Jump to content
Necip Fazıl Kısakürek [N-F-K.com Forum]

mukarrabin

Editor
  • Content Count

    744
  • Joined

  • Last visited

  • Days Won

    15

Posts posted by mukarrabin


  1. Var(mış)!

     

    Evvelce, eskimeyen hatıraları varmış,

    Eskimez yenilerin hatırında kalmayan.

    Adam, işitmediği bir çocuğa ağlarmış,

    Saklı olana yakın yollarda ayan-beyan.

     

    Gönüllere düşen şey yükselirmiş Allaha,

    Herkesin çifti küfür, bir tek bir işi varmış.

    İnsanlar; korka korka uzanırken sabaha,

    Taş dolu yataklarda gurultular duyarmış.

     

    Uykusuz gelip geçen geceleri hep yârmış,

    Yananlarmış her sabah güneşi uyandıran.

    Yalan bilmez, yanlışa uzak doğrular varmış,

    Ve güzeller!... Yakını tebessümle kandıran.

     

    Bir gayretle bezeli kemerler bellerinde,

    Dudaklarda bir damla su ile yaşarlarmış.

    Bugün ateş içinde savrulan küllerinde;

    Hatır hatır hatırda kalanlarımız varmış.

     

    Ankara, Haziran 2011


  2. Ten Kafesi

     

     

     

    Bir kafes; toprak gibi, ten renginde bir kafes,

    Ruhum boğulur gibi, esir edilmiş nefes.

     

    Bu nefes ki; ruhumun, ruhumun nefesidir,

    Nefesimi kesen şey, nefsimin hevesidir.

     

    Bir varmış ve bir yokmuş, bir masal değil; heves,

    Büyük kafes içinde, heves adında kümes.

     

    Bilmezler de bu kümes, kimlerin kümesidir,

    Aşağıdan aşağı, kimsenin kodesidir.

     

    Özgürlük!... Ne özgürlük!... Alın apaçık kodes,

    Nefs için böyle kodes, hint kumaşından metres.

     

    Aldanan; aldatanın, zavallı metresidir,

    Bakılsın bir varlığa, varlığın enfesidir.

     

    Bir kafes ki; ne kafes, hükümlüsüne enfes,

    Herkes esir içinde, sesten habersiz herkes.


  3. Vedâ

     

    Ufukta kızıllık, batmakta güneş,

    Ruhum misali kan kesilmiş ufuk.

    Her vedâ, her vedâ bir ölüme eş.

    Ayrılık diyemem, belki bir yokluk.

     

    Gün yine doğacak, doğacak elbet,

    Şimdi tan vaktini haydi hayal et,

    Gördün mü düşünde, doğdu nihayet,

    Benim için dönüş, ölmüş bir çocuk.

     

    Vedâlar, vedâlar, alnımda yazı,

    Her gelen vedâya o günden razı

    Olduğumdan beri, ruhumda sızı,

    Yolculuk, yolculuk, sonsuz yolculuk.

     

    Ankara, Ekim 2008


  4. Oldu

     

    Bu geceye ererken,

    Akşam saçını yoldu.

    Ufuk kabre girerken,

    Şehrin güneşi soldu.

     

    Kin yumağı; siyahın

    Dostu kara kediler.

    Seherinde sabahın,

    Neler neler dediler...

     

    Neyin nesi bu kadar,

    Uzayıp giden gündüz?

    Neden herkes bahtiyar,

    Niçin geceler öksüz?...

     

    Ve bir suâl içinde,

    Mânâ, mânâyı buldu.

    Garip bir hâl içinde,

    Günün vâdesi doldu.

     

    Kaynayan sokaklardan,

    Sessiz sedasız haber:

    Cinler, sizindir mekan,

    Evsizlerle beraber.

     

    Ne Aliden bir cevap,

    Ne de aç ve çıplaktan.

    Ve yeryüzünde esvap,

    Akşam akşam uzaktan.

     

    Bu alemin çarkında,

    Yelkovanlar hep yoldu.

    Akrepler de farkında,

    Bugün de olan oldu.

     

    Ankara, 21 Haziran 2011


  5. Tezat

     

     

     

    Bir gâye,

    Ölmemek.

    Ve pâye,

    Hep gülmek.

     

    Haydi at!...

    Durma yat!...

     

    Korkular,

    Devamlı.

    Korkaklar,

    Evhamlı.

     

    Bir ses; pat!...

    Öldü zât!...

     

    Göstersem,

    İnanmaz.

    Gel desem,

    Yaklaşmaz.

     

    İşte hat!...

    Ve heyhât!...

     

    Yaşayan,

    Ölüler.

    Yaşamdan,

    Bihaber.

     

    Bir hayat!...

    Ne bayat!...

     

    Bu kızmak?

    Ne, niye?

    Al!... Tokmak,

    Vur diye!...

     

    Durma, çat!...

    Öldü lat!...

     

    Duamız:

    "Ölüm yok!..."

    Rabbımız,

    Birden çok.

     

    Ve memat!...

    Hakikat!...

     

    Hep kaçmak,

    O sondan.

    Ve kaçmak,

    Hep O'ndan.

     

    Bir tezat!...

    Şah ve mat!...

     

     

    Ankara, Ekim 2008


  6. -Evet!... Doğruuuu!... diyenler çoğunluktadır elbet...

    İman sahibi herkes (dilenenler hariç) bütün mahlukatın yok olacağından haberdardır...

    Ve yalnız O'nun bâki olduğundan da....

    Peki ya "doğru" dediğimiz (doğru)nun ne kadar doğrusundayız, böylesi bir yakınlığın ne denli uzağındayız...

    Neyse!...

    Hiç değilse tasdik edelim...

    Ümid edilir ki; bundan da bir fayda görürüz yarın bir gün...

    Rûhu şâd olsun...


  7. Kapı Aralık

     

    Oğul babaya düşman, ana kızına dargın,

    Suratlar asık...

    Akrabalar yabancı, karşı komşuda yangın,

    Hissiyat ânlık...

    Merhamet uzaklarda, af ve mağfiret sürgün,

    Affeden sanık...

    Mazlumlar zâlim başı, zâlimler mazlum bugün,

    Sayısız tanık...

    İnsanlar öfke seli, yüzden düşen bin parça,

    Çehreler; çatık...

    İsim sorana dayak, hatır sorana fırça,

    Selam; ağırlık...

    Akılsızlar akıllı, akıllımız zır deli,

    Ölçü dünyalık...

    Düşmanlar el üstünde, göz hapsindedir velî,

    Mesut münâfık...

    Mânadan uzak insan, maddeperest ahâli,

    Kafalar kırık...

    Yoktur biraz düşünen, şu; bir acâib hâli,

    Akıllar kaçık...

    Merak batıya dâir, doğu çoktan eskimiş,

    Ne iş; çılgınlık...

    Eskilerde gözyaşı, dillerinde serzeniş,

    Zor iş; yalnızlık...

    Yirmidört saat gece, nerde güneşi gören,

    Nerde aydınlık...

    Yıldızlar kayıplarda, ay nûrsuz, sorma neden?

    Her yer karanlık...

    Terâziler hileli, uzaklarda adâlet,

    Hesap karışık...

    Ceza; güçlüye yasak, zayıflara müebbet,

    Berat mezarlık...

    Esirler her yerde kral, efendi kimse köle,

    Yok ki; uyanık...

    Yaklaştıkça en sona, artar, eksilmez çile,

    Heyhat!... İnsanlık!...

    Fiyatlar tavanlarda, hakîkat sudan ucuz,

    Rûhlar satılık...

    Etraf suyla çevrili, insan ölüyor susuz,

    Deniz bulanık...

    Göklerle yer bir olmuş, âlem daralmış gibi,

    Gökyüzü basık...

    Cüce devler dört yanda, güyâ savaş gâlibi,

    Delice çığlık...

    Medeniyet nâmına, medeniler harcanır,

    Elbette yazık...

    Yakındır, batının da, bir gün tahtı sallanır,

    Devrilir kayık...

    Perdeler garîb, mahzun, köşe başında küfür,

    Sineler açık...

    İdrâk yabancı lafız, can çekişir tefekkür,

    Düşünce çarpık...

    Edebsize bol prim, küstaha alkış, tufan,

    Hayâlar batık...

    Bir garip devirdeyiz, zaman yaman mı yaman,

    Gözyaşı katık...

    Azınlıklar çok olmuş, çoğunluklar yok olmuş,

    Düzen karmaşık...

    Hesap içre hesaplar, dostluklar unutulmuş,

    Düşman barışık...

    Yüzlerde binbir maske, çirkin dünya güzeli,

    Yok ki tanıdık...

    Kulluktan habersizin, kulakları küpeli,

    Sözde çağdaşlık...

    Güneş dünyaya küskün, yıldızlar göçer gider.

    Uzakta ışık...

    Elinde kibrit çöpü, nûra sırtını döner,

    Korkuya lâyık...

    Sevgili ağlar durur, sevilende zevk-sefâ,

    Gönüller kaçık...

    Aldatmak mârifettir ve deliliktir vefâ,

    Vefâkar alık!...

    Kaptan prangalanmış, dümen başında çoban,

    Gemimiz yatık...

    Domuz eti raflarda, kedi, köpekten kurban,

    Bulunmaz azık...

    İt başköşede, evler; hayvanâtın bahçesi,

    Ocak samanlık...

    Fakir ağlar kenarda, yazık, çıkmaz da sesi,

    Şöyle birazcık...

    Alkışlanır arsızlar, edebliler yuhlanır,

    Terbiye saçık...

    Ciddiyetten uzağı, yolda herkesler tanır,

    Çoğunluk cıvık...

    Saflık çoktan kaybolmuş ve sâfiyet buruşmuş,

    Çocuk yılışık...

    Aşk dahi kirletilmiş, rezillik aşk sunulmuş,

    Aşık sırnaşık...

    Kavuşmalar birer film, planları acemi.

    Hani ayrılık...

    Çeşit çeşit duygular, muhabbeti, özlemi,

    Sözde doğallık...

    Çirkinden yana zengin, güzelden yana fakir,

    Genel dağarcık...

    Uzaya evler kurmuş, hemen kaçacak zâhir,

    Âlem daracık...

    Tâcir işin erbabı, iflas etse de yapar,

    Râb?la pazarlık...

    Hergün bir başka Râbbe, başka İlâh?a tapar,

    Görme tuhaflık...

    Kelle başı üç kuruş, özürler para ile,

    Aydın kirâlık...

    Biraz düşünüversen, nasıl düştük bu hâle,

    Çöker fenâlık...

    Tasa; belâsız ömür, dertsiz tasasız hayat,

    Mahzun adamlık...

    Keyfeder ehli hevâ, ağlar dertzede zevât,

    Adam idamlık...

    Ukba uzak bir hâyal, bütün kaygı bu dünya,

    Hayır ahmaklık...

    Bu devirde ölçü bu, öyle gerekmiş güyâ,

    Yaşa hodkâmlık...

    "Hey insanlar!... Dinleyin!... Yarın ölüm-hesap var!..."

    Diyen dayaklık...

    "Gün bugündür azizim!... Hem bak yarına kadar!..."

    Lafı alkışlık...

    İman; garîb emanet, yol bulmada tek rehber;

    İz bilmez mantık...

    Şu yaşadıklarımız, çok önceden bir haber,

    Muhbiri sâdık...

    İnsan olan ağlamış, hem de yüksek perdeden,

    Sineler yanık...

    Yokluk epey sevinmiş, yarınları görmeden,

    Utanmış varlık...

    Herşeye rağmen ümit; yine varolmuş, neden;

    Kapı aralık...

     

     

    Ankara, 2008


  8. Durma, vur kapıyı, gir içeri

     

    Müthiş...

    Bu hadise bize Hz. Rabia'yı hatırlattı...

    Zîra rivayet edilir ki: Hz. Rabia döneminin Hak dostlarından Salih bin Mürri bir sohbetinde sık sık:

    -"Bir kimse Hakk'ın kapısını durmadan, ısrarla çalarsa bu kapı ona bir gün mutlaka açılır" diye tekrar etmektedir.

    Arka sıralarda sohbeti dinlemekte olan Rabia nihayet dayanamaz, ayağa kalkıp, Salih bin Mürri'nin sözüne müdahale eder:

    -"Ey Salih! Daha kaç kere o kapı çalana açılır deyip duracaksın... O kapı ne zaman kapanmıştı ki, tekrar açılsın!.."

     

    Başlar Rabia'ya döner. Salih Mürri'nin başı ise mahcup olarak yere. Ve başını yere eğerken de fısıldadığı duyulur:

    -"Ne garip!... Erkek cahil, kadın alim..."

     

    Şimdi biri çıkarda: "İyi ama Üstâd'ın yukarıda kaydedilen sözü rivayet edilen menkıbe ile bir tezat teşkil etmekte" diyenler olursa deriz ki: "Elbette Üstâd dahi bilir ki; O'nun kapısı asla kapanmamıştır... Ve bilir ki; açık olan kapıya vurmak çoğu kimseye garip gelebilir ve hatta bu iş abes bir iş gibi görünebilir, zannedilebilir... Yalnızca zan... Lâkin yine de yani kapı açık da olsa kapıya vurmak ve ezelden beri duyduğu "gel!..." sesini birde O'ndan işitip ondan sonra içeri girmek muhabbet ve edebe daha uygundur..."

     

    Allah; dostlarının sırrını artırsın...

    Rûhları şâd olsun...

    • Like 1

  9. Ne vakit anlayacaklar ki bu korku; bir gece yarısı ay ışığının dahi olmadığı, baştan sona, sağdan sola, yukarıdan aşağıya ve içten içe zifiri karanlığın hâkim olduğu ve kimseciklerin uğramadığı bir sokakta yürüyen ve aklını, hatrını, hissini işgal eden onca düşüncenin tâ en diplerinde bulunduğu bir ânda birdenbire havlaya havlaya karşısına çıkan bir köpek yavrusundan korkan insanın korkusu gibi bir korku değildir...

    Korku...

    O'nun korkusu...

    Elbet yine de kulağı bilenlere vermek gerek...

    Diyor ya O'na giden yolun ehli bir âşık: "Herkes korktuğundan kaçar yalnız Allah'tan korkan O'na yaklaşır..."

    Üstâd'ın rûhu şâd olsun...

    • Like 1

  10. Ateşten Gömlek

     

    Leylâ; büyük imtihan, ya diriliş ya îdam,

    İlâhî ferman Leylâ, Leylâ; ağır imtihan.

    Ya üfleyene bir yol, ya kat kat perde endam,

    Kolay mı ölmek mecnûn, Mecnûn!... Sabır, imtihan.

    Leylâ; büyük imtihan, ya diriliş ya îdam...

     

    Ya örtüler çekilir, ya açılır kapılar,

    Şöhret ile şehvetin, kanat sesi duyulur.

    Bir avuçluk âlemde, akıl almaz sancılar,

    Kimileri kör olur, kimileri yol bulur.

    Ya örtüler çekilir, ya açılır kapılar...

     

    Yıldızlarda ziyafet, etten sofrada açlık,

    Vuslat; ebedî azab, firkat; hakîki nimet.

    Neşe üstüne neşe, çığlık üstüne çığlık,

    Perde arkası doyum , düşse perde; sefâlet.

    Yıldızlarda ziyafet, etten sofrada açlık...

     

    Arzu; ateşten gömlek, ya cennet ya cehennem,

    Bir çıkmaz sokak Arzu, Arzu; yokluğun başı.

    Ya kor ya ay parçası, ya hastalık ya merhem,

    Ölüm boyu güzellik, ömür boyu gözyaşı.

    Arzu; ateşten gömlek, ya cennet ya cehennem...

     

    Ya aydınlanır gözler, ya sineler kararır,

    Dudaktan isyan akar, kalbden kalbe füyuzat.

    Diz çökülür huzurda, rûh; gül gibi sararır,

    Bakarsın onca gürûh, satılır haraç mezat.

    Ya aydınlanır gözler, ya sineler kararır...

     

    Ölenler kavuşur bir, ölü gezer diriler,

    Bir damla, binbir belâ, gülmek; uzak ihtimal.

    Akıllılar zevk, sefâ, bayram eder deliler,

    Nasıl sağ kalır bir er, varlık sırrına hamal.

    Ölenler kavuşur bir, ölü gezer diriler...

     

    Betül; dönüm noktası, ya şehadet ya inkâr,

    Benim meselem betül, betül; benim misâlim.

    Ya sonu gelmez zarar, ya bitip tükenmez kâr,

    Ona mâlum bilinmez, çözülmez şu sır hâlim.

    Betül; dönüm noktası, ya şehadet ya inkâr...

     

    Ya Mecnûn'un Leylâ'sı, ya belâsı başımın,

    Bir Leylâ ki; bin yıllık, ömrün ânlık kazancı.

    Zâhirdeki sebebi, gözümdeki yaşımın,

    Bir belâ ki; zamandan, kayıtsız büyük sancı.

    Ya Mecnûn'un Leylâ'sı, ya belâsı başımın...

     

    Gözlerinde bir ışık, güneş sönse ne çıkar,

    Bu ışık Züleyha?nın, gözlerindeki ışık.

    Bir düşürsem içime, dağılır karanlıklar,

    Bir düşsem gözlerine, yalnız şöyle bir ânlık.

    Gözlerinde bir ışık, güneş sönse ne çıkar...

     

    Şirin; vâroluş sırrı, ya kölelik ya kulluk,

    Herşeyden tatlı Şirin, Şirin; zehirden bir aş.

    Ya maddelerde varlık, ya mânâlarda yokluk,

    Her iki âlemdede, akıl almaz bir telaş.

    Şirin; vâroluş sırrı, ya kölelik ya kulluk...

     

    Ya varlığa ihanet, ya yokluğa bir seyir,

    Ve gönüllerde düğüm ve akın akın ölüm.

    İstersen eğ başını, istersen arşa değdir,

    Marifet; atabilmek, şu kalblere kördüğüm,

    Ya varlığa ihanet, ya yokluğa bir seyir...

     

    Dağ yamacında müjde, tepesinde intihar,

    Sevmek; neden ve nasıl, işte kadîm mesele.

    Adam gibi sevmeli, sevilecekse zinhar,

    İşte aşkın aslına, ermede ki vesile.

    Dağ yamacında müjde, tepesinde intihar...

     

    Aslı; kabûl durağı, ya merhaba ya vedâ,

    Az biraz hisse Aslı, Aslı; yangın öncesi.

    Ya karınca kararı, ya habersiz elvedâ,

    Bilenesi bilmece, dervişin bilmecesi.

    Aslı; kabûl durağı, ya merhaba ya vedâ...

     

    Ya irşâdın başıdır, ya hakîkatin sonu,

    Katrede boğulanlar, ummana nasıl dalar.

    Budur; henüz meclisin, kapısında ilk konu,

    Nihâyetinde verilir, hayat pahası karar.

    Ya irşâdın başıdır, ya hakîkatin sonu...

     

    Yananlar sefer eder, yanan anlar seferi,

    Bir cadde ki; ateşten, cehennem görse donar.

    Her adımda bin yangın, işte rûhun zaferi,

    Yandıkça yürür kişi ve yürüdükçe kanar.

    Yananlar sefer eder, yanan anlar seferi...

     

     

    Ankara, Ocak 2009


  11. Zâhirî "hikmet" ile bâtınî "Faz(ı)l"ın kıyasının ne kadar abes ile iştigal olduğunu bilmem hâlâ bilmeyenler var mı?...

    Bunları geçelim de yazı geneli ile güzeldi...

    Hikmetsiz(ler)in bir "Hikmet Deryası"nda bulunması bu güzelliğe halel getiriyor gibi görünse de iş yalnız bir görüntüden ibaret...

    Bir okyanusa bir damla çamur düşmüş...

    Ne çıkar!...

    Bu arada İrfan Zülfikar beyin duruşu tüyler ürpertici...

    Hayatta ise ömrüne rahmet olsun değil ise Üstâd ile beraber onun da rûhu şâd olsun...

    Teşekkürler emek sarfedenlere...


  12. Dâvet

     

    Bu yol ikiye dar, (ben) için hayâl,

    Eliyle kendine kıyanlar gelsin.

    Yerinde kalsın baş, gövde ve mafsal,

    Bu râha rûhunu, koyanlar gelsin.

     

    Gül açtı, gün doğdu, buyurdu lâle,

    Bir bakın güneşe, yıldıza, çöle,

    İster sultan olsun, isterse köle,

    Mânâyı maddeden, soyanlar gelsin.

     

    Vardan öte bir var, bu yolda gâye,

    Varlıkta yok olmak, ne güzel pâye,

    Duyduğun ne masal, ne de hikâye,

    Fenâyı sevenler, sayanlar gelsin.

     

    Örtüler altında, gündüz ve gece,

    Göklerin üstünde, hep hece hece,

    Dilden de ziyâde, kalb ile nice,

    Cismini ismiyle, yuyanlar gelsin.

     

    Yok bir tek yabancı, birdir cümlesi,

    Herkesin ezelden, ayrı hissesi,

    "Belâ" diye O'na, ulaşan sesi,

    Tâ bezmi elestten, duyanlar gelsin.

     

    Bu yolda maksûdu, bulamaz akıl,

    Korkar da ummana, dalamaz akıl,

    Şu sırrı kabına, alamaz akıl,

    Mecnûnun aklına, uyanlar gelsin.

     

    Ne var ne yok perde, engel her bir şey,

    Zaman ile sâki ve sunduğu mey,

    Dinle!... Bak ne diyor, sırra sırdaş ney;

    Ondan, bundan, şundan, üryanlar gelsin.

     

     

     

    Ankara, Aralık 2008


  13. Pek tv izlememekle beraber bu sıralar TRT 2'de cumartesi geceleri saat 00:15 gibi başlayan ve Hayati (İnanç) Bey'in sunduğu "Can Veren Pervaneler" isimli programı takip ediyoruz... Divan Edebiyatı'na, aşk ve muhabbete meyli olan kardeşlere tavsiye edilir...

    Ayrıca Akra Fm'de Zahit Kotku (ks) ve M. Esad Çoşan (ks) Efendi Hazeratlarının, Burç Fm'de (perşembe akşamları) yayınlanan "Seyir Defteri"nde Tuğrul İnançer ağabeyin, Radyo Arifan'da Necati Dayı ağabeyin sohbetleri ilgimizi çekenler ve takip ettiklerimiz arasında... Hakeza Radyo 15 bütünü ile...

    Dergilerden; Semerkand, gazetelerden; Vakit'e ilgi ve alakamız mevcut...

×
×
  • Create New...