Ne okuyayım, dedim; ne okumamı tavsiye edersiniz?

- Ben getiririm!

Dedi ve bana iki kitap getirdi: Sarı Abdullah Efendinin Semerât-ül Fuad (Gönül Verimleri) isimli meşhur eseriyle, «Divan-ı Nakşî» diye, sahibini bilmediğim manzum bir kitap...

Tasavvufla, deri üstü deri bir satıh plânında da olsa, ilk temasım başlıyordu.

Fuzûli'nin;

«İlm-i kisbiyle pâye-i rifat,

Arzu-yu muhal imiş ancak.

Aşk imiş her ne var âlemde

İlm, bir kîl-ü kaal imiş ancak.»

Mısralarını sık sık tekrarlayan ve (kesbî - sonradan kazanılmış) bilgilerle yükselmenin muhal olduğunu anlayacak ve her şeyi aşka bağlayacak kadar arif olan İbrahim Aşkî Bey, aynı zamanda yaman buluşlara, nüktelere sahipti.

Bana derdi ki:

— Sana diyorum ki: Gel, işte yeşillik, işte otlak. Dört ayağını dayamışsın, gelmem diyorsun!

O sıralarda, bir mecmuanın tefrika ettiği (Erenlerin Bağından) münasebetiyle Yakup Kadri için de demişti ki:

- Bağına girmiş amma üzümünü yiyememiş!..

Share this post


Link to post
Share on other sites

YUSUF TURAN GÜNAYDIN

 

İBRAHİM AŞKÎ VE NECİP FAZIL

 

İbrahim Aşkî Tanık (1874-1977), Necip Fazıl’ın Bahriye Mektebinde edebiyat hocasıdır. Necip Fazıl ondan O ve Ben ile Kafa Kâğıdı adlı eserlerinde söz eder ve sevip saygı duyduğu bu hocasını rahmetle anar.

 

Necip Fazıl, ‘Hocalarımızın en yaşlısı, derin ve irfan sahibi, ancak birkaç tanıdığı arasında maruf ve herkesçe meçhul hususi kıymet’ diyerek bahsettiği Aşkî’nin edebiyat, felsefe, matematik ve fizik gibi ilim dallarında derin bilgi sahibi bir öğretmen olduğunu belirtir. Fakat Aşkî’yi Cumhuriyet dönemi edebiyat ve tasavvuf tarihi açısından daha ilgi çekici bir konuma oturtan yanı Necip Fazıl’ın ‘isteklisi olduğu dünyadan, belki derme çatma, fakat ilk adresleri veren’ bir öğretmen olmasıdır diyebiliriz. Hangi kitapları okuması gerektiğini öğretmenine soran Necip Fazıl, ondan ‘Ben getiririm.’ Cevabını alır ve getirdiği iki kitabı okur. Bunlar Sarı Abdullah Efendi’nin Semerâtü’l-Fuâd’ı ile Divan-ı Nakşî adlı iki eserdir. Bu iki eser de tasavvufidir ve Necip Fazıl’ın ‘Tasavvufla, deri üstü deri bir satıh planında da olsa ilk teması’ böylece başlamış olur. Necip Fazıl ayrıca Aşkî’nin derslerde Fuzuli’den sık sık dizeler okuduğunu ve ‘yaman buluşlara, nüktelere sahip’ arif bir kişilik olduğunu söylemektedir. Kafa Kâğıdı’nda da benzer bilgiler veren Necip Fazıl ondan ‘İbrahim Aşkî… Bundan birkaç yıl önce belki 100 yaşlarında ve hiç ayrılmadığı Heybeliada’da ölen Tatar asıllı bu adam, dar bir muhitin tanıdığı ve kıymetler borsasının ismini kaydetmediği, ‘Şöhret âfettir’ sırrına ermiş bir adam…’ şeklinde söz eder.

 

Böylece karşımıza tasavvufi birikimi de olan, hem müspet ilimler, hem de sosyal ilimler alanında çok iyi yetişmiş bir Aşkî portresi çıkar.

 

Birtakım kaynaklar Aşkî’yi ‘Cumhuriyet dönemi gelinceye kadar ki süreçte tenkide yönelen bazı isimlerden biri’ olarak anar. Aşkî’nin bu alanda isminin anılması Fuzuli Hakkında Bir İki Söz adlı eserine dayanır olmalıdır. Fakat bu eserin asıl önemi Aşkî’nin tasavvufa, özellikle tasavvufi edebiyatın önemli bir temsilcisi olarak gördüğü Fuzuli’ye ve Mevlevi şair Şeyh Galib’e dair görüşlerini bütün açıklığıyla ortaya koyuyor olmasıdır.

 

Fuzuli Hakkında Bir İki Söz dikkatle incelendiğinde Necip Fazıl’ın tasavvufi edebiyata dair ilk bilgi ve izlenimleri Aşkî’den devşirdiği sezilebilir. Eserlerine serpiştirdiği eski Türk edebiyatı veya tasavvufi Türk edebiyatına dair görüşlerinin köklerini bu eserde aramak hiç de yersiz olmayacaktır. Necip Fazıl’ın her zaman edebi değerlerini vurguladığı ve saygıyla andığı eski Türk edebiyatına ait isimler, hemen hemen Aşkî’nin Fuzuli’ye dair eserinde geçen isimlerdir. Dolayısıyla Necip Fazıl’ın Bahriye Mektebinde edebiyat hocası olan İbrahim Aşkî’den etkilendiği çok açıktır.

 

Necip Fazıl’da ilk tasavvufa yönelişin –Necip Fazıl’ın deyimiyle ‘deri üstü deri bir satıh planında da olsa ilk temas’ın- Abdülhakim Arvasî ile tanışmadan önce İbrahim Aşkî kanalıyla gerçekleştiğini rahatlıkla söyleyebiliriz. Hocasının okuması için verdiği tasavvufi eserlerin ona hem sanat hem de düşünce dünyası bakımından bir ufuk açtığı görülebilir. Belki Necip Fazıl, Arvasî’ye bu kanaldan ulaşmıştır da denebilir.

 

Aşkî’nin düşünce dünyasına adını andığımız eseri aracılığıyla biraz daha yakından bakacak olursak onun Ehl-i Sünnet doğrultusundaki tasavvuf anlayışına sahip bir edebiyat öğretmeni olduğunu görürüz. Ehl-i Beyt muhabbeti ve bağlılığının Sünni çerçevede yer aldığını, bunun bir Şiilik sayılsa bile sakıncalı bir Şiilik olmadığını; yalnız Hazreti Ali’ye ilahlık isnat eden veya onu peygamber kabul eden görüşlerin sakıncalı olabileceğini belirtir. Bu hususta söyledikleri ilgi çekicidir: Aslında ‘Hanedan-ı Nübüvvet’e bağlı olan ve aşırı muhabbet duyanlar hiçbir şekilde ‘firak-ı dalle’den sayılmamaktır. Ehl-i Beyt muhibbi çevrelerle Sünni çevreler arasında tarih içinde ‘adavet derecesinde bir bürudet’ meydana gelmiştir, bunun sebebi de siyasidir. Bu ‘bürudet’, Ehl-i Beyt muhibbi olan Fuzuli, Hafız, Sadi, İbnü’l-Farız gibi din ulularının söz ve işlerine, hal ve hareketlerine, nasihat ve hikmetlerine tâbi olmakla ortadan kalkabilir.

 

Hazreti Muhammed’in adını andığında mutlaka salât cümlesini yazmaya özen gösteren Aşkî, tasavvuf önderlerinden her saygı ve dua ifadeleriyle söz eder. Aşkî, müteşerri bir tasavvuf anlayışına bağlı görünüyor.

 

Tasavvufu İslam dininin özü, gayesi ve meyvesi olarak gören Aşkî, ağırlıklı olarak Fuzuli, Yavuz Sultan Selim ile Nesimi, Şeyh Galib gibi son ikisi tamamen sufi şairler kadrosunda yer alan şairlerden aldığı şiir örneklerini şerh ederek, edebi-tasavvufi açıdan nasıl yaklaşılacağının somut örneğini verir. Bu da onun sufi meşrep bir edebiyat öğretmeni ve edebi birikime sahip bir düşünür olduğunu gösterir.

 

Fuzuli’nin tasavvufi yönüyle ilgili olarak Aşkî özellikle üç eserini öne alır. Bunlar Leyla ve Mecnun, Beng ü Bâde ve Sâki-nâme’dir. Aşkî’ye göre ilk eser ezeli güzellik ile ezeli aşk hikâyesidir ve mecaz suretinde gerçekten söz eder. İkinci eser, ilahi aşk ve ilahi ilim üzere düzenlenmiştir. Bu sebeple âşık ve âlim olmayanlara hikmetsiz ve tatsız gelir. Farsça Sâki-name ise hakikat ve marifet yoluna sülûku, yani Hak yolunda mesafe alıp Hakk’a ulaşmayı tarif eden bir eserdir.

 

Özetlemeye çalıştığımız bu görüşleriyle Aşkî’nin Necip Fazıl’ın düşünce yapısı üzerindeki etkilerini ölçebiliriz. Öncelikle Necip Fazıl, Ehl-i Sünnet hassasiyetiyle Arvasî’den önce Aşki aracılığıyla tanışmıştır. Yanı sıra Ehl-i Beyt sevgisini de yine Aşkî aracılığıyla güçlendirmiş; hatta İlim Beldesinin Kapısı Hazreti Ali adlı eserinin ilhamını ondan almış olmalıdır. Necip Fazıl’ın Hz. Ali’yle ilgili eserinde dile getirdiği görüşleriyle Aşkî’nin burada özetle verdiğimiz Ehl-i Beyt hakkındaki görüşlerinin karşılaştırılması bize bu hususta önemli ipuçları sağlayabilir gözüküyor. Bu bapta sadece Şii (veya Alevi) ve Sünni çevrelerin bir tür uzlaşmasını teklif eden Aşkî gibi Necip Fazıl’ın da eserinde benzer bir tavrı ortaya koyduğunu vurgulamakla yetinelim. Yine Aşkî’de rastladığımız tasavvufun dinin özü olduğu yolundaki görüşe öğrencisi Necip Fazıl’da da sıkça rastlamaktadır. Necip Fazıl’ın Batı Tefekkürü ve İslam Tasavvufu adlı eserinin tasavvufla ilgili bölümünün özünü neredeyse tümüyle bu görüş oluşturur. Necip Fazıl’ın bu hususta öncelikle Aşkî’nin derslerinden etkilendiğini düşünebiliriz. Aşkî’nin üzerinde durduğu konulardan biri de tasavvufun Yeni Eflatuncu anlayıştan ve İskenderiye Mektebinin ortaya koyduğu felsefeden ibaret olup olmadığı konusudur. Aşkî, tasavvufun menşei konusunda Rıza Tevfik’in bu yolda söyledikleri sebebiyle genişçe durur. Sürekli gündemde olan bir konu olarak bu hususun o zamanlar da tartışılması olması tabiîdir. Aşkî bu iddiaların kaynağının ‘bazı Avrupa ve Amerika filozoflarının ihtiyat ve ihtimal ifade eden mütalaaları’ olduğunu, ‘Türk mizacına, mümin ve muvahhit inancına zıt olan bu batıl düşüncenin Rıza Tevfik tarafından üretilmediğini, bu düşüncenin, onun ancak gayrı meşru çocuğu olabileceğini’ söyler. Necip Fazıl’ın hocasıyla ortak yaklaşımlarından biri de bu alandadır. O da İslam Tasavvufu’nda bu hususta benzer şeyler söyler. Ayrıca Necip Fazıl’ın din ulularına karşı takındığı edep tavrını da Arvasî’den önce Aşkî’nin etkisiyle özümsediği söylenebilir.

 

Hemen vurgulayalım ki, Arvasi’nin Necip Fazıl üzerindeki etkisi çok daha kalıcı ve köklü olmuştur elbette. Ama daha Arvasî ile tanışmadan önce de Necip Fazıl’ın tasavvufi bir birikime sahip olduğunu, Arvasî ile tanışmasından sonra aynı doğrultudaki bu iki kaynağının onun tasavvuf anlayışını biçimlendirdiğini de cesaretle söyleyebiliriz.

 

Kısacası Necip Fazıl’ın düşünce dünyasının köklerine inebilmek ve tasavvufi yöneliminin sırlarına vakıf olabilmek için Abdülhakim Arvasî’nin yanı sıra İbrahim Aşkî’nin de gözden ırak tutulmaması gerektiğini, bu ismin Necip Fazıl’ın düşüncesinin yoğrulmasında önemli katkıları olduğunu vurgulamak istiyoruz.

 

 

Aşkî-Necip Fazıl İlişkisi Hakkında Kaynaklar

 

Necip Fazıl’ın yukarıda andığımız iki eserinin dışında biyografi kaynaklarında Aşkî’yi bulmak mümkün değildir. Aşkî hakkında ayrıntısız biyografik bilgi Fahri Çoker’in Deniz Harp Okulumuz 1773 (Deniz Kuvvetleri Komutanlığı Karargâh Basımevi, Ankara 1994, s. II-42-II-43) künyeli eserinde bulunuyor. Buradaki bir bilgi yanlışı ise Ali Birinci’nin Hürriyet ve İtilâf Fırkası adlı eserinde düzeltiliyor. Aşkî’nin düşüncelerini derlediğimiz (ve metnini yayına hazırladığımız) eseri ise Fuzûlî Hakkında Bir İki Söz (Ali Şükrî Matbaası, Dersaadet 1338/1922, 47 s.) künyeli Osmanlıca matbu bir risaledir. Aşkî’nin diğer eserleri içinse Eski Harfli Türkçe Basma Eserler Bibliyografyası (Arap, Ermeni ve Yunan Alfabeleriyle) 1584-1986 künyeli Millî Kütüphane yayını CD’ye bakılmalıdır. Aşkî’nin ‘Türk şiir eleştirisi tarihi’ açısından önemine dair bilgiye ise internet ortamında Can Siirt’in “Şiir Tenkidi Tarihine Kısa Bir Bakış I” başlıklı makalesinde rastladık

 

 

(Hece Dergisi Özel Sayısı: ‘Düşünce, Tarih ve Bir Coğrafya Tasarımı Olarak Büyük Doğu ve Necip Fazıl Kısakürek’)

Share this post


Link to post
Share on other sites

Bakın Üstadın hocaları denmiş, Yahya Kemal denmiş, Bahriye denmiş; yeri gelmiş, bu başlık altında da linkini verelim o hatıranın: Lö Sid

 

Aşkî hoca Üstad üzerinde tesir sahibi olmuştur fakat bu tesir kâlde kalmıştır. Üstadın 1920'lerde yazdığı ve daha sonra aşağıladığı bazı tasavvufî şiir denemeleri olmuştur. Yani üstadın tasavvuf konusunda sathî bir bilgisi vardır, kavanozu dışarıdan yalamaktadır üstad o devirlerde fakat Aşkî hocanın, Üstadın hayat görüşünü şekillendirebilecek, onu hâl ile de yönlendirebilecek bir tesiri olduğundan bahis de pek mümkün değil sanki, çünkü Üstadın Abdulhakim Efendi Hz. ile buluşana kadar yaşadığı hayatın ne kadar tasavvufî ve İslamî özellik gösterdiği ve onun İslam ve tasavvuf davasını ne ölçüde taşıdığı malum. Üstad o devirde kendini aramaktadır, klasik bir bohemin adi zevk sevdasıyla hareket etmemiş de olsa yaşadığı hayat bir bohem hayatıdır ve şiiri de, onun arayışını ve zihnî buhranlar arasında nereden nereye savrulduğunu gösterir şekilde, malumata dayanan, bazen satıhı aşamayan tasavvufî denemeler ile kadın bacakları kutupları arasında, farklı limanlara da sık sık uğrayarak gidip gelmektedir. Bu ilk şiirlerinden bile onun ne kadar istidatlı ve bu karmaşa içerisinde dahi ne kadar kabiliyetli olduğunu görmek mümkündür. Velhasıl onun gibi bir dahiyi çekmiş olduğu buhranlardan kurtararak İslamiyet'e, bize hediye eden ve fikir çilesinin zihnî yönünü hataratla, yani imanın kemalinin bir ispatıyla sınırlayan Allah'a ne kadar şükretsek azdır. Ayrıca kâl'de kalmış da olsa onun kalbini tasavvufa, İslam'a hazırladığı için İbrahim Aşkî'ye de Fatihalar gönderme mecburiyetimiz var di mi? Hadi bakalım bi Fatiha okumadan geçmeyin bi alt paragrafa.

 

 

 

Heh, afferin, ağzınıza sağlık. Evet devam ediyoruz.

 

Bi de yazıda vurgulanan ve Üstadın İbrahim Aşkî Bey'dan etkilendiğine delil olarak gösterilen düşünceler Abdülhakim Arvasi hazretlerinin de görüşleriyle aynı paralelde...

 

Aşki bey yazıda da vurgulandığı şekilde üstad üzerinde tesir sahibidir ve üstad onu pek sevmektedir dedik, sonra da bu tesirin şekillendirme noktasında pek kayda değer olmadığını, malumat özelliği gösterdiğini ve gelecek için bir temel hazırladığını söyledik. Meseleyi getirmek istediğim şey şurası şimdi (alakaya maydonoz demek için hazırlayınız dudaklarınızı): İbrahim Aşkî'nin matbu bir eserini temin etmek mümkün müdür acaba? Var mıdır basanı dağıtanı? Varsa arayalım, alalım okuyalım, nasiplenelim inşallah.

Share this post


Link to post
Share on other sites

Efendim, Üstadın, bir kaç risalecikten başka hiçbir şey neşretmemiş, dediği İbrahim Aşkî'nin "Fuzuli Hakkında Bir İki Söz" isimli risalesi şurada satışa sunulmuş. Biz de bilgilerinize sunalım.

Share this post


Link to post
Share on other sites

Efendim Allah razı olsun, çok teşekkür ediyorum; zahmet verdik.. Linke baktım fakat Osmanlıca bir risale olduğu yazıyordu orada. Sebebi bende kalsın, mecburî bir cehaletten dolayı bize kısmet değil demek ki. Halbuki onun yeni harflerle basılmış bir versiyonunu bulabilseydik, hastası olduğumuz Hazret-i Fuzulî hakkında, divanesi olduğumuz Üstad'ımızın kıymet verdiği muhterem hocasının neler yazdığına bakabilme fırsatımız doğacaktı. Nasip diyelim.

 

Ben de hazretin tercüme ettiği bir kitabı Üniversite Kütüphanesinde buldum şu anda. Okullar açıldığında hatırlarsak kitabı alalım, PC ortamına aktaralım ve site sakinleriyle de paylaşalım inşallah (buradan 'lütfen hatırlatınız' manasını çıkarabilirsiniz). Hoş el emeği göz nuruyla hazırlayıp büyük bir şevk ile yolladığımız e-kitaplar ne kadar itibar görüyor, o da tartışılır fakat biz yine üzerimize düşeni yapalım...

Share this post


Link to post
Share on other sites
O sıralarda, bir mecmuanın tefrika ettiği (Erenlerin Bağından) münasebetiyle Yakup Kadri için de demişti ki:

- Bağına girmiş amma üzümünü yiyememiş!..

 

 

Aklımıza gelmişken, "O ve Ben"'deki "Üstadlar" bölümünü aşağıya ekleyelim.

 

......................................

 

 

ÜSTÂDLAR

 

 

Bırgün «İkdam» gazetesine gidip Yakup Kadri'yi gördüm. Henuz Anadolu'ya geçmemiş ve Ankara'ya taşınmamıştır. «İkdam» gazetesinde «Tahlil ve Terkip» başlığı altında yazılar kaleme almaktadır.

 

Yakup Kadri, üslûbu ve «Edebiyat-ı Cedide» budalalarına nispetle zengin dünyasiyle, Bahriye Mektebinden beri ruhumu çekenlerden... Hususiyle onun «Erenlerin Bağından» isimli nesirlerine günlerce abandığım olmuştu. Bir gün de onun için edebiyat muallimimiz, tasavvufçu İbrahim Aşkî Bey:

 

- Erenlerin bağına girmiş ama üzümünü yiyememiş...

 

Demişti. Kaydetmiştim.

 

Bugün, üzümünü yiyememek şöyle dursun, erenlerin bağına girmiş olmasını da kabul edemeyeceğim, bu kabuk üstü derin adam, o zamanlar bana, kalem ve fikir haysiyetinin ve iç murakabeye sahip muharririn ta kendisi gibi görünmüştü. Sahte büyüleri çözülüp, çehrelerinin olanca sığlık ve kabalığiyle meydana çıkan ve bütün sihrini kendinden değil, bizim ruh püsküllümüzden aldığı belli olan kadın misaline denk, Yakup Kadri, benim gözümde, boyaları dökülmüş bir ahşap maddedir...

Share this post


Link to post
Share on other sites

Üstad'ın, hocalarından olan İbrahim Aşkî bey ile ilgili bir hâtırası ve mevzu üzerine getirdiği mütalaalar:

 

Bundan 60 yıl kadar önceydi. Bahriye Mektebinde, henüz bulûğa ermemiş bir talebeydim. Edebiyat hocamız, münasebetini bulup sakal ve bıyıktan bahsetmeye başlamıştı. Muzip bir arkadaş sormuştu:

- Hocam; insan bıyığını keser de sakalını koyuverirse ne olur?

Hoca; yakınlarda ve doksanını aşgın çağda ölen ve bana ilk tasavvuf zevkini veren İbrahim Aşkî Bey şu cevabı vermişti:

- Kuyruğunu da beraber bırakması lâzımgelir!

İşte, günümüzde, bir nevî, gerçek sakal düşmanı sakallılarla, şakaklarından sakal kanalizasyonuna yol açan favorililer, top saçlılar, şunlar, bunlar; beraber koyuverdikleri kuyruklarını pantalonlarının arkasına gömmüş zavallı yaratıklar...

Bakıyorsunuz, vapur biletçisi favorili ve top saçlı; banka müdürü öyle, hamal öyle, memur öyle, öğrenci öyle, öğretmen öyle, mübaşir öyle, avukat öyle; hattâ inanır mısınız, polis öyle, dilenci öyle, Bakan öyle, Millet Vekili öyle... İhtiyarlar bile, başı boş gençlere mahsus sandığımız, kılıkta tecelli edici bu ruh ihtilâlinin dışında değil... Ellisinde, altmışında ihtiyarların bu sefil özentisi, takma dişli bir kokanadaki mini etek kadar iğrenç... Öyle bir kapılış ki, eğer vergiye tâbi tutulsa bütçe açığını kapatabilir.

Favoriye, saçın sakala doğru basit bir uzanışı deyip geçmeyin; bu uzanışta boşlukta sarkan istinatsız ve hedefsiz ruhların, örf ve âdet, (klâsik) şekil ve sabit ifade gibi içtimaî kıymet hükümlerine karşı isyanı ve muvazenesini kaybetmiş bir cemiyetin işareti yatıyor.

Bugünün gençliğinde favori, sahte sakal ve top saç, eski zamanların külhanbeyi modeli yumurta ökçe, bol paça ve limon kabuğu fes gibi, cemiyete karşı (sembolik) bir isyan tuğrasıdır.

(11 Nisan 1978)

(Çerçeve 5'ten)

Share this post


Link to post
Share on other sites

Join the conversation

You can post now and register later. If you have an account, sign in now to post with your account.
Note: Your post will require moderator approval before it will be visible.

Guest
Reply to this topic...

×   Pasted as rich text.   Paste as plain text instead

  Only 75 emoji are allowed.

×   Your link has been automatically embedded.   Display as a link instead

×   Your previous content has been restored.   Clear editor

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

Loading...
Sign in to follow this  

×
×
  • Create New...