furkanenur
-
Content Count
5 -
Joined
-
Last visited
Posts posted by furkanenur
-
-
Af buyurun, tam olarak ne demek istediğinizi anlamadım.
Şu kısım zaten sorunuza cevap değil mi?
Yada ben hala yanlış anlıyorum ve istediğiniz açıklama değil kaynak...
seyyid kutup hz.osmanla ilgili sözlerini düzeltmiş.nitekim islamda sosyal adalet adlı eserinin son baskısı 1964de çıkarılmıştır.aklınızda bulunsun
-
Şehid kime denir? Müslüman olup zulüm ile öldürülene denir. Peki Seyyid Kutub Müslüman mı? Müslüman. Hz.Osman'ı bazı konulardan dolayı eleştirdi diyelim. Sonradan tövbe de etmiştir zaten ama diyelim ki tövbe de etmedi. Hz.Osman'ı eleştiren kafir olur diye bir hüküm mü var? Zaten SÖVMEK ayrı ELEŞTİRMEK ayrıdır.
Eğer şehid olmaz Müslümanlığı şüpheli gibi laflar diyen varsa, konu polemiğe girecek ama Hz.Ali'ye minberlerde lanet okutanlardan başlayın sorgulamaya derim ilk önce.
Ya da Ammar bin Yasir (r.a.) e Hz.Resul'ün: Ey Ammar! Seni azgın bir eşkiya taifesi öldürecektir hadisini de göz önüne alarak bir daha sorgulayın derim.
seyyid kutub hz. osmanla ilgili sözleri nedeniyle eleştirilmiş.islamda sosyal adalet adlı eserini 1946-1948 arası yazılmış.sonra burdaki yanlış ifadeleri düzeltmiş.Nitekim kitabın son baskısı 1964de çıkmıştır.
-
sahte kahramanlar kitabını birkaç kez okudum lakin böyle bir bölüm o kitapta yoktur ve hatta şunu ilave edeyim Üstadın 60 kitabını okudum hiçbir yerde bu yazıya rastlamadım. Üstada isnat edilen bu yazının tarihi ekim 1966 olarak verilmiş, doğru yolun sapık kolları isimli eser ise ilk kez üstad hayatta iken 1978 yılında basılmış ve Üstadın Seyyid Kutub hakkındaki nihai düşüncesini, Üstadın kendi tabiriyle "laboratuvar katiyyetiyle" ortaya dökmüştür.
hal böyleyken biz bırakalım seyyid kutubları, mevdudileri, hamidullahları, efganileri, abduhları ve onların günümüzdeki uzantılarını da İmamı azamlara, imamı rabbanilere, imamı gazalilere sarılalım...
seyyid kutupu niye savunmuyon
-
İKİ PALYAÇO VE...
Osmanlı İmparatorluğunun birkaç asırlık ham yobaz ve kaba softa devrinde bataklığa çevrilen İslam, Tanzimattan sonra, uçurum yönüne döndürülünce, daha ziyade yurtdışı birtakım ıslahçı palyaçoların sökünü başladı. Suratlarını Batılı ressamların boyadığı sarıklı palyaçolar... Ve bu devirde artık bedbaht planında ortaya çıkan Batı hakimiyetine karşı zaafı ruhlarında aramak yerine İslam'da bulan biçareler...
Maddeye tahakküm dehasının timsali Avrupa karşısında, bozgunu n sırlarını çözmek ve İslamı kainat çapında yeni hayata tatbik etmek fikriyatından mahrum bu tipler, daima olduğu gibi, ne Batıyı ne de Doğuyu muhasebe edebilmiş, palyaçolar olarak, güya İslam'a yenilik getirme sevdasıyla, kalplerinin görünmez bir köşesinde, onu budamak, desteklemek, ufalamak ve düşman dünya anlayışına tabi kılmak küfrünü beslediler. Sabitliği ezelde ve her an yeniliği ebedde gerçek İslam çağını açmak değil de, onu, Batı maymunlarının fani ve her an zevale mahkum çağına uydurmak...
Bu arada, Yahudilik ve Hristiyanlık stratejisinin ve emperyalizma tuzağının istismar hedefi olmaktan da geri kalmadılar. Sistem getirici büyük bir tefekkür adamı olmayan, zaten makamı bakımından böyle bir hüviyete uzak bulunan ve sadece deha çapında bir ileri görüşle her şeyi sezen ikinci Abdülhamid Han uzun zaman durdurabildiği fakat dünya şartları hesabile elbette yenemeyecek olduğu felaket çığırı ve dalalet iklimi içinde işte bütün bu muzahrafat mütefekkirlerle mücadele zorunda kaldı.
Bu çöplük fikircilerin başında Cemaleddin Efgani ile Mısırlı Muhammed Abduh vardır.
Efganı, Türkiye'de Tanzimat ilanı sıralarında Efgan illerinde doğdu. Felsefe okuyarak yetişti ve rivayete göre memleketinde Ruslar hesabına casusluk yaparak efendilerinden hayli paralar aldı. 30-31 yaşlarındayken Mısır'a gitti, orada Mısır Müftüsü Şeyh Muhammed Abduh ile tanıştı, onunla sımsıkı kenetlendi. Daha doğrusu, İslam'a yeni bir şevk vermek temayülündeki bu çürük adamı büyüledi ve peşine taktı.
Birçok kitapta ikisinin birden Mısır'da mason çemberine girmiş oldukları yazılıysa da bu yerinde suçlama vesikasına kavuşturulmuş değildir. Vesikasını biz verelim:
- « Cemaleddin Efgani ve Muhammed Abduh İngiliz ve Fransız masonlan tarafından çizilen daireye dahil kılınmış ve İslam modernistIeri geçinen bu adamların elde edilmesiyle Batı dünyası (politika-relijyöz; dini siyaset)lerinin teminini düşünmüştü.»
Bu şartlar kelimesi kelimesine aslına uygun bir tercüme olarak şu kitabın 127. sahifesinden:
Les Francs - Maçon
Serge Hutin
Editions du Seuil
Bourges 1960
o sıralarda mahut sahte inkılapçılar müsellesinin ikinci çizgisi Ali Paşa -ki o da aynı müsellesin öbür çizgileri gibi masondur- bu eşsiz sermayeyi İstanbul'a davet ve baştacı ediyor. O sıralarda «Darülfunun-u Osmani» ismiyle ve gizli bir İslam nefretinden başka hiçbir müdir fikre malik bulunmaksızın kurulan üniversitede -bugün Hamidullah nam-ı diğer Baidullah'a yapıldığı gibi -Cemaleddin'e bir konferansçı kürsüsü veriliyor. Rektör makamındaki Hasan Tahsin - o da mason - Cemaleddin'i himaye ediyor; ve İslam ile haç dünyası arasında bocalayıcı esfel bir cereyanın gençliğini telkin altına almak vazifesini bu adama veriyor.
İlk konferansı bu adamın, gizli yollardan tüneller açarak
İslamı kökünden bombalamaktır.
Nitekim bir konferansında aynen şöyle diyor:
-«PEYGAMBERLİK, SANATLARDAN BİR SANATTIR !»
Yani, tenekecilikten, aktörlüğe kadar insanın çalışma yoliyle elde edebileceği bir sanat... Peygamberlerin Allah tarafından gönderilmiş olmalarının reddi, Allah'ın reddi... Eğer tarihi materyalistler ve komünistler Cemaleddin Efgani'nin bu sözünü bilmiyorlarsa en büyük müttefiklerinden mahrum bulunuyorlar demektir.
Devrin Şeyhülislamı hemen Cemaleddin'i küfürle suçluyor; aynı kafanın adamı Ali Paşa da adamını Türkiye'den dehlemek zorunda kalıyor.
Bu defa İran... Orada da her şeyi allak-bullak ediş... İranlılar onu zincire vurup Osmanlı hududuna bırakıyorlar... Bağdat, Londra, Paris, «Dinde Reform» başlığı altında bir sürü neşriyat, tekrar İstanbul ve Ulu Hakan tarafından acı bir istiskal, uzaklaştırılış; ve nihayet tutulduğu kanser hastalığı sonunda 60 yaşlarında, fesadına devam edemeyecek hale geliş, dünyadan ayrılış...
Onu Maçka mezarlığına gömdüler, bir Amerikalı -her halde misyonerlerden- ona mezar yaptırdı; bir müddet sonra da kemikleri bir çuvala doldurulup Efgan topraklarını kirletmeye götürüldü.
Böylece, Muhammed Abduh'un «onu görmeden meğer gözüm görmüyor, kulaklarım işitmiyor ve dilim işlemiyormuş!» dediği sözde diyanet yolunda denaet dehası, İbn-i Teymiyye mektebinin 19. Asır yenileyicisi, kendisini takip edecek 20. Asır reformcu maymunlarına «buyrun!» diyerek ve dünyamızı hayli bulandırarak, layık olduğu mukabeleyi bu dünyada görmeksizin, bastı gitti.
akif diyorki:1287 Ramazınında idi ki Darulfunun müdürü Tahsin efendi [Mösyö Tahsin] merhim Şeyh’denfenlerin ve sanatların teşviki yolunda bir konuşma yapmasını istemişti. Cemaleddin türkçesinin o kadar iyi olmadığını ileri sürerek mazur görülmesini istemişse de berikinin ısrarı üzerine muztar kalarak etraflı bir konuşma tertip etmiş, bununla beraber zemen ve zamana uygun olup olmadığın anlamak için önceden memleketin ileri gelenlerine göstermişti.
Darülfünun açılacağı gün Cemaleddin’in konuşmasını dinlemek için İstanbul’un emirleri, alimleri, eşrafı kamilen toplanmıştı. Şeyhülislam da cemaatin içinde bulunuyordu. Cemaleddin konuşma kürsüsüne çıkınca olanca dikkatini konuşmanın içinde kötüye yorulmaya müsait bir iki cümle yakalamaya hasretmişti.
Cemaleddin konuşmasında diyordu ki;
“İnsani kazanımlar canlı bir bedene benzer. İnsanoğlunun ürettiği sanatların her biri o bedenin bir uzvu mesabesindedir; mesela iktidar bir yönetim için, bedende iradenin merkezi olan beyin gibidir. Demircilik kol, çiftcilik ciğer, gemicilik ayak gibidir...”
Cemaleddin bu gibi basit benzetmelerle bütün uzuvları saydıktan sonra şu neticeyi veriyordu;
“ İnsanoğlunun saadeti bu suretle teşekkül eder. Cismin hayatı ise ruh ile kaim olmasına nazaran bu cismin, yani insanoğlunun saadet ruhu ya nübüvvet ya da hikmet [felsefe/bilim/sanat] ile olur. Lakin bunlar başka başka şeylerdir. Nübüvvet [peygamberlik] bir ilahi lutüftur ki çalışmakla elde edilemez. Cenab-ı Hak mahlukları arasında her kimi isterse bu lutfa mazhar kılar; “Allah peygamberliği kime vereceğini daha iyi bilir.” [En’am, 6/124] Hikmete [felsefe/bilim/sanat] gelince bu fikir üretmekle, bilgi öğrenmekle olur. Sonra nebi hatadan masumdur, hâlbuki filozof hataya düşebilir. Bir de peygamberin hükümleri batıl vesveselerin hücumundan ilahi ilimle korunmuştur. Bunları kabul etmek imanın temel şartlarındandır. Filozofların görüşlerine gelince, bunlara tabi olmak kesinkes şart olmayıp, ilahi şeriata ters olmamak şartıyla ve akla uygun olanları kabul edilebilir...”
İşte Cemaleddin’in nübüvvete ait olmak üzere söylediği sözler bundan ibarettir ki İslam alimleri icmaıyla sabit olan hakikata tamamıyla uygun olduğu halde şeyhülislam, merhumdan intikam almak için “Cemaleddin nübüvvet bir nevi sanattır diyor” şaiyasını çıkardı, bunu teyid için de “nübüvveti sanatlara dair verdiği bir nutukta zikretti” dedi. Daha sonra camilerde vaizlere Şehy’in aleyhinde yürümelerini emretti. Zavallı Cemaleddin aleyhindeki sözlerin sırf iftira olduğunu, hakikatin meydana çıkması için şeyhülislam ile muhakeme edilmesi lazım geleceğini söylediyse de kimseye dinletemedi. Mesele gazetelerin ağzına düştü, bunların bir kısmı şeyhülislamı, bir kısmı Şeyh’in lehinde idare-i kelam etti.
Nihayet merhumun sevdiklerinden bir kısmı ona sabır ve sükûnet tavsiye ettiler. Zaman bu gibi haksız şayiaları hükümden düşürür, hakikati meydana çıkarır dedilerse de dini gayreti ilmi kadar yüksek olan Cemaleddin bir türlü duramadı. Herhalükarda şeyhülislamla muhakeme edilmesini ısrarla istedi. Sonuçta, ortalık durulunca kadar daha sonra isterse geri dönmek üzere İstanbul’u terk etti. Zavallı Cemaleddin her manasıyla mazlum bir halde İstanbul’u terk ederek Mısır’a gitmeye karar verdi.
İşte merhumun ne zaman bahsedilse “ilmine, faziletine, siyasetine söz yoksa da ne yazık ki mülhid [dinsiz] idi, nübüvvete inanmazdı” derler ki anlamadan, dinlemeden söylenen bu sözlerin nereden çıktığı görülüyor...”[1]
Seyyid Kutub'un Şehadeti Münasebetiyle..
in Üstaddan
Posted · Report reply
hz.osmanla ilgili sözlerini düzeltmiştir.Ayrıca ibn teymiyye alimdir.İbn haceri askalanı diyorki;Şeyhu’l-İslam İbn-i Teymiye kanaatlerini kabul edenin de, etmeyenin de çokça istifade ettiği bir kimsedir. Dört bir yana yayılmış eserlerin müellifi ünlü öğrencisi Şemsuddin İbn Kayyim el-Cevziyye dışında şayet İbn-i Teymiye'nin hiçbir eseri bulunmasaydı dahi, bu bile İbn Teymiyye’nin ne kadar yüksek bir konuma sahip olduğunu en ileri derecede ortaya koyardı. Durum böyle iken bir de gerek akli, gerek nakli ilimlerde Hanbeli mezhebine mensup ilim adamları şöyle dursun, çağdaşı olan Şafîi ve diğer mezheblere mensup ilim adamları akli ve nakli ilimlerde oldukça ileri ve benzersiz olduğuna da tanıklık etmişlerdir