Jump to content
Necip Fazıl Kısakürek [N-F-K.com Forum]
Sign in to follow this  
Muvazene

Üstad Ve Adnan Menderes

Recommended Posts

Bu başlık altında Üstad’ın, Adnan Menderes’in ruh iklimine ve devrinin siyasi sahasına en ince noktalarına nüfuz eden bir laboratuar tahlili çapındaki "Benim Gözümde Menderes" isimli eserinden yapacağımız iktibaslar ile bir devrin, bir devlet adamının, Türkiye’nin yakın tarihinin bir panoramasını sunacağız ve bütün bunların üzerinde tek tek dolaşan Üstad’ın fikriyatını paylaşacağız. Üstad’ın bâtıl yerine hakkı savunacak bir şahsiyetten pırıltılar gördüğü, devlet yönetiminde hakka doğru bir istikamet sağlayabilmesi için elinden geleni yaptığı, çevresini saran ve mizacı itibariyle de dik ve sabit bir duruş sergileyemeyen, dostunu düşmanından ayıramayan, eğrisiyle, doğrusuyla Üstad tarafından kişiliği, icraatleri tahlil ve tetkik edilen Menderes’le olan münasebetinden ve ince bir tahlile tabi tuttuğu Menderes’in şahsiyetinden bölümlere de yer vereceğiz.

 

Bu vesileyle birlikte Üstad'ın siyaset arenasında boy gösterme, önderlik yapma sebebinin ulviyetini de daha iyi anlamış olacağız. Bu kitapla birlikte bu mevzuya dair Üstadın muhtelif eserlerinden de yeri geldikçe faydalanacağız.

 

* * *

TİPİ

 

Menderes'in tipini (fizik) ve (psikolojik ) iki zaviyeden mütâlea edecek olursak, evvelâ maddede kıyafetine son derece düşkün bir şehirli tipiyle karşılaşırız. Gömleği daima beyaz ve yeni yağmış kar gibi temiz... Denilebilir ki, aynı günde belki bir, iki kere gömlek değiştiriyor. Gömleğinin en tipik tarafı da yakası. Sporcu üslûbundan kaçan, Prusyalı zabit tipini hatırlatıcı, daima resmî, dik ve yüksek bir yaka... Birinci Dünya Harbi Mütareke devri modası gibi bir şey.

 

Tercih ettiği elbise, umumiyetle (kruaze)dir, renkleri de hep koyu. Ütüsüne o kadar düşkün ki, her ân, beş dakika önce ütücüden almış gibidir. Pot ve kırışıktan eser yok... Hattâ, cepleri şişkin görünmesin diye, onlara küçük not defteri ve sigara paketi gibi şeyler bile koymadığı söylenir.

 

Ayakkabıları gıcır gıcır ve ipek çorap kadar hafif...

 

Tatar tipinin birkaç ayrı tipte ana ve babadan süzüle süzüle yalnız müphem bir iz bıraktığı güzelce bir yüz, kalın kaşlar, sivri burun, mevzun bir ağız ve intizamla arkaya taranmış saçlar... Bu yüzün baş hususîliği, devamlı ve gayet aydınlık tebessümlüdür.

 

Bu kılığı ve haliyle Menderes bir stampa gibi sarih ve katı giyiniş ifadesi içinde, İngilizlere mahsus hafif ihmallerin şiirini pek anlamayan, yarı taşralı bir şıklık heveslisidir. Tam İzmir zarifi tipi...

 

Sesi daima kısık, gözleri «daüssıla» habercisi ve yiv yiv hüzün burgulariyle dolu, elleri ayniyle büyümüş çocuk elleri gibi pamuk ve narin...

 

Samet Ağaoğlu onu ilk ve yakından gördüğü demlerdeki intibaını çok canlı ve renkli anlatır:

 

«Yukarıda söyledim. Birinci Büyük Kongreye kadar karşılaşmalarımız az, resmîce ve çekingen oldu. Bu hava içinde de Menderes'de bazı yeni çizgiler buldum. Hislerini, hattâ hislerle karışık düşüncelerini nasıl da belli ediyordu yüzü! Yalnız yüzü değil, sesi de... Bu hali hoşuma gidiyor, beni ona yaklaştırıyor, ama düşündürüyordu da... Yüzü maskesiz, perdesiz insandan korkulmaz, sade bu nitelik bile ortak yolculuk için yeter. Fakat politikada samimîlik de bir dereceye kadar maskeli, perdeli olmalı... Menderes, Demokrat Parti'nin kurucularından biri, Müteşebbis Genel Kurul üyesi, milletvekili... Sırtında bu elbiselerle, dili tek kelime kullanmadan, yalnız yüzünün çizgileri, sesinin tonu ile hükümler veren bir politikacı, başarıya ulaşmak için çok, pek çok uğraşmalı, didinmeli. İşte beni düşündüren de bu oluyordu.»

 

Yemek veya meyve yemesi, normal bir doyma ve tad alma sınırı içinde değil, asabî bir kriz ifadesi halindedir ve heyecanlı olduğu anlarda meydana çıkar.

 

Meselâ, iktidara geldikleri seçim gecesinde, radyoda vaziyet takip edilirken, misafir bulunduğu evin mutfağına dalıp bir tepsi tatlıyı bitirmiştir. Yemekte, ev sahibi «hani tatlı?» dediği zaman da, ahçı, Menderes'i göstererek, «Beyefendi yiyip bitirdi!» cevabını vermiştir.

 

Yemişi, Burhan Belge'nin anlatışiyle, bir çocuk gibi tıkanasıya, çatlıyasıya yer ve doymak bilmez.

 

(Psikolojik) cephesini eserimizin her tarafından süzebilirsiniz. Fakat hülâsa olarak başlıca hususiyetleri, mahcupluk, sıkılganlık, aşırı alınganlık ve çabucak küskünlük...

 

Samed'i okuyunuz:

 

«Menderes, meselâ ailesinden, yakın arkadaşlarından başkalarının yanında mahcup insandı. Kalabalıklar içinde önce bir kenara çekilir, söze tereddütle, çekine çekine başlar, insanların karşısına çıkmadan, başlarına geçmeden evvel, onlardan bucak bucak kaçardı. On yıllık başbakanlığı zamanında mecbur kalmadıkça, protokolün kesin gerektirmesi olmadıkça şu veya bu resmî suvarede, yemekte, sefarette görülmemiştir. Tiyatro, opera veya sinemaya gitmez, bütün bu çeşit yerlere karşı yabancılık duyardı. Bulunduğu toplantılarda da yine fırsatını arayarak bir kaç arkadaşı ile bir köşeye çekilir, orada kısa bir süre kaldıktan sonra kimseye gözükmeden çıkıp giderdi.»

 

Konuşması da, (kruaze) elbisesi gibi, ağır kumaştan, iyi ütülü ve muntazam... Samed'e sorarsanız, Türkçeyi onun kadar iyi konuşan kimseye rastlamamıştır:

 

«Cümleler ağzından, fışkıran sular gibi dökülüyordu. Birçok tekrarlamalara, dönüp dönüp aynı noktalara gelmelere rağmen, fikirler insicamını kaybetmiyor, bunu da konuşmanın nerede bitmesi gerektiğini sezişte gösterdiği maharetle sağlıyordu. Siyasî hitabette demogoji iyi kullanılırsa etkisi büyük bir san'attır. Bizde son yarım yüzyılda demagojiyi gerçekten en çok ve en maharetle kullanan siyasî hatip de inönü... Buna karşılık cesaretle söyliyebilirim, Menderes bu sanata pek az iltifat etmiş karşısına çıkanları daha çok mantık ve bilgi kuvvetiyle yenme yolunu tutmuştur.»

 

Bu dil, biraz da kocakarı ağzının hususî kiliseleriyle süslüdür ve bilhassa, su katılmamış Osmanlıdır. «Unutmak» yerine «ferâmuş» diyecek kadar osmanlı; hattâ tanzimatçı...

 

Ani çıkış ve baskınlar karşısında apışıp kalma ve biraz geç toparlanma ve büyük rizikolardan tevahhuş, ruhî markalarından...

 

Nezaketi, cellâda «sizi rahatsız ettim!» diyecek kadar mübalâğalı...

 

Bu haller, onun, günlük hayat tablosundan küçük tezahürler çerçevesine mahsus... Büyük ruh ve psikologya çizgileri, dediğimiz gibi, eserimizin başından sonuna kadar yaygın...

 

 

 

 

MENDERES VE DİN

 

Adnan Bey, sık sık baş vurduğu kocakarı ağzı nüktelerine rağmen hiçbir zaman pazarlıksız ve fikir kargaşalığından kurtulmuş bir kocakarı mizaciyle dindar olamamıştır.

 

Buradaki «koca karın!» tâbirini hafife almamak lâzım... Allah'ın Resulü bir hadîsinde şöyle buyurur:

 

«- Size kocakarıların dini lâzımdır .»

 

Kocakarıdan murat, işaret ettiğimiz gibi, fikir ve muhakeme denilen o belâlı (fakülte-meleke)nin çok defa sapık girdisi-çıktısından kurtulmuş, topyekûn teslim olmuş ve telkinlere bağrını açmış insan mizacıdır ve işte böyle bir mizaç iledir ki, insan Allah’ı bulur.

 

Adnan Beyde, muhakemeli, fakat din ölçülerini kendi muhakemesi üstünde gören bir itikat da bulunduğunu sanmıyorum. Sadece bir istidat; ve malik olmadığı kocakarı teslimiyetine mukabil, göğsüne süs eşyası kabilinden birtakım (fetiş)ler takan bir geç kız vehmi ile meçhulden ve gaiplerden korkma ve ürperme hali...

 

Böyleleri, Allah'ı kabul ettiklerini söylerler, hattâ Resul'ün hak olduğuna inandıklarını sanırlar da onun getirdiği hiçbir din ölçüsüne yanaşmazlar...

 

Celâl Bayar, Başvekilinin dindar olduğunu anlatırken, vaktiyle kendisinin İttihat ve Terakki Kâtib-i Mesulü iken, Mekteplerinde Hristiyan propagandası yapıldığından şikâyetçi birkaç gencin, ziyaretine geldiklerini, bunlardan birinin de Adnan Bey olduğunu kayd ve şöyle devam eder:

 

«Yukarıda anlattığım olaydaki gençlerden birinin Adnan Menderes olduğunu da çok sonraları, kendisiyle yakın dost olduğumuz yıllarda kendisinden öğrenmiştim. Benim hatırımda kalan, sadece olayın kendisi idi. Buna özel bir önem verdiğim ve üzerinde durduğum için de unutmamışımdır. Bir gün kendisiyle görüşürken, (Hatırlar mısınız?) dedi. (Sizin izmir Kâtib-i Mesullüğünüz sırasında, Kızılçullu Amerikan Koleji'nden üç öğrenci sizi ziyarete gelmiş ve okullarında bazı misyoner hocaların, Müslüman gençleri Hristiyan yapmaya çalıştığından şikâyet etmişlerdi, işte o üç öğrenciden biri benim...»

 

Bu kadarı hiçbir şey değildir; ve belki, sonuna kadar devam eden istidadın ilk kıvılcımlarından biridir.

 

Samed Ağaoğlu'nun da Adnan Beye ait dindarlık vasfı üzerinde müşahedeleri ve fikri vardır

 

«Menderes'in din inancı, dostlarının, düşmanlarının tartışma konusu oldu. Allah'a inanıyordu. Hayatını çerçeveleyen her şey bu imânı Menderes'e derinden aşılamıştı. Allaha inanmak için, gözleri kupkuru topraktan maviliği baş döndüren göğe gidip gelerek bir damla yağmur bekleyen çiftçi ile aynı yağmuru,orumluluğu omuzlarında otuz milyon halk için dileyen devlet adamının ne farkı var? Büyük kudret, geçtiğinden beri bütün işlerinde yardımcı olmuş, anne ve kız kardeşini alıp götüren hastalıktan, yedi yıllık askerlik hayatının çeşitli tehlikelerinden korumuştu. Çiftliği her yıl biraz daha fazla mahsul vermiş, genç yaşta mebus olmuş yine genç yaşta Türkiye'de demokratik rejimin kurucuları arasına kolayca girmişti. 1959'da uçak kazasından kurtuluşunu kendisi de bir çokları gibi ilâhi bir korumaya bağlamakta tereddüd etmedi.

 

O kadar etmedi ki, (Allah’ın sevdiği insan olduğunu) gurup toplantısında zevkle, gururla söyleyebildi.

 

Menderes’in din inancına ait bir hâtıramı yazmaktan kendimi alamıyorum;

 

Galiba 1956'da idi. Topkapı müzesini beraber ziyaret ettik. Yeni müdür rahmetli Halûk Şehsuvaroğlu bizi (Emanet-i mübareke'nin - Peygambere ait eşyalar) bulunduğu bölüme götürdü. Adnan Beyin Gümüş Odanın önünde sapsarı kesildiğini gördüm. Bütün ısrarıma rağmen içeri girerek sandığı açmağa, eşyalara bakmağa cesaret edemedi. Heyecanı buna mâni olacak kadar ileri idi. Adnan Beyin Eyüp Sultan'ı ziyaretleri, camilere halılar hediye etmesi, büyüklü, küçüklü bir çok caminin aynı zamanda onarılmasına emir vermesi, müsteşarına iftarlar tertipletmesi gibi hareketleri göze batıyordu. Muhalefet bunları, dinin politikaya âlet edilmesi diye yorumluyor. Demokrat Partiye gericilik damgasının vurulması için vesileler olarak kullanıyordu. Bu arada ezanı Türkçe okuma mecburiyetinin kaldırılmasını da politik bir hareket diye göstermek isteyenler var... Haksız bir isnattır bu! Ezanın Türkçe okunması mecburiyeti, Anayasa'ya aykırı idi. Demokrat iktidarın yaptığı mecburiyeti kaldırmak, böylece Anayasanın, ibadetin serbestliği hükmünü yerine getirmiş olmaktan ibaretti.»

 

Fakat asıl fikir, pazarlıksız dindar sıfatiyle bizimdir:

 

O göklere bakarken gaipler âlemine karşı duyduğu (metafizik - madde ötesi) ürpertiyi hiçbir zaman kaybetmemiş bir insan olmakla beraber, ne yazık ki, ebediyet kasasını açıcı şifre rakamlarından başka bir şey olmayan mukaddes şeriat ölçülerine gönül verememiştir.

 

Böyle bir gönülden pay aldığını bildiğim Tevfik İleri ile sık sık bu mevzuu konuşur ve Adnan Beyin itikat cephesini kurcalardım. Tevfik İleri'ye göre Adnan Menderes bir mutekittir; ve meselâ beraber gittikleri Bağdat'da, Imam-ı Azam Hazretleri'nin türbesini haşyetle ziyaret etmiş ve ellerini kaldırarak, gözyaşları içinde dua etmiş, gayesi İslâmî olan Bağdat Paktı işinde muvaffak olması için Büyük Mezhep Kurucusunun ruhaniyetine sığınmıştır.

 

Fakat böyle hikâyeler ne ifade eder? Gözyaşları içinde ciğere çekilen bir Celâl ismiyle namazda alınan bir tekbir, bu türlü yakıştırmaların kat kat üstündedir.

 

Ben, Adnan Beyi, bütün görüşmelerim esnasında hiçbir defa dinî hassasiyet içinde görmedim; ve kabul ettim ki, o küfür ve inkârın ve sahte inkılapların galiz tarafını görmüş, fakat topyekûn imân ve İslâm letafetine varamamış, yarım bir istidattan ibarettir ve işte bizim de bu istidada göre gitmemiz, onu üfleyip, ateşlendirmemiz lâzımdır.

Share this post


Link to post
Share on other sites

MENDERES VE DÜNYA GÖRÜŞÜ

 

O, çilesi çekilmiş olarak hiçbir dünya görüşüne bağlı değildi.

 

Sıralayalım:

 

İslâm...

 

Sosyalist...

 

Komünist...

 

Liberal...

 

Demokrat...

 

Otokrat...

 

Bunlardan hiçbiri değildi. Partisinin adı (Demokrat) olduğu halde, tarihî ve felsefesi kendisince tam hazmedilmiş olarak o da değildi. Birçoklarınca birbirinin aynı sanılan, fakat biri fertçilik, öbürü halkçılık mânasına gelen liberalizm ve demokrasinden Menderes'in anladığı, yine birçokları gibi, kaba ve ablak bir hürriyet rejiminden başka bir şey değildi.

 

Kültürü, asla bilgi satıcılığına varmaksızın ve bildiğini bilgi hassasına çevirmiş ve kanına karıştırmış olarak yerindeydi ama, bu, bir orta mektep plânının üstünde sayılamazdı. Ve zaten üniversite tahsilini de şahsî tefekküre ulaştıramayanlar için derecenin daima orta mektep seviyesinde kalacağı belli bir şeydi ve o, işte bu «belli» şeyin sınırları içinde mümtaz bir anlayış ve anlatış sahibiydi.

 

Sokrat ve Eflâtun'dan, Kant ve Bergson'a kadar, yeryüzünde rejimi olmayan felsefe mekteplerinden hiçbirine, mizaç ve fikir yapısı olarak bağlılığı yoktur.

 

(Dürkaym)dan kopya Ziya Gökalp milliyetçiliği de ona fazla bir şey söyleyememişti. (Ogüst Kont) akliyeciliği ve müspet ilimciliği, Avrupanın filân yerinde görmediği ve belki görse seveceği veya hiç sevmiyeceği bir mimarî eserinden farksızdı. Maddecilikte (Hegel)i ve tarihî maddecilikte (Engels) ve (Marks)ı okumaya lüzum görmeden bunlardan ve son ikisinin dayanak teşkil ettiği komünizmden uzaktı. Bir çiftilk ağası sıfatiyle, sosyalizm, ona malının köylüye dağıtılması mânasına (antipatik) geliyordu ama, bu duygusu, dağıtım işini ağanın vicdan tarlasından bekleyen bir hisle dengeliydi.

 

İdeolocya olmak yerine birer hasis psikolocya sayabileceğimiz faşizm ve nazizmde teselli bulamayan Batılının iç bunalımından ruhunda zerre mevcut bulunmuyordu.

 

Türk tarihine bakışı, henüz (kriteryum-kıymet ölçüsü) bakımından yazılmamış olan tarihimizin basit anlatıcılarına göre, Cumhuriyet inkılâplarına bakışı da, içinden asla inanmayıcı, fakat dışından zevahiri kollayıcı ve koruyucu mahiyette... Buna mukabil, bu inkılâpların keyfiyetini, eksiğini veya fazlasını, meydan yerine çıkıp da haykırabilecek şecaat ve tefekküriyetten mahrum... Sadece his plânında bir anlayış...

 

Edirne'den Kars'a kadar uzanan asfalt yolun bağıra bağıra ilân ettiği «ruh imarından ne haber?» hakikatini işitecek kulağı Allah ona vermemiş... Evvelki fasıllarda geçmiş bir benzetişimizi burada tekrar ederek bildirelim ki, ruh olmadan madde imarının, körler koğuşunu süslemek ve zinetlendirmekten farksız olduğunu anlayabilmesine imkân yok... Caddelerin nasıl açılacağını, yolların nasıl yapılacağını, baraj ve santrallerin nasıl kurulacağını, maddî âletleri bakımından biliyor ama, ruh ve ahlâk kalkınmasının âletlerini tanımıyor.

 

Kültürü, (kültür bilmek değil, bilmeyi bilmektir) Batı dünyasının, içinde yüzdüğü ruh buhranını ve artık müspet bilgi keşiflerinde tecellisini, bunalımını anlamaya müsait değil...

 

Bir gün, kendisine, Amerikan Elçiliğine gitmeye hazırlanırken demiştim ki:

 

- Şimdi sizi penceresinde bekleyen sefir, kendi malı olan (Kadillak) marka otomobilde görünce şahsiyetinize nasıl inanabilir? Ve bu şahsiyetin zorlayacağı tekliflere nasıl yatabilir? Bir kağnı ile gitseydiniz daha tesirli olurdunuz!

 

Gülmüştü...

 

Zaten gülmekten başka ne yapabilirdi ki?..

 

Ah, o, insana kurban olmayı istetecek kadar güzel ve sıcak gülüşünü, asık ve acı bir suratla işe çevirmeyi bilseydi!..

 

Böyleyken, belki Tanzimattan beri gelen bütün sadrâzamlar ve Başvekiller dahil, hepsinin en akıllısı, en incesi, en selim duygulusu ve en faziletlisi...

 

Ama bundan da ne çıkar?... İçi saman dolu çuvaldan adamlar arasında deriden bir adamın ne değeri olabilir?...

 

Benim, Adnan Beyde aradığım ve bulamadığım üstün hassalar, belki her Başvekilden istenilecek şeyler değil... Ne var ki, o, herhangi bir Başvekil olmak mevkiinde değildi, Allah tarafından büyük oluşa memurdu ve bu yüzdendir ki, olamayınca öldü.

 

 

MENDERES VE ARKADAŞ

 

Menderes'in Tevfik İleri ve Mükerrem Sarol gibi en ön plânda gelen halis ve samimî sevdalılarına dikkat etmişimdir, bunlar ve daha nice benzerleri, Menderes'e meccani ve manen karşılıksız bir sevgiyle bağlıdırlar ve manevî, hissî plânda aşklarına mukabele görmezler... Kendisini yalnız sevdirmeyi ve mukabilinde hissî bir cevap beklemeyi telkin edici bu hal, bir nev'i erkek (Don Juan)lığı sanat olarak çekici olsa da sonu hüsrana vardırıcıdır ve büyük aşkların karşılıklı perçinleme rabıtasından mahrumdur.

 

Bu bakımdan Adnan Beyin, karanlıkta (serenad) yapan birkaç münzevî dostundan başka, gerçek dostu olmamıştır.

 

İşte bütün ömrü boyunca yanaşması ve «lûtufdide» si diyebileceğimiz Ethem Menderes'ten gördükleri!. Bunu Ethem Menderes'in ahlâkına bağlamak mümkün olduğu kadar, Menderes'in iki insan arasında bıraktığı boşluğa atfetmek de kabildir.

 

Onun mebus, vekil, gazeteci birçok arkadaşiyle münasebeti ise, menfaat hesaplarının, pamuk ipliğine bağlı fâni tezahürleri... Ve işte ismine Türk basını ve umumî efkâr temsilcisi diyen gazetelerin, Menderes, Yassıada'ya düşer düşmez aldıkları tavır! Bu da bir ahlâk meselesi ama, bunda da Menderes'in itici ruhî rolünü hesaba katmak lâzım...

 

Sevdiren adam, kendisini evvelâ fikirleriyle, sonra da bu fikirlerden tüten ruh edasiyle muhatabına sindirir; bunun için de insanda sabit ve salâbetli bir hüviyet bulunması gerekir.

 

Adnan Beyde bu sabit ve salâbetli hal, böyle bir şahsiyet vahdeti yoktu.

 

«Menderes'in Dramı» kitabında onun iki şahsiyetli olduğu yazılıdır.

 

Kitabın muharriri, Menderes'in bu halini aslî vahidine, onun ruh televvününe bağlayamıyor da, onu çifte şahsiyetli göstermek gibi zoraki buluşlar peşinde geziyor.

 

«Evet, iki Adnan Menderes var. Daha doğrusu, biri büyük, diğeri küçük iki Adnan Menderes... Menderes'in iç âleminde, ruh yapısında birbirinden ayrı, birbiriyle boğuşan iki Adnan Menderes... Bunların bazen biri, bazen diğeri galip gelir. Bazen diğeri konuşurdu. Eğer biz Menderes'i bu çelişmeli hüviyetiyle almazsak herhangi bir dâvada karar veren kimdir, konuşan hangi Menderes'tir anlayamayız.»

 

Bu lâflar (orijinal) görünmek için başvurulmuş, ruh sırlarına yabancı tekerlemelerdir. Bu ölçüyle iki, üç, beş, hatta sayısız şahsiyet değil de renk tonu demek doğru olur. Muvazeneli bir insanda ana şahsiyet daima tek renklidir. Öbür türlüsü hastalık olur ve (Doktor Cekil ve Mister Hayd) gibi bir tablo gelir meydana... Adnan Bey böyle değildi. Ruhunun zıt istikametlerde itişleri önünde sabit yönünü iradesiyle perçinleyemeyen ve bir daha bırakmamak üzere kendisini bulamayan bir insandı. Demek ki, yine herkes gibi, şahsiyeti, çokluk içinde tekti; o da, nida işareti yerine ebedî bir istifham olmanın ve nida şeklinden korkmanın kişiliği...

 

Çok defa insanı derinliğe tefekkürden alıkoyan ve satıh üstü bırakan nida işaretinin belirttiği mizaç, yine çok defa zekâ ifadesi istifham mizacı önünde, her şeye rağmen üstünlüğünü muhafaza etmek imtiyazına mâliktir. Zira, marifet, doğrudan doğruya nida işareti olmakta değil, istifhamın hakkını tam verdikten sonra nidaya geçebilmektedir. Her istifham nidaya ermek içindir ve sonsuz bir fâsid daire halinde istifhamda kalanlar, yani hükme ve onun aksiyonuna geçemeyenler yarım adamlardır.

 

İşte Adnan Menderes, Partisinin iç bünyesiyle dışındaki muhaliflerine karşı, nice tamamlıklarına rağmen bu yarım adam vasfıyle çıkmaktan kurtulamadı ve dostlarının «ol!» deyişine cevap veremedi, olamadı.

 

Adnan Beyin Parti Meclis Grubunda, hükümet arkadaşlarını feda edip nefsini tek başına korumaya kalkması, karakterinin en ince ve mahrem tarafını göstermek bakımından son derece manalı bir tecellidir.

 

O, öyle bir (narsizim-kendi kendine aşk) haleti içindedir ki, dostlarından beklemediği fedakârlık yok, onlara gösterebileceği fedakârlık da mevcut değildir.

 

İşte Adnan Beyle arkadaşlığın düğüm noktası!.

 

Arkadaşlarına, her ikramı, iltifatı, alâkayı gösteren, fakat kendisini vermeyen, esirgeyen bir adam!.

 

Adnan Bey budur!

 

 

MENDERES VE KADIN

 

Batıda âdettir; büyük adamların her cepheden tahlili yapılırken, bir de kadın yönünden tetkikine girişilir. Hattâ müstakil olarak, filânın aşk hayatı, falanın kadın cephesi gibi eserler yazılır. Bizse ne bu türlü eserlerin yazarıyız, ne de şahsımızla karışık yeni bir Adnan Bey görüşü belirten eserde bu cinsten bir bahse lüzum görürüz. Fakat kadın denilen, erkeği tamamlayıcı varlık, peygamberlere kadar erkeği ifadede, ona ayna tutmakta, hilkatten, büyük rol sahibi olduğu için, sadece bu fikrî noktadan Menderes'in kadın cephesini kısaca ele almayı faydalı sayabiliriz. Bizim, işin çapkınlık tarafıyle bir alâkamız yok; sâf ve mücerret mânâsiyle münasebetimiz var...

 

Günah ve meşru olmayan şeyleri anlatmakla da vazifeli değiliz; işin o tarafını kendisine bırakarak, aslında helâl plânında tecelli etmesi gereken, kadına karşı erkek tavrını Menderes'te incelemekle mükellefiz.

 

Zevcesi, yüksek bir aile kızı Berrin Hanımefendiyle bir aşk evlenmesi yaptığını, eşine sonuna kadar hürmetkâr kaldığını, günahlarına rağmen, ev ve aile çerçevesine kir sıçratmadığını sanıyoruz. Pek geçliğinde çiftlikte sâf bir köylü kızıyla geçen (plâtonik-sadece hissî) aşk macerasını da (Prens Hamlet) melankolisi içinde, varılmayan bir hayal kabul edebiliriz.

 

Fakat, en genç yaşında Halk Partisi mebusu olarak Ankara'ya yerleştiği ve hele Başvekil olduğu demlerde, Menderes'in, büyük bir kadın iptilâsına düştüğü, muhakkak... Kadın, erkekte bilhassa fetihlerinin aynası olduğuna göre, onu iktidarı safhasında boyuna bu aynayı arama ve orada endamını seyretme ihtirası içinde buluyoruz.

 

Şu var ki, (romantik -aşırı hassas ve heyecanlı) bir mizaç içinde bu çabuk kapılış hali, hiçbir zaman büyük aşka yol bulamamış, hararetli bir bünye itişinden ve ihtiras plânından ileriye geçememiştir.

 

«Menderes'in Dramı» muharriri:

 

«Menderes' e gelince, Menderes zaten iki tarafı hasta yataklarına düşüren, engeller, direnişler, hicranlar içinde gelişen bir sevgi izdivacının mahsulüydü. Romantik hassasiyeti, aşırı duygululuğu belki de, bu ölesiye sevişen ana ve babanın ruhlarından bir mirastı. Muhayyile gücünü, bir şeye kendini tüm verişini, belki de, daha kendi doğmadan hamuruna karışan, kendi doğduktan sonra da art arda ölümlerle beslenen bu aşk dramından aldı.»

 

Bünyesi bu yoldan gelmiş olabilir. Fakat onda kadına da olsa, sevme, kendini verme kabiliyeti yoktur. Olsaydı, bu kabiliyet erkek dostluğunda da ve daha nice sahada belli olurdu.

 

O, kadın zaafını, sadece fatihlere mahsus bir tasarruf keyfi olarak yürütüyor, başvekilliğinin açtığı geniş saha, kadın servetini görülmemiş bir mahsul halinde kucağına döktükçe de, saffetini kaybediyor ve işi âdi kemmiyet avcılığına ve ötesi, ötelerden ürpertisi olmayan bir (fizik) cezbeye döküyordu.

 

Başvekilliğinde Adnan Menderes'i kemirip bitiren (faktör)ler arasında, kadın büyük rol oynar.

 

Menderes'in Dramı»ndaki şu satırlar derin bir hakikatin ifadesidir:

 

«Hikâyenin bu safhası, anlatılmaya değmez. Çünkü hem hazin, hem karanlıktır. Ama bir yakınının yalnız şu cümlesini vereceğim:

 

- İstanbul Adnan'ı yedi, bitirdi. Bir posa haline getirdi. Adnan orada sürüklendiği çukurda, bütün iradesi elinden alınmış, basit bir insan gibiydi.»

 

Aynı İstanbul, Rusçuk yaranının başı, dağ havası kadar sâf ve sağlam Alemdar Mustafa Paşa'yı da zehirlemiş ve onun çelik iradesini kadın koynunda eritmişti.

 

Onun, Ankara'da bir Opera sanatkâriyle macerası, az çok hasbîlik ve samimîlik belirtirken, İstanbul'da ve romancılık iddiasında bir kadınla ve niceleriyle alâkası, siyasî hayatta sağlanamamış fetih hamlelerini, seri malı kadında ve kaba şehvet plânında tatmine çalışmasından başka bir şey ifade etmez.

 

Adnan Beyin kadın hayatında, fetihten sonraki muvazeneli buluş ve eriş yerine fetihlikte başarısız kalan bedbaht adamın boşuna arayışı ve çırpınışı vardır.

Share this post


Link to post
Share on other sites

Bence çok değerli bir kitap bu. Herhalde Adnan Menderes kitabında alıntı.

Ben para buldukça alıyorum kitaplarını. Sıradakiyse bu kitaptır.

Çok değerli bilgiler. Foruma aktardığınız için teşekkür ederim Reyhan hanım.

(Üstad'a aşık bir hocamın Üstad'a eleştirisi var bu konuda. O diyor ki Üstad'ın çok duygusal olduğu iki adam var, biri Menderes diğeri Cennet Mekan Abdülhamid Han. Ne derece doğru okuyunca görecem. Ancak şu yazıdan da bazı şeyler anlaşılmıyor değil)

Selametle...

Share this post


Link to post
Share on other sites

İLK KARŞILAŞMA, İLK KONUŞMA

Başvekil odasına girer girmez, odayı, Recep Peker zamanında gördüğüm şekle zıt biçimde buldum. Yazı masası karşıya geçirilmiş ve daha evvel pencereye solunu vermişken bu defa sağını vermişti. Boşalan yere de büyük ve yuvarlak bir yer masası etrafında muhteşem koltuklar serpiştirilmiş... Ayakta, yer masasının etrafındaki koltuklardan birinin arkalığına dayanmış, ilk bakışta 45 yaşını aşmadığı hissini veren (halbuki 52) yaşında, yüzü ve elbisesi ütülü, şıklığı bir tokmak gibi kafaya çarpan bir insan... Çok şekerli, baldan tatlı bir tebessümle bana yer gösterdi:

 

-Buyurun!

 

Ve yanıma oturdu.

 

İlk göze çarpan, intizamla arkaya taradığı, kızıla meyyal kestane rengi saçları ve giyiminin düğüm noktası şeklinde, sütbeyaz dik yakası.. Eski Prusya zabitlerinin dik yakalarına benzeyen bu şeklin altından nefis bir (sulka) kravat sarkıyor. Tek düğmesi ilikli (kruaze) ceketini oturma vaziyetinde kaplayan buruşuklarsa kesimindeki zarafeti saklayamıyor. Bazı insanların katran cilâlı at tırnaklan gibi boyatıp göze sokarca-sına ön âlâna diktiği iskarpinleri de hem biçimli hem de iddiasız...Gayet kısık, derinlerden gelen bir sesi var:

 

-Sizi çok merak ediyordum. Görüştüğümüze memnun oldum.

 

Misafirini yazı masasının başında kabul etmeyip, hususî oturma köşesinde onunla yanyana mevki almanın Avrupalı usulünü bilen Menderes, beni dinlemek istediğini belirtircesine, aynı şekerli tebessümle yüzüme baktı. 10 yıllık iktidarı boyunca bütün görüşmelerimiz 10 defayı geçmeyen Menderes'le yalnız iki esaslı görüşmem olmuştur. Biri başta, ilk karşılaşmam olarak bu konuşma, öbürü de sonra, ihtilâl dedikleri işten bir kaç gün önce sabahın beşinden dokuzuna kadar süren son konuşma.. İkisi de birer büyük nefs ve dünya muhasebesinin saatlerce süren sahneleri.. Başladım döktürmeye:

 

Halk Partisi... Yalanı ve gerçeği ile inkılâp... Türkün çürütülmek istenen ruh kökü... Ruhta ve maddede harap bir vatan... Demokrat Parti... Tabiî ve bünyevî muvazaa mahkumiyeti. Muvazaayı kaldırmanın tek şartı, Halk Partisi rejimini yekûn halinde ele almak ve temelinden devirmektir. Demokrat Parti güdücüleri ve Celal Bayar. Bayar'ın bağlı ve karşı olduğu müsbet ve menfi kutuplar... Madde imarının yanında ve daha büyük çapta ruh imarına ihtiyaç..

 

Menderes'in balçık kümesini parmaklarında yoğuran bir heykeytraş gibi partisine vermekle mükellef olduğu şekil.., Arkadaşları arasında tezat.. Allah onu «ya ol, ya öl!» diye yaratmıştır. (Büyük Doğu'nun 1959 devresinde çıkıp Yassıada faciasından sonra birçoklarının camlatarak duvara astığı yazı) ve o, mutlaka iki kutuplu ulvî memuriyetini yerine getirmek borcundadır. Bunun için, işporta malı, dili üç beş hırıltıdan ibaret, çilesiz, meselesiz ve ıztırapsız devrim gençliği yerine, murdar iliğiyle düşünmeyen, beyni, kan ve ateş dolu ve gerçekten yepyeni idealist bir gençlik yuğurmanın zarureti.. Bu muazzam bir maarif ve terbiye davasıdır ve bu mevzuda en tesirli alet, besleme basın ve davulcu propaganda münadileri değil, ihlâs ve dâva sahibi bir gazetedir. Bu da, Büyük Doğu'dan başkası olamaz.

 

Menderes, yüzündeki çok şekerli ifadeyi zaman zaman büsbütün ballandırarak beni en aşağı birbuçuk saat dinledi. Sözlerimin bazı yerlerinde fikirlerimi gayet derin bir anlayışla takip ettiğini gösteren çehre hatları. İlk cevabı âni bir sual oldu:

 

 

- Tevfik İleri'yi eskiden beri mi tanıyorsunuz?

 

- Hayır, Maarif Vekili olduktan sonra ve bir öğretmene ait bir iş vesilesiyle...

 

- Her halde çabucak anlaştınız!

 

- Anlaşma, ruhların uzun zaman bir arada pişmesiyle olur. Henüz bunun zaman ve mekânını bulabilmiş değiliz. Fakat daha ilk temasımızda, karşılıklı olarak birbirimizden en perçinli anlaşmanın ruh zeminini bulduğumuzu sanırım.

 

- Bana hakkınızda ilk tavsiye ondan geldi. Hattâ Ankara'ya evvelki gelişinizde Tevfik İleri bana telefon edip de evinde olduğunuzu söyleyince oraya gelmeyi bile düşündüm. Sonra vaz geçtim ve beni doğrudan doğruya aramanızı bekledim.

 

- Evet, Tevfik İleri o gün evine gelmeniz ihtimalinden bahsetti ama şüpheli olduğunu ve sizi doğrudan doğruya ararsam daha münasip düşeceğini söyledi.

 

- Tamam!... Ya Samet'le münasebetiniz?

 

- Onu eskiden tanırım. 1936'daki mecmuada yazılar yazardı. Fakat şimdi beni anlayacak ve dâvamı tutacak biri olduğunu sanmıyorum. Meclis Kürsüsünden Büyük Doğu Cemiyeti aleyhindeki konuşması elbette malûmunuz...

 

Adnan Bey kaşlarına bir hayret şekli verip:

 

- Hayır, haberim yok!

Demez mi?

 

- Baskın hâdisesinin de onun elinden çıktığını sanıyorum! (Not: Mezkur hadiseyi okumak için tıklayınız.)

 

- Zannetmem!

 

Daha bir hayli konuştuktan ve meşhur 54'üncü sayımızın onun içine yağ-bal olduğunu öğrendikten sonra, samimiyet ve halisiyet eksikliğinden âni bir havasızlığa düştüğüm Başvekil odasından çıkmak üzere ayağa kalktım.

 

Yüzü, baldan tatlı, ana dâvamıza ait cevabını verdi:

 

-Büyük Doğu günlük gazete olacaktır. Tevfik İleri’yle temasınızı lütfen devam ettiriniz!

Share this post


Link to post
Share on other sites

HAYRET VE DEHŞET!

 

Hedefsiz gayret devrinin başında Adnan Menderes birdenbire Hiroşima'yı göklere uçuran atom bombası kuvvetinde bir laf ediyor. Demokrat Parti İzmir il kongresinde, kelimesi kelimesine aynen diyor ki:

 

«- Şimdiye kadar baskı altında bulunan dinimizi baskıdan kurtardık. İnkılâp softalarının yaygaralarına ehemmiyet vermeyerek ezanı arapçalaştırdık. Mekteplerde din derslerini kabul ettik. Radyoda Kur'an okuttuk. Türkiye bir müslüman devletidir ve müslüman kalacaktır. Müslümanlığın bütün icapları yerine getirilecektir.»

 

Bu, korkunç bir sestir. Tanzimattan beri kolladığımız, o tarihe göre de tam 111 yıldır beklediğimiz bir ses... Tanzimattan Cumhuriyete kadar devletin resmî dini İslam olduğu halde bu kadar celâdetle ortaya atılamayan ve daima tel dolapta, yıllanmış, fakat dökülmesine cesaret edilemez bir yemek gibi tutulan bir dâva, hem de artık yemeğin süprüntü tenekesine kaldırıldığı bir hengâmede Başvekil ağziyle âni bir itibara nasıl kavuşabiliyordu? Devlet tel dolabından Anayasayla atılmış ve yerine türlü sun'î besin maddeleri getirilmiş aslî gıdanın fert çerçevesinde lâfını etmek bile suç ifade ederken, onu, devleti Müslüman ilân ederek ve «bütün icaplarıyle yerine getirilecektir!» şeklinde benimsemek, ilham ettiği hayret ve dehşet bakımından izah edilebilir gibi değildi.

 

Adnan Menderes, Partisine, Partisinin kurucularına ve güdücülerine rağmen, program nutkunda bahsettiği büyük inkilâbı gerçekleştirme yolunda mıydı? Yoksa, kim söylese savcının tutuklu olarak hakkında adlî takip açacağı sözleri, bir ayran kabarması ânında fevrî ve teheyyücî şair edasiyle mi söylüyordu?

 

Bu kadarı bile bizim için muazzam bir dayanaktı.

 

Nitekim basında bir zelzele tesiri yapan bu beyan, sadece cür'eti, cesareti, celâdeti ve katiyeti sayesinde hiçbir tepkiye çarpmamış, hiçbir taraftan hiçbir ses gelmemiş, herkes ve hep birden apışıp kalmış, böylece cür'etin ve topyekün bir çıkışın nasıl bir baskın havası doğuracağı ve bu havanın her şeyi ve bir anda ne türlü zaptedebileceği belli olmuştu.

 

Ne yazık ki, Menderes, gerçekten fevri ve teheyyücî bir şair edasiyle, üstelik şuur hissesi pek zaif bir fantazyacı hüviyetiyle yaptığı bu çıkışın apıştırma ve yıldırma avantajlarını görememiş, nasılsa ve farkında olmaksızın elinden çıkan bir kahramanlığın çizgisini çıkış noktasında bırakmış ve asıl çizgisi olan zikzaklı, kekeme ve dönek yolda devam etmiştir. Menderes, ruh tababetinde (piknik) tabiriyle belirtilen hercaî ve ilcaî tiptir ki, sürdüğü arabanın, hiç beklenmedik anda direksiyonuna sarılıp, 180 derecelik dönüşler yapmaya kalkar, sonra etrafına bakınca birdenbire irkilir, yerine döner ve madde süsü dışında bir hedefe malik olmamanın yolunda boyuna mesafe alır gider. Onun, her ân değişici ve bir fikre perçinlenme kabiliyetinden uzak yaşayıcı bu ( Piknik) karakterini sezenler, onu fevkalâde kurnazca idare etmiş ve hâkimiyeti sureta kendisine bırakarak ona hâkim olmayı bilmişlerdir. O, fikir, plan ve cüret istemesi bakımından miskal derecesinde ihtilâlci olamamış ihtilâle mevzu teşkil etmenin ise en müsait hedefini vermiştir.

 

İzmir konuşması, henüz Menderes'in karakteri üzerinde bir tecrübe sahibi olmadığımız için bizi dehşetli bir hayrete düşürdü; fakat asla şaşkınlıkta kalmayarak hemen politikamızın gereğini yerine getirdik. Yalanına bile bağrımızı açmak borcunda olduğumuz mukaddes dâvaya ilk defa bir istinat noktası vadeden bir Başvekil olarak Adnan Menderes'i kucaklamaya ve tarafından itilmedikçe onu bırakmamaya karar verdik.

 

 

 

POLİTİKAMIZ

 

Adnan Menderes, İzmir'deki sözleriyle, yalınız İslamiyet üzerindeki müspet hükmiyle kalmıyor, ilk defa «İnkılâp softaları» tabirini kullanarak, menfi hükmünün istikametini de açıkça gösteriyor. Böylece müspet ve menfi kutuplar arasında tam bir muvazene; ve bağlı olduğu şeyle onun zıddını birlikte ifade etmek gibi, tezatsız bir bütünlüğe kavuşmuş bulunuyor.

 

Fakat bütün bu mânaları veren zengin ifade, bir dâvaya tutkun olmanın plân ve şuuruna malik değildir, ve ne var ki, biz de onun çıldırtıcı tezatlarla dolu ruh bünyesinin büküntülerine ait bilgi ve tecrübeye henüz malik bulunmuyoruz.

 

Fakat çürük tahtaya da basmıyoruz. O güne dek zatî ve tabiî muvazaa teşhisi içinde Halk Partisi ikliminin bir mahsulü kabul ettiğimiz ve şahsına hiçbir ümit bağlamadığımız Menderes'i birdenbire Partisi içinde yepyeni bir hüviyete bürülü görüyor ve olanca (strateji) ve (taktik) zekâmızı, daima Partisi dışında, onun şahıs mihrakında halkalamayı düşünüyoruz.

 

Fakat henüz Menderes'le şahsî bir temas vesilesi aramış değiliz. Bir müddet daha hâdiseleri uzaktan takip etmek ihtiyatı içinde Adnan Menderes'e:

 

- Eğer İzmir'deki beyanında samimi isen bizi arkanda azad kabul etmez bir köle farzedebilirsin! Elverir ki, samimi ol ve zıtlarından arınmayı bil!

 

Tavrını almakla iktifa ediyoruz. Yeni rejimden, Halk Partisinde şahit olmadığımız bir alçaklıkla yediğimiz (komplo) darbesini de, Adnan Beyin iradesi dışında görüyor ve açılmışken hislerimize mağlûp olarak bu yolu kaybetmek nadanlığına düşmek istemiyoruz.

Share this post


Link to post
Share on other sites

Join the conversation

You can post now and register later. If you have an account, sign in now to post with your account.
Note: Your post will require moderator approval before it will be visible.

Guest
Reply to this topic...

×   Pasted as rich text.   Paste as plain text instead

  Only 75 emoji are allowed.

×   Your link has been automatically embedded.   Display as a link instead

×   Your previous content has been restored.   Clear editor

×   You cannot paste images directly. Upload or insert images from URL.

Loading...
Sign in to follow this  

×
×
  • Create New...