Jump to content
Necip Fazıl Kısakürek [N-F-K.com Forum]

erenler

Editor
  • Content Count

    50
  • Joined

  • Last visited

Posts posted by erenler


  1. Solun düşünemediği:

    Fatin Rüştü Zorlu ve Menderes Sovyetler ile diyaloga girip 15 Temmuz'da Sovyetleri ziyaret etmeye karar verince 27 Mayıs ihtilal olur ve bu solcu (!) ihtilalciler önce NATO-CENTO'ya bağlılığını ilan ederler. Demirel 80 öncesi Sovyet ile yakınlaşınca, ABD ile haşhaş konusunda zıtlaşıp, casusu uçaklarına sınırlama getirmek isteyince sağcı olarak nitelendirilen 12 Mart muhtırası ile iktidardan uzaklaştırılır. İlginç olanı solcu öğrencilerin yürüyüş- banka soyma ve üniversite işgalleri sağcı (!) 12 Mart muhtırasını doğurur hem sol hareket sekteye uğrar hem sovyetlerle işbirliği anlaşmaları imzalayan sağcı Demirel iktidarı kaybeder. Kısaca sol öğrenci eylemleri sadece ABD'nin ekmeğine yağ sürer, ne ilginç değil mi? İlginçtir solcu ihtilal hayalleri uğruna idama giden Talat Aydemir CIA ile anlaşarak ihtilal için onlardan destek arar ( Yıl: 20 Şubat 1962, yer ABD büyükelçi müsteşarı Berneds'in evidir , Talat paşa evde ABD dışişleri bakan yardımcısı Talbott ile konuşur ), aynı şeyi ünlü devrimci Mihri Belli'de yapar ve bu nedenle Mahir Çayan'ın epey eleştirisine uğrar. CIA destekli sol ihtilal için ömürlerini harcayan solcular...!

    Sivil-demokrat bir MIT kurmak isteyen Hiram Abas, sol ( DHKP-C) örgütçe arabasında çapraz ateşe tutularak öldürülür. halbuki Abas o sıralarda güneydoğuda ABD'nin oyunlarını bozmakla meşguldü ...!

    CIA Ajanı Philip Agee Firar adlı eserinde belirttiği gibi: CIA bir ülkede darbe yaptırmak isteyince (3. madde ) : Sivillerden teşekkül eden özel gruplar kurulup terör eylemleri yaptırır. (6. madde):Siyasi partilerin sempatizanları arasında silahlı mücadele kışkırtılır: 80 öncesi Mahir-İbrahim-Deniz üçlüsü aslında ABD'nin kullandığı birer piyondan başka bir şey değillerdir. Sol adına ABD'nin ekmeğine yağ sürmüşlerdir hem de hayatları pahasına !

     

    4 Mart 1971 günü Deniz 4 ABD'li askeri kaçırır - 9 Mart'ta planlanan sol ihtilalden hemen önce - ama ilginçtir 3 gün sonra tam zıttı ihtilal olur. Dursun Karataş, Mahir Çayan , Bedri Yağan nasıl askeri cezaevlerinden kaçabilmişlerdir? Mahir Çayan gelmeden kısa süre önce Maltepe Askeri cezaevi'nde tünel kazılmış kaçmaya hazır hale getirilmiştir. Tünel biter tam bu zamanda da Mahir bu cezaevine gönderilir! TİİKP içinde teğmen Alaattin Sevimli görev yapmış, partide yer almış ama mahkemelerde - Tıpkı diğer parti üyesi subaylar gibi - yargılanmamışlardır. İlginçtir şimdi de İP yönetiminde bir çok emekli subay bulunmaktadır. Madanoğlu cuntasının içindeki MIT ajanı Mahir Kaynak TÖS, DDD içinde yer alan bu adam aslında bir çok şeyi anlatmıyor mu? Düşünsenize "Dünya Komunist gençlik kurultayına Türkiye'den sadece iki kişi gönderilir TMGT tarafından ki biri Kaynak'tır.

     

    Aşırı sol ABD, askeri kesimce manipüle edilmiş, yönlendirilmiş, kullanılmış, sonra da görevleri sona erince kullanılmış mendil gibi köşeye atılmıştır. Solu devrimci asker hayali-aşkı bitirmiştir.

     

    Eski içişleri bakanı Hasan Fehmi Güneş: Terör-anarşi sadece bir iç güvenlik sorunu değil, bunların uluslararası boyutu da vardır." derken aslında resmin tamamını görmemiz gerektiğine de işaret etmişti zamanında. THKP-C'nin asıl kurucusu Yüzbaşı Orhan SAVAŞÇI iken herkes Mahir'i tanır. Savaşçı günümüzde Fransa'da krallar gibi yaşamaktadır. Sarp KURAY olayın farkına varmıştır:" Çok bilinçli bir tuzağa düşürüldük. Bizden Türkiye'yi ihtilale hazırlamamız istenmiştir. CIA'nın komplosun Komplosuna kurban gittiğimizi inanıyorum." ( 1993'te Paris'te Milliyet'ten Mine G. Saulnier'e verdiği bir röportajdan) . Eski TKP/ML kurmayı Aslan Kılıç, Gazi olayları, 1 Mayıs 1996 Kadıköy olayları, 80 öncesi 1 Mayıs olaylarında sol örgütlerin provokasyon içinde rol aldığını açıklar. Atilla İlhan 68 Fransa olaylarında Amerikan- Fransız ilişkilerindeki gerginliğin aranması gerektiğini ifade eder. 21.08.1977 tarihli yazısında : "Biz komutanların verdiği rolleri oynadık, komutanlarda Amerikanın biçtiği rolü " der. 12 Mart sanıklarından emekli üsteğmen faik Güleçyüz: "Biz kullanılmış insanlarız. Farkında değiliz. 9 Mart yanılgıydı." diye itirafta bulunur. 68 neslinden Harun Karadeniz'de açıkça ifade eder: " Günümüz Türkiye'sinde cuntacı akımların bağımsız olacağına inanmıyorum."

     

    CIA bağlantılı İsviçre merkezli Macfaund adlı vakıftan 59.000 dolar, AB fonunda 770.000 Euro alan, Kızıldere'de sağ kurtulan tek kişi olan Ertuğrul Kürkçü şimdi malum partiden milletvekilidir!

     

    1979-1980'li yıllarda MLSBP adlı ülkeyi kanlı terör eylemleri ile katliamlar yapan örgütün lideri Şemsi özkan polis ajanı çıkar. Bu örgütün 2. adamı MLKP liderlerinden Hasan Şensoy ise 1995 yılında Gazi mahallesinde alevi kahvehanesini tarar. MLKP'nin hemen hemen tüm silahları NATO envanterinden olmalarıdır. Dev-sol'da derin devletin kullandığı diğer solcu örgütlerdendir. Dursun Karataş kanserden ölene dek Avrupa ülkelerinde kalmış, onlardan destek almış, onlarca kullanılmıştır. Hiram Abas ABD'nin güneydoğu'daki faaliyetlerini sekteye uğratmaya başlayınca Dev-sol ( 1993'teki adı ile DHKP-C ) tarafından öldürülür. Yani CIA taşeronu, kapitalist Avrupa'nın piyonudur bu örgüt! 1996 Özdemir Sabancı suikastının arka planında ise Sabancı'nın uluslararası otomotiv şirketlerine karşı yapmayı planladıklarını düşününce örgütün hizmet ettiği yer daha iyi belli olur. Bedri yağan ve arkadaşları Karataş'ın gerçek yüzünü görünce ayrılırlar ama 11 arkadaşı ile sadece 2 ay yaşarlar, İstanbul'da aynı gün polislerce öldürülürler. Polis DHKP-C'ye darbe vurduğunu zannederken, Dursun rakibinden kurtulmuş, ABD piyonunu korumuş olur kısaca eski tas eski hamam işler yolunda devam etmektedir. Muzaffer Köklü 27 mayıs 1969'da Yeni Gündem adlı gazetede anılarını yayınlar: "Solcu bir lider ve polis ajanı idim."

     

    22 Mayıs 1970. Mustafa Şefik Kuseyrioğlu solcu arkadaşı Nejat Arun tarafından yanlışlıkla vurulur. Ertesi gün " Cinayet faşistlerce yapılmıştır." diye eylemler yapılır. Yaşar Serpil'de aynı şekilde vurulur, onu da "Polis vurdu." diye duyururlar.İşin ilginci emniyet olayın gerçeğini bilmekte ama açıklamamaktadır neden acaba...? Amaç gençliğin bir kıvama getirilmesi, kullanılacak kıvama getirilmesi midir? zaten Zülfü Livaneli'nin deyimi ile " Yıkanmaktan utanan, aylarca yıkanmayan " garip adetler edinen bir ruh haline girmiştir sol kesim. Devrime hazırlık için dağlara çıkarlar bir kaç günde dayanamaz alelacele geri dönerler... Paris'te gaz zehirlenmesi ile ölen arkadaşları (Cengiz Zapçı) için Mahir Çayan: " İleride kurtaracağımız şehirlerden birinin adını Cengiz adını veririz." diyecek ütopiktir sol gençliği o zamanlar. İşte bu kadar hayal dünyasında yaşamakta, hayattan kopukturlar. Onları kullanmak ta zor olmadı zaten. Dev-Sol katliamlar yapar, Dev-Yol ise mahalli komünist yönetimler kurar ve zamanla ( Dev-Genç liderlerinden Sarp Kuray'ın itiraf ettiği gibi ) 12 Eylül'ün alt yapısını hazırlarlar.

     

    İtalya'da Aldo Moro adlı siyasi lider komünistlerle iktidarı paylaşmak üzere iken Kızıl tugaylarca kaçırılıp öldürülür! İtalyan Yüksek Hakimler Konseyini masonlardan temizlemek isteyen başkan yardımcısı Bachelet yine kızıl tugaylarca ortadan kaldırılır. Sormak lazım, kızıl tugaylar mason dostu, komünist düşmanı mı idiler? Hayır ama kullanıldılar ve düşmanlarına hizmet ettiler.

     

    İlginç bir kişilik: Doğu Perinçek

    İlk başlarda TİP içinde yer alan perinçek başkan olunca FKF'nin başına gelir. O andan itibaren TİP aleyhine çalışmakta olan başlarında M.Belli olan MDD'çi tarafa geçer. FKF Dev-Genç adını aldığı dönemde içinde MDD'ci eğilim de ağırlığını hissettirmeye başlar.Parti ile sosyalist hareket (TİP) önemini kaybeder. MDD içinde Çayan- Perinçek-Belli grupları oluşur. Ayrıca Kıvılcımlı grubu da etkinlik kazanır zamanla. Dev-Genç ilk kongresinde Perinçek Çayan grubuna yenilir ama fikirleri etkinliğini artırır. MDD askeri dare ile sosyalizmi getirmeyi savunurken, Çayan silahlı mücadele ile sosyalizmin geleceği görüşünü ortaya atar.Deniz ise gerillacılık ile sosyalizmi getirme taraftarıdır.Çayan -Deniz arasındaki tek fark şehirden mi köylere, kırsal kesimden mi şehire gerilla-silahlı mücadelenin olacağı yönündedir. İlk önce nereden gerillacılık yapılacağı fikri birbirlerine düşman olamaya vardırır kendilerini.Çayan THKP-C, Deniz THKO'yu kurar. İşçi sınıfı (TİP) önderliğinde sosyalist hareket yerine "Asker-sivil aydın " birlikteliği ile 27 Mayıs devamı devrim yapmak isteyen , içinde Kemalizm'inde bulunduğu MDD ağırlıklı fikir gençleri kendine çeker. İ. Kaypakkaya'da Mao'cu TİİKP'den ayrılır ve TİKKO'yu kurar.Dev-Genç kliklere ayrılır, marjinelleşir. TİP gücünü kaybeder. Zamanla MDD'den ayrılanlar daha da artar ayrı dergi kurarlar: Proleter devrimci aydınlık. Perinçek TİİKP adlı parti ve İşçi-köylü gazetesini çıkarır. Yine asker-aydın destekli devrimi savunur.Gazetenin sorumlu müdürü Aydoğan Büyüközden İngilizlerle bağlantısı ortaya çıkar. 1988'te Sosyalist Parti'yi kurar, PKK propagandası yapar- Detay içinde tıkla -

     

    Kısaca THKP-C, THKO, TİKKO üçü de MDD'nin ( Önce Belli sonra Perinçek çizgisinin ) çocuğudur. Dev-Genç içindeki MDD ağırlığı ile TİP'te zamanla bitirilir. Tüm bu dağılma sürecinin kesişme noktasında hep aynı kişi yer alır: Perinçek! M. Belli Perinçek için " CIA'nın Mao'cusu . "der.

    Mahir Çayan:

    Halka açık forumlarda silahlı örgüt nasıl kurulmalı tartışılır, yakalandıklarında cezaevinden kaçacaklarını kızlar koğuşu bile duymuşken, generaller anılarında her şeyi bildiklerini açıklarken, en çok silahlı yasadışı örgüt kuran kesim olan sol, derin devletçe kullanılmayacak öyle mi? Pr. Nermin Abadan Unat " Üniversiteleri işgalin ihtilale zemin hazırladığını" belirtir. Bingöl Erdumlu, kendisini sorguya çeken komserin ilginç cümlesini aktarır: " Sizi yakalamak istemiyorduk, yakalamak zorunda kaldık." Yasal TİP'i pasif bulup oportünizmle suçlayan genç devrimciler adım adım hedefe ilerleyen sosyalist partinin önünü tıkar, yetmez, gençleri illegal-cephe hareketlerle provoke ederler, kapitalizmin ekmeğine yağ sürerler.Ünlü solcu Sadun Aren'i FKF'den atar bu gençler.Mahir Çayan TİP ile sosyalist hedefe yönelmeyi beğenmez TİP Zonguldak il başkanına (Ahmet H. Dinler): "ABD emperyalizmine hizmet ediyorsunuz." der. Halbuki hizmet eden kendisidir. Aşırı hareket zamanla içinde de bölünmelere yol açar, tüm bu bölünmelerde hep emperyalizme hizmet eder. Hikmet Kıvılcımlı Mahir'leri uyarır ama işe yaramaz. Yusuf Küpeli'nin deyimi ile " Genel komite için 10 kişi bile bulamayan örgüt." birilerince büyütülür, korunur, ihtilale neden olacak işlerde kullanılır, alt yapı onlarla hazırlanır. Yusuf Küpeli " Yapılan banka soygunlarını Deniz ile Mahir'in karşılıklı reklam yarışı haline geldiğini" belirtir, eleştirir.Cengiz Ballıkaya ağır ifadelerle de olsa olayı özetlemiştir :" Mahir ajandır ve devrimci hareketi baltalamaktadır." Feyyaz Kurşuncu "arandıkları sırada kamyon ile kaçtıklarını yollarda tüm aramalarda kendi bulundukları araç dışındaki tüm kamyonların defalarca arandığını ifade" eder. Kollanmakta, takip edilmekte, istenen hedefe yönlendirilmektedirler. Bingöl Erdumlu'da " Arandıkları dönemde baş komiserin hüviyetine bakarak incelediğini ama kendisini yakalamadığını" ifade eder. Tümgeneral Memduh Ünlütürk'te Mahir'in kaçacağını bildiklerini daha sonra solcu - Emekli deniz binbaşı - Erol Mütercim'lere anlatır. 27 Mayıs'çı olan ve eski Milli Birlik Komitesi üyelerinden İrfan Solmazer:" MIT'in ve hükümetin Elrom'un kaçırılacağını 8 gün önceden bildiğini ."ifade eder." Oyun büyük çapta dönüyor" devrimciler sadece küçük figüran olarak kullanılıyorlardır.

    Bir Kurban:

    Mahir yakalanınca mahkemede kendi öldürdüğü İsrail eliçisi Elrom'u, İlyas Aydın adlı arkadaşının öldürdüğünü söyler ayrıca onu MIT ajanı olmakla suçlar. Aydın'ın Mahir tarafında günah keçisi ilan edilmesi THKP'de sarsıntı yaratır. Örgüt bölünür.., Aydın ülkeden kaçar ama yine THKP'lilerce infaz edilir. Ömer laçiner, Mustafa Şahin, Abdullah O. Müftüoğlu Aydın'ın masum olduğunu ifade ederler. Gün Zileli de Aydın'ın ajan olmadığına inandığını söylemektedir (www.gunzileli.com/2011/03/24/ilyas-aydin-ajan-miydi-gurkan-hacir)Hayatını örgüte adayan Aydın, lideri tarafından önce üzerine cinayet suçu atılır, sonra ajan olmaklasuçlanır, kaçar-saklanır- yurt gider ama kurtulamaz, ( Önceleri " Yurtdışına kaçtığı için cinayaeti üzerine attım, yakalansa üzerime alacaktım ." dediği adamı suçlamaya devam eden ve ) iftiradan vazgeçmeyen Mahir, mektupla Aydın'ın arkadaşlarınca infazına sebep olur. Kısa süre sonra kendi de Kızıldere'de öldürülür.

    Ülkemde solcular;

    Madanoğlu 12 Mart'tan hemen sonra Kıvılcımlı ve M. Belli'yi MİT ajanı olmakla itham eder. Şefik Hüsnü Mustafa Suphi ile hep zıt kutupları oluşturur. Bedii Faik ve Kemal Tahir, Atilla İlhan'ı komünistleri polise satan kişi olarak ilan eder. Eski komunist Emin Sekûn, Zeki baştımar'ı MİT ajanlığı ile itham eder. Perinçek'le irtibatlı Turan çağlar ABD ajanı, ( yazı işleri müdürü olan) Aydoğan Büyüközden ise İngiliz ajanı olarak yakalanırlar. Ferit İlsever'in İngillizlerle olan bağlantısı ise gizli bir şey değildir. Eski Aydınlık'çı Gün Zileli'de Aydınlık-MİT ilişkisini onaylar. Deniz ise Mahir'e " Oportünist, moralsiz." der. Mahir Çayan; Doğu Perinçek'le, Deniz Gezmiş'le, Mihri belli ile çatışır. Perinçek ise M. Belli ile mücadele eder. Yusuf Küpeli, Perinçek'i provakatörlükle itham eder. Gün Zileli Boran-Aren'i Amerikancılıkla suçlar. Mahir Deniz'i " Sol sapma", Mihri'yi de "Sağ sapma " olarak nitelendirir, Atilla sarp'a ise " sen Marxist değildir." der. Mahir önce TİP'ten sonta Perinçek'ten kopar, sonra Küpeli- Aktolga grubu kendinden ayrılır. Askeri cezaevinden kaçınca Mahir " CIA ajanı" diye nitelendirilir. IP genel sekreteri Bedri Gültekin ÖDP genel başkanı Ufuk URAS'ı MIT ajanı olmakla suçlar.

    Sol hep karşı kliği etiketleme, suçlama, yaftalama, ötekileştirmesi ile ünlüdür. Sola göre tek doğru kendi grup-klikleridir. Diğerleri " Ajan, provakatör, pasisift, hain"dir.

    İki yüzlülük:

    Susurluk'ta Abdullah Çatlı hep konuşulurken aynı arabada olan solcu polis derneği Pol-der kurucusu Hüseyin Kocadağ'a neden hiç değinilmez acaba? PKK hep ırkçı terör örgütü olarak tanımlanır ama onun aşırı sol ve darwinist yönü dene hiç sorgulanmaz? DHKP-C sol örgüttür ama uyuşturucu- insan kaçakçılığı yönüne hiç değinilmez, neden acaba...? Ülkücüleri kontgerilla olmakla suçlayanlar - Ki haklılar ama- mesela sadece THKP-C davasında 113'ü albaydan astsubaya dek uzanan asker listesini neden görmezler. Dev-sol Uyuşturucu kaçakcılığı, çek-senet mafyacılığı, haraç toplayıp insan kaçakçılığı yapar ama bunları kimse dillendirmez! Dev-sol'cu Fehriye Erdal Belçika'ca korunur ama kimse nedeni soruştumaz.

    Sonuç:

    En son 28 Şubat döneminde sol kesimin, darbeci asker ve kapitalist burjuva ile el ele verip İslamî harekete karşı beraber yürüdüğü mücadele düşünülünce, solun hala piyon görevini ifa ettiği kendiliğinden ortaya çıkmaktadır.

    Ekler:

    Yılmaz Güney gerek maddi gerek silah gerekse evde saklama ve arabası ile THKP'ye yardım eder.

     

    Ünlü komünistlerden Vedat Nedim Tör 1927 tevfikatının nedeni, Hikmet Kıvılcım'lı ise 1929 tutuklamalarının , Zeki baştımar ise1959 tutuklamalarının sebepleri olmuşlardır. Perincek 1972'de Ankara'da yakalanınca 120 sayfalık ifadesi ile tüm örgütü deşifre eder.

    Anti-parantez bir bilgi verelim olayın ve hameti açısından: MIT içindeki CIA ajanı kurmay albay Sabahattin Savaşman'ın avukatlığını GKB Hukuk dairesi Başkanı Münir Tüfekçibaşı idi!

     

    NOT: Yazı sitemizin son çalışmasıdır, aynen aktarılmıştır.


  2. Birbiri ile çelişir gözüken hadislerin gerçek mahiyetlerini açıklayan bilim dalıdır. Ama ne yazık ki tıpkı Mevzu- uydurma - hadis çalışmaları gibi bu alandaki bir çok eserden ve çalışmadan günümüz Müslümanları pek haberdar değildir. Bu özet çalışma ile bu konuyu kardeşlerimize tanıtmayı, benzer rivayetlerle karşılaşınca kıyas ile çelişkili durum olamayacağı mantığına ulaşmalarını amaçlamaktayız.

     

    1- " Birinizin ayakkabısının tasması koptuğu zaman, tek ayakkabı ile yürümesin." ( Buhari, Hanbel, Tirmizi). Halbuki hz Aişe'den rivayet edilmiştir ki:" Bazen Rasulullah ayakkabısının tasması kopardı da onu tamir ettirene kadar tek ayakkabı ile yürürdü. " (Tirmizi)

     

    Bir kimsenin ayakkabısının tasması kopunca ya ayakkabıyı atar ya da onu tamirciye götürene kadar tek ayakkabı ile yürür.

     

    2- " Rasulullah asla ayakta bevletmedi." (Hanbel). Huzeyfe'den gelen rivayette ise " Rasulullah'ın ayakta bevlettiği" (Buhari, Hanbel) rivayet edilir.

     

    Rasulullah normal zamanlarda asla ayakta bevl etmemiştir. Fakat balçık, sulu çamur veya pislik sebebiyle oturmanın mümkün olmadığı yerlerde istisnai bir durum olarak ayakta bevletmiştir.

     

    3- " Ben şüphe etmeye babam (Atam) İbrahim'den daha layığım." ( Buhari, hanbel). Bu İbrahim (as)'ın şahsına hakaret değil midir?

     

    Bakara 260. ayet inip, Müslümanlar :" İbrahim (as) şüpheye düştü ama bizim peygamberimiz düşmedi." demeleri üzerine Rasulullah'ta tevazu ile, İbrahim'i kendinde üstün tutarak yukarıdaki sözü söylemiş, yani " Ben ondan daha aşağı derecede olduğum halde şüpheye düşmedik, o nasıl şüphe eder." demek istemiştir.

     

    4- Yüzüncü yıldan bahsederken, " Muhakkak ki o gün yeryüzünde nefes alan hiç bir insan kalmayacaktır." ( Hanbel).Halbuki hala insanlar yaşamaktadır. Rasulullah "Yeryüzünde o gün sizden hayatta kimse kalmayacak." demiştir. Ravi "Sizden" kelimesini düşürmüştür. Benzeri durum "Uğursuzluk üç şeydedir, at, ev, kadın." hadisinde de olmuştur. Ravi Ebu Hureyre :" cahiliye döneminde- İslam öncesi- uğursuzluk 3 şeydedir..." şeklindeki rivayetin baş tarafını duymamış, sonradan sohbete iştirak etmiş , o da sanki İslam'ın görüşü imiş gibi bu hadisi rivayet etmişti de Hz Aişe duruma sonradan açıklık getirmişti. Hadis ilminde, rivayetlerde bu durum arada olabilmektedir.

     

    5- " Güneş ve ay kıyamet günü dürülüp sarılarak ateşe atılmış iki öküzdürler." (Buhari) Güneş ve ay'ın günahı ne?

     

    Enbiya 98. ayetinde belirttiği, günümüz Japonya'sı, Kung-fu öğretileri de dahil hala güneş, hatta ay'a tapanlar olmuştur, olmaktadır. O kişilere kıyamet günü en büyük azap taptıkları ile beraber Cehennem'de olmak olacaktır. Kısaca İbrahim 33. ayetinde belirttiği gibi Allah'ın emirlerini yerine getiren ay, güneş yine cehenneme bir görevli olarak girecek, azap gören değil, azap aracı olacaklardır.

     

    6- Rasulullah (sav) :" Asla hiç bir peygamber Allah'ı inkar etmemiştir." derken, Buhari ve Hanbel'den rivayet edilen hadiste:" Küçük yaşta iken iki meleğin kendisine gelip kalbinden bir kan pıhtısı çıkardıktan sonra kalbini yıkadıklarını ve yerine koyduklarını." rivayet edilir. Burada bir tenakuz, ihtilaf yok mu?

     

    Rasulullah hanif dini üzere idi. Asla putlara tapmamış daima tek yaratıcıya inanmıştır. Ama tabii ki islam dini gelene dek imanın detayları hakkında bilgi sahibi değildi: " Sen kitap nedir, iman nedir bilmiyordun." ( Şura: 52) İkinci hadis Rasulullah'ın peygamberliğe hazırlık aşamasında olan bir olaydan bahsetmektedir, yoksa Allah'a iman konusunda bir sorun yoktur ortada.

    (Difaun ani's-sunne: II/115)

     

    7- " Ümmetim yağmura benzer başı mı hayırlıdır, sonu mu belli olmaz." (Tirmizi), buyurulduktan sonra " Ümmetimin hayırlısı benim peygamber gönderildiğim asırdır." (Hanbel) buyurulmuştur. İkinci hadis doğrudur,esastır, birinci hadis ise sonradan gelenlere iltifat, taltif için söylenmiş sözlerdir. Ashaba yakın olduklarını ifade eder.Tıpkı bir sahabi (Tihame) hakkında :" O bal tulumuna benzer, sonu mu , başı mı iyidir, bilinmez ." (Hanbel) gibi.

     

    8- "Beni Yunus (as)'dan üstün tutmayın.Peygamberler arasında üstünlük tercihi yapmayın." (Buhari, Hanbel) , derken diğer hadiste :" Ben kendisi için yer yarılıp parçalanacak ( kabirden çıkacak olan ) ilk kimseyim - Övünmüyorum - " (Hanbel) dediği rivayet edilir.

     

    Birinci hadis esastır. Bu konuda ayette vardır: " 'O'nun elçileri arasında hiç birini (diğerinden) ayırdetmeyiz. " (Bakara: 285) İkinci hadis -zaten övünmüyorum- diyerek te işaret edildiği gibi , var olacak olan husular ifade edilir, kıyamet günü ilk dirilecek olan Rasulullah (sav)'dir, bu bir vakıa, realitedir ve olacak olan bir şeyin ifadesi de kibir ifadesi değildir.

     

    9- " Kalbinde hardal tanesi kibir olan cennete giremez." ( Buhari, Hanbel) buyurulurken, " Zina etse de, hırsızlık etse de ' Lailahe illellah ' diyen cennete girer. " ( Buhari, Hanbel, Müslim) buyurulmuştur, tenakuz değil midir?

     

    Hadislerin bazı bölümleri vardır, kimi tenzih (Sakındırma), kimi teşvik ( Yönlendirme )hadisleridir. Mesela Rasulullah (sav) " Cemaatle namaz kılmayanın evini yakasım gelir ." veya " Kim ki 4. kez sarhoş yakalanır, onu öldürün." buyurur ama her ikisi de olunca ne ev ne öldürme emri verir. Amaç insanı sakındırmak, korkutmak, İslam'ın o olaya ne kadar olumsuz baktığını göstermektir- Bu konuda sünnet adlı dosyamıza müracaat edilebilir- Birinci hadiste bu mihval üzerine değerlendirilmelidir. Kibir kötüdür, sakınılmalıdır, cennete girmek isteyen kibre yaklaşmamalıdır , anlamındadır hadis. İkinci hadis ise asıl olandır.

     

    10- " Benim minberim cennet kapılarında bir kapı üzerindedir." ( Lisanul arab: 9-381, Hanbel) ve " Benim kabrim ile minberim arası cennet bahçelerinden bir bahçedir." (Buhari, Hanbel) buyurulur. Halbuki bir çok ayet ve hadis cennetin bu dünyada olmadığını ifade eder (Necm :114-115, Ali İmran: 133, Buhari:8-1, Hanbel: 1-422) Hz Resul zikir halkalarını ayrıca hasta ziyaretini de cennet bahçesi veya yoluna benzetmiştir.( Hanbel) Kısaca o amel, yerler- de yapılan ibadetler- cennete götürecek cennete vesile olacak anlamında ifade edilen sözlerdir. Zaten I. hadiste kapı anlamındaki 'Et-tur'a' kelimesi kanal ağzı anlamına gelir.Yani benim minberim- den alınan bilgiler- cennete açılan bir kapıdır, demek olmaktadır.Bu hadisleri teşvik hadisleri olarak ta nitelendirebiliriz, o alanlarda ibadet, ilme teşvik anlamında yani.

     

    11- Rasulullah (sav) :" Her doğan İslam fıtratı üzerine doğar. Sonra ana-babası onu yahudi, hristiyan yapar." ( Buhari, Hanbel), buyurur. Sonra " Şaki - Cehennemlik- annesinin karnında da şaki'dir.Said (cennetlik) anasının karnında cennetliktir." ( Buhari) buyrulur. Bu bir çok ayet ve hadise karşı anlamlar içeren ifadelerdir.

     

    I.hadis esastır, her insan İslam fıtratı üzerine doğar.İkinci hadis ise lavhi mahfuzdan bahsetmekte, insanların cennetlik veya cehennemlik olduklarını Allah'ın ezelden bildiği ifade edilmektedir. Yani kader konusu II. hadiste anlatılmaktadır. Allah her şeyi önceden bilir ki buna kader denir. Bu konuda Kader isimli yazımıza müracaat edilebilir.

     

    12- Bir hadisinde peygamberimizin kabir ehli ile konuştuğu ifade edilir. ( Buhari, Hanbel). Halbuki Allah " Sen kabirde olanlara sesini duyuramazsın, sen ölülere sesini duyuramazsın." ( Fatır:22, Rum: 52) buyurmaktadır.

     

    Ayetlerdeki ölülerden kasıt yaşayan ölülerdir, İslam'a kulaklarını tıkamış, duymaz, hak-hakikat cahilleridir: Yani ölü gibi gerçeğe karşı duyarsız, önyargılı, cahil kişilere sen Allah'ın nurunu - Kuranı - duyuramazsın demek istemektedir yüce yaratan. Kuran'da teşbih konusuna müracaat edilebilir.

     

    13- Rasulullah (sav) : " Senden benim ve akrabalarımın zenginliğini isterim." ( Hanbel) buyurulurken diğer hadiste :" Allah'ım beni miskin yaşat..." buyurulur. Bu zıtlık değil midir?

     

    Miskin kelimesi 'Sukûn' kelimesinden türemiştir.Arapçada bir kişi yumuşak huylu olduğu, tevazü gösterdiği, huşu hudu ( Alçakgönüllü ) sahibi olduğu zaman " temeskene'r-raculü": Adam miskinleşti, denir. Kısaca İslam fakirliği teşvik etmez, aksine bir çok ibadet için zengin olmalıdır: Zekat, hac, Kurban...! Kısaca miskin: sadece Allah'a muhtaç olan, alçakgönüllü kimse anlamındadır.

     

    14- Rasulullah (sav) : " Zina eden zina ederken mü'min değildir, hırsız da hırsızlık ederken mü'min değildir." (Buhari) derken başka bir hadiste:" Zina etse de, hırsızlık etse de ' Lailahe illellah ' diyen cennete girer." (Buhari, Hanbel) buyrulur.

     

    I. hadisten kasıt; İmanı kamil iman değildir denmek istenmektedir. Zina "ederken" müminlik sıfatı kalkar, imanı kamillikten uzaklaşır taaki tevbe edene dek denmek istenmektedir. Bu hadiste tenzih hadislerindendir. Mesela " Komşusu aç iken tok yatan iman etmiş olmaz." ( Buhari) hadisi gibi.

     

    15- Rasulullah (sav) : Deri dibağatlandı mı temiz olur.", başka bir hadiste de ölü bir koyunu görünce :" Derisinden faydalansa isiniz ya!" (Buhari, Hanbel) buyurduğu rivayet edilir. Başka bir hadisinde ise:" Ölü hayvanın ne derisinden ne sinirinden faydalanın."

    (Hanbel) buyurduğu rivayet edilir. ( Türkçesi: Tabakhane; ham derilerin işlendiği yer)

     

    II. hadiste geçen 'El-ihâb' dibağatlanmamış deri için söz konusudur.Dibağatlanınca bu isim ondan kalkar. Yani " Dibağatlanmamış deriyi dibağatlanıncaya dek kullanmayın ." denmek istenmiştir.Nitekim : " Ne de sinirinden" sözü de bunu açıklar. çünkü sinir dibağat kabul etmez. Başka hadiste bu konuya açıklık getirir: Rasulullah (sav) Meymune annemizin azadlı cariyesine ait bir hayvan ölüsüne rastlayınca:" Onun derisini alsalar ve dibağatlayıp kullansalardı ya!" buyurmuştur. ( Hanbel)

     

    Aslında bu konu bizi hadis alanında önemli bir kurala da götürür. Bir konu hakkında sadece bir eserden - Mesela Buhari'den- okunan bir - veya bir kaç- kaç hadis bizi bir sonuca ulaştırmamalıdır. O konu hakkındaki tüm hadisler- gerektiğinde ayetler- bir araya getirilip, konunun genişletilip daraltılmadığı, yasaklanıp serbest bırakılmadığı...gibi konular tam anlamı ile anlaşılınca bir hükme, sonuca varılmalıdır. Mesela Hz Muhammed (sav) bir hadisi ile kadınların mezar ziyaretini yasaklamış, diğeri ile serbest bırakmıştır. Tek bir hadisi okuyup onunla amel etmek bizim İslam'ın ruhunu anlamamıza engel olur, İslam'ın o konudaki görüşünü her yönü ile kavramamamıza neden olur. Olay nedir, Hz Muhammed İslam'ın ilk dönemlerinde İslam'ın ruhunu anlayamayan, ölüme bakışını kavrayamayıp, cenazelerde bağırıp üstünü başını yırtan kadınları görünce yasaklamış, zamanla İslam'ı, ölümü kavrayan kadınlara ise serbest bırakmıştır.Demekki zaman, şarta göre o hadisleri anlamalıyız, cahil kadınlara yasak, islam ruhu ile donanımlı kadınlara mezar ziyareti serbesttir.

     

    16- Bir hadiste:" Kıyamet günü Allah'ın görülebileceği." (Buhari, Hanbel) bildirilir. Halbuki Araf:143, ve Enam: 103 Allah'ın görülemeyeceğini bizlere bildirir.

     

    Ayetler dünyada Allah'ın görülemeyeceğini anlatır. hadis ise kıyamet gününden bahsetmektedir. Allah'ın mümin kullarına ilahi hediyesi anlatılmaktadır. Kıyamet: 22-23. ayetler de hadisi doğrular: " Kıyamet günü nice yüzler rablerine bakarlar."

     

    17- " Zamana sövmeyiniz. Çünkü Allah zamanın ta kendisidir." ( Muvatta)

     

    Allah'ın yarattığına sövmek, onu yaratana eksiklik izafe etmektir. Başka bir hadiste: " Rüzgara sövmeyiniz, çünkü o rahman'ın nefesidir." ( Hanbel ) buyrulur. Bu hadiste de aynı mantık kullanılmıştır: Rahman:Acıyan, rahmeti sonsuz olan Allah'ın bir ferahlık ve rahatlık vesilesi olarak insanların hizmetine sunduğu rüzgara sövmeyin denmektedir. Rüzgarda, zamanda her şey gibi Allah'ın yarattığı, insana hizmet eden şeylerdir. İnsan sorumluluklarında kaçmak için bunlar dahil yaratılanlara suç bulmamalı, onlara hakaret etmekle kendini kandırmamalıdır. Başımıza gelen bela, musibetler bizim elimizle işlediklerimizin sonucudur, Şura:30: " Sizin başınıza gelen kötülükler ancak elinizle kazandıklarınızın, yaptıklarınızın sonucudur. ", zamanı- kaderi suçlamak hele hele küfretmek sadece sorumluluktan kaçmak ve hala olayı çözememek demektir. Kader konusuna müracaat.

     

    18- Namazı cemaatle kılmayan- Evde kılanlara - cemaate katılık bu size nafile olur." (Hanbel, Ebu davud ) buyururken, başka hadiste : " Bir namazı günde iki defa kılmayın." rivayeti vardır.

     

    Arada çelişki yoktur, birinci hadiste kılınan ikinci namazın nafile olduğu belirtilirken, ikinci hadis 'farz' olan namazlardan bahsetmektedir. Yani farz niyeti ile aynı namazı ikinci kez kılmayınız demektedir, ama nafile niyetle cemaate katılanın amacı

    ' Nafile ' kılmaktır.

     

    19- Hz. Muhammed cünüp iken uyumak istediğinde namaz abdesti gibi abdest alırdı (Buhari, Hanbel) şeklinde bir rivayet varken başka bir rivayette :" Suya el sürmeden cünüp olarak uyuduğu." (Hanbel) rivayet edilir.

     

    Bu ikisi de caizdir. Belkide toprak ile teyemmüm almıştır bu husus belirtilmemiştir ama efdal olan abdest alıp uyumaktır - Namaz vakti geçirmemek ise farzdır, bu ayrı konu! - Hz Muhammed (sav) her zaman en efdal olanı yapardı ama ruhsat , izin olduğunu göstermek için bazen istisnai bu tür uygulamalarda yapar, bu ruhsatı ümmetine örnek olarak gösterirdi. Savaş esnasında ikindi namazının sünnetini kılamamış, bu konu ümmete - şartlar dahilinde- ruhsat olarak kalmıştır.

     

    20- Bir hadis:" Geride kalanların kendisine ağlamalarından ötürü ölüye azap olunur." ( Buhari, Hanbel) buyrulur. Bu Fatır 18. : " Kimse başkasının günahını yüklenmez." ayetine aykırıdır.

     

    Abbas (ra)'dan gelen rivayette:" Yahudi kabrinin yakınından geçerken, ' Muhakkak o azap olunuyor, geride kalanlar ona ağlıyor'. buyrulmuştur."(Hanbel).Yani hadis Müslüman olmayan ölü için, "O zaten azap görüyor, ağlamalar işe yaramıyor." mealinde söylenmiştir. Hz. Aişe'den gelen bir rivayette bunu doğrular ( Difaun ani's-sunne:1/214)

     

    21- maymunların zina ettiğinden dolayı bir maymunu recmettiğini rivayet ettiniz ( Buhari ) Recm Yahudilerde var. maymunlar Yahudi mi ?

     

    Bu hadis değil, Amr b. Meymun'dan gelen bir haberdir. Bir maymunu taşlayan maymunları görünce Yahudilerin recm cezası ile ilişkilendirip aktarmıştır, yanılmıştır. Tıpkı Ûc adlı kişinin boyu ve eni ile ilgili aşırı mübalağalı haber gibi .Bu da ne hadis ne sahabiden gelen bir rivayettir. Ehli kitabın rivayet ettiği eski bir haberdir.

     

    22- Keler ( kertenkele cinsi bir hayvan ) hakkında hz Muhammed (sav) :" Onu ne yerim ne yenmesini yasaklarım.Onu ne helal kılarım ne haram." ( Buhari, Hanbel) buyururken bir çok sahabi keler yemiştir.

     

    İlk ravi hadisin birinci bölümünü rivayet ettikten sonra kendisi de şahsi görüşünü eklemiş, "Ne helal haram kılarım." mealindeki söz sonradan hadise eklenmiş, peygamberimizin sözünden bu anlamı çıkarmıştır. Zamanla raviler bu eklemeyi de hadis olarak rivayet etmişlerdir. Başka bir hadis olayı açıklar. Keler yiyenleri görünce: " Yiyiniz, şüphesiz o helaldir, onu yemenizde bir mahsur yoktur. Lakin o benim kavmimin yiyeceği değildir." ( Buhari )

     

    23- " Benden Kuran haricinde hiç bir şey yazmayınız.Kim benden bir şey yazdı ise onu silsin." ( Hanbel) derken Abdullah b. Amr b. el-As'a ise izin vermiştir. (Hanbel)

     

    Kuran ile karışması ihtimaline karşı ilk dönem hadis yazımını yasaklayan Hz. Muhammed (sav), bu tehlike ortadan kalkıp, ayet-hadis ayrımını yapacak olanlara bu izni vermiştir. yani tıpkı mezar ziyareti olayı gibi. Topluluk bilinçlendikçe yasaklar kalkmıştır.

     

    24- Bir hadisinde peygamberimiz : " Ben eğlence ve şakadan değilim; eğlence ve şaka da benden ." (Tac: 2/346) buyururken, başka hadislerde şaka yaptığı, eğlenenleri izlediği (Buhari), hz. Aişe ile yarıştığı ( hanbel) rivayet edilir.

     

    Hz Muhammed (sav) Müslüman vakarına aykırı olmadan eğlenmiş, gülmüş, şaka yapmıştır. Yoksa boş, batıl, israf dolu, yalan, gıybet, sövgüden ...vb. şeylerden ise uzak durmuştur. Peygamberimiz bir hadisinde: " Nikahı ilan ediniz ! Ve nikahta def çalınız." ( Buhari) buyurmuştur.

     

    25- " Vücudunu dağlattıran da okuyup üfleten de Allah'a tevekkül etmemiştir." (Hanbel) hadisi , " hacamat ve ateş dağlamasını tedavi olarak öneren " hadis (Buhari, Müslim) ile ihtilaflı değil midir?

     

    Cahiliye Araplarında şöyle bir adet vardı: Uyuz olan hayvanların iyileşmesi için sağlam hayvanlarını dağlarlardı. Yani uyuz deve serbestçe dolaşırken sağlam develer dağlanırdı. Yani dağlanmakla develerin uyuzdan- Kaderlerinden - korunacağını zannetmek İslam'a aykırı bir görüştür. İkinci hadis ise tedavi amaçlı dağlanmadan bahseder, bu ise caizdir.

     

    26- Bir hadisinde Rasulullah ayakta su içmeyi yasaklarken ( Hanbel), İbn'ü-l Ömer'den gelen bir rivayette ( Buhari) ise O'nun " Ayakta su içtiği" rivayet edilmiştir.

     

    Araplar birisine :" Bizim işimizi görmek için kalk." dediklerinde o kişinin kalkmasını değil, yürüyerek veya koşarak işlerini görmesini isterler. Hadisteki ayakta durmakta yürümek anlamındadır. Yürüyerek yiyip içmek ise yasaktır. Çünkü boğazına tıkanma, göğsüne su kaçma ihtimali mevcuttur. İkinci hadiste belirtildiği şekilde yani ayakta ama yürümeden su içmek ise caizdir.

     

    27- " Allah (cc): " Kim bana yürüyerek gelirse, ben ona koşarak gelirim." ( Buhari, Hanbel)

     

    Kim bana iteat ederse ben ona daha süratli sevap gönderirim mealinde kinaye olarak yürüme ve koşma ifadeleri kullanılmıştır. Mesela biri " Sapıklıkta hızlıdır." derken hızlı yürümesi değil, hızla sapıklığa gittiği anlatılmak istendiği gibi. Arapça lisanı ima, işaret, ve benzetmelerle doludur (Sayfa: 266) ....Şüphesiz Allah'ın kitabı kuran icaz, ihtisar, işaret ve ima kullanır (Sayfa: 376) Bu konuda teşbih konusuna bakılabilir.

     

    Kaynak: Te'vilu muhtelifi'l hadis: İbn Kuteybe, Difaun ani's-sunne: Muhammed Ebu Şehbe

     

    Not: Kuran'da Teşbih, Kaza ve kader konularındaki açıklamalar sitemizde!


  3. HUVE SEMMÂKUMÜ'L-MUSLİMÎN : ALLAH BİZİM İSMİMİZİ KOYDU: MÜSLÜMAN ! *

    Mezhepler: Geniş oto yol içindeki şeritlerdir.

    Ebu Hanife:" Haber sahihse mezhebim odur." demiştir. Ebû Yusuf ve Hasan bin Ziyad, Ebû Hanife'nin şöyle dediğini nakletmişlerdir. “Bizim şu ilmimiz bir görüştür. O, gücümüze göre vardığımız en güzel görüştür. Kim bundan daha güzelini getirirse kabul ederiz " (İbnu'l-Kayyım, İ'lâm'ul-muvakkıîn.c. I, s. 76) İmam-ı Şafi:" Görüşüm Allah ve resulünün görüşüne zıt ise görüşümü alın duvara çarpın." buyururlar. İmam-ı Malik:" İnsanlar Malik'in görüşüne mahkum edilemez " diyerek, eseri Muvatta'nın dönemin devlet destekli mezhep olması teklifini reddeder. Ma'n bin İsa el-Kazzaz demiştir ki; İmam Malik'ten şunu işittim; “Ben sadece bir insanım, hata yaptığım da olur doğruyu bulduğum da. Görüşüm üzerinde düşünün, Kitap ve Sünnet'e uygun olanını alın, Kitap ve Sünnet'e uygun olmayanını da bırakın .” (İbnu'l-Kayyım el-Cevziyye, Ebû Abdillah Muhammed b. Ebîbekr (öl. 701 h.) İ'lâm'ul-muvakkıîn, c. I, Beyrut, 1987/ 1407, s. 75) İmam Malik sık sık şöyle derdi: “Bizimkisi zandan ibarettir. Kesin bir kanaate varamayız. (İbnu'l-Kayyım, a.g.e. c. I, s. 76)

    El-Keşmiri, Feyzu'l-Bâri'de: " Namazdaki elleri kaldırmadaki sahih rivayetten olayı bir Hanefi olarak o görüşü kabul ederim." der. Herkes bildiği gibi İmam-ı Şafi, İmam-ı Hanefi ...bir çok fetvalarını zamanla değiştirmişlerdir. Bu onların ( Hepsinden Alla razı olsun) hakkı arama çabaları, gerçeğe ulaşma kaygılarının göstergesidir, " Acaba halk ne der, beni eleştirir kınarlar mı?..." dememiş, doğruya ulaştıklarına inandıkalrı an eski fetvalarını terketmişlerdir. Hatta bu nedenle çok ağır eleştiri almışlar, ağır ithamlara maruz kalmışlardır. Ama onlar asla kendi fetvalarını ayet-sahih hadis mertebesinde görmemişlerdir, görenler ise ne yazık ki günümüzdeki takipçileri olmuştur!

     

    Dört hak mezhep mi var?

    Taberi, İmam-ı Gazali, İbn- Ebi Leyla,... mezhep imamları idi...ama zamanla taraftarları azaldı ve sonunda tamamen bitti. Maliki'lerde ( Kuzey Afrika) azaldı. Zeydiyye : Amelde Ebu hanefi'yi taklit eden şiilerden çok sunnilere yakın Yemen'deki mezhep, Haricilerin günümüz uzantısı- oldukça azalan sayıları ile- İbadiyye, Suudi Arabistan merkezli Vahhabilik - ki Hanbeli mezhebinin şirk konusunda aşırı hassas versiyonu diyebiliriz- neden sunni mezheplerden sayılmasın...! Ayrıca Şia - İmamiyye; 12 imam ekolü - de ehli sunnet olmasa da ehli kıble kardeşlerimiz değiller mi...!?

     

    Mezhepler!

    İslam mezhepleri Peygamberimizin vefatından yaklaşık bir asır sonra oluşmuştur. O günün şartlarında zamanın âlimleri günün şartlarına göre Dini konularda fetva ve yorumlarını yapmışlar bazılarının görüş ve önerileri etrafında cemaat oluşmuş ve ekolleşmiş ve daha sonra zamanın otoritesi tarafından kurumlaştırılmıştır. Hiçbir âlim kendi görüşünü diğerinin üstünde görmemiş herhangi bir konuda fikir ve görüşünü beyan etmiş ve birbirine saygı göstermiştir. Hatta bazen önceki görüşünü daha sonra terk etmiş, ya değiştirmiş veya başkalarının görüşünü benimsemiş. İmamı Azam dâhil bütün mezhep imamlarında bunları görmek mümkündür. İslam mezhepleri dini yaşamak için kolaylık ve bir yöntemdir. Fakat bazı insanların elinde zorluk ve çekilmez bir hal alarak nefret ve bölücülük halini almakla birlikte tutucu ve bağnaz insanların elinde din bölücülüğü ve yıkıcılık haline gelmektedir. Gericilik ve çağdışlılık bundan kaynaklanmaktadır. İslam çağdaş, evrensel, cihamşümül olmasına rağmen bunların elinde çağın gerisine gider hatta hayatı çekilmez hale getiren bir din olur. Unutmayalım ki mezhepler din içindedir, ayrı bir din değildir. Din İslam`dır. İslam birleştirir.

    İslam tarihinde: " Nesefi, Hanbeliler; Eşarileri, Eşari; Hanbelileri, İbn-i Hazm; Eşarileri, Eşari, Buhari, İbn-i Kuteybe; Ebu Hanife'yi, Tuğrul Bey; Eşarileri, Maturidi iken Eşari olan son şeyhulislam Mustafa Sabri Efendi tüm Maturidileri, en akılcı geçinen Mutezile; Haricileri, Hariciler ise herkesi, ... Günümüzde isemesela El- kaide Hamas'ı... Ehli sünnet dışı olmakla hatta bazıları kafirlikle, kanının helal olması ile itham etmişlerdir (İman Risalesi, M. İslamoğlu). Dikkat edin lütfen daha şiilerden hiç bahsetmedik! Nedir bunlar: " İslam adına herkes kendi mezhebini din sayınca diğer mezhebi kafir saymıştır, halbuki mezhep ilimde derinleşen takva sahibi alimlerin ayet- hadislerden günümüze yönelik çıkardıkları kendi bilgi, tecrübeleri ile elde ettikleri sonuç- fetvalardır. Ne kadar takva sahibi, samimi, ilim sahibi olsa da fetva insan ürünüdür, Allah'ın (cc) ayeti, Hz Muhammed (sav)'in sahih hadisi gibi kesin nas değildir. Bırakın başka mezhebi ehli sünnet içinde olan bir çok İslam alimi bile farklı bir kaç görüşü - İslam dışı değil, kendi mezhebinden farklı görüşü var diye - sapıklıkla itham edilmektedirler. O görüşleri kabul etmeyiz ama geri kalan kendi mezhebimize uygun fikirlerini, yorumlarını okur istifade ederiz olur biter. Denilebilir ki " Ama mezhebimize aykırı görüşünü nasıl ayırt edeceğiz, E ama herkes kendi mezhebini öğrenmeli, İslam'ı yaşam şeklinin bu sınırlarını bilmeli değil mi, eğer mezhebinin İslam'ı en doğru yaşam kuralları olduğunu kabul ediyorsa, mezhebini bu kadar ciddiye alıyorsa değil mi...?!

    Tabii ki herkesin mezhebi olacak, ben de ehli sünnet , Hanefi- Maturidi bir Müslüman'ın ama Ne diğer ehli sünnet - Ameli: Şafii, Malik, Hanbeli veya itikadi: Eşari - mezhepleri İslam dışı sayarım ne de ehli sünnet dışı - Vehhabilik, Mutezile, Zeydilik, Şiilik - hiç bir mezhebi kafir ilan etmem. İsterim ehli sünnet, hatta Hanefi ve Maturidi, olsunlar ama değillerse onları asla " Kendimden uzaklaştırmam " , alışılmış " Sapık, bidatçi, rafizi, kafir " olmakla itham etmem. Allah doğru - hak yolu göstersin diye dua ederim ve varsa onlarda mezhebime uygun olan fikirleri alır, selameti için de dua ederim. Ebu Hanife ile öğrencileri arasında bile fetva, görüş ayrılıkları vardı, ama hiç bir Hanefi öğrencilerini hocalarına vefasızlıkla veya sapıklıkla suçlamaz! Gerek tarihte gerek günümüz İslam alemindeki Müslümanlar arasında - Hatta ehli sünnet arasında: Hamidullah, Mevdudi, Mehmet Akif Ersoy... için bile - farklı görüş, yorum bizi önce onları sapık ardından - Aşırı gidenlerce- kafir sonra ele silah alıp, kafir- düşman yerine birbirimize silah çevirmeye yönlendirebilmiştir.Dikkat edin lütfen, günümüzde gerek Irak, gerekse Afganistan'da mezhep taassupçuları düşman-işgalci kuvvet yerine kafir saydığı mezhep üyelerine savaş açmakta, intihar saldırısı - Bunlara şehadet eylemi denemez!- düzenlemektedirler. Peki bu durum daha çok hangi kesimin işine gelmektedir acaba...Onlar boş durmayıp bu aşırı uçları dolaylı yoldan desteklemezse akılsızlık etmezle mi acaba...İsim verip oyuna gelen kardeşlerimizi, grupları rencide etmeyeceğiz burada...! Tarihte ne yazık ki bu tür katliamlarda olmuştur. Günümüzde bile: Afganistan'da Hikmetyar- Rabbani, Filistin'de ve Irak'ta el-Kaide, Hamas... arası karşılıklı silahlı çatışmalar olmuştur ne yazık ki. Düşünsenize Ahmet Şah Mesut'u ne ABD ne Rusya şehit etmiştir...! Tekfircilik İslam ümmetinin günümüzdeki en büyük iç hastalığıdır ve unutmayalım bizi ancak içten çökertirlerse yıkılır ve yeniliriz!

    İmam Taberi ehlisünnetin büyük imamlarından biridir. Fakat `ayak yıkamayı sünnet ayağı mesh etmeyi farz` olarak yazmış tefsirinde. Şii mi olmuştur? İmam Azam Ebu Hanife, İmam Cafer`in arkasında namaz kılmış, ona talebelik yapmıştır. Biri Sünnilerin imamı, diğeri Şiilerin imamıdır. Ben kafa karıştırmak istemiyorum kardeşlerim, mezhebimize sıkıca bağlı olun ama başka yorum- mezhepleri ötelemeyin, dışlamayın en önemlisi kötü sıfatlarla vasıflayıp düşmana koz vermeyin diyoruz o kadar !

     

    SİTEMİZDEKİ KONU İLE ALAKALI EK YAZILARI DA OKUMANIZI TAVSİYE EDERİZ!: Şiilik- İnanlar- Vahdet- Metot

     

     

     

    SEÇME YAZILAR

     

    MEZHEP, İÇTİHAD ÜZERİNE

    Fıkıh mirasımız, bizim mirasımızdır. Zerresini feda etmeyiz. Yunan Felsefe medeniyetiyde, Roma savaş medeniyeti, İslam ise “fıkıh medeniyeti”. Bürhan ve İrfan bilgi sisteminden farklı olarak Beyan Bilgi Sistemi, İslam’ın ürettiği özgün bilgi sistemidir. Bu sistemin kökü vahiy, gövdesi ameli sünnet, meyvesi fıkıhtır. Bu ağacı kökünden sökmek, insanlığın değişmez değerlerinin ölür adı olan İslam’ın insanlığın son çevrimindeki tezahürü olan vahyin köküne kibrit suyu dökmekle eş anlamlıdır. Fakat tohumunu el-Vedud olanın ektiği bu “tuba” ağacını daha cins meyveler elde etmek için budamak ve aşılamak işin tabiatı gereğidir. Yoksa ağaç bakımsızlıktan yaşlanır ve meyve vermez olur. Bu durumun sorumlusu da ona bakmakla sorumlu olanlardır. Bu “tuba” ağacına karşı üç tür yaklaşım vardır:

    1. Ağacı kökünden sökmek, o becerilemezse kökünden kesmek. Bunların niyeti bellidir. “Tuba” ağacını söküp yerine “şecere-i melune” ve “şecere-i zakkum”u dikmek. Onlar insanın değil şeytanın dostlarıdır.

    2. Ağacı “dokunulmaz” ilan edip tek dalına dahi elletmemek. İçtihad kapısını “cehennem kapısı” olarak lanse edip kendilerini de o kapının zebanisi zannedenler takımı bu kısma girer. İyi niyet ve samimiyetlerinden kimsenin şüphesi yoktur. Kimisi cehaletinden, kimisi hamakatinden, kimisi taassubundan böyle yapar. Elinde makas gördükleri herkese “aman tuba ağacımızı kökünden kesecek diye” hücum edenler bu kesimden çıkar. Bu kesimin iyiliği vardır: Ağacımıza musallat olabilecek dağ keçilerinden ve yabani eşeklerden ağacımızı korumak. Bunun yanında zararı da vardır. Ağacı budamak ve meyvelerini daha da cins hale getirmek isteyen bahçıvanlara da dağ keçisi muamelesi yapmak. Ağacın günümüzdeki hal-i pür melalinin müsebbibi biraz da bu tavrın sahipleridir. Ağaç budanıp gençleştirilerek şimdi ve buradamızda meyve vermeyince, millete ağacın dalında geçmiş mevsimden kalmış ve kuruyup kemikleşmiş kalıntıları işaret edip “Bunu yesenize” demeleri, yemeyeni suçlamaları da cabası. Sonuçta avamın fıkıhsızlaşmasında bu kesim büyük pay sahibidir.

    3. Ağacın kökünü ve gövdesini koruyup, her yıl ince budama, her nesil gençleştirme budaması, her asır ise en gelişmiş yöntemlerle aşılamak için sa’y u gayret göstermek. Bu kesimin işi zordur. Risklidir de. Zira bazen bu kesime ehliyetsizler ve kifayetsiz muhterisler de katılır. Ben biliyorum deyip ağaca zarar da verebilir. Ama bu bir risktir ve ağacın sahibi Allah’tır. Nihayetinde o ektiği ağacı korumasını bilir. Bu risk alınmalıdır. Ağacı kocatmak ve meyvesiz bırakmak daha büyük bir risktir. Sonuçları itibarıyla daha vahim ve tehlikelidir. Zira hayata ilahi bir müdahale olan din, hayatın dışına itilmiş olmaktadır. Dinin düşmanlarının dine veremediği zararı, onun ahmak dostlarının vermesi anlamına gelir.

    Geleneğe sadakat, o geleneği üreten köklere sadakatle mümkündür. Bir ırmak kaynağına sadakat göstermek istiyorsa denize ulaşmayı hedeflemelidir, geri dönmeyi değil. Zira bu hem imkansızdır, hem de enerji kaybıdır. Ataların ocağına sadakat, o ocaktaki küle sadakat değil, köze sadakattir. Kül, ataların ocağında diye kutsallaşmaz. İşte bizim karıştırdığımız budur. " ( Mustafa İSLAMOĞLU: Mezhebin içinden mi, dışından mı konuşmalı? )

     

     

    Mezhebin Lüzumuna Dair

    Demagoglar "Asr-ı Saadet'te dört mezheb mi vardı?.. İtikatta Eş'arilik ve Maturidilik mi vardı?.." diye soruyorlar; yoktu deyince de "Öyleyse bunlar bid'attir" hükmünü veriyorlar.A çok akıllılar, şimdi ben size sorayım: Asr-ı Saadet'te Vehhabilik var mıydı? Size göre o bid'at olmuyor da, Maturidilik niçin ve nasıl oluyor?Asr-ı Saadet'te elbette fıkıh mezhebi yoktu. Çünkü, Kur'an ceste ceste 23 yılda gönderilmiş, Din-i Mübin-i İslam 23 yılda tamamlanmıştı. Tamamlandıktan kısa süre sonra da Fahr-i Kainat aleyhi ekmelüttahiyyat efendimiz bu dünyaya veda etmişlerdi.Asr-ı Saadet'te Ashab-ı Kiram efendilerimiz dini, imanı, namazı, orucu, zekatı Efendimizden öğreniyorlardı. Bilenler bilmeyenlere öğretiyordu.Sonra İslam yayıldıkça yayıldı. Aradan 100 sene geçmeden Tevhid inancı Çin sınırlarından Atlas okyanusuna kadar ulaştı; dilleri başka başka olan nice kavim Müslüman oldu. Bunlara Kur'anın ve Sünnetin, emirlerin ve yasakların, ibadetlerin, dünya ahkamının doğru şekilde anlatılıp yorumlanması gerekti. Tabiin ve Tebe-i Tabiin efendilerimizden derin ilme, irfana, nasibe sahip olanlar geceleri kandil ışığında (varyantlarıyla) milyonca hadisi incelediler, bütün rivayetleri topladılar ve fıkıh sistemlerini kurdular. Bunların dördü kabul gördü, diğer sistemler yaşamadı.Yine İmamı Eş'ari ve İmamı Maturidi Kur'ana ve Sünnete dayanarak İslam'ın inanç hükümlerini bir araya getirdiler.Böylece zaruret derecesindeki bir ihtiyaç karşısında fıkıh mezhepleri ve inanç mezhepleri meydana geldi.Fıkıhta dört mezhep, inançta iki ekol arasında esasa, usule, temele ait hiçbir ihtilaf yoktur. Çeşitlilik teferruatla (ayrıntılarla) ilgilidir ve bu çeşitlilik Ümmet için geniş bir rahmet ve zenginliktir.Bu hak ve doğru mezhepler sayesinde Ümmet-i Muhammed bid'atlardan, yanlış yorumlardan kurtulmuş oldu.Sen kalkmışsın bunlara bid'at diyorsun.Asr-ı Saadet'te mezhep yokmuş... Sevsinler... Asr-ı Saadet'te sayfaları birbirine bağlı ciltlenmiş bir Mushaf da yoktu. O halde senin mantığına göre o da bid'at midir?Dört fıkıh mezhebi Müslümanlar için çok büyük bir nimettir.Onları meydana getiren müctehid imamlarımıza ne kadar teşekkür etsek, ne kadar minnettar olsak azdır.Mezhebe lüzum yokmuş, Kur'an yetermiş... Kur'an elbette yeter ama bir şartla: Onu doğru anlamak ve yorumlamakla...Bin küsur seneden beri şu İslam aleminin haline bakınız. Peygamberimizin haber vermiş olduğu üzere bir yığın bozuk fırka zuhur etmiştir. Bunların hepsi de Kur'an diyor ama niçin ve nasıl sapıtmışlar?..Kur'anı doğru anlayamadıkları, Resulullahın yorumuna uygun şekilde yorumlayamadıkları için...Bazı bozuk ve sapık fırkaların fanatikleri bağırıyorlar:Mezhepler bid'attir... Mezhepler sapıklıktır... Hatta çok ileri giden bazıları mezhepler puttur bile diyor.Allaha zaman, mekan, cihat, cisim, insanlar gibi el, yüz, ayak; inmek çıkmak gibi noksan sıfatlar izafe eden şu fırkacıya bakınız. Ehl-i Sünnet mezhepleri bid'attir diye niçin yırtınıyor?.. Çünkü mezhepleri yıkarsa halkın bir kısmı onun bozuk fırkasına dahil olacaktır.Aklı, firaseti ve vicdanı olan sağduyulu her Müslüman şu hususları kabul etmelidir:

    * Eş'ari ve Maturidi itikad ekolleri doğrudur, haktır.

    * Dört fıkıh mezhebi doğrudur, haktır.

    * Fıkıh çok şerefli, çok yüksek, çok faydalı, çok hayırlı, çok mübarek ve mukaddes bir ilimdir.

    * İlimleri ve irfanları Kur'anın inceliklerini doğru ve isabetli şekilde anlamaya ve yorumlamaya müsait olmayan Müslümanlar bu konuda rasih imamların, alimlerin yorum ve açıklamalarını kabul etmeli, kendi re'y ve hevalarıyla yorum yapıp, yanlış hükümler çıkartmamalıdır.

    * Her mukallid Müslüman, İslam dinini hak mezheplerden birini taklid suretiyle hayatına uygulamalıdır.

    * Bir mezhep bütünüyle uygulanır.

    * Telfik-i mezahip, yani mezheplerin hükümlerini ve kolaylıklarını cem etmek dini oyuncak etmek demektir.

    * "Mezhepsizlik dinsizliğe köprüdür". (Zahid el-Kevseri)

    * "Mezhepsizlik, İslam Şeriatını tehdit eden en tehlikeli bid'attir". (Prof. Said Ramazan el-Buti)

    * Hulefa-i Raşidin devrinden sonra Kitab ve Sünnete en uygun İslami uygulama olan Devlet-i Aliye-i Osmaniye zamanında fıkha dayalı bir İslami idare vardı, devletin resmi fıkhı Hanefilikti, diğer üç mezhep de serbestti.

    * Fıkıh ilmi olmazsa doğru dürüst abdest alıp doğru dürüst iki rekat namaz kılamayız.

    * Mezheplerin yıkılmasını ve ortadan kalkmasını isteyenler bozuk bid'at fırkalarıdır.

    * Mezhepsizler, fıkıh mezheplerini ve Ehl-i Sünnet ve Cemaati yıkmak için Sünnete ve hadislere saldırıyorlar.

    * Sünnet İslam Şeriatının ikinci temel kaynağıdır: Sünnet Kur'an-ı Azimüşşan'ın doğru yorumu için en lüzumlu bilgi kaynağı ve birikimidir. Kötü niyetli müsteşrikler (doğu bilimciler, oryantalistler), misyonerler, gizli din taşıyan iki kimlikli münafıklar bir yandan, bid'at fırkaları öbür yandan Sünnet'i yıkmaya çalışıyor. Hiçbir Sünni Müslüman bunların oyunlarına gelmemelidir. (Mehmet Şevket Eygi: 09 Nisan 2011)

     

     

    MEZHEP DİN DEĞİLDİR

    Mezhepler, Hz. Muhammed’in vefatından sonra, din anlayışındaki farklılaşmaların kurumsallaşması sonucunda ortaya çıkan beşeri oluşumlardır. Kur’an, herhangi bir mezhepten, tarikattan söz etmez. Kur’an, bütün Müslümanların hep birlikte “Allah’ın ipi”ne, yani Kur’an’a sımsıkı sarılmalarını ister. (Al-i İmran, 103) Günümüzde her mezhep ve her cemaat, İslâm'ın bir yönünü ön plana çıkartmış, bütün düşünce sistemini buna göre şekillendirmiştir. Sonuçta, her mezhep ve her cemaat, açıkça ifade edilmese bile, kurtuluşa eren fırkanın sadece kendisi olduğunu iddia etmek durumunda kalmıştır. İslâm, hiç bir kimsenin ya da hiç bir mezhebin, cemaatin tekelinde değildir. Yüce Allah Rum suresinde Müslümanları şöyle uyarmaktadır: “Dinlerini parçalayan ve gruplara ayrılanlardan olmayınız. Her grup (hizb) kendilerinde olan ile/ sahip oldukları ile böbürlenmekte/ övünmektedir” (30/32). Mezhepler, esas itibariyle, bir zenginliktir.Ne var ki, zamanla, bir zenginlik belirtisi olan bu farklılıklar, din gibi anlaşılmaya başlanmıştır. Ne var ki, zamanla, bir zenginlik belirtisi olan bu farklılıklar, din gibi anlaşılmaya başlanmıştır. Böylece, doğal olarak değişmesi gereken mezheplerin görüşleri dondurulmuş, bir anlamda mezhepler dinin birtakım fonksiyonlarını üstlenmişlerdir. Oysa, büyük mezhep imamlarından hiçbirisi, başlangıçta bir mezhep kurucusu olarak ortaya çıkmış değildir. Mezhep imamlarının etrafındaki, sosyal şartlara göre ortaya çıkan oluşumlar, daha sonra tartışılamaz doğrular haline getirilmiştir. Dinin anlaşılma biçiminden başka bir şey olmayan mezhepler dinle özdeşleştirilmişlerdir. Artık, İslâm dinine, mezhepler ve gruplar üstü bir çizgide, vahyi ve aklı ön plana alarak yaklaşmanın zamanı gelmiştir. Farklılıkları zenginlik olarak algılayabilmenin yolu da buradan geçmektedir. Mezhepleri din gibi algılayanlar asla ortak paydayı bulamazlar. ( Pr Hasan Onat: 23 Ocak 2011 )

     

     

    Mezhepler ve gerçekler

    Bugün müslümanlar belli başlı altı mezhebe bağlı sayılırlar: Hanefilik, Şafilik, Hambelilik, Caferilik, Zeydilik... İlk dördü sünni, son ikisi şii olarak ifade edilir. Ama sözgelimi sünni Malikilik ile şii Caferilik, namazda kıyamda (ayakta dururken) elleri yana salıvermek konusunda anlaşırlar. Böyle karışık durumlar çoktur.Gerçekte altı mezhep arasındaki ayrımlar, ayrıntılardadır. Sadece kendi mezhebini veya mezhepler kümesini “hak” sayıp diğerlerini hak saymamak tarihte oluşturulmuş, siyasi sebeplere dayalı bir sapmadır.Allah’ın birliğine, Muhammed Mustafa’nın Allah’ın elçisi olduğuna inanan herkes mümindir ve müminler birbirinin kardeşidir. Mezhebini dininin üstüne çıkarmak; akılla, mantıkla ve imanla bağlaşır mı?

    Mezhepler, yeterli bilgisi olmayanların bilgileri taklit etmesi gereğinden doğmuştur; bu bakımdan gereklidir. “Mezhepçilik” ise zararlıdır. Yani “cilik” olmamak şartıyla mezheplerin varlığı kaçınılmazdır.Olmasa iyi olmaz mıydı? Elbette iyi olurdu. Ama tarihin gelişmesi böyle olmuştur. Bunu geriye götürmek mümkün değildir.Şimdi yapılması gereken mezhep ayrılıklarını çatışma ve çekişme bahanesi yapanlara, yapmayı hedefleyenlere fırsat vermemektir.İran’da “İslam Birliği ve Mezheplerin Yakınlaştırılması” adlı bir kurum vardır ve bu konuda etkinlikler içindedir. İran, şii Müslümanlığın en büyük ülkesidir ve bu etkinlikler önemlidir.

    EL EZHER ŞEYHİNİN FETVASI

    El Ezher Üniversitesi de sünni İslam’ın en önemli üniversitesidir. Bu bakımdan El Ezher’in eski rektörlerinden sünni alim Merhum Şeyh Mahmud Şaltut’un fetvası bir çığır açmıştır. El Ezher bu fetvayı benimsemiş Caferiye ile Zeydiye’yi de eğitim tertibi içine almıştır.İşte bu hayırlı fetva:

    İslam’da mezheblerin birine uymak vacib değildir. Muayyen bir mezhebe uymak emri yoktur. Gerçek Müslüman, doğru nakillerle görüşleri ulaştırılan, kitaplarından hükümleri ortaya konulup düzenlenmiş olan mezheplerden herhangi birini taklit edebilir. Bu hususta bir sakınca yoktur.

    Caferilik mezhebine gelince: Bu mezhebin hükümleriyle ibadet, diğer ehl-i sünnet mezheplerinde olduğu gibi geçerlidir. Müslümanların bunu bilmeleri, mezhep taasubundan kurtulmaları gerekli. Allah’ın dini ve şeriatı, bir mezhebe bağlanmayı gerektirmediği gibi bir mezhebe uymak şartına da bağlanamaz. Bütün müctehidler (yorum yapan bilginler) Yüce Allah katında makbuldür. Görüş ve yorum yapacak bilgisi olmayanlara, bilginlere uymak “ibadetler için de, muameleler için de geçerlidir.”

    İşte aydınlık zihinli islam bilginlerinin görüşleri bunlar. Türkiye’deki ilahiyat fakültelerinden yetişen bir çok bilginin de böyle düşündüğünü biliyorum. “Şimdi cahillerin kınamalarından korkmadan bu gerçekleri ortaya koymanın tam zamanıdır” diyorum. Ne için mi? Öncelikle Allah’ın rızası için.. Sonra da kötü niyetlilerin oyunlarını bozmak için. ( Posta: Namık Kemal Yezbek: 20 Aralık 2010 )

    YANLIŞ ANLAŞILMASIN, SUNNİ Şİİ ARADA FARK YOKTUR DEMİYORUZ; VARDIR, AMA İŞİ DİN SAVAŞINA ÇEVİRMEK SADECE EMPERYALİSTLERİN İŞİNE GELİR. KARDEŞÇE YAŞAYABİLİRİZ PEKALA!

     

     

    * Burada dosyamızda mezhepler tarihi, kökeni, farklılıkları, içeriği...gibi konulardan ziyade " Bir mezhebe bağlı olmanın yani mezhepli olmak ile, mezhebini din zanneden mezhepçi holiganlar arasındaki farka dikkat etmeye çalışacağız. Mezhepli olmanın gerekliliği ama mezhepçi taassuptan uzak olmak gerektiği üzerinde duracağız !


  4. KUR'AN'DAN GÜNÜMÜZ ATEİSTLERİNE BAKIŞ

    1- Müteşabih ayetlere yoğunlaşırlar: "Sana Kitab’ı indiren O'dur. Onun bazı ayetleri kesin anlamlıdır (muhkem), ki bunlar kitabın özüdür. Diğerleri de benzer anlamlıdır (müteşabih). Kalplerinde hastalık bulunanlar, insanları şaşırtmak ve farklı anlam vermek için benzer anlamlı olanlarının ardına düşerler. " ( Ali İmran:7)

    2- Kuran müminin imanını kafirin küfrünü artırır: " ...mü'minlerin de imanı pekişsin." (Müddesseri:31), " Rabbinden sana indirilen, onlardan çoğunun azgınlık ve inkârını artıracaktır." ( Maide: 68), " Bir sure inince, aralarında «Bu, hanginizin imanını artırdı?» diyen ikiyüzlüler vardır. İnananların ise imanını artırmıştır; onlar birbirlerine bunu müjdelemek isterler. Kalplerinde hastalık olanların ise pisliklerine pislik katmıştır; onlar kafir olarak ölmüşlerdir." ( Tevbe-124-125 )

    3- Gerici : "İnsanların inandıkları gibi siz de inanın." dense, o beyinsizlerin inandıkları gibi inanır mıyız? derler. (Bakara, 8-20)

    4- Materyalizm: Ahiret- Cennet Hayal: "Hani münafıklar ve kalplerinde hastalık olanlar, "Allah ve Resülü bize, ancak aldatmak için vaatte bulunmuşlar" diyorlardı." (Ahzab:12), " «Hayat ancak bu dünyadakinden ibarettir, biz dirilecek değiliz» dediler." (Enam:29)

    5- Din bizi geri bıraktı: "Münafıklarla kalplerinde hastalık olanlar: 'Bunları dinleri aldattı' diyorlardı." (Enfal: 49)

    6- Din cahilidirler ama bilgiçtirler: "İnsanlardan bazıları Allah hakkında bir bilgisi olmadığı halde tartışır da her azılı şeytanın ardına düşer." (Hac:3)

    7- Kuran çağ dışı: Ayetlerimiz onlara okunduğu zaman, «İşittik, işittik! İstesek biz de aynını söyleyebiliriz; bu sadece eskilerin masallarıdır» derlerdi. ( Enfal:31)

    8- Komünist ekonomi teorisi: Faiz ile alışveriş aynıdır: "Bu durum onların 'alışveriş de faiz gibidir' demelerinden dolayıdır. Oysa Allah alışverişi helal faizi ise haram kıldı." (Bakara:275)

    9- Dinsizlik faaliyetleri : "Şüphesiz ki inkâr edenler mallarını, (insanları) Allah yolundan alıkoymak için harcıyorlar. Daha da harcayacaklar. Ama sonunda bu, onlara yürek acısı olacak ve en sonunda mağlûp olacaklardır. Kâfirlikte ısrar edenler ise cehenneme toplanacaklardır." ( Enfal: 36), " Kâfir olanlar ise, hakkı bâtıla dayanarak ortadan kaldırmak için bâtıl yolla mücadele verirler. Onlar âyetlerimizi ve uyarıldıkları şeyleri alaya almışlardır." (Kehf:56)

    11- Hûcu: "İnkar edenlere, dünya hayatı güzel görünür, onlar, inananlarla alay ederler." ( Bakara:212)

    12- Sonuç: "Bırak onları, yesinler, içsinler, keyif sürsünler ve emel kendilerim oyalasın; sonra bilecekler!" (Hicr:3)

     

    :rose:


  5. Elbette ehl-i bidata doğruları anlatalım ama küfrederek,kavga ederek,öldürerek değil hiç değilse kin beslemeyelim dediğim buydu yani.Doğruyu anlatmak,doğruya çağırmak elbette haktır.

     

     

    Allah razı olsun


  6. ASLINDA OLAY ÇOK BASİT:

    "Ben nefsimi ilah edinmişim" gerisihikaye, kelime oyunu ...diyemiyorlar ...ateist, agnostik,hümanist... sadece kendilerini kandırıyorlar...!

    Alime sormuşlar edebi kimden öğrendin. Edepsizlerden demiş...

    Onlardan çok öğreneceğimiz şeyler var: Yapmamamız gereken şeyler B)

    • Like 1

  7. neden gavura mazeret vermemek için dinimizin hükümlerini değiştirelim ki.

     

    - İslam aliminin görüşü dinin hükmü değildir. İctihat Allah değil, alimin görüşüdür!- Yoksa 4 mezhep konusu nerelere uzanırdı...!-

    -Benim görüşüm de tabii ki nas değil.

     

    bu arada camiul kebir kimin eseri biliyormusunuz

     

    - <_<

     

    evet evlendiririm.ben müçtehid değilim.müctehidlerin fetvasına uyarım. ateistlerin mantığına değil.

     

    - Ne ateistin mantığına uy ne İslam aliminin görüşüne. Direk Allah'ın dinine uy.Sen hala fetva ile nas ayırımına varamamışsın!

    Bu arada illa ateiste cevap veren bir görüşü bu reddetnme çabasını da anlayamadım...! Hem ateiste cevap verilip hem Allah'ın nas'ına en yakın görüş ileri sürülemez mi?

     

     

    galiba yukarda bahsettiğiniz hz aişe ile ilgili yazı da onun 18 yaşında evlendiğini ispat etmeye çalışıyor.daha önce okumuştum.çok komikti.

     

    - KARDEŞİM,

    SEN İLK HANGİ FETVAYI OKUMUŞSAN ONU NAS KABUL EDİYORSUN ANLAŞILAN!

    BU DEDIĞIMI BIR DUSUN!

     

    NOT: POLEMIKTEN HOŞLANMAM.O NEDENLE BUNDAN SONRA BU KONUYA CEVAP YAZMAYACAGIM! DEDİM DAYANAMADIM ...:) AMA BU SON

     

    ALLAH YAR VE YARDIMCIMIZ OLSUN!


  8. TÜRK ATEİSTLERİ

     

    *İdeolojileri yok. Savunacakları bir dünya görüşü kalmadığı için- Eskiden sosyalist veya komünist ideoloji taraftarı idiler - kendilerine " Sen eleştiri- yorum (Aslında iftira, çamur atma...!) getiriyorsun da acaba senin alternatifin ne? belki benim dünya görüşüm daha insancıl ve uygulanabilir, bir kıyaslayalım " deme şansımız kalmıyor. Karşı taraf rahatlıkla ve sınırsızca saldırırken biz sadece savunmada kalabiliyoruz karşımızdakinin fikri yok ki bir eleştiri de biz sunalım! Dolayısı ile eleştirilemez ama her şeyi eleştirebilme hakkını kendilerinde buluyorlar! Arada Kemalist veya hümanist sloganlar atarlar ama asıl gayeleri " hayatımı kafama göre yaşarım" mantalitesi kendilerine hakim olduğu için bu fikirlerindeki samimiyeti de yetersiz hatta iki yüzlü bulurum ben. Bir bakıyorsunuz daha 5 sene önce sosyalizmi temel alıp ona aykırı olduğunu iddia ettiği İslamî ekonomi ve sosyal hayatı eleştiren kişiler bugün kendilerini "Laik" olarak temelde nitelendirmektedirler. Böylece eksik- yanlış- eleştirilebilecek fikirlerden kurtulurlarken aynı zamanda İslam düşmanlığını başka kelime- ifadeleri kalkan olarak kullanarak devam ettirebilmektedirler.

     

     

    *İnsan tanımları tamamen ütopik ve dar kalıptadır. İnsanın tanımı doğru yapılmazsa ilk düğmesi yanlış düğmelenen gömlek gibi devamı hep yanlış yapılan işlere döner olay. İnsanın doğru tanımı nedir peki? İnsan: Doğru da yapabilme ( Ki bunun sonucu meleklerden üstün olmaya dek gider ) kötülükte yapabilme ( Ki ucu aşağıların aşağısı, hayvandan da aşağı olmaya dek gider ) yeteneğine sahip, beden ( Et ve kemik ) ve ruh'tan oluşan maddi ve manevi iki yönü olan bir varlıktır.. Sadece bedene bakanlar insanı hayvanlar familyasına sokarlar. Ruhu inkar edenler psikolojik bir çok tedaviyi de engellemekte başta cinleri kabul etmeyen modern (!) bilim bedene bir takım ilaç- elektroşoklarla tedavi yapabileceğini zannetmektedir. Bedenin nefis kaynaklı olarak ifade ettiğimiz arzu ve istekleri vardır. Bu istekler "Mantıkî veya bilimsel" hiç bir eğitimle engellenmez isteklerdir ve daha çok insanı kötü- zararlı amaçlara yönelik insanı tahrik eder, insanı o yöne yönlendirir. Mesela en uzman doktor bile bakarsınız sigara içer. Halbuki biraz önce kanser olan hastasını muayene etmiştir.Bu çelişki işte insanı tanımada bizlere ipucu verir. Bilim, akıl sadece tek başına yetmez, ahlaki- manevi eğitim de insanın olgunlaşmasında temel şarttır. Ruh ilahi hediyedir ve insanı melekler seviyesine yükseltecek potansiyele sahiptir.Beden topraktan yaratılmıştır insanı daima aşağı, kötülüğe çeker.İnsan bu ikisinin toplamıdır ve bedeni ihtiyaçlarını ne kadar terbiye eder, ruhî karakterini ne kadar ön plana çıkarırsa o kadar insanı kamil olur, örnek önder kişilik ortaya çıkar. İşte ateist görüşün pratiğe dönüşen sistemlerin - Kapitalist veya komünist- insanları mutlu edememesinin, içki- intihar veya ilginçtir dini reddederken kendi ideolojilerine din imiş gibi bağlanmalarının temel sebebi de budur; İnsanı ilahi mesajlar eşliğinde tanımlayamamaları. Allah insanı yaratırken içine vicdan koymuş artı yüce bir varlığa inanma ona tapma özelliğini içine yerleştirmiştir. Ama manevi eğitimi ve ilahi kaynaklı ahlaki eğitimi reddeden görüşe sahip insanlar vicdanlarını susturan eylemler yaptıkça intihara veya daha da aşırı kötülüğe- Kur'anî ifadeler ile :Esfel, ezal- saparken Allah'ı reddettikçe de içlerindeki o boşluğu ideoloji veya ideologlarını - Siyasi veya dinsizlik öncülerini - ilah gibi hatasız ve eleştirilemez olarak savunmaya başlamaktadırlar. Böylece ilahi olamayan Hinduizm misali yeni bir dine inanmaya başladıklarının farkında bile olamamaktadırlar.

     

     

    *Türk ateistleri bilmeden olduğuna eminim ama tam bir misyoner ağzı ve bakış açısı ile İslam'ı yorumlamakta ve değerlendirmektedirler. Açın bakın misyonerlerin İslam'a bakışı ile ateistlerin eleştirilerini kimlerle yan yana olduklarını ve aslında kimin sözcüsü olduklarını açıkça görebilirsiniz! Bu arada biz Müslümanların bir eksiğini de belirtelim: Batı alemine İslam'ın savaş değil barış temelli bir din olduğunu, Hz Muhammed'in - Başta Hz Aişe - evliliklerinin amacını ve nedenlerini, İslam'da kadın hakları konusunu, İslam'ın akraba evliliğine bakışını, özelde ise İslam'ın zülüm- kötülük- haram kavramlarının aslında "İnsana zararlı olanların şeylerin toplamı" olduğunu, farz kavramının ise " İnsana hem dünya hem ahirette mutlu olacak tek mutluluk reçetesi olduğunu" kavratamadığımızı belirtelim - Bu konular sitemizde ele alınmış ve cevaplanmıştır! -

     

     

    *Ateistleri özelde ise ülkemdeki solcuları ben ilk eserleri okumaya başladığımda "okuyan, düşünen, eleştiren, araştıran" insanlar olarak tanır, 'zannederdim' . Birbirlerinin bilime aykırı - başta darwinizm- bile olsa c-p yaparak ayet imiş gibi savunduklarını işlerine gelmeyen bilimsel gelişmeleri ise (Big bang, İzafiyet, Quantum, Akıllıtasarım...) gibi görüşleri ise görmezden gelip " Acaba doğru olabilir mi?" şeklinde beyin yorucu, keyiflerini kaçırıcı her şeye kulak tıkadıklarını görürsünüz. Ama mesela 150 senedir hala teori düzeyinden kanun aşamasına geçemeyen evrim onlar için bir mit- ilahi yasa gibi savunulacak ideoloji olmaya devam edebilmektedir.

     

     

    *Özetlersek "Kafa keyfimi bozma, içkimi içim, karı kız davama karışma bende seni rahat bırakim" demek isterler ama bunu "Bilimsellik, aydınlık, Kemalizm,laiklik..." kelimeleri ile ifade ederler...! Bunun en büyük delili " İçki içilen alanlara sınırlama getiren yasa tasarısında söz konusu olunca - ki Avrupa standartları ile bu sınırlama getirilir, İslami bir içeriğe sahip değildir - ayağa kalkanlara bakınız, Bir: "Türkiye için, laiklik için içiyoruz" diyerek yürüyüş yaptılar ( Video sitemizde ) , iki: Sınırlamaya karşı eylemleri organize edenler TKP'liler idi... ) Solcu, ateist geçinenlerle bir arkadaşlık edin , karı kız muhabbetlerinin derinlik ve eylem (!) planını anında fark edersiniz

     

     

    *Kısaca ilk siteyi kurduğumda - İslamUstundur - hayal dünyamdaki sol imajı 10 senede yerle bir oldu. Sizin bilmediğiniz bir kaynak onlar tarafından size aktarılırken keyiflerine göre hatta tam zıttı bir anlam ile aktarılabilir, istediğiniz kadar aklî ve bilimsel delil getirin bir konudaki sorularına verdiğiniz cevap onları asla tatmin etmez, bir bakarsınız bir kaç gün sonra aynı itham- soru ile yine hiç cevabı almamış gibi konuşmaya devam etmektedirler...Kısaca :" Bana gerçek solcu bulun alnında öpeyim !"

     

     

     

    ÜLKEMİN SOLCULARI NE KADAR ÖZGÜRLÜKÇÜDÜR VE NE KADAR OKUYAN, ARAŞTIRAN BİR KESİMDİR ...?

    BİLMEYEN, BİLMEDİĞİNİ DE BİLMEYEN, BİLMEKTE İSTEMEYEN İNSANLARA TEK SÖZ: SİZE SELAM OLSUN

     

     

    Bir anı:

    Okula otobüsle gidiyorum. Yol uzun -Tüm üniversiteli arkadaşlar bilir; sıkıcı, uzun ve hep aynı yollar! - Yolda boş vakit geçirmemek için arada bir gazete almaya, okuyup yolda can sıkıntımı atmaya kararı verdim. Zaman gazetesi almaya başladım, otobüste okuyor, okula gidince de isteyen okusun diye düşünerek sıraya bırakırdım. Bir gün - Daha En çok 4. veya 5. gün - bir solcu arkadaşım bana:

    -"Bu gazeteyi okula bir daha getirmeyeceksin, O fetullahçı gasteyi okulda görmek istemiyorum yoksa bende Aydınlık her gün getiririm."der. Ben:

    -" Getir bende okurum." derim ve " Ama sen Zaman okur musun?" diye de sorarım.Solcu arkadaş cevap vermez ama karşı atağa geçer:

    -" Sen Aydınlık okumazsın." der. Ben:

    -"Okurum hatta o kadar ki 70 öncesi kırmızı ve beyaz ploretarya aydınlık'ı bile tartışırım seninle. Ama bir çok solcu ondan bile haberdar değildir." diye cevap veririm." Onu sevmem ama okurum, siz ise hem sevmez, hem okumaz, tanımak ta istemez ve düşman olarak kalmayı yeğlersiniz." dedim. Arkadaşım kapıyı kapatıp gider.

    "Tüm solcular o şekilde tutucu değildir." diyenlere bir soru: Kaç solcu İslami ideoloji kitapları, risale-i nur eserleri...vb okuyup, İslami cemaatleri ziyaret edip onları tanımak için gayret içinde olmuştur acaba...!? Tersini yapan bir çok İslamcı ( :learn: ) var ama...!

     

    :icon_petting:

    • Like 3

  9. Bir davaya inandığını ve savunucusu olduğunu iddia eden bir insan ister aile reisi olsun, ister bir vakfın gönüllüsü olsun ister, sadece kendi nefsine karşı olsun bir idareci, yönetici gibi davranmalıdır.

    Davaya gönül verdiğine inanan insan önce nefsinin lideri olmalıdır. İnsana günah yapabilme özelliği de verilmiştir ama Müslüman günahtan uzak olan, sevaba yönelen kimse demektir. Birinci kural dava adamı önce kendini, tanımalı eksi ve artılarını bilmeli 'komplekssiz' olmalıdır.

    Davaya sahip olduğunu iddia eden kişi aile sahibi ise kendisinden sonra aileyi de yönetmesini bilmelidir. Eşinin haklarını çiğnemeden, çocuklarına gerekli ilgi ve alakayı göstermeli, kişiliğini tamamlayamayan insanların gerçek manada ne kendisini ne de ailesini yönetemeyeceğini idrak etmeli bunun içinde kendini oluşturmayı, kişiliğini oturtmayı, 'Özel haller hariç' her yerde aynı olaya aynı tepkiyi vermeyi' alışkanlık, huy edinmeli, tavır ve davranışlarını 'İstisnai özel şartlar hariç' her durumda aynı olacak şekilde prensipler bütününü kendi iç dünyasında oluşturmalıdır. Konumuza bir örnek verelim: Eğer bir erkek eşine el kaldırıyorsa o erkek aile reisliği sıfatını hak etmiyor, ailesini yönetecek donanıma sahip olamadığı için eksikliklerinden doğan, ortaya çıkan sorunları kaba kuvvetle halletmeye çalışıyor demektir. Burada sorun evin hanımında değil, sorunu çözme yeteneğine sahip olamayan erkek- kocadadır. Aile reisliği ise - Hayatın her alanında olduğu gibi - istişare, okuma, zamanla, tecrübe ile elde edilecek bir özelliktir. Baba olmak demek çocuk sahibi olmak demek değildir. Onu hemen her canlı becerebilmektedir... Baba çocuğunu eğitebilen, sorunlarını çözebilen, onun kişiliğini oluşturabilen, çocuğunun her gelişim evresinde bilimsel ve tecrübeli kişilerle istişare ederek çocuğunu eğitebilen kişidir. Ailenin yemini suyunu karşılamak veya iş stresini eve taşımak... sadece hayatı anlamlandıramamak, neyi nerede kullanabileceğini bilmemekten kaynaklanan yanlış tavır davranışlardır. Tabii evin hanımına da eşine destek olmak, onunda kendini oluşturması, kişiliğini oturtması gerekmektedir. Eş - Karı veya koca - başkaları için, ne der diye ... yaşayan değil, önce İslamî sonra ailevi görevlerinin sorumluluklarının bilincinde olan kişiler olmalıdır.

    Dava adamı - Diyelim ki - bir vakıfa gönül üyesidir. O vakıf ( Dernek, tarikat, cemaat, sendika...) aracılığı ile davasına o koldan hizmet etmektedir. Önce bilmesi gereken kendi gönül bağının olduğu bu kurumun İslam ile aynı olmadığının bilincine sahip olması gerektiğidir. Dine hizmet ana yolunun bir bölümünü de kendi gönül bağı olan kurum oluşturmaktadır. Davanın aslı dindir: İslam'dır, O'na hizmet yolları çoktur, birinde de kendisi bulunmaktadır. Bu - Mesela - vakıf faaliyetlerinde aktif üye olmak demek tıpkı başkan- yönetici gibi insanı tanımayı ve onları idare etmeyi -Yönetimi, siyaseti- bilmeyi gerektirir. Dine hizmet kollarında biri olan kendi yolunu herkes beğenmeyebilir, diğer kollar - yollar asla eleştirilmeden bu yolu seçme nedenleri nazikçe anlatılmalı, İslamî hayat çizgisinde olmayanlara kendi vakıf- cemaat- şeyh- lider...önce anlatılmamalı, önce İslam tebliğ edilmeli, İslamî hayat sınırları içine girmeyi kabul ettiğinde ise kendi çalışma alanı, metodu, yolu anlatılmalı, tanıtılmalı " Bizim hizmet metodumuz bu!" diyerek gerekli açıklama yapılmalıdır. İslam'a önem verip nemelazımcı hayat yaşayanlar olacaktır, onları zorlamadan, eleştirmeden ama sorumluluklarını da hatırlatarak kendi vakfınıza- metodunuza davet edebilirsiniz. Kimi gönülsüz gelecek, bunu bir nimet gibi algılamanızı isteyecektir, kimi hiç gelmeyecek, metot- yolunuzu küçümseyecek, eleştirecektir. Görevimiz, sorumluluğumuz zaten asıl bu değil midir; Anlatacak, hatırlatılacak ama asla vakar, kişiliğimizden de taviz vermeyeceğiz.

    Kimi insanların büyük hayalleri vardır, küçük adımlar onları kesmez. Halbuki o büyük hedeflere asla ulaşamayacaklardır, küçük şeylere ise zaten tenezzül etmezler ve sonunda da büyük hedeflere ulaşamadan ama küçükleri de yapamadan hayatlarını laf kalabalığı ile geçirip giderler. Dava adamı siyasetçi gibi olmalıdır - Siyaset kelimesinin kökeni, atı yöneten, yönlendiren, seyis anlamında gelen 'sys' kelimesinden türemiştir - muhatabının nabzına göre şerbet vermeyi bilmeli, o an ne gerekiyorsa bunun idrakinde olup onu yerine getirmelidir. İdealist kişiye hayatın aslında küçük şeylerin toplamının olduğu anlatılmalı, vakıf- metoduna biraz da gönülsüz gelip idraksizce bu hizmet yolunun kıymetini bilmeden, boş laflarla sağa sola akıl vermeye çalışanlara, üye olmayı bile başa kalkanlara dava yolunda olmanın önemi, hizmetin nimet olduğu uygun şekilde anlatılmalı ama Müslüman vakar, şahsiyet, kişilikten taviz de asla verilmemelidir. Mü'mine karşı şefkatli olmalı ama asıl olanın ne vakıf ne kullanılan metot değil direk dinin kendisine hizmet olduğunun asla unutulmaması gerekmektedir.

    Hayat zaten zor, lidersiz ümmetin ferdi olmak daha zor, dava adamı olmak iddiası ise - Aslında ümmetten her ferdin sadece bir parmağını yükün altına soksa kaldırılabilecek yükü, ümmetin sorumsuz- bilinçsiz fertleri yüzünden yüklenmek zorunda kalan az sayıdaki fertler - büyük bir yükün altına girmeyi göze almakta, bununda sorumluluğu ve getirisi- mükafatı da ona göre fazla olmaktadır. Bu yükü kaldırmada ise yol yordam bilmek, öncelikle nefsini sonra aileni sonra dava metoduna göre insanları - Muhatabına göre ateist, gönüldaş, cahil Müslüman... - yönetmeyi, 'idare etmeyi ', kibirden uzak ama vakarı elden bırakmadan herkes kendi çapınca lider, yönetici olmayı bilmeyi gerektirmektedir.Rabbim yolumuzu açık eylesin...! :yes:


  10. Allah mekanını cennet eylesin hocam

     

    Bol bol konuşanların ülkesinde sen sıfırdan bir islami hareket kurup dünya çapında etkisini gösterdin

    Eksik - hatan mıo vardı...? Kimin yok ki !

     

    ŞEB- İ ARUS GECEN MÜBAREK OLSUN, MEKANIN CENNET OLSUN !

    • Like 2

  11. KULLETEYN

    İki kulle - Ölçü birimi, bir bakıma testi - su pislik barındırmaz mealindeki hadisten yola çıkarak gençlik çağlarında medresede yaşadığını iddia ettiği olumsuzlukları anlattığı romanın adı.

    İnsanımızın dini öğrenmeye verdiği önemi göz ardı edip, bilimsel ve pedagojik formasyon almalarına izin vermedikleri kişilerin gizli yerlerde kurduğu ekisk- yetersiz altyapı, desteğin olmadığı bu tür kurumlarda olumsuzluk yaşanmasında suç bizatihi dinin, İslam'ın değil, bu ortamın oluşmasına neden olan halktan kopuk yönetici kadro, mantalitelerinin sonucudur.

    Kitaba adını veren "Kulle" meselesini ve bu konudaki hadis metinlerini anlamayan bu kişiye verilecek cevaba gelelim:

    "Sakın sizden kimse 'durgun ve akmayan' suya küçük abdestini yapmasın ve sonrada onu kullanmasın"

    (Müslim, Tahare:94, Tirmizi; Tahare:51, Nesai,Tahare:49, İbni Mace, Tahare:25, Ahmet b. Hanbel, Müsned:II, 288, 464, 532, IV, 241,350, Ayrıca Buhari,Vudu68, Muslim, Tahare:94, 95,96, Ebu davud, Tahare, 36...) hadisi görmeyen, Kulle kelimesinin

    'Bir adamın boyu' anlamına geldiğini de o çok bildiğini iddia ettiği Arapçası ile bilmeyen, en önemlisi de Hz. resul (sav)'in: 'Rengini veya kokusunu veya tadını' değiştirmesi müstesna suyu hiç bir şey necis etmez."

    (İbni Mace, Tahare:76, Darekutnî, Sünen, I, 28, 29 ) hadisinden habersiz, bir çok fakih, müctehid, mezhep ileri gelenlerinin ictihat- fetvalarını ( Suyun temizlenmesi ile ilgili bu detay fetvaları buraya alıp yazıyı şişirmeyeceğiz!) duymayan bu adam;

     

    Kısaca yazarın İki kulle'den maksadın 'iki insan boyunu geçen ayrıca durgun olmayan ve rengi, kokusu, tadı bozulmayan' nehir gibi suların kastedildiğini anlamadığı kendiliğinden ortaya çıkmaktadır. Diğer eserlerine ise cevap sitemizde mevcuttur.

    (Bu konuda mesela İmamı Tahavi'nin Şerhul menari'l-Âsâr (Hadislerle İslam Fıkhı) adlı eseri veya İbni Kuteybe'nin Te'vilu muhtelifu Hadis (Hadis Müdafaası) adlı eserini tavsiye edebilirim)

     

     

    FELSEFENİN BAŞLANGIÇ İLKELERİ

    Her şeyin çözümünü Marxizmde görüp, 'Biricik ve bilimsel dünya görüşü' olarak Marxist felsefeyi ileri süren ( S:18), Materyalizmi dünyanın gerçek yüzünü görmekle eşdeğer ve Marxizmi ise bilimsel silah ilan ederken (S:20) tüm bunlardan sonra Marksist teori dogma değildir ( S:22) diye yazabilen bir adamın eseridir bu kitap. Aksiyonun şartlarını dikkate almamak dogmatiktir ( S:46) yazar ne yazık ki toplumun temel dinamiği dine tamamen karşı olduğu ideolojisi ile bizzat kendisi dogmatizmin merkezine oturmaktadır. Mutlak bilgi diye bir şey yoktur (S:82, 95) diyen yazar diyalektik materyalizmi dogma haline getirdiğinin farkında bile değildir. Çelişkinin toplumsal boyutunun 'hak- batıl' arasında olduğunu fark edemeyen yazar klasik marxist terminolojiyi kullanarak ilkel-feodal...komünal toplum sıralamasını (S:91) yaparak yine tarihi toplumsal gelişimi dogmalaştırarak dondurur.

    Bilim ilerledikçe tanrının varlığının delillerini daha gün yüzüne çıktığı

    -DNA'nın keşfinden Big bang'a...Detay sitemizde - günümüzde tanrıyı hayal ürünü ( S:26), gereksiz (S:142) dolayısı ile yaratıcı olmayan (S:141) kabul eden, Hegel'in öğrencisi Marx'ın ( S:31) diyalektiğinin temeli olarak ileri sürdüğü 3 nedenin artık tam tersine materyalist felsefeyi redde götürdüğünü yazar o zamanlar görememiştir. Bu 3 neden: Hücrenin keşfi ( Tam teşekküllü bir şehir gibi çalışan hücre nasıl ateizme delil olabilir? ), Enerjinin dönüşümü (Var olanı en güzel şekilde ve devamlı kullandıran bu sistem ayarlayan - düzenleyen olmadan kurulabilir mi idi?) , Darwinizm

    (Bitti, mesela : www.islamustundur.com/konular/darwinizm.html detay sitemizde ) O zamanlar bilimsel (!) olan görüşün ömrünün bu kadar az olması, dini kabul eden sosyalizmi bile reddetmesi (S:22) ve hayatını adadığı ideal uğruna feda etmesi de yazar açısından ayrı bir trajedidir.

    Diyalektik materyalizmin daha önce ortaya çıkmamasını bilimsel gelişmelerin eskiden ileri düzeyde olmamasına, mesela 'bir türün başka bir türe ' geçmesinin bulunamamasına bağlayan (S:33) yazar aslında aradan geçen yaklaşık bir yüz yıla rağmen hala bunun ispat edilememesi aksine yaratıcının delillerinin daha da berraklaşması karşısında aslında kendi ideolojisinin çöplüğe gittiğini ne yazık ki görememiştir.

    Tabiatı karşıtların mücadelesi olarak ifade eden ( S:76) yazar ne yazık ki parçaya bakıp bütüne hakim olamamış, tabiattaki 'mücadele' değil uyum - dengeyi fark edememiştir. Bizzat kendi kitabında (S:95) verdiği güneş ile gezegenler örneği bile kendi kendini yalanlamaktadır.

    Bilimi siyasi görüşlerine alet eden ama bilimin de durmadan değiştiğini (Tıklayınız: www.islamustundur.com/siyasibilim.html ) ideolojisine olan bağnazlığı nedeni ile ile fark etmeyen yazarbilim ilerledikçe materyalizmin de ilerlediğini ileri sürebilmiştir (S:134) Yazar metafizik terimini kitabında kullanırken aslında İslam'ın tamamen zıddına, Hıristiyan teolojisinden hareketle dine saldıran yazar bazen İslamî olan görüşleri de materyalist görüş olarak kitabında ileri sürebilmektedir (Mesela S:39, 40, 78, 81, 82, 144...) Hıristiyan metafiziğini ilerlemeye engel gören- ki haklı- yazara göre her sorunun cevabı materyalist felsefededir ki kitabı boyunca bu iddia her zaman ileri sürülür ve metafizik ise hiç bir şeye cevap veremez. Hıristiyan teolojisi - Metafiziği- için söyledikleri için yazar haklı iken ne yazık ki kendi ideolojisi de aynı şekilde tamamen bilim ışı ve sorunlara çözüm olmaktan uzaktır!

     

    YAZARIN DİN BU ADLI KİTABINA CEVAPLAR İSE SİTEMİZDE - islamustundurcom-

    :rose:


  12. Selamun aleykum

    Gencler

    şunu bilmiyorsunuz- kendinize zaman ayırınız!- zamanla öğreniyor insan:

    Eleştirilmeyecek, yanlışı olmayan, eksik kimse yoktur:" Buhari imamı azam için neler demiş, bir mezhep bilgini diğerine neler demiş...bilseniz...Ama iki tarafı da seviyoruz şimdi. Olayların dışındayız ve daha objektif bakıyoruz olaylara...

    Kitapların yazarlarına bakalım:

    H. Karaman: eskiden mezhepsiz denirdi ona... Ama kitapları müthiş ve mücadeleci gayretli biri şimdi _ Allah razı olsun!-

    H. Yahya: Darwinizme attığı o tokatı kim unutabilir_ Ama görünen alem hayal, beyindedir görüşü veya mehdilik hikayelerini kim kabul eder.

    S. Ateş: Hristiyanlar cennete gider mi .Asla. Ya ay yarıldı mı Ona göre hayır.Ama ortada ateist iddiaları var ve eseri bu konuda müthiş!

    E. şenlikoğlu: Mahmut Efendinin isyankar talebesi. TV'lere çıktı ama çarşaflı az eşeltirilemsi. Ama eleştirenler çay içerken O iman kurtardı

    F. Gülen: O'ne neler denmedi k i....!!! Ama o hala iman kurtarıyor.

    B.Sağlam- İ. Acarkan: Ayrıldılar. Halbuki anlaşsalar daha ne eserler ortaya çıkardı

    Kuran araştırma grubu : Belki - tam emin değilim- biraz modernistler ama kitapları harika...!

    EĞER BARDAĞIN BOŞ TARAFINA BAKACAK OLURSAK SADECE BIZ KAYBEDERİZ! " HATASIZ DOST ARAYAN DOSTSUZ KALIR"

    HERKESTEN ALACAĞIMIZI ALMALI SONRADA ONA TEŞEKKÜR ETMELİYİZ!

    ARMUDUN SAPI...DİYEN KARDEŞLERİME BİR HATIRLATMA: AYNAYA BAKSINLAR! HATALARIN BUYUGU BELKİDE KENDİLERİNDE- ONCE BENDE!-

     

    GELELIM SADEDE: trradomir VE Azizim Hüdayim KISMEN DEĞİNDİ : ALACAĞINIZAL. 4 *4 SADECE ARABALARDA OLUR.

    HATASIZ NE INSAN OLUR NE KITAP: MASUM OLAN NEBILERDIR, HATASIZ TEK KITAP KURANDIR: SANA GORE BIR GORUS IMANÎ OLABILIR , ALMAZSIN, FETVASINI BEGENMEZSIN, KABUL ETMEZSIN - AMA ALACAGINI DA ALMAZSAN KAYBEDEN SADECE "SEN " OLURSUN

    AMACIM SADECE "ATEIST - MISYONERLERI " SUSTURMAK. BEN "KAFIRLE " UĞRASIRKEN BAZI KARDEŞLERİM MÜSLÜMANLARLA UĞRAŞABILIR, HATTA KAFIR, MUNAFIK DİYEBİLR, ONLARA DA ABD BOLUCULUKTE KATKISINDAN DOLAYI HEDİYE VERIR OLUR BITER...

    NOT: sert cümlelerim için hakkınız helal edin. amacım fetva ile ayet ayırımının iyi anlaşılması, her ne kadar tam ifade edemesemde.

     

    not: trradomir... msn ye mı gırmıyon. sahıden salladın mı bizi :)

     

    SELAM VE DUA ILE


  13. Ateistlere cevabı İslam içerisinde fitne çıkaranlarla mı veriyorsunuz???

     

    S.ALEYKUM

    O kadar konu, araştırma, mücadele , alınteri , emek ve "önemli "belgeler arasında gittin de "kendince "eksik olan yeri buldun ya kardeşim helal olsun

    Unutma;

    her görüş eleştirilebilir, senin savunduğun kişiler dahil.

    İmamı Azam hakkında öyle büyük islam alimlerinin öyle feci yorumları var ki duysan şaşırırsın ama her iki tarafa da biz hürmet ederiz, hata eden bir sevap, etmeyen iki sevap alır bu yolda!

    Ama amacımız üzüm yemek bağcı dövmek değil!

    Gelelim konumuza:

    Süleyman Ateş'in o kitabında ehli sünnet çizgisi dılı hiç bir görüş yoktur.tek fark: Ayın yarılması meselesidir ki o da bir yorumdur ne iman ne amel ne ibaeti ilgilendirir. Sonuçta o görüşü savunan eskiden de isalm alimleri vardı!

    Mustafa İslamoğlu'na ise tavrın o zaman zaten fazla konuşmaya gerek yok...

    keişke kimi kasteddiğini açıkca belirtse idin veya en azından bardağın dolu tarafını görüp " Allah razı olsun" deyip sonra da " Ama, keşke.." ile devam eden bir cümle kursa idin...!

    Kimseden ne beklentimiz ne korkumuz var ama Müslüman'ın Müslüman'a nasıl bakacağı, kuran sahih sünnet ile belirkenmiş

    Kardeş, aralarında müşfik, bir beden gibi...vs... Sen karşındaki mümine hitap tarzına bir daha bak...bu yazının temel amacı bu...gerisi rabbimizin huzurunda verilecek hesaba kalmış

    Keşke herkes bir mum yaksa da karanlığa sövmese...

    selam ve dua ile


  14. S.aleykum

     

    Kardeşlerim,

     

    Takip eden bilir, yıllardır uğraşırız şu ateist, misyonerlere cevap vermekle ...

     

    Sonunda " Ateist kitaplık" türü hezeyanlara karşı bizimde bir " anti-ateist kitaplığımız oldu :)

     

    İndirmenizi, cevreye duyurmanızı rica ediyoruz

     

    NOT:Amacımız asla site reklamı değildir. Allah razı olsun temennisi yeter!

     

    selam ve dua ile

     

    Tıklayınız


  15. s.aleykum

    Canım kardeşim

    Alimin fetvası "nas" değildir, Kabul edilmeyebilir. Kişisel görüştür, yanlışsa bir sevap, doğru ise iki sevap alır!

    Bizim verdiğimiz görüşlerde alimlerin görüşleri.Neden illa gavura mazeret verelim ki.

    Soru: Mesela senin 10 yaşında kızın olsa- Allah dedi diye değil, bazı islam alimleri öyle yorumladı diye- evlenmesine izin verirmisin.

    Bir zahmet sen de kardeşim her islam aliminin görüşüne "islami görüş" adını verme

    NOT:Amacım polemik yapmak değil.Bu konuda daha cevap yazmayacağım.Mezheplerle ilgili görüşlerimiz sitemizde- Hazırlanıyor, azı yayınlandı!-

    selam ve dua ile


  16. İSLAM'DA EVLİLİK ŞARTI : BÜLUĞ+ RÜŞT !

     

    İslam düşmanları en son olarak Talak suresi 4. ayetteki " hiç ay hali görmeyen kadınlar " kelimesinden hareketle İslam'da küçük yaştaki kızlarla evliliğe izin verildiğini iddia etmektedirler.

     

    Talak: 4: "Ay hali görmekten kesilen ve hiç ay hali görmeyen kadınlarınıza gelince, onların iddeti, üç (takvim) ayı olacaktır; hamile olanların iddetleri ise, doğum yaptıklarında sona erecektir."

     

    Evli kadın boşanma aşamasına gelince stres- gerginlikten adetten kesilebilir. O zaman ne yapacak iki taraf. KAdın psikolojisinin normalleşip sonra 3 ay geçmesini mi bekleyecek? İşte Allah burada konuya açıklık getiriyor:" Tıpkı adetten kesilen yaşlı kadın veya hamile kadınlar gibi, artık adet görmeyen bu tür kadınların da iddeti 3 aydır. Konu aslında bu kadar normal.

     

    Ayrıca ayet 3 tür kadından bahsediyor, adetten kesilen- Yaşlı- , hiç adet görmeyen - Hasta- ve hamile olan kadınlar. Sıralamaya bakınca her kadının içinde olabileceği 3 dönem ve her dönemdeki kadınlarda "yetişkin". Bu gayet doğal sıralama yerine yaşlı ile hamile kadın arasında nasıl küçük yaşta çocuk kızlar eklenebiliyor hayret etmemek mümkün değil!

     

    Zaten iftiraya yönelik bu çalışmayı yapan zatta ' “Kuran küçük çocuklarla evlenmeyi teşvik ediyor” diyemesek de ' diyerek Kur'an'dan çok bazı yorumları esas alarak iddia-iftirasını ileri sürebilmektedir.

     

    Hemen belirtelim Hz. Aişe'nin evlilik yaşı ile ilgili çalışmamız için Tıklayınız. İslam'da boşanma ile ilgili yazımız için ise Tıklayınız .

     

    Önceleri Yahudi bir gazeteci iken sonradan Müslüman olup, yıllarca Araplar içinde kalarak dillerini ve edebiyatlarını araştırarak en iyi şekilde öğrenen Muhammed ESED yazdığı Tefsirul Mesaj adlı ünlü eserinde hiç ay hali görmeyenden kasıt olarak " Yani, herhangi bir fizyolojik sebepten dolayı hiç ay hali görmeyen " açıklamasını getirmektedir. Çağdaş tefsircilerden Mahmut Toptaş'ta Şifa Tefsiri adlı eserinde bu ayetin açıklamasında kız çocuklarından hiç bahsetmez ve " aybaşı görmeyen kadınlar " ifadesini kullanır!

     

    Birde bu ayetteki " Ay hali görmeyen" cümlesini küçük yaştaki kız olarak yorum yapanlara bakalım: Ünlü tefsir alimi Elmalılı Hamdi Yazır, Hak Dini Kuran Dili adlı tefsirinde küçük kızdan kasıt olarak yaş sınırını 17 yaş olarak vermekte ve : " Gerek on yedi yaşından küçük olup henüz büluğa ermemiş olduklarından dolayı hayız görmemiş olanları ve gerek büluğ yaşının en üst sınırı olan on yedi yaşını geçmiş, binaenaleyh yaş itibariyle büluğa ermiş oldukları halde âdet görmeyenleri kapsamaktadır." demektedir. Benzer görüş için bakınız: Mebsut, 7/260- şamile.

     

    Pr. Dr. Hamdi Döndüren, İslam ilmihali adlı eserinde bu yaşı 18 olarak kabul eder ve bu yaşta hala adet görmeye başlamayanların adet görmüş gibi kabul edileceğini ifade eder. Zaten adet görmemek demek hamile kalamamak demektir. Yoksa cinsel birleşmede bir sorun yaşanmaz kadın açısından.

     

    İbn Şübrüme (ö.144/761) Osman el-Bettî (ö.143/760) gibi müçtehitler küçüklerin bizzat evlenmelerinin de, velîleri tarafından evlendirilmelerinin de caiz ve muteber olmadığı görüşündedirler. "Yetimleri nikâh çağına kadar deneyin..." (en-Nisâ: 4/5) mealindeki âyet evlenme ehliyetini belli bir çağa bağlamıştır. Kişilerin bizzat evlenme akdini yapmalarının muteber olduğu çağ evlenme rüşdüne erdikleri çağdır - Kısa detay aşağıda - Aile kanunu şeriata dayalı bulunan- Osmanlı`nın son zamanında küçüklerin evlenmeleri ve velileri tarafından zorla evlendirilmeleri yasaklanmıştır. 1917 tarihli aile kararnamesi (A.K.) ikinci içtihadı kanunlaştırmış (md. 6) ve küçüklerin evlendirilmelerinin cevazı hükmünü yürürlükten kaldırmıştır. Pr. Dr. Abdülaziz Bayındır Hoca da İbn Şübrüme ve Osman el-Bettî ile aynı görüştedir. Pr. Dr. Hayrettin Karaman Hocamızda benzer görüşleri ileri sürmüştür.

     

    Ayrıca insanlık aleminde -şeytana kendine ilah edinen- sapık olanlar hariç çocuk yaştaki kız çocuklarına karşı şehevî duyguların kabarmaması Allah’ın insanların vicdanlarına yerleştirdiği fıtrî bir sinyaldir. Bu özelliği insana yerleştiren yaratıcının kuranda böyle şeylere izin vermeyeceği açıktır.

     

    Aşağıdaki yazımızda da belirttiğimiz gibi Kur'anî bakış açısı, evlilik için " Büluğ+ Rüşd"ü şart olarak belirtmiştir. Mesela 13 yaşını ortalama büluğ yaşı kabul etsek, bir kızımız 3-4 sene geçtiği halde hala hayız görmeye başlamamış ama "rüştünü" ispat etmiş ise 16-17 yaşlarında isterse evlenebilir. Bununda ne insani ne İslami açıdan bir sorun teşkil edebileceğini kimse ileri süremez. Hele ilköğretim çağındaki kızların ülkemizde, 8-9 yaşlarında kız çocuklarının ise makyajlanarak ABD başta batıda güzellik yarışmalarına sokulduğunu göz önüne alacak olursak...!

     

     

    EVLİLİKTE RÜŞT KONUSU

     

    Nisa: 6: "Sorumluluğunuz altındaki yetimleri evlenebilecekleri yaşa gelinceye kadar deneyin; sonra aklen olgunlaştıklarını tespit ederseniz - Rüşt - mallarını onlara iade edin; (sakın,) onlar büyümeden önce, aceleyle ve müsrifçe harcayarak mallarını tüketmeyin."

     

    Kuran yetimlere ancak akıl baliğ olduktan sonra bir de rüştlerini ispat ettiklerinde onlara mallarına vermemizi ister. Büluğ çağına girmeyi yeterli görmeyen İslam aklen olgunlaşıp, rüştünü ispat etmeyi de ön şart olarak ileri sürer.

     

    Bakara: 232: " Kadınları boşadıktan sonra, bekleme sürelerinin sonuna gelmişlerse, "aralarında uygun bir şekilde anlaştıkları takdirde" başka erkeklerle evlenmelerine engel olmayın. Bu, Allah'a ve Ahiret Günü'ne inanan her biriniz için bir uyarıdır. "

     

    Dört mezhebinde evlilik konusunda delil kabul ettiği bu ayet bize iddet müddetince bekledikten sonra kadınların evlenebileceklerini bizlere bildirmektedir. Fakat burada göz ardı edilen bir husus vardır. Nisa 6. ayet bize yetimlerin mallarında söz sahibi olmak için akıl baliğ olmanın yetmediğini, rüştlerini ispat etmeleri gerektiğini belirtmektedir. Kuran bir bütün olarak kabul edip, genel hedeflerini göz önünde bulundurmamız gerektiğinden evlilik konusunda da aynı şartı göz ardı etmememiz gerektiğinin altını çizmemiz gerekir.Yani evlilik için sadece büluğ değil, rüşt - olgunluk- şartı da gerekmelidir. Yoksa sadece fiziksel olgunluk yeter dersek her bebek doğuranı anne, çocuğu olana baba dememiz gerekir. Halbuki gerçek anne baba bir altyapı, eğitim, ufuk, vizyon-misyon ister. Bu da bize büluğ dışında rüşt şartının önemini belirtir. Kur'anî bakış açısı bize en azından yetim malı kadar belki de daha önemli, iki kul arasındaki ahirete dek uzanan dünyevi birlikteliğin önemini anlatmaktadır!

     

    Ek bilgi olarak aşağıda bekar kızların evlilikleri ile alakalı bazı hadisleri veriyoruz:

     

    "Dul kendine velîsinden daha ziyade mâliktir, bekârın ise rızası alınır." (Buhârî, Nikâh, 41; Ebû Dâvûd, (Avnu'l-Ma'bûd, II, 197)

     

    Ensar’dan Hidame’nin kızı Hansa, Hz. Âişe’nin huzuruna girer ve şu şikâyette bulunur:“Babam itibarını arttırmak için beni kardeşinin oğlu ile evlendirdi. Ben ise istemiyorum.” Hazret-i Âişe, “Resulullah (a.s.m.) gelinceye kadar bekle” diye oturtur. Resulullah (a.s.m.) teşrif edince, Hz. Âişe durumu ona anlatır. Resulullah (a.s.m.) hemen kızın babasını çağırtır ve evlenme yetkisini kıza verir. Bunun üzerine Hansâ Resulullaha (a.s.m.) şöyle der: “Yâ Resulallah! Ben babamın yaptığı bu nikâhı kabul ediyorum, ancak babaların, kızlarına evlilikte böyle yetkisinin olmadığını bildirmek istedim.” (Neseî, Nikâh: 36)

     

    Ebû Hanîfe'ye göre bulûğ çağına gelmiş bir kızı hiçbir kimse zorla evlendiremez. Kızın rızası alınmadan yapılan evlendirmeler hükümsüzdür; çünkü Rasûlullah (s.a.): "Açıkça izin alınmadan dul kadın, rızası anlaşılmadan bekâr kız evlendirilemez." buyurmuş, "Onun rızası nasıl anlaşılır?" sorusuna da "sükûtu ile" cevabını vermiştir. (Buhârî, Nikâh, 40). İmam Ebû Hanîfe ve Ebû Yûsuf'a göre bulûğ çağındaki bir kız, velîsinden izin almadan ve bizzat irâde beyanı ile evlenebilir. Bunu engelleyen bir delil bulunmadığı gibi, ehliyet mefhumu da bunu gerektirmektedir; malı üzerinde serbestçe tasarruf hakkı bulunan şahsın, kendisi üzerinde de tasarruf hakkı olacaktır. İmam Mâlik ve İmam Şafiî'ye göre bulûğ çağına gelmiş de olsa kız ve kadınlar, velîlerinin izni olmadan ve bizzat irade beyanlarıyla evlenemezler.Bundan dolayı en iyisi iki tarafında - Kız ve velinin - görüşünü alınmasıdır.

     

    Kız veya erkek, ölüm, şiddetli dayak veya uzun müddet hapis tehdidiyle nikâh akdine zorlanırlarsa, yapılan evlenme akdi fasit olur. Resulullah (a.s.m.) bu hususta şöyle buyurmuşlardır: “ Cenab-ı Hak, hatâ, unutma ve zorlanma ile yapılan amellerden dolayı ümmetimi benim için affetti.” (İbni Mâce, Talâk: 16)

     

    " Yorum " ile ister küçük kız anlamı verilsin, ister belirli bir fizyolojik neden kastedilsin, Kuran kızların - ve erkeklerin - evlilik için " büluğ ve rüşt " şartını aramaktadır. Önyargılı , hata arama gayretli insanların çamur atma gayretleri sadece kendi kısır döngüleri içinde at gözlüğü ile olayları yorumlamalarına işaret etmektedir ki bu da onların sorunudur. " İslam üstündür " bundan gerisi sadece boşuna gayret çabaları ve sonu cehennem azabı ile bitecek heba olmuş ömürler manzumesi olacaktır.


  17. SİYASAL VE EKONOMİK BİLİM

     

    Siyaset ve ekonominin bilimsel açılımını tarif etmeyeceğiz aksine bilimi siyasal amaçları ile sınırlayıp bu göz ile yorumlayan bilimi ekonomik açıdan öznelleştirenlerdir yazımızın konusu. Cini kabul etmeyen psikolog , Darvinizmi savunan Prof, Alternatif tıbbı küçümseyen doktorlar ,…Cinlerin varlığı kabul edilse , psikolojik bir çok rahatsızlığın tedavisi mümkün olabilecektir, ruh’un varlığı kabul edilse tıp farklı bir bakış açısı kazanacak ve yeni tedavi yöntemleri geliştirilebilecektir. Darwinizm – libido eksenli insan tanımları insanları nasıl mutlu ve huzurlu bir birey haline getirebilir ki ….ulaştığımız sonuç ortada zaten! Alternatif tıp’ı küçümsemek acaba ilaç firmalarının gazı ile hareket eden bir bakış açısının topluma yansıyan izdüşümü olabilir mi acaba ? Bilimin amacı insanlığı doğruya ,hikmete ,güzele yönlendirmek olmalı;Ama şu an bilim çıkar ,ekonomi ve siyasi üçken içinde dar çerçevede insanlığa hizmet amacının uzağında bir seyir izliyor iddiasındayız. Bilimi ve ürettiği ürünleri inkar etme gibi bir niyetimiz yok ama bilimin insanlık yerine bazı çıkar çevrelerine hizmet ettiği düşüncesini ileri sürmekteyiz ve karşı olduğumuz konu da bu !

    Bilimin siyasallaştırılması

     

    Ben kimim sorusunu ideolojik bir çerçevede dar bir tanımlama itmiştir siyasallaştırılan bilim.Bilim adamlarının “nereden gelip nereye gidiyoruz ?” sorusuna cevabı da yine bilimsellikten uzak ideolojik-siyasi sınırlar içinde cevaplanmaktadır. Ya bilimi ilahlaştıranlara ne demeli? Bilim daime ileriye dönük , devamlı ilerleyen ve değişen bir süreçtir!Atomun tanımı eskiden “ parçalanamayan en küçük yapı taşı” iken artık günümüzde nötron-proton-elektronlardan bahsedilebilmektedir, atom bombası üretilmektedir! Tıp ülser'e eskiden süt önerirdi, şimdi zıttını öneriyor. Kolonya ile mikroptan temizlenirdi, şimdi ilgisi olmadığı ortaya çıktı. Perhiz için sıcak su önerilirdi, şimdi vazgeçildi. Terli su içilmemesi tavsiye edilirdi, şimdi öneriliyor.Dişleri önce sağa sola, sonra yukarı aşağı,en son a daire şeklinde fırçalamayı önerir oldular... liste uzun. Soru; O zaman eskiden bilim adına yapılanlar bilim-dışı mı idi...?

     

    Bilimin verileri dışındaki hiçbir fikri – Din dahil !- kabul etmeyenler Sabah Gazetesinin 21.12.2001 tarihli manşetini nasıl yorumlayacaklar: “ BİLİM ADAMLARI KAFA KARIŞTIRDI.YAŞAM UZAYDA BAŞLAMIŞ OLABİLİR!... “

    Newton’un yasalarını yerle bir eden Einstein yasaları ve şimdi eleştirilmeye başlanan Einstein kanunları ,… en son deprem uzmanlarının birbirlerini “ şarlatanlıkla” suçlamaya varacak kadar bilimsel temelde birbirlerine zıt ileri sürdükleri fikirler…tüm bunlardan sonra Bilimi tanrı haline getiren kafalar ne yapsınlar , onlarında durmadan kıble değiştirmekten başları dönmeye ,kafaları karışmaya başlamıştır herhalde! Unutmayalım gerçek şüphecilik “ olamayabilir değil olabilir şıkkını tercih etmektir.”

    Bizim iddiamız şudur ,Bilim vardığı bazı sonuçları zamanla değiştirmekte olsa bile , iyi-güzel-hikmet’e her geçen gün biraz daha yaklaşmaktadır.Din ise insanlığın araştırıp bulması için zaman – çaba harcamalarına gerek kalmadan ; İyi-güzel-hikmet manzumelerinin bir kitap halinde insanlara sunulmuş halidir, iddiasındayız.Yani bilim hızla dine yaklaşmakta ,dinin ileri sürdüğü fikirleri doğrulamakta, her emir ve yasağı hızla tasdik etmektedir.

     

     

    Bir zamanlar "BilimselLIK" adIna savunulanlar günümüzde adliyelik olay kabul edilMEKTEDİR!

     

    bilimadn54.JPG

    bilimetapanlara5435846.JPG

     

     

    Din; Bilimin zamanla geleceği noktayı temsil ediyor. Bilimi din kabul edenleri ise , bir yüz yıl sonra gülünç iddiaların taraftarı olarak anılacaklar!

     

    BİLİM KUTSAL BİR İNEKTİR!

    Bilim, bilimsel olarak elde edilen bilgilerin tümüdür. İlk adım gözlemdir.Bir dizi gözlem bir araya toplanır ve bilim adamı kendisiyle bir müzakereye girerek hipotezini kurar. Bu gözlediği verilerin şu ya da bu şekilde bir açıklamasıdır.Bir hipotez, bir tür tahmindir. Sonraki aşama ' Eğer hipotezim doğruysa o zaman şu deneyi yaptığımda bu sonuca ulaşmam gerekir’ der. Son aşama uygun deneyi yapmak ve hipotezi sınamaktır. Eğer deney yanlışsa hipotez tamamıyla reddedilir, doğruysa hipotez geçici olarak kabul edilir ve hipotez sürekli olarak deneylerle sınanır. Eğer bu sınamalardan başarıyla çıkarsa hipotez teorileşir. Teori iyi sınanmış hipotezdir. Ancak çok kuvvetli teoriler bile yanlış çıkabilir. Modern bilim Gelileo ve Newton'la başlamış ve o zamandan beri hızlı bir şekilde ilerlemiştir. Einstein ve Bohr gibi bilim adamlarıyla korkunç bir ivmeyle kazanmıştır. Ama aynı hikaye alçaltıcı ters bir dille de anlatılabilir. Eğer bilimin doruğu atom hakkında şimdi bildiklerimiz ise, on yıl önce bilinenlerin kesinlikle kusurlu olması gerekmektedir. Çünkü bilim o zamandan bu zamana kadar büyük aşama kaydetmiştir. Yirmi yıl önce bilinen daha da kusurluydu 50 yıl öncenin biliminde bilinmeye değer çok az şey vardı. Biraz hayal gücü kullanarak bundan 20 yada 30 yıl sonra bilimin ne hale geleceğini sorabiliriz. Bir zamanlar ise bilimin geleneksel dini inançların yerine geçecek yani kavram ve düşünceler arama yolunda bir sorumluluğu olduğuna inanılırdı. Berhelot, dinin yerini bilimin aldı" dediğinde yıl 1901 idi. Zamanımızda bilimi büyük kutsal ineği olarak gören kimseye rastlanmaz oldu, en azından bu sayı epey azaldı.

    Alın size bir bilimsel yaklaşım: Adamın biri pazartesi günü viski soda içerek sarhoş olur, Salı günü konyak ve soda içerek sarhoş olur, Çarşamba günüde cin ve soda içerek. Ortak payda yani soda! Bilimsel sonuç; Soda sarhoş eder J Ayrıca tarih bilimi de deneysel değildir. Yine bilimin de yapabilecekleri de sınırlıdır. Bilim, cinlerin olmadığını kanıtlayabilir mi? Hadi bir ortaya bir soru daha: İki nokta arasındaki en kısa mesafe doğru bir çizgi midir? Söyler misiniz bana Amerika ile Türkiye arasında direk bir doğru çizgi çizebilen çıkabilir mi? Aksine bir yay çizmek gerekir! İlginç değil mi evrende her gök cismi 'daire' çizerek hareket eder...Varın gerisini siz düşünün!

    19. Yüzyıl'daki "bilimsel" bir çok iddia artık çöplükte değil mi? O zamanın havalı bilim adamları şimdi arkalarından gülünen birer eski teorisyen değiller mi? " Atom mu , parçalanamayan en küçük yapı taşıdır" o kadar! " E ama parçalandı" hani parçalanamazdı...Hı? Noldu ...? O zaman etrafa bilim adına hava atanlar günümüzde tekrar geri gelselerdi insan içine çıkabilirler mi idi yoksa onlara da " gerici, çağdışı " falan denilir mi idi acaba ?! 19. yüzyılın şaşaalı günlerinde fizikçiler her şeyin kurallara uygun yürüyeceğine inanıyordu. Doğanın yasaları keşfedilecek ve her şeyi görmek mümkün olacaktı. Yıldızlar , paylarına düşeni yapıp hep birlikte yerçekimi yasasına uydular. Işık dalgalardan meydana geliyordu ve bunlar oldukça iyi anlaşılıyordu. Elektrik biraz daha belalıydı ama yasalarının çoğu bulunmuştu ve geri kalanı da zamanla keşfedilecekti ve doğanın bütün yasaları bulunduğunda, gerekli verilerinde yardımıyla, her şeyi öne gitmek mümkün olacaktı. Eğer evrendeki bütün maddenin her atomunun pozisyonunu, hızını ve belki birkaç şeyini daha bilebilseydik doğa yasaları sistemin tümünün bütün geleceğini öngörmekte kullanılabilirdi. Bu inanca determinizm denir. 19.yüzyılın sonuna kadar oldukça makul görünüyordu. Ama, yüzyılın dönümünde geliştirilen kuantum teorisi, onu temelinden sarsmış ve o zamandan beri fizik, kendine duyduğu pişkin güvenin çoğunu kaybederek büyük bir aşama sağlamıştır.

    Bilim adamlarının idolleri bir totem kazığı gibi birbirinin üzerine dizilseydi en tepedeki ölçüm adı verilen sırıtkan bir fetiş olurdu. Hem kimyacıyla hem fizikçiler ölçümün önünde eğilip ona taparlar. Oldukça doğru bir saptama yaparak bütün fiziksel bilimlerin sadece özenli ölçümlerle ilerleyebileceğini söylerler. Hemen herkes fizikteki herhangi bir şey hakkında muğlak, nitel ve kesin olmayan bir açıklama getirilebilir ama bu nicel bir sınavdan geçtiğinde çökmeye mahkumdur.

    Işık hızı saniyede 300.000 idi. Ama son yıllardaki araştırmalar 300.000*300 sayısına işaret etmektedir. Uzun yıllar devam eden durağan evren modeli, 2 bin yıllık Öklid geometrisinin yetersizliği, peşinden yıllarca koşulan "eter"in elden uçup gitmesi. Bir dönem bölünemeyen en alt parça olarak adlandırılan "atom"un, aslında daha alt parçacıklar olan proton, nötron ve elektronlardan oluştuğu anlaşıldığında bir irkilme yaşandı. Ardından proton ve nötronların da aslında temel yapı olmadığı, onların da kuarklardan oluştuğu anlaşıldı. Özetle bilime yeniden bilimsel bir yaklaşım gerekir: Şüpheciliği bilimin bizzat kendisine uygulaması akıl ve bilimin bir gereğidir. Bilimin varmış olduğu son nokta aslında ilerde varacağı yeni ve farklı bilimsel kanunların ilk adımıdır. Kısaca bilimde kesin ve son yoktur.

    Bilim adamları acaba ”bilimin henüz yapamadıkları-bulamadıkları” konusunu düşünüp tevazu ile başları önde yürüyeceklerine geriye bakıp bilimin geldiği şu an ki aşamayı kendilerine mal edip kibir ile yürümeleri ne kadar mantıklıdır. Ayrıca “bilimin insana neler yapabileceği düşüncesi korkunçtur. Atom bombası, radyoaktif zehir gazlar, biyolojik savaş vs. bir çok bilimsel araştırmanın hedefini doğruluk derecesini ve doğruluk neticelerini ona para yatıran çevreler belirlemektedir, ayrıca hiçbir bilim adamı yaşadıkları zamanın dünya görüşleri ve ideolojilerinin etkisi altında kalmadığı iddia edilemez. “Atom bombasının silah olarak mükemmelleştirilmesi için çalışan bilim adamlarına aydın diyemeyeceğim.” der Sartre (Sartre, J.Paul, Aydınlar Üzerine, 1997, s 12). Bilim diye ortaya çıkan bir çok buluşun insanları hafiften delirttiği gerçek değil midir: Telefon, televizyon, aşı, vitamin hapları...vs

    Bir durumu ölçerken mesela bir Kuantum parçacığını ölçerken hem hızını hem de konumunu aynı anda ölçülemez. Diyelim ki konumunu ölçüyorsun ve bilgi edinme kesinliğin çok fazla, bu kesinlik ne kadar fazla artarsa hızın belirsizliği o kadar artar. Buda şu anlama geliyor, hiçbir zaman maddenin gerçek bilgisine sahip olamayacağımız.

    Bilim kanıtlanmış bilgidir ama o kanıtlanmış bilgi her zaman bir başka kanıtlanmış bilgiye terk edebilir yerini. Nitekim bunun binlerce örneği vardır. Demek ki bilim de, “mutlak bilgi” değildir. “Mutlak” olduğu kabul edildiği gün bütün gelişmeler durur. Varsayımlara dayalı hipotezler ise doğrulandıklarında o ana kadar ”meçhul olanı kavramamızı” sağlıyordu. Üstelik bir hipotez, diğer bir hipotez onu yanlışlayana dek geçerli idi…İnanç: Şüphe ettiğine araştırarak ulaşamıyorsan ”onun yine de o olduğuna” inanmak ise her bilim, kesin doğru olana dek inanç değil midir ki zamanla o kesinleşenin de zamanla yanlış olduğu ortaya çıkacaktır! Artık “akıl ile her şeyin bulunacağı” iddiasının şimdiye kadar doğrulanmamış başka bir inanç olduğunun farkına ne zaman varacağız acaba...?!

    Harward tıp fakültesinde beyin üzerinde çalışan bir bilim adamının yazar Cüneyt Ülsever'e dediği şu cümle üzerinde biraz düşünmeyi tavsiye ederim: " Ben tıp bilimine bir tanrı tanımaz olarak başladım. Ancak hala beynin ne menem bir şey olduğunu %8 - %10 biliyoruz. Beyine düşünmeyi sağlayan mekanizmanın ise katiyen farkında değiliz." Bu tıp alimi şimdi dinleri inceliyordu… Bilim felsefesine merak salınca da zaten bilimin de yola bir takım varsayımlarla doğru olduğu kabul edilen bulgularla-çıktığını,sadece aynı koşullarda aynı sonucu almanın peşinden koştuğunu bilmek yani her şeyin akılla bulunabileceği iddiası aslında bir inanç değil midir? Varsayımlar ”inançtan” başka bir şey değildir midir ? Ya bilimde ”tesadüfe” yer olduğunu iddia edenler: İşte darwinizm: Tesadüfler zinciri sonucu oluşan muhteşem evren ve içindekiler...! Piltdown Adamı hilesi bilim adamlarınca uydurulmadı mı? Karl Popper "Darwin kuramı sınanabilir olmadığı için bilimsel değildir, sahte bilimdir. Metafizik bir şeydir." sözü de bir kenara yazılmalıdır (The Logic of Scientific Discovery)

    Biz bilime karşı değiliz ama bazılarınca kutsallaştırılan bilimin kötü yüzünü de göz önüne sermek bizim görevimizdir. Gerçek bilim adamı kendisine şu soruyu sormalıdır: Bilim gelişmesini nereye kadar devam ettirebilecektir? Şu anki bilim hangi aşamadadır? İnsanlık tarihi buna yetecek midir, yeterse vardığı yer neresi olacaktır? Bilim vardığı birçok sonucu değiştirip yerine bir yenisini koyuyorsa da uzun vadede kainatın gerçeklerine biraz daha yaklaşarak ilerlemeye devam etmektedir. Kainatın gerçeklerini açıklayan ise dindir. Aslında bilim; Allah'ın evreni yaratış sırrını çözmektir, bilimin amacı Allah'ın kainatı yarattığı dili çözmek olmalıdır. Bilim adamlarının amacı zamanla değişecek ve adına bilim denecek kısa dönem buluşlara tapınmak değil, Allah'ın kainatı yaratırken koyduğu kuralları bulmak olmalıdır.

     

     

    bilimfilim847354.JPG

    bilimmm4565346.JPG

     

     

    Bilim kanItladI! İslam en doğrusu

    Bilimsel yönden de İslam'ın en mükemmel ve doğru din olduğu kanıtlandı.

    İslam'ın en mükemmel ve doğru din olduğu "moleküler" olarak saptandı! Japon bilim adamının yaptığı araştırmalara göre Kuran okurken veya hoca ezan okurken, sudaki moleküller meydana gelen titreşimle mükemmel bir dizilime ulaşıyor.İnsan vücudunun yüzde 70'i de sudan oluştuğu için İslam dünyadaki en doğru din oluyor. (16 Ağustos 2009)


  18. S.Aleykum

    sevgili arkadaşlar,

    Kuran ve bilim konusunda bana ilginç gelen ve internette eksik olduğunu düşündüğüm - ki bu konuyu irdeleyen sitelerde: kuranmucizeleri.com veya mucizeler.com ... gibi - dahil olmayan 3-4 örneği sizlerle paylaşmak istedim.Umarım faydalı olur.

    3 örnek kesin 4. örnekte ilginç olduğu için eklenmiştir.

    selam ve dua ile

    son_bitti%204.jpg


  19. ARAPLAR BİZİ ARKADAN MI VURDU ?

    Bölüm 1

    Balkanları kaybettikten sonra Osmanlı Devleti içindeki Arap nüfusu Türk nüfusunu geçmişti. Milliyetçilik cereyanına kapılmış olan İttihat ve Terakki partisi taraftarları da bunun üzerine "Türkçeyi resmi dil yapma, Arapçayı yasaklama çalışmaları yanında ilk seçimde meclisteki 75 olan Arap milletvekili sayısını 5'e düşürdü ayrıca mecliste Arapça konuşmayı yasaklandı, Arapça okullar da yasaklandı, Arap asıllı paşalar yerlerinden alındı, basında Arapları aşağılayan yazılar arttı, Türkçü söylemler ön plana çıktı.... Halide E. Adıvar gibi ileri gelenlerinin deyimi ile" Arapları sürülmeli ve topraklarını sömürgelileştirilmeli, yerlerine Türkler yerleştirilmeli..." temennili, Arapları fikri çalışmalardan yurtlarından kovmaya dek" bir çok ırkçı görüşü açıkça ileri sürmeye başlarlar. Araplar horlanmaya başlanır, Arap kökenli yöneticiler makamlarından alınır, Arap topraklarına Arapça bilmeyen idareciler atanır, 6 Mayıs 1916'ta Şam valisi Cemal paşa Suriye ve Lübnan aydınlarını toplayarak Şam ve Beyrut meydanlarında idam eder. Bu arada Avrupalı devletlerde -Başta İngilizler - Arap Müslümanlar arasında İttihatçıların yaptıklarını körükleyerek Arap unsur arasındaki huzursuzluğu artırırlar. İttihatçıların anlamadığı milliyetçiliğin İslam'da olmadığı idi. Ümmet şuurundan habersiz, ırkçı dayatmalar ne yazık ki ümmeti parçalamıştır.Bunu da yapan ittihatçıların eylemleridir. Bu arada İttihat ve Terakki içinde Arap nüfuzu azalırken Yahudi ve Hıristiyan unsurların tesiri artmaya devam eder! Bizzat ittihatçıların atadığı Şerif Hüseyin, bu olaylar zincirini kullanarak 10 Haziran'da ayaklanır. Bir çok Arap aydını ve kabileler onu eleştirir, ayaklanmaya katılmazlar.Detay aşağıda !

    Kısaca İttihatçılar gelene dek Araplarla Türkler yan yana bir çok cephede savaşmışlardır.I. Dünya savaşı ilan edilince " Cihad çağrısına " uyan yüz binlerce Arap Osmanlı safında savaşlara katılır. Çanakkale (Şehitlerimizin 3'te biri Arap idi; Şam, Halep, Kudüs, Bağdat, Trablus'lu... Arap kardeşlerimiz idiler), Kafkas, balkanlarda yatan en az 200 Arap kökenli şehit buna delildir, hatta ilginçtir Arap oldukları halde kendilerine " Türk " olarak tanıtan Araplarda mevcuttur daha 1900 yıllara dek, yani Jön Türklerin ırkçı Türkçülük söylemlerinin başlama tarihlerine dek... 1900'lü yıllarda Arjantin'e göç eden ve şimdiki Cumhur başbakanları olan Carlos Menem'in dedeleri Lübnanlı Arap iken kendilerini " El-Turko" olarak tanıtmışlardı...Tâ ki Türkçülük iddiası ile Osmanlı'nın başına Mason ağırlıklı Yahudi-ermeni-Hıristiyan kırması İttihatçılar gelene dek.Ayaklanma çıkartma gayreti denebilecek hata-hainlikleri ile yüzlerce yıllık kardeşliğimize gölge düşürürler. Kısaca iyi organize olmuş Mason-Yahudi lobisi emelleri için İttihat ve terakki partisini kullanır, Türk - Arap ayırımı ile Filistin Yahudiler için toprak ayarlanırken, Başta Balkanlar bir çok toprak İttihatçılar yüzünden kaybedilir. Ne ilginçtir günümüzde hala " Araplar bizi arkadan vurdu "diye bağıranlar, Türkiye'nin İsrail'e bağımlı olmasını isteyen kesimdir.Yani Osmanlı'yı böldürtüp Yahudi devletini kurduran aşağılık zihniyet, o devletin devamı için, eskisi gibi hala Arap düşmanlığını Türkler arasında körüklemektedir.Ama Rusya'nın - Hala devam eden - tarihi düşmanlığını unutup, onunla beraber hareket etmemiz gerektiğini de savunanlar aynı kesimdir... Oyun açıkça ortaya çıkmamış mıdır sizce de ...!Ayrıca bizlerde bir çok hatayı hala sürdürdük, Kıbrıs Barış Harekatında bize destek olan Kaddafi'yi, ABD bombalayınca , ABD tarafında yer aldık.Ama Kıbrıs harekatında ABD bize karşı idi. Yani karşılıklı hatalar çok.Nedeni de hep sırtımızı birbirimize değil de dünyaya bakışları menfaat olan batılılara dayamamız değil midir.Ama bizi bize benzeriz ; hayat kaynağımız, önderimiz, kıstaslarımız bir, asıl bunu değerlendirmek gerekmez mi...! ABD-İngiliz-Yahudi başta bizim yeniden eskisi gibi İslam Ümmeti olarak güçlü olmamızı istemiyorlar.Sömürgelerine tek engel olacak olan gücün İslam Ümmeti olduğunun farkındalar.Birliğimize engel olmalı için her şeyi yapmaya hazırlar.Bizi bize düşeni yapmazsak kainat boşluk kabul etmez, kafir kafirliğini yapar ! Müslüman Müslümanlığının gereğini sadece dünyamız değil, ahiretimiz de yanar, iki alemin kurtuluşu da vahdette, birlikte.Viyana kapılarına dayanan tarihimiz buna şahit ! Sömürmeden, her türlü sömürüye engel olmak için tek çare VAHDET !

     

    Bölüm 2

    Her Türk genci "Araplar'ın I. Dünya Savaşı'nda bize ihanet ettiğini" öğrenerek büyür. Oysa bu, ancak kısmen doğrudur. I. Dünya Savaşı'nda Mekke Şerifi Hüseyin'in İngilizler ile anlaşarak Osmanlı'ya isyan ettiği ve ordumuzu arkadan vurduğu doğrudur. Ama hep atlanan nokta Şerif Hüseyin'in "Araplar"ın tümünü temsil etmediği, aksine bir istisna olduğudur. Ortadoğu uzmanı tecrübeli gazeteci Cengiz Çandar, "Arapların ihaneti" söylemi ile tarihsel gerçek arasındaki önemli farka şöyle işaret ediyor:"Mekke Emiri Şerif Hüseyin'in Hicaz'da bazı Arap bedevi kabilelerini ayaklandırarak 1916'da İngilizlerle işbirliği yaptığı doğrudur. Ancak, Birinci Dünya Savaşı konusunda genel bir bilgisi ve fikri olan herkes, bunun 'askeri açıdan' tayin edici bir değer taşımadığını bilir. İngilizlerin daha sonra yerine getirmediği 'bağımsızlık vaadi' ile işbirliğine çektikleri Şerif Hüseyin'in ve oğullarının komuta ettiği bedevi kabileleri, Mekke-Maan hattında, yani 'asıl cephenin gerisi'nde İngiliz kuvvetlerine yardımcı olmuştur. 'Asıl cephe', önce Şüveyş Kanalı ve Kanal Harbi'nde Türk-Osmanlı kuvvetlerinin geri çekilmesinden sonra Filistin'de kurulmuştur. Filistin'de tek bir Arap ayaklanmamıştır. Suriye'de, Irak'ta, Lübnan'da Türk kuvvetlerini 'arkadan vuran' herhangi bir olay olmamıştır. Arapların ezici çoğunluğu, İstanbul'a yani Türkiye'ye sadık kalmıştır... Arabistan Yarımadası'nın Hicaz bölümünden Akabe'ye kadar olan 'cephe gerisi' dışında, Arapların Türkleri arkadan vurduğuna dair tarihte herhangi bir kayıt yoktur."(1) Aynı gerçek, American-Israeli Cooperative Enterprise (Amerikan-Israil İşbirliği Girişimi) adlı düşünce kuruluşunun başkanı, Ortadoğu analisti Mitchell G. Bard tarafından da, sözkonusu kuruluşun sitesinde şöyle vurgulanıyor:"O dönemin romantik kurgusunun aksine, Arapların çoğu I. Dünya Savaşı'nda Türklere karşı müttefiklerin yanında savaşmadılar. İngiliz Başbakanı David Lloyd George'un belirttiği gibi, Arapların çoğu, Türk yöneticileri için savaştı. [Osmanlı İmparatorluğu'na isyan eden] Faysal'ın Arabistan'daki taraftarları, bir istisnaydı."Araplar'ın topluca ihanet etmesi bir yana, bazıları Osmanlı ordularını fiilen desteklemiştir de. Konu hakkındaki uzmanlardan biri olan Dr. Zekeriya Kurşun'un ifadesiyle, "I. Dünya Savaşı'nda Türk ordusu ile beraber çeşitli cephelerde Türklerle omuz omuza çarpışan Arapların büyük yararlıklar gösterdikleri bir hakikattir." (2)Peter Mansfield'a göre:"1904'te Osmanlı Padişahı Sina üzerinde hak iddia ettiğinde, Mısırlı milliyetçi lider Mustafa Kamil, İslamcılık ruhu içinde, onun yanında ve Mısır'ın çıkarlarını savunan Lord Cromer'in karşısında yer almıştır." (3) 1) Cengiz Çandar, "Sharon'cu Vicdansızlar-Filistin Yalanları", Yeni Şafak, 5 Nisan 2002 2) Zekeriya Kurşun, Yol Ayrımında Türk-Arap İlişkileri, İrfan Yayınevi, İstanbul. 1992, s. 153 3) Peter Mansfield, Osmanlı Sonrası Türkiye ve Arap Dünyası, s. 29; Peter Mansfield, The British in Egypt, Londra, 1971, s. 164-165 .“… Genç entellektüel Araplar, mücadelelerinin geleceğini Türk idaresinden bağımsızlık olarak görmüyorlardı. Hiçbiri Arap topraklarının bağımsızlığından söz etmedikleri gibi böyle bir amaç için çalışmıyorlardı. Tam tersine, birçoğu, daha geniş ve daha büyük bir Türk imparatorluğu görmek istiyorlardı…” (Ben Gurion Looks Back-Talks with Moshe Pearlman, s.46)” Peki, 1922 sonlarında Türk Milli Mücadelesi zafere doğru yürürken, ‘bazı Filistinli Arap liderlerin Kemalistlere başvurarak, kendi kaderlerini tayin hakkı elde edebilecekleri Türk mandası istediklerini’ biliyor muydunuz? Filistin, İngiliz mandası altına konulmuşken, Filistinli Araplar, ‘Türk mandası’ istiyorlar. Kaynak, yine bir Yahudi-İsrailli tarihçi; Y.Porath’ın ‘The Emergence of Palestinian-Arab National Movement 1918-1929′ (Filistin Arap Ulusal Hareketinin Doğuşu 1918-1929) adlı kitabının 160-165. sayfaları)

    ISYAN EDENLER

    İttihat ve Terakki'nin nasyonalist politikası bazı Arap toplumlarında tepki toplar.Özellikle Arap ülkelerinde sokakta Arapça konuşmanın yasaklanması ve Türkçenin zorunlu kılınması çalışmaları, idareci, savcı...vs olarak gönderilenlerin bir yabancı imiş gibi hiç Arapça bilmemeleri, İttihatçılar içinde var olan ve epey yetkili konumdaki siyonist-ermeni,ayrılıkçı yönetici kadro-ki Osmanlı'yı onlar bitirmişti- Arap toplumunda, dış ülkelerin de körüklemesi ile isyanlara yol açar.Buna bir de krallık hayalindeki Şerif-siz- Hüseyin'in eklenmesi bazı grupları isyana yöneltir.Yönetici konumdaki İttihatçıların yanlış politikaları ve bunu kendi menfaatlerine kanalize eden İngilizlerin kışkırtması ile bazı Araplar isyan eder.

    KISACA BAZI ARAPLARIN İSYAN ETMELERİ KADAR İSYAN ETMELERİNE NEDEN OLAN ORTAM-ŞARTLARDA DEĞERLENDİRİLMELİDİR.O ZAMAN OLAYIN TEMELİNDE "IRK,MİLLİYET-ÇİLİK-" DEĞİL, YANLIŞ POLİTİKA VE ISLAM'DAN UZAKLAŞMANIN OLDUĞU ANLAŞILIR!

    BİZ İSLAM'A AYKIRI OSMANLI'YA İSYAN EDEN ARAPLARI MAZUR MU GÖSTERMEYE ÇALIŞIYORUZ .ASLA !ZATEN ALLAH'U TEALA 'DA ŞERİF HÜSEYİN'E YAŞARKEN HATASINI FARKETME CEZASI VERDI...ANEKTODLARA GİRMİYORUZ...CEZANIN GERİSİ AHİRETTE...AMA ŞUNUN ALTINI ÖZELLİKLE ÇİZMEK İSTİYORUZ; II. DÜNYA SAVAŞINDA ALMANYA FRANSA'YI İŞGALE ETTİKTEN SADECE 10 SENE SONRA ALMANYA-FRANSA İTTİFAK KURAR VE AB'NİN TEMELLERİNİ ATARLAR.PEKİ BİZE NE OLUYOR...!? iSTİSNAİ VE YİNE KENDİ İÇİMİZDEKİ YANLIŞ POLİTİKALARIN SONUCU ORTAYA ÇIKAN BU KISMI BİR AZINLIĞI VE ASLA TÜM ARAP KARDEŞLERİMİZİ KAPSAMAYAN BU OLAYIN ÜZERİNDEN GEÇEN YAKLAŞIK 100 YILIN ARDINDAN HALA İSLAM KARDEŞLİĞİ ÇERÇEVESİNDE BİRLEŞMİYORUZ...FRANSA'YI İŞGAL EDEN ALMANYA- VEYA TERSİ - KADAR DA MI OLAMADIK..HER İKİ TARAFTA BUNUN CEZASINI VE ZARARINI DEFALARCA GÖRMEDİ Mİ, HALA GÖRMÜYOR MU...! ARTIK ÜMMET OLMA ZAMANI.HATTA ÇOK GEÇ BİLE KALDIK!

×
×
  • Create New...