Kureyşi 61 Report post Posted February 21, 2010 Kanuni Sultan Süleyman'ın Padişahlığı döneminde ve 1543 yılında elimize geçen Estergon Kalesi Sancakbeyli haline getirilerek Budin Beylerbeyliği'ne bağlanmıştı. Ancak kale, bundan yaklaşık elli yıl sonra Alman, Leh, Çek ve İtalyanlardan oluşan 80 bin kişilik bir haçlı ordusu tarafından kuşatıldı. Bu sırada Estergon Kalesi'nde yalnızca beş bin Türk askeri bulunuyordu. Durum gerçekten çok kötüydü ve yardım alma ihtimali de yoktu. Düşmanın teslim olma teklifi Estergon muhafızı Kara Ali Bey tarafından kabul edilmedi. Kara Ali Bey ve yanındakiler, "Biz Rumeli gazileriyiz; kelle verir, kale vermeyiz!" diyorlardı. Bu inancı taşıyan er kişilerin savunduğu kaleyi düşürmek elbette kolay olamazdı. Nitekim kuşatmanın uzaması, düşman askerlerini yöneten kumandanları çılgına çevirdi ve askerlerini kırbaçlatmaya başladılar, Bu durumu gören Kara Ali Bey yüksek bir sesle bağırdı: - "Şu mel'un kumandan yere düşürülürse, kafir askerlerinin hepsi geri dönecektir. Kim onu vurursa, kendisine dilediği verilecektir!" Bunun üzerine Osman isimli bir yiğit "Ya Allah" diyerek tetiği çekti ve düşman kumandanını yere serdi. Ancak ne var ki bu arada kale kumandanı Kara Ali Bey de şehid oldu. O'nun yerine kumandayı, o sırada kalede bulunan Anadolu Beylerbeyi Lala Mehmed Paşa aldı. Ancak, kalede kıtlık ve susuzluk başladığı için yapılacak fazla bir şey yoktu. Kalede bulunan tarihçi Peçevi İbrahim Efendi durumu şöyle özetliyordu: - "Sanıç etrafında hararetinin şiddetinden ıslak mermerleri yalayan ve bir damla su için can veren elsiz - ayaksız yaralıların inlemeleri yürekleri sızlatıyordu." İçerdeki durum gerçekten elem vericiydi. Bu arada Yeniçeri askerinin ayaklanması herşeyi alt - üst etti. Artık teslim olmaktan başka çare yoktu. Aralarında, Anadolu Beylerbeyi Lala Mehmed Paşa'nın da bulunduğu esirler Tuna nehrindeki gemilere bindirilerek Vişegrad'a götürüldüler. Estergon Kalesi'nin elden çıkması ve orada verilen şehidler bütün milleti yürekten yaraladı ve işte, nesilden nesile söylene gelen Estergon türküsü o günlerin hatırasını hâlâ canlı tutuyor: Estergon Kalesi subaşı durak Kemirir içimi bir sinsi firak Gönül yâr peşinde yâr ondan ırak Akma Tuna akma ben bir dertliyim Yâr peşinde koşar kara bahtlıyım Estergon Kalesi subaşı hisar Baykuşlar çağırışır, bülbüller susar Kâfir bayrağını burcuna asar Akma Tuna akma ben bir dertliyim Bu ateşle yanar kara bahtlıyım Estergon Kalesi subaşı kale Göklere ser çekmiş burçları hele Biz böyle kaleyi vermezdik ele Akma Tuna akma ben bir dertliyim Estergon'u vermiş kara bahtlıyım. Evet... "Kara bahtlılar" Estergon'u gözyaşları içinde düşmana vermişlerdi ama onu geri almaya da ahd etmişlerdi. Başvezirlik ve kumandanlık görevine tayin edilen Lala Mehmed Paşa, kalenin elden çıkışından on yıl sonra bu defa fetih için Estergon önlerindeydi. 29 Ağustos 1605 yılı günü başlayan kuşatma bir ay sürdü ve kale 29 Eylül ele geçirildi. Artık yaralar sarılmış, kaybedilen dosta kavuşulmuştu. Estergon Kalesi bundan sonra 78 yıl daha Osmanlı hudut boylarının müdafaasını yapan bir mücahid gibi görev yaptı. Kale, üstümüzde kara bulutların dolaşmaya başladığı günlerde, 1683 yılında içimizde silinmez hatıralar bırakarak elimizden çıktı ve bizleri boynu bükük bıraktı. Onun için biz hâlâ o türküyü söylüyor, Estergon'u unutmuyoruz, unutamıyoruz: Estergon Kalesi subaşı durak Kemirir içimi bir sinsi firak Gönül yâr peşinde yâr ondan ırak Akma Tuna akma ben bir dertliyim Yâr peşinde koşar kara bahtlıyım... Share this post Link to post Share on other sites