Kalemdar 293 Report post Posted August 4, 2010 Mahmut Topbaş dediğiniz ve (muhtemelen) elinizin sürçtüğü zat aslında; Osman Nuri Topbaş (k.s.)un Peder Beyleri Merhum Musa Topbaş (k.s.)tur. Mahmut Topbaş, Milli Gazete'de köşe yazarlığı yaptı veya yapmaya devam ediyor. Ayrıca Kur'an-ı Kerim meali olarak da bir paylaşımı bulunmaktadır, paylaşımları uzatılabilir.. Uyarı için teşekkürler, gerekli düzenleme yapılmıştır. Share this post Link to post Share on other sites
Kalemdar 293 Report post Posted August 14, 2010 GEMİYE BİNENLER KURTULDU Fezkürünallahe kıyamen ve kuûden ve alâ cünûbihim” Ne buyuruyor Rabbimiz? Sadece ayakta veya otururken değil, yatarken de “Allah” deyin. Letaif-i hamsesi, letaif-i halkı uyanmış olan, dursa da otursa da uzansa da kalbi ‘Allah’ der. Elinizi avucunuzun içine koyun, ayağınızı azıcık bükün; Allah Allah… deyin. Belki sabaha ya uyanırız ya uyanamayız. Ama böyle yatmış isek, imanla ölürüz. Sizi büyük bir müjdeyle müjdeliyorum. Kabul eden, tatbik eden kazanır. Ben size Allahımızın Kur’anını okuyorum. Peygamberimizin hadisini okuyorum, evliyaullahın sözünü okuyorum. Bunda itiraz olmaz. Kabul etmeyen, tasdik etmeyen kalptir. Kalbi, şeriatın emirlerine riayetle söz dinler hale getirmemiz lazım gelir. Âlimler demişlerdir ki:“Kur’an’ın emriyle din, Adem a.s.’dan Hatemünnebiyyin aleyhimusselatü vesselama gelinceye kadar birdir. O dahi ancak İslam dinidir. Din, bir cevher-i Rabbanidir. İslam’ın amelce ve itikalce ve ahlakça vazifesini şeriat anlatır. Şeriat dört şeye benzetilmiştir: Nuh a.s.’ın gemisi gibidir: Gemiye binenler tufandan, beladan her şeyden kurtuldular, selamete kavuştular. Allah’ın şeriat gemisine, Kuran gemisine binen yarın nar-ı cehennemin denizinden kurtulup cennet-i alaya kavuşur. Şeriat, Hud a.s.’ın dairesi makamındadır ki, Hud Aleyhisselam bir daire çevirir, iman edenleri onun içine davet ederdi. Bir daire çizdi, içerisine iman edenleri koydu. Dışırda kalanlara bir sayha etti Cebrail a.s. hepsi kırıldılar. Şeriat dairesine girenler azap görmezler. Süleyman a.s.’a verilen mühür makamındadır şeriat. Anında ins ve cine hükmettiği gibi her amelini mühr-i şeriata tatbik edip yardımı Allah’tan bekleyen, şeytana, nefse hevaya galip ve rızayı Mevla’ya talip olur. Şeriat, Musa a.s.’ a verilen asa gibidir. Nasıl Musa a.s., asasıyla her hacetini ifa, Fir’avun’u dahi helak etti ise, elinde şeriat asası olan, dünyevi ve uhrevi muratlarına nail iç ve dış düşmanların şerlerinden de emin olmuş olur. Hidayet burcudur nur-ı şeriat Saadet silkidir dürr-i şeriat Şeriatla olan Allah’ına kul Kulu makbul eder sırr-ı şeriat Açar hep masivanın zulmetini Visale erdirir bedr-i şeriat Şeraitle amel et Şeyh Sami Selamet semtine minber şeriat Hamd olsun âlemlerin Rabbi olan Allah’a Share this post Link to post Share on other sites
Kalemdar 293 Report post Posted January 18, 2011 SADIKLARLA BERABER OLMAK EN KUVVETLİ RABITADIR “Sadıklarla beraber olunuz” ayeti kerimesini, Hacı Esad-ı Erbilli (k.s.) Hacı Sami Seyhani (k.s.) efendilerimiz rabıtayla tefsir ediyorlar. “Vesilelere tutununuz” (Maide, 5/35) ayet-i kerimesi de rabıtaya işaret eder. Sadıklar, Allah yolunda nefislerini tertemiz etmiş mürşid-i kâmillerdir. Onun için Rabbimiz bana gelmek, beni bilmek istiyorsanız, bir ‘vesile’ye, bir mürşid-i kâmile tutunun da kendinizi tehlikeye atmayın ey kullarım buyuruyor. Ezan-ı Muhammedi duasında Habibine ‘vesile’yi ver ya Rabbi diye dua ediyoruz. Yani Peygamberimizin izinden gidenleri bize göster ya Rabbi diyoruz. Mevlana Halid Bağdadi (k.s.) çok büyük makam sahibi bir zat. Ama sadıklarla beraber olmadan, bir mürşid-i kâmile tabi olmadan ilmi ona perde oluyor. İlim hakikaten nurani kalın bir perdedir. Yırtılması da kolay değildir. Kırk ümmiyi kırk günde yola getirirsin de bir hocayı kırk senede anca irşad edersin. Ama ümmi aldığını tez tüketir, hoca ise bir intisap etti mi halini bir daha bozmaz,çok terakki eder. Mevlana Halid de ilim ehli. Yağan yağmur gibi ilmi var. Ama yetmiyor. Gide gide içindeki arayış artıyor ve onu bir mürşidin kapısına götürüyor. Abdullah-ı Dihlevi Hazretlerinin zikrini duymuş, o kapıya varıyor. Ama içeri alınmıyor. Bana bir hizmet buyurmazlar mı diye soruyor.Bir dervişle haber gönderip ‘Tuvaletleri yıkasın’ buyuruyor Abdullah-ı Dihlevi Hazretleri. Koca Mevlana Halid, otuz dokuz gün orada taharet taşlarını temizliyor. Otuzdokuzuncu gün, ‘Bir cahil şeyhin kapısına geldin, otuzdokuz gündür taharet taşlarıyla meşgülsün’ diye nefsi diklenmeye başlıyor. Diyor ki nefsine: İnat edersen tırnaklarımla kazırım. Ve başlıyor taharet taşlarını tırnaklarıyla kazımaya. Derviş geliyor, şeyhimiz ‘Mutfağa su taşısın’ buyurdular diyor. Tam sekiz ay bu hizmetle meşgul oluyor da ancak ondan sonra huzura kabul olunuyor.Şeyhi bir teveccüh buyurunca Gavsül-azam oluyor biiznillah.Sonra onun büyüklüğüne tahammül edememiş insanlar. Göçmüşler, başka yere evlerini yapmışlar.Çok muhalefetler olmuş, hakaretler edilmiş. Bize de Ladikli Baba derdi ki ‘Çok hakaretler edecekler amma bişey yapamayacaklar’ Takdir-i Huda kuvve-i bazu ile dönmez Bir şem’a ki Mevla yaka bir vechile sönmez Bu böyledir; meyve veren ağaç elbet taşlanır. Bu yolun zahmeti çekilmeden rahmeti yağmaz. Çok vakalar zûhur etmiş. Küfrüne kadar gitmişler. Bağdat’tan sürgün etmişler. Diyarbakır’a gelmiş. Halep’e, Şam’a gitmiş.Türkiye’ye Nakşi Tarikının nurlarını Mevlana Halid Ziyaeddin-i Bağdadi saçmıştır. Kerimün nefes zat idi; nefesi ile nice ikramlarda bulunurdu. Memduhatül ahlak sahibi idi; ahlakının güzelliği öve öve bitirilemez derecedeydi.Hâmilül-eza idi; ezalara tahammül ederdi. Ne kadar eza edelerse etsinler; ‘Hoştur bana Senden gelen.Ya hıl’at ü yahut kefen. Ya goncagül yahut diken. Kahrın da hoş lutfun da hoş’ derdi. Talikul-lisan idi; çok güzel ve tesirli konuşurdu. Allah yolunda laimin levminden havfetmezdi. Ayet var: Laimin levmimden; kınayanın kınamasından korkma. Sen irşadına bak, ıslahına bak Habibim’ diyor Allahımız. Allah bizi rızasıyla götürsün inşallah. Kırk gün tekkesini temizlediği şeyhinin kokusunu alıp teveccühüne mazhar olan kutuplar kutbu olan bir büyük veliyi andık. Allah şefaatına nail etsin. Bizleri de Hak yolunda onlar gibi azimet, gayret ehli eylesin inşallah. Hamd olsun âlemlerin Rabbi olan Allah’a. Share this post Link to post Share on other sites
Kalemdar 293 Report post Posted February 15, 2011 YOLUMUZUN KIYMETİNİ İYİ BİLMEMİZ LAZIM Sözü söylemek kolaydır. Fakat o sözde zikredilen vasıflara hakkıyla haiz olmak çok zordur. Beni dinlemek için toplanan cemaatın ayağının türabıyım ben. Söylüyorum ama kendimde söylediklerim bulunuyor mu diye hep düşünüyorum. Televizyon seyreder gibi eski kusurlarımı seyrediyorum. Ta akil baliğ olmazdan evvelki kusurum Erciyes Dağı gibi gözüme görünüyor. Kendim iyi olmadan size nasıl öğüt veririm, diye dertleniyorum. Efendimize bu halimi arz ettim idi. Efendimiz, “Halka lazım konuşun. Haliniz iyi olmasa bile onların gönüllerini yaptığınız için Allah sizi tefeyyüz ettirir” buyurdular. Doktor değilim. Eczanesindeyim Üstaz’ın. Kim bir reçete getirirse o ilaçları veriyorum. Zamanında kullanın ölçüyü şaşırmayın da iyi olun, diyorum. Kâmil bir mürşide bağlandın mı hastalıkların da deva bulur, günahların da affolunur, kalbin de selim olur. İnsan olursun sözün özü. Rabbimiz Kitabı Keriminde. “Sizden her bir peygamber için bir şeriat ve bir yol meydana getirdik.” buyuruyor. Birinci yoldan kasıt şeriat, ikinci yoldan kasıt tarikattir. Kadın erkek her müslümana bu ayet-i kerime mucibince tarikata girmek vaciptir. Acaba tartabilir miyim; ya tartamazsam gibi düşünceler vesvesedir, şeytandan gelir. Evvela şeriatı sonunda da tarikatı her kulumun üzerine vacip ettim, buyuruyor Rabbimiz. Artık bunun üzerine kula söz düşer mi? Bu farza itiraz edersen, kurbanı kesmemiş gibi mesul olursun. Salatı vitri kılmamış gibi mesul olursun. Kayseri’den nice ulema, meşayıh geçmiştir. Kadı Hüseyin Efendiler, Hacı Zühtü Efendiler, Hacı Sami Efendi kaç defa gelmiştir. Mevlana’yı bile getirmiştir ayağına Kayseri. Hocası Seyyid Burhaneddin de (k.s.) memleketimizdedir. Cumayı kılıp bir ziyaret ediyor muyuz? Denizin içindeki balık deryanın kıymetini bilmezmiş. Kıymet bilmemek insanı nasipsiz götürür mazaallah. Bir vakit Konya’ya Tahir Hocamız’ı ziyarete gitmiştik. İlla siz konuşacaksınız, dediler. Çok kalabalık bir cemaat toplanmış. Kitabı aldım elime, paralı müşteri bulmuş mağaza sahibi gibi heyecanla başladım söze. ‘Kulubuş-şuara hazinetür-Rahman’ Şairlerin kalbi Allah’ın hazinesidir diye başlar başlamaz beni bir ağlama tuttu. Cemaat da bütün ağlaşmaya başladık. Tabii sizin içinizde Tahir Hoca gibi dinleyeniniz var. Bazı zaman kitaptan arayıp bulamam konuşacağım şeyi. Ama sizin gibi sözden gönülden anlayan can dostlarıyla, bir araya gelince Allahımızın hazinesi önümüze açıldı, dedim. Yolumuzun kıymetini çok iyi bilmemiz lazım. “Kurban kesmeyenler bizim camimize gelmesinler.” derdi, Peygamberimiz. “Fesallili rabbike venhar.” Kevser, 108/2 delili ile kurban vacip kılınmıştır. Salatı vitrin vacip olduğunu ne kadar biliyorsak, ‘liküllin cealna minküm şir’aten ve minhaca’ ayetiyle de tarikatın farz kılındığını o kadar bileceğiz. Bizden duyduklarını nakleden hocalara bazı itirazlar oluyormuş. Biraz ileri gitmiyor musun diyorlarmış. Bu kabil itirazlarla dünyamızı da ahiretimizi de heba ederiz. Akıllı olalım. Tarikat gibi bir nimeti inkar ederek nasipsiz olarak gitmeyelim. Mevlamız bizi kendi katında kıymetli kullarının hürmetini hizmetini ederek kendisine yaklaştırdığı kullarından eylesin inşallah. Hamd olsun alemlerin Rabbi olan Allah’a. Kaynak: Yenidünyadergisi Share this post Link to post Share on other sites
Kalemdar 293 Report post Posted March 15, 2011 ZİKİR KALBİ PARLATIR Allah dostlarının en büyük tavsiyesi şudur: “Az yiyiniz, az söyleyiniz, az uyuyunuz!” Az ye ne demek? Çok oruç tut demek. Az söyle, çok zikre vaktin kalsın ve az uyuda gece namazının feyzi senin de kalbine insin ve onu yumuşatsın. Böylelikle ne kadar merhametli, şefkatli, ‘Raûfu’r Rahîm’ bir Rabb’ın kulu ve yine aynı vasıfta bir peygamberin ümmeti olduğunu idrak edebilesin. Bir zat geceleri damın başında namaza durur, Rabbi ile konuşurmuş. Komşusu da uzaktan, damda bir direk var zannedermiş. Birkaç gece komşu damda direği görememiş. Nihayet gidip evin halkından bir delikanlıya: “Sizin damda dikili bir direk vardı; o direk ne oldu?” diye sormuş. Sorar sormaz delikanlı: “Direk yıkıldı” diye ağlamaya başlamış. “Niye ağlıyorsun evladım?” deyince “Babam her gece namaza durur, iki rekatta Kur’anı bütün hatmederdi. Babam on, on beş gün önce vefat etti de direğimiz yıkıldı” demiş. Ebu Bekir Kettani (k.s.): “İki nefesinin biri ‘Allah’ olmayan, bizim evladımız değildir” diyor. Şimdi biz, evladımıza damda direk olun demiyoruz. Ne diyoruz? Verdiğimiz dersi usûlünce, vaktinde, tarifeden çalmadan okuyun; şöyle bir ciğerlerinize çekin, diyoruz. Masiyeti, günahı terk edin, diyoruz. Günah ne? Senin için en yarayışlı olan şeyleri; Rabbin’in, Habibi’nin lutfen; size olan şefkati, merhameti gereği tavsiye ettiklerini yapmamak; yerine yarayışsız, zararlı şeyleri yapmak. Benim bir küçük defterim vardır. Oraya bütün büyüklerin tavsiyelerini yazmışımdır. Mevlana Halid Ziyaeddini’l Bağdadi’den (k.s.) Edep Risalesi’nden, Mektubat-ı Rabbani’den notlar almışım oraya. Senelerdir hep oradan okurum. Bu söylediklerim kendi sözlerim değil. Ben söylemiyorum, o kıymetli büyükler söylüyor bunları.Mevlana Halid (k.s.) söylüyor evlatlarına; hepimize söylüyor: “Ve muvazadatı’s-sıyamu ve’l kıyam” “Oruç ve namaza devam edin evlatlarım.” söylemiyorum, o kıymetli büyükler söylüyor bunları.Mevlana Halid (k.s.) söylüyor evlatlarına; hepimize söylüyor: “Ve muvazadatı’s-sıyamu ve’l kıyam” “Oruç ve namaza devam edin evlatlarım.” Sami Efendi Hazretleri (k.s.) bir keresinde orucun faziletlerini şöyle anlatmıştı: “Bir lamba düşünün; yana yana camı is bağlıyor ve içindeki ziya görünmez oluyor. O lamba, kalbimizdir, kalbimizdeki süveyda-yı derundur. Lambanın isini götürüp temizleyecek olan ise zikrullahtır.Zikrullah şifaul-kulubtur. Oruç da kalbi daha çok temizler” diye nakletmişlerdi. Demek ki zikir, kalb lambasını siliyor. Oruç da iyice bir parlatıyor. Önce Allah’tan gizlide, açıkta korktuk. Az yedik, az konuştuk, az uyuduk. Oruç ve namaza da güzelce devam ettik. Sonra “Şehveti daima terk edin.” Şehvet ve hasetlik ikisi bir araya geldi mi insanı yoldan çıkarır. Haramla dilinle konuşursanız, dil zinası olur; gözün ile bakarsan göz zinası olur; kulağınla dinlersen kulak zinası olur; elinle tokalaşırsan el zinası olur. Bunları yapan insan, çatısı, duvarı uçmuş eve benzer. Onu örtecek hiçbir şeyi kalmaz. Hayâ perdesi imanın zarıdır. O giderse iman da gider maazallah. Şimdi bu işittiklerimizi düşünelim bir. Bunlar masal mı, roman mı yoksa büyük Allah âşıklarının evlatlarına verdiği nasihatleri mi? Allah’ı severseniz, damda direk mi oluyoruz, açlıktan karnımıza taş mı bağlıyoruz da şikâyetlerimiz hiç bitmiyor. Kendimize bir süs vermişiz, gidiyoruz. Sonra “adamız” diyoruz, “biz olduk” diyoruz da kendimizi kandırıp gidiyoruz. Allah bizi nefsinin, şeytanının elinde oyuncak olanlardaneylemesin. Bize; şanına yakışır kulluk asaleti, kulluk kuvveti, irfanı versin inşaallah.Hamd olsun âlemlerin Rabbi olan Allah’a. Kaynak: Yenidünyadergisi Share this post Link to post Share on other sites
Kalemdar 293 Report post Posted June 11, 2011 ER, YARIN HAK MEYDANINDA BELLİ OLUR Eliyle diliyle gözüyle kulağıyla harama değen insan, ibadetten gafil insandır. Daha ötesi büyük günaha gelmeden zina etmiş olur. Çatısı duvarı uçmuş ev gibi, bir barınağı var sanır ama her tarafı açıktadır. Demezler mi ki insana: “Oğul, şu evi yaptınız amma kapısını, pencerelerini de yapın da hayvanlar, merkepler, köpekler, kurtlar girip da burdaki zahireyi yemesin.” İbadet ediyoruz amma göz kapımız açık; dört bir tarafı dolanıyor. Kulak penceremiz açık; haram helal tanımıyor her duyduğunu içine akıtıyor. Niye böyle yapıp da kendi mülkünü zayi ediyorsun deyince de sana yüz çeviriyor. Haramın arkası, ibadetten zevk almamaktır. İbadetin feyzi rahmeti gönle dolmazsa, insanın ne haramdan sakınmaya ne ibadette direnmeye sabrı kalır. Halbûki İslam, tahammül dinidir. Cemi peygamberler hakta direndiği için eza görmüştür. Nerden geliyor onların bu tahammülü? Haramdan değil, helalden bile kendilerini haktan ayırır korkusuyla sakınmalarından geliyor. “Cemi nasın eza ve cefasına tahammül edin’’ buyuruyor âlemlerin fahr-ı ebedisi. Peygamberimiz nasıl tahammül etmiş. Mekke-i Mükerreme’de gördüğü müşriklerden gördüğü ezalar malum. Mübarek enselerine postallarıyla bastılar. Üstüne deve işkembesi yüklediler. Çocuklara taşlattılar. Mübarek dişlerini kırdılar. Kılıcın tersiyle ne cefalar ettiler, ne ezalar ettiler. Bütün Mekke’yi böyle böldüler. Kız alınmayacak, kız verilmeyecek. Ekmeğe pazara gelinmeyecek; Kafirler acır da ekmek atarlardı müslümanlara. Yine de diyor ki: “Bu kavmim beni bilmiyorlar da onun için bana bunu yapıyor.” En büyük ezayı peygamberler çekti. Sonra evliyaullah çekti. Büyük dağların büyük kışı olmasın mı? Muhyiddin Arabi Hazretlerini öldürmediler mi? Hacı Esad-ı Erbili Hazretlerini zehirlemediler mi? Hz. Nuh as bin elli yaşına vardı. Dokuz yüz elli sene peygamberlik yaptı. Seksen ümmeti vardı. Ne ezalar ettiler. Nuh dedikleri ‘nayiha’dan. Çok ağladığı için Nuh deniliyor. “İmtihanla has kulları seçildi / Ağaç gibi ortasından biçildi / Mübarek kanları yere saçıldı / Zekeriyya dosta olanı düşün” Bütün bu eziyetler niye oldu? Kendini bilmezler biraraya gelip sürekli hakkın üstünü örtmeye çalıştıklarından. Bunun için “Ve terkil mücaledetis-süfehai vel hevan”. “Beyinsiz kendini bilmeyen kimselerin sohbetlerini terk etmek” hakka dönmenin ilk adımıdır denmiştir. ‘Varma münkirin yanına / Kokusu siner tenine’ denmiştir. Ebu Muhammed Murtaiş’e soruyorlar: “Kulu hangi şey Allah’a dost eder?” diye. Diyor ki: “Allah’ın düşman tuttuğu şeyleri ve kimseleri düşman tutarak. Onlar ise, dünyadır, nefistir, şeytandır” O zaman şöyle bir durup düşüneceğiz; biz kimleri dost tutmuşuz. Kimlerin sözünün ardına gidiyoruz. Dünya ve beraberindekiler insana süslü gösterilmiştir. Kendine çeker insanı ama insanı, diğer mahlûkattan ayıran iradesidir. Hem dünyanın çekiciliğine kapılmamak için direneceğiz, hem ezalara belalara tahammül edeceğiz. Elbette eziyetler olacak. Yoksa muhabbetullah davasında herkes iddiacı olurdu. Mevla cümlemizi nefsine şeytanına değil, kendi kapısına kul olanlardan kılsın. Katından gelen ezalara tahammül ile bizlere aşıklık davasında sadıklardan şehidlerden yazılmayı nasip eylesin. Hamd olsun âlemlerin Rabbı olan Allah’a. Kaynak: Yenidünyadergisi Share this post Link to post Share on other sites
Kalemdar 293 Report post Posted August 24, 2011 RABITA MURAKABEYE GÖTÜRÜR Rabıtası kuvvetli olan ihvanın şeytan semtinden bilegeçemez. Rabıtalı olan insanın kalbi zikirli olur çünkü.İhvan daima mürşidiyle beraber bulundu mu, hem letaifleri çabuk çabuk geçer, hem de şeytan semtine uğrayamaz.Unutursa, istila eder girer kalbinin içine. Küçükgünahlarda ısrar, büyük günahlara kapı açar. İlacı,seherde çekilen evraddır. Derslerimiz, nefsin mertebelerinigeçmek içindir. Yerine getirilmemesi münafıklık alametidir. İlim, sünnete riayet, ibadette ısrar dersleri kolaylaştırır. Fıkıh ile hadis öğren Nefsini yıkmaya davran Mürşide binde bir uğran Sakal altı sualdir bu Seher vaktinde yapılan derslerde büyük ikramlar olur.Üstadımız Sami Efendi Hazretleri (k.s.), "Bizim ihvanımız H.z. Peygamber'in (s.a.v.)koruması altındadır" buyururlardı.Rabbimizin "kulum" dediği vasıfta insan olmadan kendimizi olduk piştik diye kabul edemeyiz. Mürşidine rabıtası kuvvetli olan ihvanın işi çok kolaylaşır. Rabıta murakabeye götürür; Rabbimizin yaratışındaki sırları tefekküre sevkeder ve buradan hikmet meyveleri devşirtir. Benlik şişesini kıracağız. Yedi kat semayı yok bileceğiz. Nedir murakabe? Hesap korkusu taşıyacağız. Sami Efendimiz Hazretleri kutbul aktabdı. İnsanların ve cinlerin halifesi idi. Öyleyken üzerlerinden hiç eksilmeyen bir mahzuniyetleri vardı. Bütün üstadlarımız, manevi bir ocaktır. Biz ancak ocağın etrafında ısınıyoruz. Ocağın üzerine oturmamız lazım. Bir gün evladımız bize "Bu derslerin sonu nereye kadar varacak" diye sordu. "Oğlum! İbadet ölene kadardır" dedim. Bizim evladımız eşyanın konuştuğuna muttali olur biiznillah. Ama esas olan "kulluk" sırrına ermektir. Muhyiddin-i Arabî Hazretleri (k.s.) "Bitkilerle, hayvanlarla konuşur hale gelseniz dahi derslerinize devam edin" buyurmuşlardır. Efendimiz (s.a.v.) bir beşerdir ama taşlar arasında yakut gibidir. Ladikli Hacı Ahmed Ağamız, "Mahmut Sami Efendi Hazretlerinin evlatları arasında hayvan sûretinde olan kimse görmüyorum" buyurur. Bu nimet, her yol ehline nasip olmaz. Hayvan sûretinde olmamak ihlâsa bağlıdır. Akşam ile yatsı arasında 100 defa "Sühhanallah ve bihamdihi" deyin buyurmuştu Sultanımız. İbadetlerimize ihlâs tuzu biberi ektiğimizde o ibadetleri mizan bile tartamaz. İhlas yoksa, sadece yorulduğumuzla kalırız. İhlâs ile amel nasıl olur, derseniz; samimi ibadet başkalarının derdiyle dertlenmekle hasıl olur. Mahallemizde köyümüzde evlenmemiş kız çocukların halleri gözümüzde uyku koymuyor. Gönül kırmayan, insanlarla muamelelerinde af yolunu seçenlere ihlâs elbisesi giydirilir. Niye? Diliyle "la ilahe illallah" deyip nefsinin hoşuna gitmeyen bir şeyle karşılaştığında kuldan bilip de tasdikini bozmadığı için ameli Allah için halis olur.Ebu Cehil yolundan gidenlerin ise amellerinde ihlâs, samimiyet bulunmaz. Canı gönülden Allahımızı zikretmezsek kafamızda şeytan dolaşır. Ne kendimize ne çoluk çocuğumuza faydamız olur. Zikrullah şifaul kulûbdur. Kalpde Cenabı Hakk'ı zikir, kalbi emrazdan izale için, hasetten, dünyadan, kibirden, buhülden, adavetten de, hırstan, tama'dan kurtulmak için aynı şifadır. "Ez-zikru hayrum mines-sadaka" Zikir sadakadan da efdaldir, buyrulmuştur. Şeytan Beni ademin kalbine icrayı nüfûz için istila eder. Lâkin kalp Cenab-ı Allah'ı zikredince mecburen geri çekilir, unutursa da istila eder.Mevla bizi zat-ı Kibriyasını her nefeste hatırlayan ve amellerini şeytana kaptırmayan kulları arasına dahil etsin inşallah. Hamd olsun alemlerin Rabb'ı olan Allah'a. Share this post Link to post Share on other sites