Jump to content
Necip Fazıl Kısakürek [N-F-K.com Forum]

turbix122333

Üye
  • Content Count

    99
  • Joined

  • Last visited

  • Days Won

    1

Posts posted by turbix122333


  1. 3 Haziran 2010 15:29

    İsrail’in Gazze’ye insani yardım taşıyan gemiye yönelik saldırısında ölenlerin tümü Türk vatandaşıydı. Ancak, saldırıya yönelik en büyük tepki çok uzaklardan, sürpriz bir yerden geldi; Nikaragua’dan.

     

    Nikaragua hükümeti, yaptığı bir açıklamayla, “İsrail’le tüm diplomatik ilişkilerini resmen kestiğini” bildirdi.

     

    Bu konudaki açıklama resmen, Devlet Başkanı’nın sözcülüğünü de üstlenen, ülkenin First Lady’si Rosario Murillo’dan geldi. Murillo, Nikaragua Devlet Başkanı Daniel Ortega’nın İsrail askerlerinin yaptığı saldırının “suç” olduğuna inandığını ve uluslararası hukukun ihlali anlamına gelen bu saldırıda ölen 9 kişi için “yas tuttuğunu” söyledi.

     

    First Lady, “Nikaragua hükümeti, İsrail’in uluslararası sulardaki bu faaliyetinin illegal olduğunu vurgular” dedi ve ekledi; “Nikaragua hükümeti, İsrail’le olan tüm diplomatik ilişkilerini kesmiştir...”

     

    TÜRK BÜYÜKELÇİ “İSTİŞARE İÇİN” GERİ DÖNDÜ

     

    Bu arada, Türkiye’nin İsrail’e yönelik tepkisini göstermek için geri çağırdığı Tel Aviv Büyükelçisi de bugün yurda döndü.

     

    Tel Aviv’deki Türk Büyükelçisi Oğuz Çelikkol, Türkiye’ye gelişinde yaptığı açıklamada, “Hükümetim beni istişareler için çağırdı” dedi.

     

    Ikisi de diplomatik bu ifadeleri açmakta yarar var;

     

    Diplomatik ilişkinin kesilmesi, sivil alanda bir ülkeye yönelik gösterilebilecek en büyük tepki. Diplomatik ilişkinin kesilmesi ile ülke, hem kendisinin karşı ülkedeki Büyükelçiliğini resmen kapatıyor, hem de sorun yaşadığı ülkenin kendi başkentindeki büyükelçisini ve tüm diplomatlarını sınır dışı ediyor.

     

    Bu diplomatik adımın bir sonraki aşaması ise “çatışma” ve “savaş ilanı” olarak yer alıyor.

     

    Oysa Türkiye’nin yaptığı “istişareler için Büyükelçiyi geri çekmek”, çok daha küçük bir tepki. Büyükelçi geri çekildiğinde, diplomatik ilişkiler kesilmiş olmuyor. Sadece “fiilen”, ama “resmen” değil, diplomatik ilişkilerin düzeyi düşürülmüş oluyor.

     

    Türkiye’nin bu adımına karşılık, İsrail’in kendi büyükelçisini geri çağırma zorunluluğu da yok. Yani İsrail ilişkilerini isterse, büyükelçi düzeyinde sürdürebilir.

     

    Türkiye ise, Büyükelçi’yi geri çağırarak, “ilişkileri, fiilen biraz daha alt düzeyde de olsa, sürdürmeye kararlıyım” mesajı vermiş oldu.

    Hürriyet


  2. önyargılar kırmak gerekli demek ayrıca bir önyargı oluşu itibari ile ortaya belli ölçüler koyarak yanaşmayı teklif edene ,bu şekilde bir yaklaşım ile yaklaşmak yaklaşılandan ziyade yaklaşan kişinin aklına bir hudut çizmeyişini gösterirki metotsuz bir işi yapabileceği zannı içinde kıvranıp durur.anlaşılması gereken bu .bu ortaya dikilmedikçe şiiri akıl ile kuşatmaya çalışmak o şiirin sırrını elinden kaçırmak ve ademe mahkum etmektir.

     

    şiiri ele alıp izah etmeye çalışan adam şiirin kendi idrak çapına oturmadığını görüp bu şiirde hata var demesi ,bu insanların ruh seviyesinin kritiğini yaparken kendi seviyesini ölçüt aldıkları görünmüyor mu?

     

    diyelim ki Üstad ın bazı şiirleri zahiri ile ele alınırsa ve bu ele alış yanlış (GİBİ) görünüyorsa ,verilecek hüküm o şiirde basım hatası oluşu mudur?

    çatalla çorba içilmeyeceğini anlayanlar bilirlerki bu işe yaklaşabilmenin şartları bilinmeden yapılıp edilen doğru olsa bile YİNE YANLIŞTIR

     

    vesselam.....


  3. sa.naçizane...vs...

     

    ben burda sorunuza cevabı soru şeklinde vermek istiyorum...

    Üstad ın şiirlerini böyle kelime kelime teviline kalkışma yöntemi ile anlamaya çalışmak ve anlamadığı heryeri bu basım hatası olabilir mi demek,Üstad ın şiirlerini alıp kendi idrak seviyende hapsedip kokuşturmak olmaz mı?

    yani zamanüstü sözlere akılla tevile kalkışmak ,aklın bağ oluşunu da bilmek ,bir metod hatası değil mi?

    2- anlamadığım birşey daha :bir kuşa baktığınızda onu seversiniz ,ama kuşu ayağı böyle kanadı böyle diye parçalara ayırıp sevmeye çalıştığınız anda elinizde kuşun dışında bir madde yığını kalır ki bu kemmiyet üstü keyfiyeti yok sayıp keyfiyeti kemmiyete kurban etmek değilmidir?

    3-zevken idrakinize hitap ediyorum,ÜStad ı anlatmak için aaaaa onu nasıl anlatabilirim o anlaşılmaz kabilinden laf söyleyenlerin anlaması gereken bir dava şu onu anlamıyorsan niçin anlamadığını anlamak zorunda değil misin? burdan elimize şu metod geçmiyor mu? Onu anlaşılmazlığı içinde anlamak.bu da batın nispeti ile alakalı ve tasavvuf ilgisi içerisinde anlaşılmalı yoksa kuru akıl belası ile Üstat tan anlayacağımız aklımızın anlayabileceği kadardır ve akıl bir piyanoda hangi tuşa kaç kere bastığını ve hangi notaların çıktığını anlar ama nota üstü keyfiyeti yani nota olmayan ,(kemmiyetlerin ayrıca bir değeri var bu ayrı mevzu) senfoniyi ne anlar."Ayrıca ruh ilminde tertip yoktur"

    diyen velinin sözünden pay alarak konuşursak ,tertibin oladığı bir yere bağ olan akılla yanaşmak baştan yanlışa sapmaktır.dolayısıyla bu mevzuyu birçok mevzuya gebe halde burda bitiriyorum ve sonolarak şunu belirteyim:Üstad a muhatap olabilmenin şartlarına malik olabilmenin şartları ne ? aranılıp bulunması gereken bu .yoksa kuru akılla hiç birşey anlayamayız...vesselam..


  4. bugün bir komunist sitesine girmiştim.fikirlerini inceleyecek ve cevap verecektim.ama nasip değilmiş.tüm uğraşlarıma rağmen 30000 üyeli sitede bir fikir bile bulamadım.bu sırada birinin "bize inançlar değil fikirler yön vermeli, inançlarımızla hareket etmemeliyiz" mealindeki bir sözüyle karşılaşınca aşağıdaki karalamayı yazdım.

     

     

     

    Ey fikri ALLAH' tan üstün sayan gafil, söyle

    O taptığın fikirden tek zerre var mı sende

    (serdengeçti)

    bize inançlar değil fikirler yön vermeli, inançlarımızla hareket etmemeliyiz" diyen adama sorulması gereken bir soru:sende fikrin üstünlüğüne inanıyor ve yine inancının gereğini yapmıyor musun???ee hani inancına göre hareket edilmemeliydi ,içten tecrit edilmiş bir dış tasavvuruna girişmek gibi bir abesi nasıl olurda bünyende taşırsın??

     

    çalışmalarının güzelliği yanında dahada güzele yaklaşabilmen dileği ile...

    • Like 1

  5. ibniss kardeş ben acizane şunları belirteyim uzatmadan...İmam azam hz lerinin elbisesine namaz kılmasına engel olmayacak kadar küçük bir kiri çıkarmak niçin ne yaptığını ve bunu gören birisinin niçin böyle yaptığını ve fetvasını hatırlatınca o fetve bu takva deyişini sizde biliyorsunuzdur...ayrıca müminler arasında dereceleme var ve bu dereceleme olmasaydı biz sahabelere müslüman deseydik kendimize ne dememiz lazım dı yok bize müslüman deseydik onlara ne dememiz lazımdı..bu noktadan hareketle şunu söyleyebiliriz Bazı zatlara ruh mertebelerinden dolayı farz olan şeyler avam insanı için farz olmyışı göz önünde bulundurulunca Üstadın ruh seviyesi itibari ile böyle demesini ifrat diye değerlendirmnin yanlış olacağını düşünüyorum...zaten üstad avam insanı gibi yaşasaydı ,asıl o zaman tereddüt etmeliydik...hatamız varsa affola ve düzeltile...


  6. Turbix kardeş yine diyeyim. Biz çocuk değiliz; biraz kızgınlık ve kırgınlık içeren şeylerde çıkabilir ağzımızdan. Fakat, benim seni birşeylerle itham etmem ya da şöylesin böylesin gibi bir imada bulunmam söz konusu olamaz.

     

    Buna haddim de, hakkım da yok.

     

    Bilmiyorum? Beni nasıl birisi olarak biliyorsun ama, yine öyle bilmeni isterim. Çünkü, bu tercih ve takdir meselesidir. Düşüncelerime önem vermenden de gurur duyarım, keza beni eleştirmenden de..

     

    Sen, ilk verdiğim cevabı en azından benim sana ilk ve son cevabım olarak değerlendir. Belki diğerlerinde ikimizde yanlış anlaşılmışızdır diyelim. Bak kardeş diyoruz birbirimize, kardeşce bitirelim bu mevzuyu.

     

     

    vazgeçtim zaten...benim sana olan kırgınlığım zaten çocukça bir tavır değil,yorumunun bazıların ki gibi oluşu ve bu oluşundan dolayı bende hasıl ettiğidir...son olarak şunuda ekleyip bitiriyorum...bir ölçü olsun diye...kendini bir soruya cevap verme zorunda hisseden adam ,ya da soruya kendini muhatap hisseden kişi ,laga luga yerine cevap versin...bitti


  7. evet yazacaktım... ben bu sitede bir ara bir yazı yazmıştım o yazıda şunu demiştim "eğer yanlış anlaşılmasaydı bu konu için sadece bazılarının isimlerini yazıp yorum isterdim" diye.. o kişiler arasında sen de vardın...neyse...ama görüyorumki yanılmışım...cümle eksikliği falan diyorsun da ben seni senin sözlerinden anlarım...seni ne görmüşlüğüm var ne de başka bişey...akademisyen yazmışsın,biliyorum, ki soruları okursan ,bunun anlaşıldığını anlarsın... ayrıca vazgeçtim ama cevabımı alarak değil cevabımı alamayacak olmaktan dolayı...bir daha da soru falan sormayacağım...çünkü bazıları kendilerinin mensup olduğu yer neresiyse işte sorulan soruda o yeri öven bir cevap verme imkanına sahip olmayınca ,karşıdakini küçük düşürmekten başka bir savunma şekline sahip değil...BÜYÜKDOĞU kardeş keşke hayal ettiğim gibi karşımda bulsaydım seni (sakın bu " ben senin istediğin gibi olmak zorundamıyım gibi saçma bir yöne çekilmesin bazıları tarafından) görüyorsun değil mi neleri açıklamak zorunda kalıyoruz......senin için ne kadar önemli bilmiyorum ama ben yine hayal kırıklığına uğradım...


  8. Yine Üstad, yine şu olursa vs. Arkadaşlar, o gazete Holding gazetesi falan değil; bir gün birisi gelecekmiş te Efendimize laf diyecekmiş te, yarın da başka birisi başka birşey diyecekmiş te...

     

    Güncel, siyasi, sosyal, tarihi meseleler de farklı düşüncelerin söylenebilmesi, aynı gazetede büyüklerimize çamur atılacağı ya da attırılacağı anlamına mı geliyor? Mümkün müdür bu?

     

    Lütfen biraz daha mantıklı ve tutarlı olalım; bir tartışma yaşandı ve iki, taraf görüş belirtti. Buradan kalkıp ta, Efendimize (s.a.s), Üstad'a, Büyük Doğu'ya falan gitmeyelim.

     

     

    arkadaşım inanın burda birşey konuşmak yeri değil onu anladım ne bu ya yazdığın herşeyde biri çıkar cevap vermez mantıklı ol der mantıklı ol diyeceğine eğer mantıklı isen mantıklı bir cevap versende bizde bu noktada eleştiriden vazgeçsek .ki vazgeçtim hele büyükdoğuda bunları söyledi ya tümden vaz geçtim.şu yazdığın şeye bak :Güncel, siyasi, sosyal, tarihi meseleler de farklı düşüncelerin söylenebilmesi, aynı gazetede büyüklerimize çamur atılacağı ya da attırılacağı anlamına mı geliyor? Abdülhamid hz leri büyüğümüz değil mi çamur atılmamış mı evet atılmış.eee daha nesi...bazı sorular yazıyorum biri çıkıp yok sen zaten kötülemeyi kafana koydun der biri mantıklı ol der biri haddini bil der biri bilmem ne der sonra aaaa ben nasıl fikirler konuştum diye meydanda gezinir zaten meydanda sizin gibilerin caka atması fikir hayatımızın ne kadar alçakta olduğunun vesikası diye gösterebilirim..sakın hakaret zannetmeyin BAZILARI içn bunu bir iltifat sayabilirsiniz.hakaret etmiş olsaydım küfürlerin havada uçuşması lazımdı...neyse..sizin bağlı olduğunuz şey neyse,ona söz söylemeden fikir özgürlüğü derken fikir özgürlüğünün kendinize göre değil de İslam a göre ne anlama geldiğini ortaya koysaydınız o zaman bir davanın mümesili sayılabilirdik.bir yere mensup olmakla o yeri sahiplenme psikolojisine girip doğruyu bile yanlış göstermekte ve hatta yanlışı bile doğruyu göstermekte hiç bir abes göremeyecek kadar idrak yırtıklığı karşısında diyecek birşey yok...çıkarsın dersinki kardeşim bu böyle olduğu için böyle oldu yada şöyle oldu da şöyle oldu dersin bende amenna derim.ama kalkıp bu tür bir yaklaşımla bu konuyu ele alıp karşıdakini aptalmış gibi bir muamele ile yaklaşırsan ,kimseden saygı göremezsin...ki iletişim saygı sevgi derken birdefa etrafındaki insanlarla iletişime geçmesini ve onlara aşağılayıcı bir tavırla değilde onları da insan diye kabul edip konuşmasını öğrenmedikçe ,kendi davandaki zaafını da anlayamazsın vesselam...


  9. bende sizin yazmış olduğunuz maddeleri daha önce bilmem kaç defa dinlediğim halde birşeyler yazayım...

    1-arkadaşım farklı düşüncelerin servisi tarafsız olduğu anlamına gelmez diyorsun,ki bende soru olarak bunu sordum yani yaptıkları şeylere biz tarafsız gazetemiyiz diye cevap verecek diye sordum zaten yazımın başka yerinde insanlara hakikati bildirmeyi gaye edinen gazete diye söylerken onun tarafsız olmadığını vurgulamış bulunuyorum..

    2-başka gazetede görmediğin için yadırgama demişsin başka gazetede gördüm.görmediğim için yadırgama kompleksine sahip değilim.bu cümlenizi biraz açayım isterseniz bu cümlenin manası şu ,yeni çıkan hiçbirşeyi kabullenemeyip yadırgayan ,yani doğru yada yanlışlığı üzerinde kafa yormak gibi bir sıfata sahip değil karşı çıkışının tek sebebi daha önce böyle birşey görmemesi.buda karşıdaki insanı yok saymaktan başka bir anlama gelmez.buna hayal gücü demeyin lütfen .niyetinizi bilmiyorum ama bu cümleyi başka şekilde de söylüyorlar.mesela farklı olmak istiyorsun felan.

    3-Suclamayi kafaniza koymussunuz birkere. Boyle bir durum olmasa bile herzaman suclamak icin bir sebep bulabileciginizi dusunuyorum.diye yazmışsın kardeşim,madem buna inanıyorsunda neden kelime israfına girip cevap yazmaya çalışmışsın anlayamadım.nede olsa ben yine suçlayacağım.peki bende sana şöyle birşey dersem saçma olmaz mı zaten sende savunmayı kafana koymuşsun ne eleştiri gelirse gelsin sen bunların aksini yazacak ve övmeye çalışacaksın.seninki kadar bunun da saçmalığına hükmetmek gerekmez mi?bak kardeş niyet okumaktan ziyade sorularıma ciddi cevaplar bulsaydım sana teşekkür etmekten geri kalmazdım emin ol.

    4-Yorumlar ve gercekler arasindaki farki anlayabilmeniz umidiyle saygilar...yorumlar ve gerçekler arasındaki farkı büyük doğuya bağlılığımdan dolayı azda olsa anlıyorum,Yani Abdülhamid hz lerinin ne olduğunu ordaki yorum ile anlayacak kadar aptal değilim.ama bu şekilde ele alınışı bu mevzunun şu anlama geliyor siz farkına varmasanızda.tarih hakkında herkes yorum yapabilir fikirlerini yazabilir,bunda bir problem yok diyorsanız,bence var ,bunu şöyle bir örnek ile anlatmak istiyorum.İnsan bir şey konuşurken korkmalı niçin dersen çünkü konuştuklarının nereye gideceğini nasıl bir yankı uyandıracağını ve Allah katın da bundan mesul olurmuyum korkusunu çekebilmeli.ha bu noktadan bir eleştirin olsaydı ve eleştirin yanlış bile olsaydı sana minnettar kalırdım.neyse şimdi eğer herkes her mevzu hakkında yorum yapabilecekse şöyle bir problemle karşı karşıya kalırız biz o konu hakkında yorum yapabilmenin şartlarına malikmiyiz değilmiyiz.eğer yorum yapabilmenin şartlarına malik değilsek böyle bir mevzuya el atıp ayağa düşürmenin bir mantığı yok .zaten eğer böyle bir sınır tayin edilmezse herkes kafasına göre yazmaya başlar ve zihinler dumura uğrar.düşünsene Hadis i Şerifleri herkes yorumlamaya çalışıyor.böyle bir ortamda hakkikat gizlenir.daha da şüpheli hale gelir.ben bazen bir konuda binlerce yazı görünce diyorum ki "hangisine inanacağımızı şaşırdık."

    5-5- Kotu mu? Ayni gazetede dogruyu ve yanlisi gorme firsati verilmis...doğru ve yanlışı görme fırsatı sunmuş derken bile ölçülerden mahrum olmanın ne demek olduğunu anlıyorum...insanlar doğruyu yanlıştan bir çırpıda ayırabilecek bir ruh kıvamına erdirildi mi ki aynı anda bir sürü müspet bir sürü menfi makale yayınlansın da bunda bir abes görülmesin...neyse ...kardeş şunu da ekleyip bitireyim...öyle bir zamanda yaşıyoruz ki ,dolayısıyla bu şartlarda hakikatin üstündeki kara bulutları dağıtıp zihinlerin rahata kavuşması için çok sıkı ölçüler takip edilmeli,bu ölçüler olmadığı sürece hiçbirşeyde olmaz ...


  10. yanlış gördüğünüz yönlerin ihtarını yaptığınız için teşekkür ederim.ama hala bu mevzu açıklığa kavuşmadı sorularımı yazıyorum:

    1-birgün menfi birgün müspet makale yayınlamak o gazetenin bir dünya görüşü var ,noktasından hareketle değerlendirilirse nasıl bir manzara ortaya çıkar?düşünün Birgün Üstad a çamur atan bir yazı yazılıyor ertesi gün Üstad mükemmel bir insan diye bir yazı yayınlanıyor bu nasıl bir yayın politikasıdır dalga mı geçiliyor?

    2-gazete bir tartışma platfor mumuki her görüşten insan çıkıp yazılarını yayınlatsında gazete sadece yayınlamak la kalsın.O zaman yarın biri çıkar EFENDİMİZİ kötüle sonra biri çıkar yok öyle değil der ve olay çözülmüş mü olur?

    3.Tarafsız bir gazete olmayacağına göre ve tarafsızlık şahsiyetsizlik demek olduğuna göre gazete böyle bir açıklama mı yapacak?( hak adına tarafsızlık Hakkın taraftarlığıdır ki taraftarlığın hakikatidir,zaten bu ayrı mevzu)

    4-ayrıca böyle önemli mevzuları ele ayağa düşürecek şekilde el atma teşebbüsüne zemin olmak bir gazeteyi suçlamak için kanaatimce yeterli bir sebep. (unutmayalım ki Üstad tarihin Sultan Abdülhamid hz lerinde düğümlü olduğunu söylüyordu)

    5-ayrıca ben bu dünyaya bir defa geldim ve hakikati bulamama ya da yanlış bulma korkusu içerisinde tir tir titremeliyim ve eminim ki benim gibi binlerce genç vardır peki insanlara hakikati bildirmeyi gaye edinen bir gazetenin bu şekildeki bir anlayışla konulara el atıp dahada şüpheli hale getirmesine karşı olmak gerekmez mi?

    6-kimsenin kara kaş kara gözü için değil hakikat adına konuşulacağı için bu konuda böylesine bir uslupla bu konunun ele alınışı ve bu ele alınış ile yazılan bir makalenin yayınlamakta abes bir taraf görmeyen ,liderlerinin de fikirleri ile çelişen yayınlar yapması dolayısı ile hem bize karşı hemde hitap ettikleri insanlara karşı sorumlu değil mi?


  11. Aklım almıyor artık Fetullah gülen in fikirlerine zıt bir yazı olan bu yazı nasıl olur da Fetullah gülen in izinden gittiklerini söyleyen bir gazetede yayınlanabilir?? bu üst alt ilişkilerinde bir çatlak mıdır? yoksa üstün yazdıklarının aslında yapacaklarına müspet bir zemin teşkil etme siyaseti midir? yoksa artık liderlerinin sözlerini dinlemiyorlar mı?daha öncede bazı yazılar yazıldı ama bunun kadar ağır değildi...onun için buraya almadım...biri bu sorulara cevap versin??? bizde rahata kavuşalım...


  12. zaman gazetesi 27 nisan salı 2010 tarihli sayısında dr.ümit kardaş 2.Abdülhamid i suçladı...işte o yazıdan alıntılar..

    İttihatçıların eylemlerini savunmak zorunda mıyız?

     

    Ruanda Uluslararası Ceza Mahkemesi kararında "suçların suçu" olarak tanımlanan "soykırım" kelimesini ilk ortaya atan kişi Polonyalı Yahudi bir avukat olan Rafael Lemkin'di.

     

    Lemkin, 1948'te uluslararası bir suç haline getirilen Birleşmiş Milletler Soykırımı Önleme ve Cezalandırma Sözleşmesi'nin kabul edilmesini öneren ve bu konuda yoğun girişimlerde bulunan bir hukukçuydu. 1921 yılında Talat Paşa'nın Berlin'de bir Ermeni genci tarafından öldürülmesi davasıyla ilgilenen Lemkin, dava dosyasından hareketle Osmanlı İmparatorluğu'nda yaşananlarla ilgili bir dosya oluşturmaya başlamıştı. Profesör hocasıyla davayı tartışması sırasında Talat Paşa'nın eylemleri nedeniyle yargılanmasını gerektirecek hiçbir uluslararası hukuk kuralının bulunmadığını öğrenmesi ve hocasının bu durumu çiftçinin kümesindeki tavukları öldürmesinin hesabının kendisinden sorulamayacağı örneğiyle açıklaması Lemkin'i derinden sarsmıştı. Ermenilerin 1843-1915 arası Osmanlı yönetimi tarafından uğratıldıkları mezalim (zulümler zinciri) Lemkin'in barbarlık suçu olarak adlandırdığı soykırımı kavramlaştırmasında etkili olmuştur. Lemkin, 1933'te Madrit'te Milletler Cemiyeti'nin düzenlediği uluslararası hukuk konferansında ilk kez "soykırım" kelimesinin öncüsü olan "uluslararası hukuk suçu" kavramını kullanmıştır.

     

    Avrupa'yı korkunç bir yıkıma sürükleyen Nazi Almanyası'nın 1939 yılında Polonya'yı işgalinden sonra orduya katılan Lemkin, Polonya'nın yenilgiye uğraması üzerine anne ve babasını geride bırakarak Amerika'ya gidecek daha sonra Nürnberg duruşmalarında danışman olarak görev yaparken bütün ailesini Nazi kamplarında kaybettiğini öğrenecekti. 1944 yılında yayımlanan İşgal Altındaki Avrupa'da Mihver Egemenliği (Axis Rule in Occupied Europe) isimli kitabında bir ulus ya da etnik grubun yok edilmesine yönelik mezalim ve katliamın adını vermişti.Yunanca Genos (ırk, soy), Latince (öldürme, kırım) kelimelerinden türettiği soykırım (genocide, jenosit). Lemkin'e göre soykırımın bir ulusun doğrudan yok edilmesi anlamını taşıması şart değildir. 1946 yılında BM Genel Kurulu, Soykırım Deklarasyonu'nda soykırımın bütün grupların var olma hakkını ortadan kaldırdığını, bunun insanlığın vicdanını şoke ettiğini belirterek,soykırımı "uluslararası hukuk kapsamına giren bir suç" olarak oybirliğiyle kabul etti. Ancak Lemkin'in arzusu, bunun ötesinde soykırımın suç olarak işlenmesinin önlenmesi ve cezalandırılmasına yönelik bir sözleşmenin yapılmasıydı. Nitekim bu arzusu da 1948 yılında BM Soykırım Suçunu Önleme ve Cezalandırma Sözleşmesi ile gerçekleşecekti. Lemkin, 1959 yılında 59 yaşındayken yoksul bir halde New York'ta bir otel odasında öldü. İnsanlar yalnız bıraktıkları bu idealist insanlık savunucusunun mezar taşına hiç olmazsa "soykırım sözleşmesinin babası" yazma inceliğini gösterdiler.

     

    1843-1908 dönemi

     

    1843'te Ermeniler ile birlikte Nesturilerin daha yoğun olarak yaşadıkları Hakkari sancağına bağlı Aşita (Hoşut) halkına yönelik katliama memur edilen Kürtlere komuta eden Bedirhan Bey, dağlara kaçmış Ermeni ve Nesturileri ikna ederek silahlarını toplamış, daha sonra da katliam uygulanarak öldürülen insanların büyük bir kısmı Zap Suyu'na atılmıştır. Kadın ve çocukların çoğunluğu ise köle olarak satılmıştır. Bu katliamda en az 10.000 Ermeni ve Nesturi'nin öldürüldüğü belirtilmektedir. 1877'de Osmanlı-Rus savaşının çıkmasıyla Ermenistan tekrar savaş alanına dönmüş, "gavurları kesmeli" diye bağıran askerler, Çerkezler ve Kürtler Beyazıt'ta 165 Hıristiyan aileyi kadınlar ve çocuklar dahil kılıçtan geçirmişlerdir. 1892'de Abdülhamit, Kürt aşiret reislerini İstanbul'a çağırmış, kendilerine askerî unvan, üniforma ve silah vererek 22.500 kişilik "Hamidiye" süvari alaylarını kurdurmuştur. Böylece Abdülhamit, İngiltere-Rusya dış politik dengeleri içinde oynayarak İmparatorluk içinde yaşayan bir etnik-dinî topluluğa karşı bir başka etnik-dinî topluluğu Müslüman olan-olmayan ayrımı üzerinden örgütlemiş bulunuyordu. Bâbıâli, Ermenilerin en kötü düşmanlarını onların muhafızı olarak görevlendirerek barış zamanında dahi onları ezecek bir güç yaratmış oluyordu. Ermenilere yapılan zulümler 1894 Eylül'ünde Sason katliamıyla doruğa çıkıyordu. Abdülhamit direnmeye başlayan Ermenileri isyancı ilan ederek, bunların kökünün kazınmasını emrediyordu. Bu katliamdan sonra İngiltere, Rusya, Fransa delegelerinden oluşan komisyonun Avrupalı delegeleri Abdülhamit'in bağımsız çalışmalarına izin vermemesi üzerine soruşturmadan çekildiler.

     

    1908-1914 dönemi

     

    Avrupa ve Amerika meşrutiyeti amaçlayan Jön Türkler'e her türlü desteği veriyordu. Hareket Ordusu'nun İstanbul'a yürüme tehdidinde bulunması üzerine Abdülhamit 24 Temmuz 1908'de meşrutiyeti ilan ediyordu. Hiçbir ayırım olmadan halk hem şaşkınlık hem de sevinç içindeydi. Ermeniler de İttihat ve Terakki'nin dışarıdan destekleyip kontrol ettiği hükümeti sevinçle karşılayarak eşitlik, özgürlük, kardeşlik sloganlarına inandılar. İngiltere ve Fransa kredi açarak, hazine ve donanma için danışmanlar göndererek yeni rejimi destekliyordu. 1895 ve 1896 katliamlarının sonuçlarını hafifletmek için Avrupa ülkeleri insanî yardım etkinliklerini artırdılar. Hıristiyan yetim çocuklar Doğu Anadolu'da açılan çocuk yuvaları ve okullara yerleştirildiler. II. Meşrutiyet her ırk ve dinden halklar arasında eşitlik yaratmanın güvencesi olarak görüldü. Ancak 14 Nisan 1909'da yeniden Adana'da Müslümanlarca Hıristiyanlara yönelik katliamlar başlıyordu. İTC'nin Ermeni Taşnak Partisi'yle yakın ittifakı katliamların artmasındaki önemli nedenlerden biriydi. İlk kez Ermenilerle Doğu Hıristiyanları arasında ayırım yapılmıyordu. Ermenilerin yanında Süryani-Ortodoks ve Süryani-Katolikler ve Kildaniler de öldürülüyordu. Kuşkusuz Ermenilerin zekâları ve ticarî yetenekleriyle ticaret, bankacılık, komisyonculuk alanlarında ve eczacılık, doktorluk, avukatlık gibi mesleklerde başarılı oldukları ve zenginleştikleri açıktır. Bu durum Ermenileri gayrimüslim olmaları nedeniyle içte hedef haline getirmiştir. Ermeniler ticarî ve tarımsal unsur olarak Anadolu'nun Almanlaştırılmasının önünde bir engel olmuştur.(dr.ümit kardaş)


  13. Yusuf GEZGİN

    [email protected]

    27 Nisan 2010

     

    Modern yaşam tarzı hayatın her alanında cinselliği teşvik ediyor, cinsel metaları, malzemeleri öne çıkarıyor. Kadınlar cinsel dürtüleri harekete geçirecek şekilde reklam malzemesi olarak kullanılıyor. Son zamanlarda erkekler de cinsel özellikleri öne çıkarılarak reklamlara konu edilmeye başlandı.

     

    Bu gün kadın ‘modernlik’ adı altında erkekleri tahrik ve aileleri, toplumları dejenere aracı olarak kullanılmaktadır. Kadın erkek eşitliği iddiasındaki batı, kadını bir ‘insan’, ‘ana’, ‘eşit bir fert’ olmaktan öte, bir ‘dişi’, ‘cinsel meta’ ‘ticari araç’ haline getirdi.

     

    Hızla yaygınlaşan ve erişimi kolaylaşan pornografi, medyada bolca açık saçık fotoğrafların olması, sürekli pompalanan cinsel figürler insanların üzerinde baskı oluşturmaktadır. Arama motorlarındaki aramaların yaklaşık ¼ pornografi içerikli olduğu ifade edilmektedir. (Dr. Furkan Aydıner “İnternet canavarı canınıza okumadan” Zaman, 4 Nisan 2010)

     

    Türkiye müstehcenlik konusunda batıdan daha kontrolsüzdür. Normal Web sitelerinde, gazetelerde, Tv’deki halka açık yayınlarda, ummadığınız yerlerde karşınıza tahrik edici görüntüler çıkabilmekte, her fırsatta kadın vücudu sergilenmektedir. Kadın haklarını savunanlar, feministler kadın vücudunun erkeklerin cinsel dürtülerini tahrik için, bayağı bir meta olarak kullanılmasına ses çıkarmamaktadırlar. Afganistan’daki kadının burkasıyla yakından ilgilenenler kadın ticareti konusunda sessizler, kadın vücudunun teşhirini-istismarını modernliğin gereği görüyorlar.

     

    Bizde belirli kesimlerin üreterek topluma pompaladığı ‘kadına özgürlük!’, ‘ben özgürüm!’, ‘özgürleş!’ vs. gibi sloganların aileyi bitirmeye dönük çabaların bir sonucu olduğu kanaatindeyim. Cinsel özgürlük ve kadının hoyratlaştırılması batıda, azalan ve yaşlanan bir nüfus, perişan aileler ve bohem-hazcı nesilleri miras bıraktı.

    Cinsellik ve pornografinin zihinleri teslim alan, dikkatleri dağıtan, hafızayı zayıflatan, öğrenme çabasını baltalayan, insanın enerjisini belden aşağıya teksif eden tarafları vardır. Sanki dünyada ve ülkemizde cinsellik ve pornografi, planlı ve hedefli olarak hayatın her alanına pompalanmakta nesiller, beyinler hadım edilmekte, toplumlar çürütülmektedir. Cinsellik ve pornografi cinsel suçları, tecavüzleri, cinayetleri, uyuşturucu vs. kullanımını tetiklemektedir. Son yıllarda toplumumuzda hızla artan cinsel sapkınlıkların ve aile içi cinsel suçların, kabartılan cinsel dürtülerle yakından ilgili olduğu muhakkaktır.

     

    Pornografik malzemelerin yaygınlaşması, bunun küçük çocuklara kadar ulaşması, cinsel duygulara erken uyanmaya ve tatminsizliklere neden olmaktadır. Erken uyarma, tatminsizlik ve cinselliğin sınırsızca kullanılmasının bir ‘özgürlük’ olarak sunulması pek çok sapık ilişki biçimini doğurmaktadır.

    Liselerde ortaokullarda pornografik malzemeler, dergiler, görüntüler kolayca bulunmakta, hızla yaygınlaşmaktadır. Okullar bilimin, eğitimin, ahlakın değil, fuhşun ahlaksızlığın alanı haline getirilmek istenmektedir. Gençler cinselliğin ve pornografinin ağındadırlar. Okullar arkadaş bulma mekânları olmuştur. Pek çok okulun eğitimi, öğretimi ve disiplini çok zayıftır. Ülkemizde gizli bir el eğitimde öğretmenlerin saygınlığını ve etkisini iradi olarak azaltmakta, gençleri hedefsizliğe, serseriliğe itmektedir.

     

    Okullarımızdan virüslü, hedefsiz, donanımsız, herhangi bir becerisi olmayan, aklı belinde nesiller yetiştiriyoruz. Liselerde 15-16 yaşında hamile kalan kızların sayısı her geçen gün artmaktadır. Üniversiteler normal kız-erkek arkadaşlığının dışında fuhuş sektörüne malzeme üretmektedir. Ahlak ve etik değerlerden mahrum yetişen, aile ve toplum kontrolünden uzak kalan genç kızlar örgütlü yapılar eliyle fuhuş yapmakta, bu işi bir ‘gelir kaynağı’ olarak görebilmektedir. Karma eğitim toplumu yozlaştıran, ahlaksızlığı yayan bir araç haline getirilmiştir. Bilimsel ve deneysel olarak zararları ortaya konmasına rağmen, orta öğretimde karma eğitimi mecbur hale getirmek iyi niyetle bağdaşmamaktadır

     

    Erkek öğrencilerin ağırlıklı olduğu askeri okullarda pornografiye ve müstehcenliğe göz yumulmakta, bu okullar kız okullarıyla eşlenmekte, kız arkadaş bulma teşvik edilmektedir. ‘İrticadan uzak kalsın’ diye teşvik edilen cinselliğin, pornografinin nelere yol açtığı, hangi sapık ilişkileri tetiklediği Aktif haberde çıkmıştı. (Bknz:http://www.aktifhaber.com/news_detail.php?id=282471 12-04-2010)

     

    Kadının her fırsatta cinsel bir meta gibi sunulması, cinsel dürtülerin sürekli tahrik edilmesi aile düzenimizi tehdit etmektedir. Batının dayattığı modern yaşam tarzı kadını akşama kadar ve acımasızca çalıştırdığı için normal bir aile hayatına fırsat bırakmıyor. Dışarıda alımlı, bakımlı gezen kadın eve perişan, yorgun geliyor. Nazarlar hem kadın, hem erkek için dışarıda, başkasında kalıyor. Bu durum aile problemlerine, tatminsizliklere ve boşanmalara neden oluyor. Medyanın ve görsel araçların harekete geçirdiği cinsellik pek çok yuvayı yıkıyor, cinayetlere neden oluyor.

     

    Pornografik yayınlar ve cinselliğin her ortamda sürekli öne çıkarılması nedeniyle cinsel istismar, cinsel sapık ilişkiler patlama yaptı. Cinselliğin ve pornografinin uyuşturucu, alkol, hırsızlık, cinayet vs. gibi hangi suçları tetiklediği ciddi bir araştırma konusu. Bu gün cinsellik-pornografi ahlaki bir suç olmanın ötesinde bir toplumsal güvenlik sorunu haline geldi. Kamu kurumlarında çalışan pek çok memur-bürokrat dairelerinde internete açık bilgisayarlardan porno sitelere girmekte, birbirlerine bu görüntüleri forward etmektedirler. Kadın ticareti ile sivil ve askeri bürokratlar elde edilmekte, görüntüler alınmakta bu görüntüler-veriler ihaleleri almakta, devlet sırlarını ele geçirmekte kullanılabilmektedir. Şehvetleri kamçılanmış, uçkurundan yakalanmış kimseler her türlü suçu işlemeye müsait hale getirilmektedir.

     

    Bakın konunun uzmanı Prof Dr. Nevzat Tarhan cinsellik, müstehcenlik ve pornografinin zararları hakkında bir mülakatta neler diyor:

    ‘Müstehcenlik kişide cinsel kontrolsüzlük yapan görüntülerdir; cinsellikle ilgili her türlü duyguları harekete geçiren yayınlardır. Müstehcen yayınlar şu anda daha çok pornografik materyal olarak tanımlanıyor. ABD Başsavcılığı Yüksek Kurulu “pornografik materyalle cinsel şiddet suçları arasında nedensellik bağı vardır” tarzında kurul kararı aldı. Bunun üzerine birçok tartışma başlıyor. Bu görüş şu anda önemli bir sosyolojik ve psikolojik tartışma olarak sürüyor.

    ’...aşırı dozda cinsel uyarılma varsa, ona karşı duyarsızlaşma başlıyor. Aynı “extazy” veya sigara gibi, aşırı dozdaki şeyler bağımlılık yapıyor. Cinsellikle çok karşılaştığı zaman birey artık duyarsızlaşıyor. Bu sefer daha fazla uyarılma olunca rutin karşı cins uyarmıyor. Bu sefer pornografik şeyler arıyor veya uyuşturucu kullanıyor. Cinselliğe yöneliş ve aşkın cinselliğe indirgenmesi insanlık için bir felâkete gidiş işareti veriyor. Erken yaşta cinsellikle karşılaşan gençler rastgele cinselliğe yöneldiler, cinsel kontrol bozuklukları ortaya çıktı. En büyük zararı evlilik kurumu gördü... Böyle giderse 50 sene sonra cinsel kontrolsüzlük sebebiyle insanlar evlenmeye, çocuk sahibi olmaya ihtiyaç duymayacaklar. Bunun neticesi eşcinsel kimlik, eşcinsel evliliğin yaygınlaşması olarak ortaya çıkacak. Bu olay, insan neslini tüketir.

     

    Freud’un ciddî sorumluluğu var burada. “insanın temel motivasyonu cinselliktir,” dedi… Bu tezi hümanist psikoloji kabul etti. Hümanist psikoloji de, “İnsanı insan yapan tez cinsel dürtülerdir” dedi. Cinsellik kutsallaştırıldı. Cinselliği yaşamayanın ruh sağlığı bozuk olur tarzında nedensellik bağı kurdu teorik olarak. 1995’ten sonra değişen paradigmalar Freud’un bu görüşünü doğrulamıyor…Sevgiyi cinselliğe indirgemek onu küçültmektir… İnsanı somut zevklere indirgemek, insanı hayvansal seviyede yorumlamaktır.

    Cinsellik, yemek içmek gibi temel bir dürtüdür. Bunu yok sayamayız. Bunu eğitmek, kanalize etmek, yaşam enerjisi haline getirmek gerekir. Uranyum gibidir; iyi ve doğru şekilde kullanırsanız enerji verir, kişiyi geliştirir, ama doğru kullanılmadığında zarar verir.

    Küresel bir cinsel fırtına yaşanıyor ve bunun sonuçları da küresel olacaktır…. Cinsellikle kontrolü başaran toplumlar ayakta kalacaklardır. Bunu başaramayan toplumlarsa yenik düşeceklerdir.’ (http://www.bilgipasaji.com/forum/kadinca-498/792483-cinsellikle-kontrolu-basaran-toplumlar-ayakta-kalacaklardir.html 18.11.2009)

     

    Bir suçta, tahrik edenler suça ortak ediliyor. Cinsel dürtülerin harekete geçirilmesi aynen korkunun, nefretin tahriki gibi hormanel dengelerle oynamadır. Peki, Tv’lerde, sokaklarda cinselliği tahrik edenlerin, insanları ahlaksızlığa, tacize, tecavüze, fuhşa sevk edenlerin tahrik suçu yok mu? Bunlar özgürlük olarak mı anılacak? Cinsellik bu kadar hoyratça, banal şekilde sunulurken yetkililer bir tedbir almayacaklar mı?

    İnsanlık bu problemi dikkate almalıdır. Zihinleri çürüten, beyinleri hadım eden, aileyi bitiren, toplumun köküne kezzap suyu döken cinsel metaların, görüntülerin sorumsuzca ve her yerde kullanılması engellenmelidir. Devletin ilgili kurumların aileyi, gençleri ve toplumu koruma adına tedbirler almalı, düzenlemeler yapmalıdır.

     

    Bu gün malum bir el dünyada kadınları bir orta malı, toplum çözücü, ahlak bitirici ve ticari meta olarak kullanmaktadır. Dün kadının adının olmadığı dünyada bu gün -güya haklar veriliyor denerek- kadın ticarileştirilmiştir. Beşinci kol faaliyeti diyebileceğimiz nesilleri, toplumları ve insanlığı çürüten bu tür organize faaliyetlerin arkasında büyük oranda, diğer insanları kendilerine hizmetkâr varlıklar olarak görenler vardır. Bir kesim cinsellikle, pornografiyle insanlığa daha kolay hükmetmenin, ülkeleri-toplumları teslim alıp yönlendirmenin hesabı içindeler.

    İnsanlık cinsellikle çürütülüyor, beyinler-zihinler pornografiyle hadım ediliyor


  14. Turbix12233 miş gbi duranların ortaya çıkacağı bir soru demiş...

    Bunun yerine soruya kendi bakış açısını (evet mi hayır mı) dile getirseydi bizde ne olduğunu görseydik daha makul olurdu.

     

    Eğer iki insan arasındaki iletişim kastediliyorsa

     

    Evet.. model ; tasavvuf.

    ya arkadaşım ben sizi anlamıyorum gerçekten...bende miş gibi olanlardanım ve adiyim,eğer istediğin cevap buysa aldın cevabını, peki şöyle bir soru sorayım peki benim bunları kabul etmem seni bu soruyu cevaplandırma mesuliyeti altından çıkardı mı?eğer müslümanım diyorsan bu sorunun muhatabı sensin...seninki nefsine paravana için , KARŞIDAKİNE saldırı , bu soruyu mesele yapmak bile büyük mesele...ORDA YAZDIKLARIM BİR ÖLÇÜ ANLAYANA..

    VERDİĞİN CEVABA GELİNCE SORYU ANLAMAMIŞSIN HADİ ANLADIĞINI VARSAYARSAK BİZ DE İSLAM DİYORUZ YUKARDA YAZDIM TEKRAR ALIYORUM.İŞTE KURTULUŞ MODELİ DİYE İSLAM I GÖSTEREN BİZLERİ DAĞLAR BÜYÜKLÜĞÜNDEKİ MESELE ALTINA DAVET EDEN SORU...ARANILMASI VE BULUNMASI GEREKEN BU...

    ARANILMASI GEREKENİ BULUP ONU ORTAYA KOYMANIN NE DEMEK OLDUĞUNU BİLENLER,YAPTIĞIM ŞEYİ ANLARLAR...

     

    VE AYRICA BIKTIM ARTIK NE ZAMAN ÖNEMLİ BİR MEVZU ORTAYA ATILSA VE FİKİR SAHİPLERİNE DANIŞILMAK İSTENSE FİKİRSİZ FİKİRCİ OLAN BAZILARI ,POLEMİK HAVASI OLUŞTURUP BAKIŞLARI BAŞKA TARAFLARA ÇEVİRMESİNİ BECERİYOR.KARDEŞİM ORDAYA YAZDIĞIM MİŞ GİBİ OLANLARDAN DEĞİLSEN VE BU KONU DA BİR FİKRİN VARSA KONUŞ YOKSA SUS...


  15. Soru başlığı asil mi asıl mı tam olarak anlayamadım.Ama cevapları ben de çok merak ettim.Soruya acil cevaplar istiyoruz:)

    --asilliği asıl oluşundan diye çözüme kavuşacak şey-- ama asıl soru yazılan...tüm sahtelerin,pohpohçuların,adilerin,asillerin,çileli ve çilesizlerin,fikir sancısı çekenlerin,miş gibi duranların ortaya çıkacağı bir soru...


  16. işte meselelerin en büyüğü ve halimizin izaha kavuştuğu soru,bir batılının ağzından soruyu yazıyorum.

    KURAN PRENSİPLERİNDEN HAREKETLE BİR BAŞKA İLETİŞİMMODELİ TEKLİF EDİP ORTYA KOYABİLİYORMUSUNUZ??? EVET Mİ ,HAYIR MI?

     

    İŞTE KURTULUŞ MODELİ DİYE İSLAM I GÖSTEREN BİZLERİ DAĞLAR BÜYÜKLÜĞÜNDEKİ MESELE ALTINA DAVET EDEN SORU...ARANILMASI VE BULUNMASI GEREKEN BU...


  17. ayrıca hoşgörü hiçbir şekilde tavizi gerektirmez böyle bir düşünceyi hoşgörünün önüne set çeken abartı bir düşünce olarak görüyorum..teşekkür ederim

     

    ah ah sınırlar iç içe geçmiş ,şuur dağınık,beyinler iğdiş,ruh üzerinde baskı hayır ruh üzernde kurulmuş hükümranlık,bakış açısı yine kendisi dolayısı ile yanlış yok çünkü anormal halim normal,bu şartlar altında hürriyet esaret altında...ızdırap çekin demenin manasını yakalıyor gibi oluyorum...ve fenomenolojinin islam a nispetle yanlışını seziyorum...neyse

    ayrıca hoşgörü hiçbir şekilde tavizi gerektirmez...al sana tavizden bir örnek...ben kalkıp ateist ile muhabbet ederken güya hoşgörü adına (saygı çerçevesi içerisinde konuşurken,o da bana saygılı bende o na saygılı iken evet siz de haklısınız demek tavizin en büyüğü değil mi) ya da başka bir örnek sizde bir olan Allah a inanıyorsunuz biz de aynı Allah a inanıyoru zdemek taviz değilmidir?neresi taviz derseniz alın size:onun inandığı ilah doğuruyor,onun inandığı ilah eşyaya nüfuz ediyor,onun inandığı illah akılla anlaşılabilir,kavranabilir,peki nasıl olurda aynı İlah a inanırız...İSTİKAMET DAVASI....yine aynı söz birkaç kitap okumak la üstad a muhatap olamayız./benim ona muhatap olmam için o çapı kavrayabilecek çapa ermem yada o çapı anlaşılmazlığı içinde anlamam lazım...


  18. YAZDIĞINIZA CEVAP VERMEYECEKTİM Kİ ZATEN SİZ KENDİNİZ BİRŞEY YAZMIŞ SONRA İPTAL ETMİŞSİNİZ.BEN İSLAM ADINA HÜKÜM VERMEM DERKEN BAŞKA BİR YERDE İSLAM DA İNTİKAM YOK DİYORSUNUZ.SADECE ŞUNU YAZIP GEÇECEĞİM ALLAH IN 99 İSMİNDEN BİRİ EL-MÜNTAKİM YANİ İNTİKAM ALICI İSLAM DA İNTİKAM YOK DEMENİN NE OLDUĞUNU VARIN SİZ DÜŞÜNÜN,NE DEMEK İSTEDİĞİNİZİ...İKİNCİSİ ZATEN YAZDIĞIMDAN BİRŞEY ANLAMAMIŞSINIZ,SADECE SAVUNMA KOMPLEKSİNE GİRMİŞ BİRKAÇ BİŞEY KARALAMIŞSINIZ...YAZDIĞIM YAZIDAN BİR BÖLÜMÜNÜ BURAYA ALIYORUM.İslam a nispetle sınırlar tayin edilmeden ortaya atılan bir höşgörü anlayışı nerde, ne zaman ve nasıl höşgörülü olunması gerektiğini bilmeme gibi bir felakete döner ve bu hal GÜYA HÖŞGÖRÜ ADINA TAVİZ ÜSTÜNE TAVİZ VERMEYE DÖNER Kİ, İSLAM DÜŞMANLARININ OLMASINI DİLEDİĞİ ŞEYLERDEN BİRİ DE BUDUR.

     

    BU YAZIYI OKUYUP ONDAN SONRA ÇARPITIP BAŞKA BİR HALE SOKMAK CÜMLEYİ ANLAMAK İSTEDİĞİN GİBİ ANLAMAKTIR VE BU REALİTEDEN TAMAMEN UZAKTIR...HÖŞGÖRÜ VE CİHAT KIYASLAMASINA GİRMİŞ VE SANKİ BEN İKİSİNİ ZIT KUTUPMUŞ GİBİ İFADE ETMİŞİM GİBİ BİR İZLENİM OLUŞTURMUŞ VE YAZDIĞINIZA SAHTE BİR DAYANAK OLUŞTURMUŞSUNUZ...AYRICA SİZ HER KELİMEYİ O KADAR GENEL MANASI İLE ELE ALIYORSUNUZ ,BU TABİKİ BİR PROBLEM DEĞİL AMA ONU EN ÖZEL İFADE DİYE SUNMANIZ EN BÜYÜK PROBLEM...ŞİMDİ SİZ ÖFKENİN ÇOLUK ÇOCUK AĞZINA DÜŞMÜŞ MANASI İLE ELE ALIP İSLAM DA ÖFKE YOKTUR DERSENİZ BURDA SIĞ OLAN SİZİN ANLAYIŞINIZ OLDUĞU ORTAYA ÇIKAR ÇÜNKÜ ÖFKENİN HAKİKATİ İMAN ÖFKESİ OLDUĞUNU TAKTİR EDERSİNİZ SANIRIM...

    KENDİNE BEN İNSAN OLMALIYIM DİYEN ADAM İNSAN AMA PEKİ İNSAN NEYE GÖRE NE? DİYE BİR MUHASEBEYE GİRİŞİRSE O ZAMAN OLMAK İSTEDİĞİ ŞEYE BİR ADIM ATMIŞ OLUR ÇÜNKÜ İNSANIN HER İDEOLOJİDEKİ ANLAMI FARKLIDIR.DOLAYISI İLE HÖŞGÖRÜ GİBİ ÇOK GENEL BİR KELİME İLE ŞUNUDA DİYEBİLİRİM İSLAMDA HÖŞGÖRÜ YOKTUR,PEKİ NASIL OLUR DİYE SORARSANIZ BEN DE DERİM Kİ BEN ATEİZME GÖRE HÖŞGÖRÜNÜN OLMADIĞINI SÖYLEDİM. İŞTE BUNA BİNAEN BEN DE DEDİMKİ İSLAM A NİSPETLE SINIRLARI BELİRTİLMEMİŞ YANİ NE İDÜĞÜNÜN TOPOGRAFYASI ÇIKARILMAMIŞ YANİ NERDE NE ZAMAN VE NASIL HÖŞGÖRÜ GİBİ SORUNLAR İSLAM A NİSPETLE ORTAYA KONULMAMIŞSA HÖŞGÖRÜ BOŞGÖRÜYE DÖNER. KILIÇ KULLANILMASI GEREKEN YERDE MERHAMET ,MERHAMET GÖSTERİLECEK YERDE KILIÇ KULLANMANIN ABES OLUŞUNU GÖZ ÖNÜNDE BULUNDURURSANIZ HASSASİYETİMİZİN HANGİ NOKTADA OLDUĞUNU KAVRARSINIZ.ŞUNU DA YAZIP BİTİRİYORUM ,İSLAM HAKİM OLURSA HERŞEY DÜZELİR DİYEN ADAMA İSLAM DÜNYA YA NEYİ VADEDİYOR DA HER ŞEYİN DÜZELECEĞİ İDDİASINDA BULUNUYORSUN DENSE O ADAMIN KEM KÜMÜ KARŞISINDA YAPILMASI GEREKEN YÜZÜNE TÜKÜRMEKTİR.ÇÜNKÜ BEN ŞU DAĞI DEVİRİRİM DİYEN ADAMA HADİ DEVİR DİYE DAVET GELİNCE BİR KAĞIDIN ÜZERİNE DAĞ RESMİ ÇİZİP ONU DEVİRMESİ ADİLİKTİR...UMARIM MERAMIMIZ ANLAŞILMIŞTIR

    SELAMETLE


  19. unuttuğum birşey kalmış onuda yazmadan geçemeyeceğim:o zaman böyleydi bu zamanda da böyle olur demenin sakat bir metod oluşu ,olay ve hadiselerin her an değişimi gözönüne alınırsa hemen anlaşılabilecek bir mevzu.Önemli olan müşahhası aynıyla uygulamak değil.Zaman üstü manayı anlayabilmek....zamanüstü???? meselemiz????ne mesele olan??? oh oh ne güzel???? neyse...


  20. bu konuşmalarda dikkatinizi başka bir tarafa çekmek istiyorum.bir olaya el atarken olayın islam a nispetle halledilmesinin nasıl bir çap istediğini Üstad ı okuyanlar az çok bilir/bilmeli.ayrıca Üstad ın bir iki eserini okumak Üstad a muhatap olduğumuz anlamına gelmez.işte bu noktadan hareketle İslam a göre bu böyledir diyebilmenin şartlarına haiz değilken ,kendini islamın konuşan ağzı bilen hayır zanneden bizler ben ce İslam adına verdiğimiz her hüküm karşısında tir tir titremali ve cahil cesaretli olur hikmeti dairesine girmemeye dikkat etmeli ve yine Üsted ın tabiri ile hamyobaz ve kaba softa yolunda olmamak için sürekli tetikte beklemesini bilmeliyiz.Burda bir hikaye anlatmak istiyorum:Bir zatı ağlarken görenler o zata neyin var niçin ağlıyorsun diye soruyorlar o da buyuruyor ki:30 yıldır hakikat bildiğim şey in yanlış olduğunu anladım ,onun için ağlıyorum.ACABA şimdi bildiklerim de şimdi yanlış çıkan gibi belli bir süre sonra yanlış çıkarsa ben ne yaparım.

     

    hikayeyei kelimesi kelimesine hatırlayamadım eksiği varsa bilen arkadaşlar lütfen düzeltsin...

    selametle

×
×
  • Create New...