Siyasetin sözlük anlamı:
Devletlerarası ilişkileri, devlet işlerini
düzenleme ve yürütme sanatı, politika; bu
konuda takip edilen yol, yöntem.
İslam dindir, din ise hayattır
İslam, kıyamete kadar kalmak üzere gönderildi. Kendinden önceki kitapları ihtiva eden bir kitapla geldi. Peygamberi bütün insanlara ve cinlere gönderildi. İnsanların dünyevi her ihtiyacını karşılayacak geniş kapsamlı bir programla geldi. Ahireti ise tam bir teminat altına aldı. Aileye huzur, sokağa güven verecek mesajlar verdi. Geceyi, gündüzü doldurdu. Diriyi, ölüyü yalnız bırakmadı. Çocukla, büyükle,erkekle, kadınla ilgilendi. Düğüne de katıldı cenazeye de. Barışa yatırım yaptı, savaşta öne atıldı. Yemeğe tat verdi, giyeceğe şekil biçti. İbadeti kendine has tuttu; dışarıdan müdahaleye izin vermedi. İnsana doğumundan ölümüne kadar kendi rengini, kendi sesini verdi. Dost edindi, düşman edindi.
İslam, yirmi üç yılda kendi yurdunu buldu, devletini kurdu. Devletinin başına da vahiyle yönlendirilen peygamberini getirdi. Halkı kendi halkı, toprağı kendi toprağı, sistemi kendi sistemi oldu. Ezanını kendi toprağında yüceltti. Geleceği planladı, geçmişi yorumladı. Kendi halkı için yasalar koydu. Koyduğu yasalarının kaynağını Allah’ın kitabına dayandırdı. Çevresindeki ülkelerle ilişkiye girdi; uluslararası kurallara imza attı. Barışlar imzaladı, savaşlara karar verdi. Yirmi üç yılda bağımsızlığı bütün yönleriyle tahakkuk ettirdi. Ekonomisinden sokağına kadar her şeyinde kendi nevine münhasır oldu.
Çarşı pazara şeklini verdi. Ticarete kalıp getirdi. Deniz ürünlerinden uçan kuşa kadar neyin yenebileceğini, neyin yenmeyeceğini belirleyen fıkhını ilan etti. Nüfus hedefi belirledi; çoğalmayı strateji olarak önüne koydu. Eğitimi ileri götüren, okumaya, yazmaya çığır açtıran teşvikler yaptı. Açı ve garibi sahiplendi.
Kadını özel bir ilgi ağı içine alıp ona, kendinden önce verilmemişleri verdi. Kadın adeta İslam’la beraber yeniden yaratıldı. Onu itilmişlik seviyesinden kaldırıp, itenlerin seviyesine yükseltti. Erkeğe haddini bildirdi, onu ayrı bir konuma oturttu. İnsanlara mü'min olanlar ve olmayanlar diye getirdiği sınıflandırmaya göre kimsenin kimseyi ezemeyeceği kuralları belirledi. İnsanlar arasındaki ilişkileri, aile içi düzeni, yöneten ve yönetileni yerli yerine oturttu. Yöneticiler için daha önce bilinmeyen kuralları şart getirdi. İnsanlar arasında tarağın dişleri gibi eşit olma prensibini ilk şart yaptı. Üstünlüğü takvaya taşıdı; daha muttaki olan daha üstün olur ilkesini getirdi.
İslam bunları kâğıt üzerinde bırakmadı. Medine’de koyduğu kurallarını, Medine’de, Yemen’de, Bağdat’ta, Şam’da, İstanbul’da, Horasan’da, Endülüs’te tatbik etti. Getirdiklerini, kâğıt üzerinde yazmaya imkân bulamadan gönüllere nakşetti. İnsanlar akın akın İslam’a koştular. İslam hayat getirdi, hayatın anlamını öğretti. Hakkı üstün tuttu, zulüm direnemedi önünde. Köleleri efendilerinin sofralarına oturttu.
İbadet eden bir toplum çıkardı. İbadeti mescide sıkıştırmadı. Tarlayı, fabrikayı, evi, caddeyi, büroyu ibadet edilir hale getirdi. İnsanı mükerrem saydı; insana hizmeti kutsallaştırdı. Tebessüme bile sadaka vaat etti.
Hastayı ziyaret edenin peşine melekleri taktı. Dünya ile ahireti birleştiren, ibadetle çalışmaya aynı pencereyi açan, anneyi babayı zirveleştiren farklı ve eşsiz anlayışını hayata hâkim kıldı. Koyduğu ilkeleri ile kalabalık nesiller yetişti. Zirve insanları tarihe mal etti. Afakî olmadı, ufukları doldurdu.
Ne içine sızmaya çalışan münafıklar ne dışından saldıran düşmanları İslam’ın düzeninde bir aksaklık
bulabildiler. Kur'an’ını tenkit edemediler. Peygamberini ayıplayamadılar. Kaba kuvvetle saldırıp imha etmek istediler.Her seferinde de emellerine ulaşamadan geri çekilmek zorunda kaldılar. Asırlar sonra ürettikleri savaş
taktiklerinden biri olarak, İslam’ın hayatı bütünüyle kuşatan kapsamlılığını irdeleme yoluyla dağıtmayı denediler. İslam’ın kadını ezdiğini iddia ederek kadını ondan soğutmak istediler.
Siyasetin İslam’da yeri olmadığını
söyleyerek de onu hayatın dışına atmaya çalıştılar. Müslümanların siyasetten soğumaları için, siyaseti öcü, siyasetçiyi soğuk adam olarak tanıttılar. Bir dönem Müslümanlarına siyaset yapacak
kimsenin yüzsüz, arsız olması gerektiğini, takva insanların siyasetle meşgul olamayacağını inandırdılar. Müslümanlar, kendilerinden olmayanlara yönetimlerini teslim etmekte sakınca görmediler. Onların hatalarına bilerek,bilmeyerek ortak oldular. Yönetenler olmaları gerekenler, bir iki oyla oyalandılar.
Müslümanların servetleri tarumar edildi. Müslümanlar, yöneten olmaya talip olunca da onları uç olmakla itham ettiler. İslam’la siyasetin birleşmesinden terör üreyeceğini ileri sürdüler. Müslüman birinin ‘Ben de varım!’ demesini isyan gibi algıladılar.
Baktık ki itaat eden, itiraz etmeden yaşayan Müslüman’ın dışındaki herkeskötüler arasına kondu. Neredeyse elinden vatandaşlık hakkı bile alınacak hale geldi. Ellerindeki en büyük silah ise İslam’ın parçalanmış görüntüsü idi. Namazla, namazın kılındığı camiyi idare edenin aynı sistemden yönlendirilmemesini istediler. Ramazanın ekonomik boyutundan yararlandılar ama ruhunu yok saydılar. İşlerine gelince zekâtı sadakayı yardımlaşma aracı olarak canlı tuttular. İşlerine gelmeyince de dine saldırdılar. İslam’ı ayrı, İslam’ın şeriatını ayrı hale getirmeye çalıştılar. Namaz kılan insanlara, ‘Allah bizi şeriatın tehlikesinden korusun!’ şeklinde dua ettirdiler.
Siyasetin İslam’la bir arada bulunamaz kabul edilmesinin sonucu olarak, Müslümanlar kendi topraklarının servetlerini kullanamadı, verdikleri vergilerle kurulan okullarda çocuklarını okutamadılar, okuttuklarına da ne okutulacağına karar veremediler. Müslümanlar, sadece akşam bültenlerinde haberleri izlediler; ama olayların güdenleri olamadılar.
Siyasetsiz İslam beklentisi
İslam’ı siyasetin dışına itmek isteyenlerin elde etmeyi umdukları sonuç, kalplerde inanılan ama ellerin, ayakların, dillerin etkilenmediği bir din, başka bir ifadeyle şeriatı olmayan bir din özentisidir. Muamelatı
dışlanmış, dünyası olmayan, devlete talip olmayan, gücü olmayan bir hakkı yansıtan din halidir. Bu anlayışın temelinde İslam’ı mini kalıplar içinde görme, ona hayatı kuşatacak bir çerçeve çizememe vardır. Böyle bir beklenti içinde olanlar, İslam’ı olduğu gibi görmek isteyen Müslümanları, İslam önderlerini aşırılıkla itham edebilmekte, şeriatçı olmayı ölümcül bir suç olarak görebilmektedirler. Kendilerine göre ideal olarak laikliği öne sürüp, karşı tarafı da ‘siyasal İslam’ olarak tenkit etmektedirler. İslam ise ne siyasal
ne de ekonomik bir vasıf kabul eden bir dindir. İslam sadece kendisidir ve o hayatın bütününe taliptir. Çünkü
İslam’ın sahibi Allah Teâlâ’dır. Allah Teâlâ ise eksiğe talip olmaz.
İman edenlerinin ekonomisini, idaresini, evini, işini tanzim eden, düğüne ve cenazeye aynı anda kural
koyan bir dinle, seccadelik bir alana daraltılmış din aynı değildir.
Siyasetin ana gündemini oluşturan pek çok konu Kur'an’ın şekil verdiği konulardır. Gerçek bir İslam siyasidir. İbadetler, kul ile Rabbi arasındaki bir ilişkiyi yansıtır. İnsan ve insan ilişkisini ise belirlemez. İslam’ın ibadetle daraltılmış hali, Kur'an ve hadislerin anlattığı İslam değildir. ‘Siyasî İslam’ yaftası doğru değildir. İslam herhangi bir yafta kabul etmez. Ne siyasî İslam, ne de hayattan koparılmış İslam!
Doğru olan, Allah’ın indirdiği İslam olan Kur'an İslam’ıdır.
Hadislerdeki İslam’dır.
Fukahanın anladığı İslam’dır.