Jump to content
Necip Fazıl Kısakürek [N-F-K.com Forum]
ToKSiN

Bir Yalnızlık Gecesinin Vehimleri

Recommended Posts

BİR YALNIZLIK GECESİNİN VEHİMLERİ

………………………..

"Büyükbabam gözümün önünde öldü. Yorganın altından fırlamış, yeşile çalan sarı renkte kupkuru bir ayak... Buruşuk bir yorgan... Arkasına yastıklar doldurulan hasta, yatağa yarı oturmuş vaziyette, baygın gözleriyle uzak, göz alabildiğine uzak bir âleme dalmış...

Tam bu vaziyette, enseye incecik bir iplikle bağlı gibi duran kafanın göğse düşüşü...

Ne o? Gayet ufak bir hâdise!... Bir baş göğüse düştü... Bu adam öldü mü? Bu adam yok mu artık?

Nasıl olur? Ömrü buna göre ne hâdiselerle dolu olan bu adamın bu kadar ufak bir hareketle içimizden büsbütün gittiğine, yok olduğuna nasıl inanırız?

Mümkün değil, çıldırırız, yine inanmayız. Halbuki çıldırmayız. O halde inanır mıyız? İnanmayız da... Hattâ öyle anlarımız olur ki, "bak bak, deriz; şimdi, şimdi kapı açılacak ve büyükbabam içeriye girecek sanıyorum!" İnanmayız da, onsuz yaşamaya nasıl razı oluruz? Razı da olmayız. Herşeye rağmen onsuz yaşamaya alışmamak elimizde değildir. Ah, alışmak!... Hislerimizin şimşeğini bir saniyenin ummânında bir katre kadar yaşatıp yutan dipsiz uçurum...

 

• • •

 

Bu şeylerin üstünden yıllar geçtikten sonra o kadar korktuğum bu evde, yapayalnız, bir gece geçirdim. Yapayalnız bir gece, o kadar korktuğum bu evde... Eski uğultulu âlem sanki bacalardan ve pencerelerden süzülüp gitmişti. Ölenlerle kalanların birbirinden farkı yoktu. Mademki biri yaşadığı halde yok olabiliyordu, öbürü de yok olduğu halde yaşayabilirdi.

O gece hayâlimde sağlarla ölülerin birindeki varlık, ötekindeki yokluk esasları öyle bir birleşmişti ki, ateşi kırk dereceyi geçen bir hastanın vehim dediğimiz ölçüsüz hassasiyetiyle, ölüleri dirilerden daha mükemmel ve tam bir fiilin şartları içinde yaşıyor farzettim.

Odamın kapısını, küçüklüğümden kalma tabiî bir sevkle sımsıkı kapamış ve eski bir konsol üzerinde duran altı mumlu iki şamdanın bütün mumlarını yakmıştım. Odanın bir köşesinde bir koltuğa gömülmüş, düşünüyordum. Derin bir suda yüzerken bir anda altında kaç kulaç su bulunduğunu düşünüp bütün kuvvet ve cesaretini kaybeden bir yüzücü gibi, o anda benden başka içinde kimse bulunmayan yirmi odalı evi düşünüyor ve korkup korkmadığımı kendime soramıyordum. Ta karşımdaki duvarda, kızkardeşimin ufak bir fotoğrafıyla, büyük babamın adam boyu, yağlı boya bir resmi vardı. İki ölünün resimleri...

Gözlerim resimlerden mâziye aktı. Kızkardeşim elinde hafifçe ısırılmış bir elmayla yanıma geldi ve bir ayağını arkaya, bir elini omuzuma atarak yalvarmaya başladı: - Kuzum ağabeyciğim, büyükbabamın sana verdiği bir lirayı ver de, sana bu elmayı vereyim. Biraz ısırdım amma ziyânı yok..

 

• • •

 

Büyükbabamın ölüsünü hamama koymuşlardı. İşte halamın oğluyla beraber ölüyü görmek için bahçeye çıktık ve hamamın yüksek penceresine bir merdiven dayayarak içeriye göz attık. Çocuk merakı... Büyükbabam, teneşirde upuzun yatıyordu. Göz açıp kapayıncaya kadar baktığım ölüden bana çarpan şey, yalnız sakalları; sapsarı derisinin üstünde tane tane yapıştırılmış gibi duran seyrek ve beyaz sakalı oldu. Ölü bir tenden fışkıran, kurumuş otlar gibi ölü ve kıvırcık teller... Yıllar önce ölmüş bir insanın toprak altında çürümüş eczasını birleştiren muhayyilem, onu diriltti de... Birden sezdim ki, oturduğum oda büyükbabamın sağlığında hiç çıkmadığı, işte tam şu karşıki kanepede Fuzulî Divanını okuduğu oda... Büyükbabam köşesinde, Fuzulî Divanını okuyor... Aman Allahım, o sakal, o sakal... Seyrek, beyaz, kıvırcık... Gözlerinde gözlüğü... Kitabın, kenarları yenmiş siyah kabında tırnaklarının çizgisine kadar tanıdığım uzun, ince, fildişi gibi solgun parmakları duruyor. Elbisesi, ayakkabıları, o, o, Büyükbabam... Bir anda tam ve katı bir hakikât elbisesine bürünmüş zehirli bir duygu, tıpkı çukuruna giren bir bilye gibi beynime oturdu ve kulağıma şöyle fısıldadı:

- Kim demiş sanki, ölüler yaşamıyor? Şu anda sen Büyükbabanı ta karşında görmüyor musun? Yaşasaydı nasıl görecektin? Yine böyle, değil mi? O zaman belki biraz daha açık, daha tabiî, varlığına daha inanmış olarak görecektin! Mâdemki şimdi onu müphem de, bulanık da olsa yine görebiliyorsun, bu görüşün biraz daha tekâmül ettiğini farzet! Biraz daha tekâmül, biraz daha tekâmül... Tekâmülün hududu var mıdır? Boyuna tekâmül... Ne oldu? Büyükbaban bütün varlığıyla karşında, değil mi? Karşındaki vücuda inanıyorsun! Şimdi kalk ayağa, yürü Büyükbabana doğru! Yaklaş, uzat parmağını! Gözlerin öyle ayân görüyor ki, parmağını uzattığın zaman bir cisme değeceğinden eminsin! Dur şimdi, sakın bu emniyet hissini kaybetme; bu hissin üzerinde dur! Tekâmül, biraz daha tekâmül... Tekâmülün hududu yoktur. İşte elin bir maddeye değdi. Büyükbabanın ellerini tuttun! Sesini duymaya gelince, onun sesi çoktan beri kulağında... Dinle, sana ismini söylüyor! Kulak ver, buldun mu o sesin âhengini? Hiç kaçırma! Bu duygunun üzerinde ısrar et! Tekâmül... Ve işte konuşmağa başladın. Onunla konuşuyorsun! Görüyor, dokunuyor ve işitiyorsun! Demek ki, Büyükbaban yaşıyor. Bu kadar açık gördüğün, ellerini avucunda tuttuğun ve sesini beyninde dinlediğin bir vücut var değilse, o halde hiçbir şey var değil.. Bana var olan bir şey göster! Meselâ şu masa... Ben diyorum ki, masa yoktur! Gözünle görüyorsun, değil mi? Gözünle gördüğün şeyin o olduğunu ne biliyorsun? Çünkü elinle de dokunuyor, vurduğun zaman sesini kulağınla da duyuyorsun! Beş duygunla birden onun varlığını kaydediyorsun. Halbuki tutmak ayrı, görmek ayrı... Tuttuğun şeyi nasıl görebilirsin? Duymak ayrı, tutmak ayrı... Duyduğun şeyi nasıl tutabilirsin?

Bütün bu anlayış vâsıtaları, birbirini kontrol etmek hakkına mâlik değil... Hepsi kendi cinslerinden bir vâsıtayla ayrı ayrı kontrole muhtaç... Beş duygumuzun müşterek ve tek bir duygu halinde, bir varlığın künhüne yalnızca varabilen bir altıncısı nerede?

Farzet ki, gözün kör, kulağın sağır, uzviyetin de, donmuş bir parmak gibi dokunduğu yerin temasını hissetmeyecek kadar uyuşuk... Şimdi senin için dünya boşluk gibi bir şeydir. Fezanın ta kendisidir. Yere basmıyorsun, çünkü ayakların duymuyor. Gözün görmüyor ve kulağın işitmiyor. Havada yürür gibi yürü! Önüne bir duvar geldi. Çarp!... Ne malûm çarptığın? Çarptığını duymayacaksın ki, duvar yoluna engel olabilsin. Sen kendini yürür farzettikten sonra yürümediğini sana kim ispat edecek? Yere düştün! Ne malûm? Sen kendini, yerde yattığın halde bile göğe doğru bir yol istikâmetinde yürüyor bildikten sonra... Hissediyor musun? Bak, bir kaç duygunun iptaliyle kâinat ne hale giriyor? Fizik varlıklar nasıl hacimsiz bir satha ve sonra satıhsız bir fezaya doğru gidiyor? Hani bunların hepsi vardı? Birkaç hissimiz iptâl edilir edilmez nereye gittiler? O hâlde yok, değil mi, hiçbir şey yok... İster öyle diyelim, ister herşey var diyelim. Herhalde herşey var diyelim. Gözümüzün görmeyeceği ve kulağımızın duymayacağı şekilsiz vücutlar ve vücutsuz şekiller var... Bilhassa ölüler ve mâzi var... Hassasiyetimiz bir kere tabiînin üstüne çıkınca bizim için yepyeni bir âlem başlayacaktır. Girelim o âleme! Orada kaçırılmış bütün ânlarımızı, mazimizi ve ölülerimizi bulacağız. Sağır bir odaya kapandığımız zaman dışarıda uğuldayan şehirden ne kadar eminsek, ölülerimize de o kadar inanalım! İçinden bir kere geçip, bir daha görmediğimiz bir sokakla, bir ölünün farkı ne? O sokağı görmediğimiz ve bir daha görmeyeceğimiz halde yerinde sanıyoruz da, ölülerimizi, belki göreceğimiz halde yok biliyoruz. Bir inanış farkı...

Ölüler yaşıyor, ânlar yaşıyor; bütün hisler, fikirler, heyecanlar fezada, aklın gidemeyeceği kadar uzak ve başka bir iklimde ve muallâkta, dumandan buz haline geçmiş billûr ve sivri kayalıklar şeklinde yaşıyor, herşey yaşıyor..."

  • Like 1

Share this post


Link to post
Share on other sites

S.A.

 

Evet arkadaşlar gerçekten çok güzel bir bölüm. Baştan sona okumanızı tavsiye ederim.

 

Bu eserin hoşuma gitmesinin sebebi beni yansıtması.(üstadın diğer eserlerinde de bunu çok yaşadım) Ben de dedemi kaybettiğimde buna benzer şeyler yaşadım ama tabi ki bunu anlatamadım kimseye. Hep aklımın ücra bir köiesinde kaldı. Dışarıya vurulmayı bekleyerek...

 

Üstad hep yaşadıklarımı anlatıyor sanki. Hep bizi anlatıyor. Onu okuyarak kazanacak çok şeyim olduğuna inanıyorum. Edebi açıdan belki benim gibi bir adam Üstad'dan birşey kazanamaz ama gerçekten üstadı okumak ayrı bir huzur veriyor.

 

Hem de daha yolun başındayım.Hiçbir eserini tam okumdım. İnşallah o günlerde gelecek...

 

Selametle...

  • Like 1

Share this post


Link to post
Share on other sites

Selamlar,

 

Üstadın, Hikayelerim isimli eserinde, en çok beğendiğim hikayelerinden birisi de buydu. Bir hikayede duyguların bu kadar net ve açık olarak vurgulanabilmesi her babayiğidin harcı değildir. Durum hikayesi denen ve ressamlıktan öteye geçemeyen bir dalda dahi Üstad, ruhun ressamlığını başarıyla uygulamıştır.

 

Arada sırada, canınız sıkıldığında, fakat fazla bir vakte sahip olmadığınızda birer birer okumanızı tavsiye edebileceğim hikâyelerin toplandığı, Üstad'ın tüm eserlerinde olduğu gibi edebi ve manevî değeri yüksek bir eser...

 

Saygı ve selamlarımla

Share this post


Link to post
Share on other sites
Tam bu vaziyette, enseye incecik bir iplikle bağlı gibi duran kafanın göğse düşüşü...

Ne o? Gayet ufak bir hâdise!... Bir baş göğüse düştü... Bu adam öldü mü? Bu adam yok mu artık?

Nasıl olur? Ömrü buna göre ne hâdiselerle dolu olan bu adamın bu kadar ufak bir hareketle içimizden büsbütün gittiğine, yok olduğuna nasıl inanırız?

Mümkün değil, çıldırırız, yine inanmayız. Halbuki çıldırmayız. O halde inanır mıyız? İnanmayız da... Hattâ öyle anlarımız olur ki, "bak bak, deriz; şimdi, şimdi kapı açılacak ve büyükbabam içeriye girecek sanıyorum!" İnanmayız da, onsuz yaşamaya nasıl razı oluruz? Razı da olmayız. Herşeye rağmen onsuz yaşamaya alışmamak elimizde değildir. Ah, alışmak!... Hislerimizin şimşeğini bir saniyenin ummânında bir katre kadar yaşatıp yutan dipsiz uçurum...

 

Anlatımı, ifade tarzı harika. Yapılan tespitler hakkında tartışmak zaten gereksiz. Ölüme razı olmayız ama alışırız. Ne kadar harika bir paragraf...

Share this post


Link to post
Share on other sites

S.A

 

kardeşlerim Allah(c.c.) Üstadımıza şiirde olduğu gibi düz yazı da da büyük bir kabiliyet vermiştir..bütün hikayeleri okunması gerekir zira her sayfasında bize kazandıracağı şeyler var..

 

selam ve dua ile...

Share this post


Link to post
Share on other sites

hikayesini ilk defa okuyorum valla : ) baya etkilendim şiirleri gibi hikaysi de mükemmel kitaplarının çoğu bende yok gidip bugün hikayelerine bakayım : )

Share this post


Link to post
Share on other sites

gerçekten mükemmel demeli böylesi tasvirlere ve yoğunluğa

ve tabi en yalın haliyle anlatılan ölüm

selam ve dua ile....

Share this post


Link to post
Share on other sites

felsefe dersinde varlık yokluk konuşmaları oluyordu.. izlediğimiz belgeselde adam "bir şeyin var olup olmadığını nasıl ispatlarsınız,beş duyu organınız olmadan..." üstadın yaptığı açıklamalar gibi başladı anlatmaya..önce herkes afallamaya başladı.. :) bunlardan biri de bendim.. anlattıkları aklıma her ne kadar yattıysa da eksiklik hissettim. sorgulamaya başlayınca da allah bullak oldum.hikaye eksikliği doldurdu.. Allah razı olsun..

Share this post


Link to post
Share on other sites

bu hisleri bizzat yaşadığında ne güzel bir şiir yazmış;

 

...

 

Yokluk, sen de yoksun, bir var bir yoksun!

İnsanoğlu kendi varından yoksun...

Gelsin beni yokluk akrebi soksun!

Bir zehir ki, hayat özü faniye...

Share this post


Link to post
Share on other sites

ve belkide bizi üstada bağlayan bir mevzuda anlatılan hikayedeki üstadın "ruh ressamlığı" konusundaki sanatkarlığı olsa gerek. kendi kendimizi bile kendimize anlatamadığımız ama kendimizi üstadın yakıcı ifadelerinde bulduğumuz bir diğer şaheser hikayesi. Alın size hikaye, alın size sanatçıyı bulduran bir eser..Ve alın size aslen sağ eli ile yazıp da bir an için sol eline kalemi alıp bişeler karalayan birinin yazısı kalitesizliğinde hikayeler yazanlar...

Share this post


Link to post
Share on other sites

Allah; Üstadımızdan razı olsun. Mücerredi bu nevi müşahhaslaştıran bir deha örneğini bize nasip eden Allah'a da sonsuz şükürler olsun. Üstadı anlamak ve onun fikir boyutuna erişmek; aklı başında bir insan için bir ideal olsa gerek. ne mutlu bunu görev addeden faniye...

Share this post


Link to post
Share on other sites

YAZIYI OKURKEN MAZİYE GİTTİM BENİM İÇİNDE DEDEM EN KIYMETLİMDİ.. BENDE ÇOK YOĞUN DUYGULAR YAŞADIM ÜSTAD DİLE GETİRMEYİ BECEREMEDİKLERİMİ SÖYLEMİŞ ADETA DEDESİNİ BU KADAR ÇOK SEVDİĞİ İÇİNDE ÜSTADA OLAN SEVGİM BİR KAT DAHA ARTTI

Share this post


Link to post
Share on other sites

benim de kendimi gördüğüm yazısından biri. büyükbabamın ölümü canlandı gözümde. büyükbabamın hayatımda büyük yeri vardır az zaman paylaşmamıza rağmen. az ve öz yaşadık onunla (ALLAH RAZI OLSUN) ölümünün ardından günlerce ahirete intikaline inanamamakta güçlük çektim.

aslında ölümü bütün aileyi sarsmıştı, çünkü sevilen biriydi. o zaman ben 8, kardeşim 5 yaşındaydı. ölümünün ardından kardeşimle babam ziyarete gitmişler, kardeşim mezara ööylece bakmış ve babama: nerde dedemin penceresi? demiş

çocuk aklıyla demekki ölüyü 'pencereden' izleyebileceğini düşündü.

vel hasıl sevdiğin insanın ölümü bu denli derin iz bırakıyor kalbinde. üstad her zamanki üslubuyla derince anlatmış duygularını...

Share this post


Link to post
Share on other sites

Join the conversation

You can post now and register later. If you have an account, sign in now to post with your account.
Note: Your post will require moderator approval before it will be visible.

Guest
Reply to this topic...

×   Pasted as rich text.   Paste as plain text instead

  Only 75 emoji are allowed.

×   Your link has been automatically embedded.   Display as a link instead

×   Your previous content has been restored.   Clear editor

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

Loading...

×
×
  • Create New...