Horanta 39 Report post Posted October 6, 2012 Teodora Doni, Mütefekkir Salih Mirzabeyoğlu ile alakalı kaleme aldığı yazısında onun yıllar önce kaleme aldığı 'Moro Destanı' isimli şiiri ile yaşanan duyarsızlığa vurgu yaparak birkez daha köşesinde bu hususu dillendirmiş. 24 Eylül 2012, 14:58 Elbette bir anne evladının suç işleyeceğine inanamazdı. 'Yazık' dedim. Masumiyetine dair olan ısrarını anlarım, ama durduk yere de kimseye ceza vermezler ki!.. Bir anda bunları düşündüm. Ama dilim varmadı söylemeye.' Bu satırları yaklaşık bir ay önce Meral Afacan Bayrak'ın Mühür Kitaplığı'ndan çıkan 'Tarçın Çıkmazı ' isimli ilk kitabındaki 'Hastahane' adlı öyküsünden okudum. Birçok öyküde, romanda ve günlük hayatta karşılaşabileceğimiz bir cümle bu. Çünkü hepimiz bunun her zaman böyle olmadığını bilsek de böyle olduğuna inanmak isteriz. Bütün adaletsizliklere rağmen adalete olan bir inancı yaşatır dururuz bilinçaltımızda, böylece daha kolay rahatlatırız vicdanımızı. O satırları okurken hemen Salih Mirzabeyoğlu geldi aklıma. İdam cezası kaldırıldığı için idam cezası yerine ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası verilen Salih Mirzabeyoğlu. 28 Şubat sürecinde belki de en çok mağdur olan insan. Ne yazık ki Salih Mirzabeyoğlu için de birileri 'kimseye durduk yere ceza vermezler, vardır bir suçu' diyerek rahatlatıyorlar vicdanlarını. Birçoğunun ise hala haberi bile yok Salih Mirzabeyoğlu'nun varlığından; dolayısıyla ne şair, yazar, mütefekkir olduğunu, ne kaç eseri olduğunu, ne yıllardır cezaevinde ve neden orada olduğunu, ne de hangi şartlarda yargılandığını ve neden ceza verildiğini biliyorlar. En çok da bu yüzden, herkes haberdar olsun diye vicdan sahibi her kalem erbabının bu dehşet adaletsizliği tekrar tekrar yazmaya, SalihMirzabeyoğlu'na yapılan haksızlığı tekrar tekrar anlatmaya devam edeceğine inanıyorum. 'Vardır bir suçu' diyerek vicdanlarını rahatlatanlara, olup bitenin aslını bile bile hiçbir şey yapmadan durup sadece seyredenlere ise hiçbir sözüm yok. Zira onlar için gerekeni en iyi şekilde söylemiş Salih Mirzabeyoğlu yıllar önce yazdığı 'Aydınlık Savaşçıları ? Moro Destanı' şiirindeki şu mısralarla: 'bırak haksıza boyun eğeni / sıcak odalardan seyretsin / soğuktan ciğeri delinenleri / açları, çıplakları / unutsun ipe çekilenleri / kurşunlananları.../ malı azalmasın onun / teni incinmesin tek. / bırak karışmayıp seyredeni / candan geçen gelsin safımıza / kavga kaçkını / fistan giysin dolaşsın...' Şimdi dönüp önceki yazılarıma baktığımda fark ettim ki ne zaman Salih Mirzabeyoğlu hakkında yazmışsam hep şair, yazar, mütefekkir olduğuna; elliyi aşkın kitap yazdığına vurgu yapmışım, ancak şimdiye kadar şiirlerinden bir mısra bile alıntılamamışım meğer. Bunun nedenini; 'söylenecek çok sözün olması, buna karşılık yazı alanımın sınırlı olması' diye açıklayamam elbette. Belki de Salih Mirzabeyoğlu'nun, 'Ben yıllardır şiir yazamıyorum. Bu durum, bu dilden anlayan kimseye birçok şey söylemeli' diye anlattığı halinin yüreğimde ve beynimde bıraktığı etkidendir. Zira 'Ben yıllardır şiir yazamıyorum' dediği bir hal içerisinde bırakılan, kendi deyimiyle telegram işkencesi altında en güzel yıllarını cezaevinde geçiren, haksız yere ömür boyu hapse mahkûm edilen bir şairin özgürlüğü için hiçbir şey yapamayıp teselliyi eski şiirlerinden mısralar alıntılamakta bulmak insanın içini acıtıyor. Şiir özgürlüktür, şairin özgürlüğüdür şiiri. Gönül istiyor ki artık özgür olsun şair ve yeni şiirlerini okuyalım Salih Mirzabeyoğlu'nun özgürce yazdığı. Aslında düşünenimiz, konuşanımız, yazanımız, siyasetçimiz, hukukçumuz, öğrencimiz, öğretmenimiz, emekçimiz, iş adamımız, her birimiz vicdanımızın sesini dinlesek, elimizden geleni yapsak, yetki ve imkânlarımıza göre payımıza düşen sorumluluğu yerine getirsek Salih Mirzabeyoğlu'nun özgür olmaması için hiç bir neden yok. Şimdi bu satırları yazarken kamuoyunda bilinen adıyla 'Balyoz' davasında nihayet bir karar verildiğini öğrendim. Askeri darbe yapmaya, hükümeti devirmeye teşebbüs etmekten yargılanan sanıkların büyük bir kısmı çok ağır cezalara çarptırılmış. Birçok kimse hukuk adına, adalet adına umut verici bir gelişme olarak yorumladı bu kararı. İnşallah öyledir ama artık 28 Şubat post modern darbesini yapanların davalarının da bir an önce karara bağlanması gerekmiyor mu? O darbeyle en çok mağdur edilen SalihMirzabeyoğlu'nun da bir an önce, derhal serbest bırakılması, özgürlüğüne kavuşturulması gerekmiyor mu? 'Balyoz' davasında verilen karar için hukuk adına, adalet adına umut verici bir gelişme diyenlere sormak istiyorum, peki bu gelişmeye rağmen Salih Mirzabeyoğlu'nun halen cezaevinde olması tuhaf bir durum değil mi, diye. Ne yazık ki tuhaflıklarla ve çelişkilerle dolu ülkemiz ve bir de doğru yazamamak, okuyamamak, anlatamamak, anlayamamak ve algılayamamak gibi bir sorunu var ki insanımızın; bu çelişkilerin, bu tuhaflıkların üzerine tuz, biber adeta. İşte bir örnek: Geçen hafta AK Partili olduklarını iddia eden bazı insanlar, Mehmet Ali Birand'ın Posta gazetesinde çok eski ta 19 Mayıs 2010 tarihinde yayınlanmış 'Erdoğan'ın batıdan görünüşü' başlıklı yazısını kopyalayarak, yazıdaki 'İslam'ın kendini düzeltmesi gerektiğini söylemesi...' cümlesinin ne kadar vahim olduğunu da fark edemeden, üstelik İslam'a ve Peygamber Efendimize hakaret içeren iğrenç bir filmin ve buna karşı yapılan protestoların tüm dünyanın gündeminde olduğu şu günlerde internetin sosyal medyasında 'okuyun ve mutlaka okutun' diyerek yayınlayabiliyor. Sayın Başbakan öyle vahim veya o anlamda bir söz söylemez, söylediği de asla düşünülemez. Sayın Başbakan İslam'ın değil, İslam dünyasının kendini düzeltmesi gerektiğini söylemiştir, söylüyor da. Birileri Sayın Birand'a 'yazarken biraz daha dikkatli olmalısınız' demeli ve o yazıyı çoğaltan AK Partililer için de okuma ve okuduğunu anlama kursları açılmalı, dersem kesinlikle eksik olur bu cümle ve haksızlık olur hem Sayın Birand'a hem bazı Ak Partililere. Zira 'sorun' çok yaygın ve çok vahim boyutlara vardı, benden söylemesi... Yine de umutsuz olmayalım diyorum sözü umuda bırakarak ve Salih Mirzabeyoğlu'nun 'Aydınlık Savaşçıları ? Moro Destanı' şiirindeki umut dolu mısralara: 'dehşetin soluğu er ya da geç / silinir hıncın gökgürültüsünde / ışık sütunlarından kurulur hayat / bilinir 'yaşanmaya değer hayat' / sönük kalır deyişler / ufuk açan leyla / dağlar delen ferhat...' Share this post Link to post Share on other sites
buyukdogu 529 Report post Posted October 20, 2012 Mirzabeyoğlu'nu Bolu F tipi Cezaevi'nde geçtiğimiz Mayıs ayında ziyaret eden CHP Malatya Milletvekili Veli Ağbaba, Başbakan Erdoğan'ın cevaplaması talebiyle Meclis'e 5 maddelik soru önergesi verdi. Ağbaba, hazırladığı önergesinde Mirzabeyoğlu'nun hapishane şartlarına ilişkin şu soruları yöneltti: - Salih İzzet Erdiş'in sağlık hizmetlerinden yeterli kadar yararlanamamasının nedeni nedir? - Sağlık sorunluları bulunan Erdiş'in halen 8 metrekare bir hücrede tek başına tutulması sağlık durumunu nasıl etkilemektedir? - Erdiş'in kendisine sürekli olarak işkence yapıldığı iddiasıyla ilgili olarak şimdiye kadar idari veya adli bir inceleme başlatılmış mıdır? - Başlatılmamışsa nasıl sonuçlanmıştır? Veli Ağbaba: Ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası çeken Salih İzzet Erdiş 62 yaşında. Evli ve iki çocuk babası olan Erdiş14 yıldır hapishanede kalmaktadır. Major depresyon raporu bulunan Erdiş, kendisine "telegram" işkencesi yapıldığı iddia etmektedir. Akıl hastalığı olmadığını, yaşadıklarını hapishaneden çıkmak için kullanmaya çalışmadığını, ancak telegram yöntemiyle kendisine sürekli acı çektirildiğini iddia etmektedir. Elektro manyetik sinyallerle kendisinin sürekli bedensel ve ruhsal işkenceye maruz bırakıldığını belirten Erdiş'in ruhsal sağlığı endişe verici boyutta gözükmektedir. Devlet tarafından bir cihaz vasıtasıyla kontrol edildiğini düşünen Erdiş, çoğu zaman iradesinin dışında hareketler yaptığını, kendi kendine konuştuğunu ve bunun uzaktan yönlendirmeyle olduğunu belirtmektedir. Ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına çarptırılmış olması nedeniyle tek kişilik, 8 metrekare bir hücrede yaşamaktadır ve fiziksel görünüşünde tecrit her halinin sindiğini anlamak işten bile değildir. Kendi öz bakım ihtiyaçlarını karşılamakta sıkıntı çektiği gözlemlenen Erdiş, sohbet hakkını kullanmadığını ve hapishane koşullarından şikâyet etmediğini belirtmiştir. Kendisinin aslında normal aldığını ancak uzaktan yönlendirmeyle kendi kendine konuştuğu için kendisine hasta denildiğini ve bundan şikayetçi olduğunun altını çizmiştir. Hastaneye gitmek istemediğini, tedaviyi gerektirecek bir durumu olmadığını belirten Erdiş, zayıf noktalarından yüklenilerek kendisinin hasta edilmeye çalışıldığını iddia etmektedir. 1 Share this post Link to post Share on other sites
idrak 9 Report post Posted October 21, 2012 MORO DESTANI- Salih Mirzabeyoğlu BİR "Yeni biten savaş ertesi beraber geçen bir günün batımında -henüz silahları çatmadan sessizliği duyamadan orman çocuk sarılamadan babaya baba yiğidine kavuşamadan kadın erini karşılamadan yavuklular göremeden birbirini çiçeği burnunda delikanlıların analar sırtını sıvazlayamadan- Kurtuluş Savaşıyla kurtardıklarımız birlik oldu birlikte savştıklarımızla -bedeli ihanet oldu kanımızın- kara bir bulut gibi kapkara düşünceyle -kiralık düşünceleriyle- "giydiler çıkardıkları çizmeleri" emperyalistlerin. -efendi olma hevesiyle silahları bize döndü- (gözardı olurken çürüten, iyiyi, doğruyu, güzeli çelik örgülü canavar çenesi.) canavar ki engizisyon kültürlü -dişleri çağımı dişleyen -dişleri birbirini dişleyen -dişleri MORO'yu dişleyen kendi için kendi benzerine -çağdaş uygar- Marcos'a bıraktı çizmelerini. (farketmez zaman ve yer ismi ister Ferdinant Marcos ister TATÜR olsun köpekler birbirine benzer) böyle başladı anlatmaya -unutulmuş sesizliği dinlerken- kurşunların türküsünü. böyle başladı anlatmaya bağımsızlık için savaşın -bir uçtan bir uca örnek kükreyen yüreklerin- destansı öyküsünü. ...Ferdinant Marcos "Mutlak Fikir" düşmanı Ferdinant Marcos celladı insanımın -ülkemin hali ayna- yüzünü gör gerçeğin: -Bangsa Mora'da kanlı kırım ...şen kahkahalar -Amerikan emperyalizminin ...kayıtsız bakışlar -dökülen kanı kardeşimin ...ahmak tebessüm işi var fahişe yüzlü devlerin -birleşmiş milletler toplantıları silahsızlanma konferansları ve anlatmak barış masalları- cücelerse kuyrukçusu devlerin. sandılar yanlızlığımız suskunluğumuz olacak suskunluğumuzun bahanesi olacak yalnızlık. sandılar sesi soluğu çıkmaz kolu kanadı kırık insanımın. bilemediler dağın, taşın açan tomurcuk, uçan kuşun ak öfke kesileceğini... bilemediler her inançlı bir kıvılcım taşır böyle günlere... bilemediler yalnız "mutlak hakim"e bağlılığımızı -yalnız ona kul ona eğileceğimizi- bilemediler oy kadın, ihtiyar genç, çocuk her can bir siper olup burç burç direneceğimizi!.. uşaklık eskimedi eskimesine kölelik eskimedi eskimesine "aşkta", "bağlılıkta", "yiğitlikte"... sürüyor; sürecek zaman sahnesinde iyi ve kötünün başlayan savaşı ve zafer mutlak iyinin bu dünmya ve ötesinde sigara dumanı... kelimeler... Hayal tekrar canlanan canlar diken döşeli yollar ve imkanın ihanetinde moroda savaşanlar. sigara dumanı... hayal... kelimeler hayali aşkın gerçek gerçeğe ayna haber ışıyor elçinin dilinden çözüyor bilinen kördüğümü korkunun kurduğu kördüğümü: sabır ve savaş... savaşla zafer korkağa kaçıştır sabır AKINCI'ya savaşta sabır ve yürekler arındı mı pastan kılıçlar arındı mı pastan kördüğümler çözülür. savaş ve sabır sabır ve umut umut ve zafer savaşla zafer duman... hayal... kelimeler... düşmanın üstüne gidemiyorsan eğer eğer "yaradandan" çok korkuyorsan ondan kölece de olsa yaşama tutkun aşkınsa yaradana sevginden ve fikir dediğin eğer kaçanın can simidi kuş tüyünden bir yataksa öfkeden ıraksa sığınaksa ve inanç dediğin yürüyeni durdurmaksa sen! kötü kadından beter git kuyruk salla düşmanına yaran, zararsızlığını göster ve seyret elde silah döğüşeni ülkeme utanç... ülkeme işaretler savaşın sıcağından, sıcağına bir haber heberde canlar kardeşim canlar sondan başa doğru baştan sona doğru: ...yeni başlıyor savaş -hem dünya akıncılarına katkı- yeni başlıyor savaş -bir günün doğumunda- tohum çatladı çürümeden kıvılcım tutuştu sönmeden -bakış aşka döndü- inanç eyleme döndü mindanao adasından -başladı ölümsüzlük sınavımız- geç kalmışlığımız olmayacak ne yaldızlı tasmalar; kul sistemleri -ne doğrusu doğru ne iyisi iyi ne güzel güzeli köstebek tünelleri-olmayacak geleceğe mirasımız... onlar yükselecekler eylem birikimimizden işte çekildi isyan bayrağı "gemileri yakmışız isteyerek mümkünü yok dönüşümüzün çizgimize gelen gelsin" köy köy dağ dağ ve şehir şehir yankı gelir bu kutsal çağrıya. akınlarda besteliyor, -tellerde ses dudaklarda söz gibi- kula kulluğa karşı silahlı isyanını. bilen geldi "aşkına" ölesiye savaşmaya "bilen" bildi suskunluğun kurtuluş olmadığını bir yürek, bir bilek, bir seste BİRleşti BİRler... artık ne gam yeryüzünün şeytana utanç zebanilerinden ateş de olsa yürüyecekler. ateş de olsa yürüyecekler ateşe kalmamak için; insan olma bedeli için, iyi için, doğru için, güzel için yeni bir dünya, yeni insan için yüzlerinde aydınlığı kurtulmuşluğun. "sonsuzluk kazancı çileden" bir taze havayla ürperdi orman açtı kucağını yüreklere, nasırdan arınmış yüreklere, ve gök sardı sarmaladı hayat bağrına aldı gelenleri. doğru ve yanlış arasında -insan- hayat va gaye?!.. karanlık zıddına gebe kaldı!. haykırmak kurşun gibi haykırmak inançla: ey karaya bulanmış çağ ey marcoslar doğuran çağ palet yürekli yaratıkların artık çiğneyemeyecek insan onurumuzu çiğneyemeyecek yabancı adam toprağımızı çiğneyemeyecek yabancılaşmış adam... ey karaya bulanmış çağ ey marcoslar doğuran çağ -insanı gerçeğe yaban kılınmış- tutuşturduk buradan da meş'alemizi yüzün ağartmaya geldik. çiçekler açıyor unutulmuş bahar ilk aşka benzer ilk heyecan ilk duyar gibi toprağın kokusunu ilk gider gibi ilk savaşa alevleniyor damarlarda kan bu incecik kız gelinlik yaşta bu desen oyun yaşında çocuk bu ihtiyar-delikanlı. ateş önü çatılmış tüfekler ve ölüme hazır binler: çiğneyemeyecek yabancı adam toprağımızı çiğneyemeyecek yabancılaşmış adam. bu ses kan ter ve gözyaşı içinde -en son nefese kadar- yüzyıllardır durmadan duraksamadan savaşanların -öz akıncının- (ingiltere, hollanda, ispanya en son amerikayı dize getiren kuyrukçularına baş eğmeyen) bu ses çağa vurulmuş mührü taşıyan bin tufan yaşamış bin engel aşanların bu ses -insanı kobay- dünyaya kafa tutuş hesap soruşun bu ses o mana: inançtan işlemez kurşun. bu ses gönül gönül ülke ülke yayılsın her cephesi bir vatan -başağa gelişen tohum- her cephesi bir bütün bu ses moro akıncısının -aydınlık savaşçısının- ...aydınlık savşçısı -önderin seriyyesi- gelen bir iz pembe şafaktan -altın nesilden- (her biri bir gökkubbeydi kutba güneş çöle vaha taşıyan) akıncı o zaman bu zamandır -bu zamandır- zulmün dumanı tüten yerde akıncı o zaman bu zamandır -bu zamandır- "ne uzlaşma, ne teslim ne hiçlik yalnız mutlak fikirde birlik yalnız mutlak fikrin iktidarı" dehşetin soluğu er ya geç silinir hıncın gökgürültüsünde ışık sütunlarından kurulur hayat bilinir "yaşanmaya değer hayat" sönük kalır deyişler: ufuk açan leyla dağlar delen ferhat... ve silinir ne varsa unutulmuş insanlıktan. kanım yoluna... harcına kanım moro dağları başkaldıranlar bu manayı yaşatanlar: bırak haksıza boyun eğeni sıcak odalardan seyretsin soğuktan ciğeri delinenleri açları, çıplakları unutsun ipe çekilenleri kurşunlananları... malı azalmasın onun teni incinmesin tek. bırak karışmayıp seyredeni candan geçen gelsin safımıza kavga kaçkını fistan giysin dolaşsın... gizli inançsız için değil kılıçların gölgesindeki yer. moro dağları gibi dik moro dağlarında başkaldıranlar onlar, bu manayı yaşatanlar: çölde susuz nasıl yürürse suya öylesine bir akıştır bizimki kararlı inançlı inatçı ister bozkır olsun ister çöl ister yemyeşil vadi senin vatanın benim vatanım özüm sen oradan kıracaksın zinciri ben buradan bir gün mutlaka kavuşacak ellerimiz her şey aydınlığa çıkmak için her şey "mutlak bir" için... bu yol bu uğurda ne yasası, ne ilkesi ne polis, ne askeri ne topu-tüfeği marcosun ne zulüm ne işkencesi durduramadı onları ne onu oynatan eller... onlar -mutlak hakimin hükmüyle hükmetmeyene itaat etmeyenler- onlar -zafere kadar- savaşın sabır heykeli. onlar hıncını savaşta bileyenler nefsini yenen savaştan dönmeyenler- işte jolo işte mindanao işte bajlban -adaları- onlar -her biri- cesaretin rengini giyinmiş onlar şehitler safında yer arayan onlar tek kalsamda dönmem diyenler (dönmemek için tek kalmayı bekleyenler değil) kaçkınların -seyredenin- tersine savaş alanında gösterenler -ölüm pahası- dönmeyeceklerini. moro dağları başkaldıranlar gerçeğe esirler onlar gerçeği iletenler çelik dişliler arası dünyaya (ki manzarası varlıkta açlık toklukta açlık açlığa çözüm çözümde can sıkıntısı sürünenlerle sürüngenler arası bir dünya.-) dur demeli bu gidişe herşey "mutlak bir" için herşey "mutlak fikir"le sen oradan kıracaksın zinciri ben buradan işte jolo işte mindanao işte bajlban. bir yudum su kısa bir durak sürüyor kükreyen yüreklerin öyküsü... sürüyor hayali aşkın gerçek gerçeğe ayna haber elçinin dilinden heberde canlar kardeşim canlar... - gelecek aydınlık ellerinde aydınlık savşçılarının geleceğe ışık tutuyor bacalod grande de dökülen kanlarımız. yas tutanımız yok, akıncıyız yok içimizde sızlayanımız "oyuncak tanımadan tüfeği tanıdı kurşunu tanıdı gerçek dostu düşmanı tanıdı konuşamadan öğrendi özgürlüğün ne olduğunu yürümeden daha ölümü tanıdı çocuklarımız. öğrendiler onlar için olmadığını insan hakları beyannamesinin öğrendiler birleşmiş milletler domuzlar diktatoryasını ve tanıdılar parçalanmış göğüslerinde annelerinin çağdaş uygarlığın sırtlan yüzünü filipin ordusu amerikan uydusu ya moskof ayısı ya çin işi var fahişe yüzlü devlerin. AYDINLIK SAVAŞÇILARI, İBDA YAYINLARI Share this post Link to post Share on other sites
buyukdogu 529 Report post Posted November 3, 2012 Salih Mirzabeyoğlu'nun avukatı Ölçer ''Şu anda müşahede altında. Müşahedenin belli bir süresi yok ancak yasal süre 21 gün." dedi, daha sonraki olası durumu açıkladı. ''Salih Mirzabeyoğlu'' olarak tanınan İBDA/C davası hükümlüsü Salih İzzet Erdiş'in avukatı Hasan Ölçer, müvekkilinin hastanede müşahede altında olduğunu belirterek, ''Müşahedenin belli bir süresi yok ancak yasal süre 21 gün. Bu süreden daha kısa veya uzun müşahede altında kalabilir'' dedi. Avukat Ölçer, AA muhabirine yaptığı açıklamada, ruhi ve psikolojik durumunun incelenmesi için Bolu F Tipi Cezaevi'nden Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi'ne götürülen Erdiş'i gün içinde gördüğünü ve sağlık durumunun iyi olduğunu söyledi.Erdiş'in doktorlarıyla da görüştüğünü ve endişelenecek bir durumu olmadığını dile getiren Ölçer, şöyle devam etti: ''Şu an kendisi müşahede altında. Müşahedenin belli bir süresi yok ancak yasal süre 21 gün. Bu süreden daha kısa veya uzun müşahede altında kalabilir. Ona doktorlar karar verecek. Şu an gözlem altında. Kendisiyle bir tane doktor ilgileniyor. Zaman zaman müvekkilimle konuşacak veya onu gözlem altında tutacak. Son zamanlara doğru heyet halinde görüşülebilir. En son müvekkilimle ilgili bir rapor hazırlanacak. Bu gözlem altına alınma işlemi, bizim herhangi bir talebimiz sonucunda olmadı. Bizim de ailesinin de şu an tahliyesine ilişkin bir talebimiz olmamıştı.'' haber7.com 1 Share this post Link to post Share on other sites
Horanta 39 Report post Posted November 3, 2012 Salih Mirzabeyoğlu’na “Neden” Özgürlük? İbrahim Arpacı Yaklaşık 15 yıldır cezaevinde, son 11 yıldır ise tecrit altında tutulan Mirzabeyoğlu, yaşayan dava şehitlerindendir. Kendisi İBDA-C adlı bir örgütün lideri olduğu ve örgütün hiçbir zaman ispatlanamayan silahlı eylemlerine liderlik ettiği iddiası ile müebbet hapse mahkûm edilmiştir. İşin bir diğer tarafı ise bu iddia edilen örgütün hiçbir mağduru yokken… Malumunuz, devlet kademesindeki büyüklerimiz, bir zamanlar siyasi anlayışlarına muhalif düşen tüm fikirlerin illegal örgütler olduğunu vaaz ediyorlardı; bu doğrultuda da yasalar yapıp cezalar veriyordu. Yine aynı devlet yönetici zihniyeti, günümüze gelen değin birçok insanı haksız bir şekilde yerlerinden yurtlarından edip, ailelerinden ayrı koyarak toplum içinde itibarsızlaştırma siyaseti izlemişlerdir. Bu devlet güruhu, yaptıkları yasaları kendi ideolojilerine uygun bir zemin içerisinde hazırlıyorlardı. Her aykırı sese “şucu, bucu” yaftası vurarak, illegalleştiriyordu. Uzun bir zaman bu yaptıklarında başarılı da olmuşlardı. Fakat bir vakit sonra o sırçalı köşklerinden teker teker düştüklerinde ise “vatan, millet, cumhuriyet edebiyatı” yaparak, geçmişte yaptıkları “bizden olmayan herkes bizim düşmanımızdır” sloganlarına, meşşru bir zemin aramanın derdine düştüler. Bu monşörler, toplumumun bir kısım ananelerini ve bir kısım dini hassasiyetlerini hiçe sayarak, ülkenin kendilerinin söz sahibi olabildikleri bir Cumhuriyet ütopyası olma eğilimi ile ülkeyi yönettiler. Bir zaman sonra sorulduğunda peygamberlerinin ismini tam telaffuz edemeyecekleri, nesillerinde inşasında, mimar olmuş oldular. Bununla da kalmayıp bir vakit sonra insan müteahhitliği yapmaya başladılar. Zekâsının iyi olduğunu düşündükleri çocukları ailelerinden alıp köy enstitülerine koydular, inanç ve kökleri etrafında ahlak yasalarını koyan halk sınıfının çocuklarını da İmam hatip okullarına sevk ettiler. Bir vakit sonra kendi himayelerine aldıkları Atatürk İlke İnkılâplarına bağlı yetiştirdikleri nesilleri sistemli bir şekilde devletin kadrolarına yerleştirdiler. Doğan her çocuk, hayatının ve inançlarının, yaşadığı devletin ideolojisi ile ters düştüğünü gördüğünde, kendini ya iğreti bir miskin sınıf olarak kabul etmek durumunda kaldı ya da bir cemaatin ya da tarikatın ya da fikir birliğinin kanatları altına girme ihtiyacını hissetti. Menderes hükümetinin yürütmeye gelmesi ile 1960 ve 1980’li yıllar arasında devletin amentüsü ezberletilen aydınlar ile kendi anlayış ve ideasını geliştiren ya da yaşatan sınıf, gerek televizyon gerek cemiyet içinde karşı karıya geldiler. Fikir mübadelesine girdiler. 1980 den sonra bu tartışmalar yerini felsefe menşeli akademik tartışma ve fikir eksenli sivil toplum kuruluş ve cemaat oluşumlarına kendini bıraktı. Tabi tüm bu süreçte devletin suni dogması kan kaybediyordu. Fakat devletin amentüsü kan kaybederken, halk kendi içinde, inanç anlayışı çerçevesinde cemaat ve fikir oluşumlarını iyiden iyiye kuvvetlendirmişti. Sonuç olarak, devlet bir pasta haline dönüşmüş ve bu pasta da, halkın iradesi sonucu yenilebilmesi mümkün olan bir nimet haline gelmişti. Yani devlet ve onun organları kaybettikleri kandan ötürü çekilmesi gereken sınırlarına kendilerini çekmek durumunda kalmışlardı. İdareyi eline alan ya da bugüne kadar hep mağrur ve mazlum rolünün kendisine biçildiğini düşünen darbelerle müzmin halk, geçmişte kendilerine ya da yakınlarına yapılan zulmün, zalimleri ile hesaplaşmak, onlarla yüzleşmek istedi. Kaç dumansız evdi çünkü bu bacası tütmeyen, tüttürülmeyen? Yıllarca bir hiç uğruna ailesinden koparılanlar ardından kaybolanlar… Kaydı nüfustan kaç kör kurşun yüzünden silinen silindikçe daha bir silinenler. Hepsi bu ülkenin yakın zamanda ki gerçeklerinden fazlası değildi. Fakat tüm bu hak alma safhasında kendine meşru bir zemin oluşturan mağdur bir o kadar da mağrur halk, oluşturdukları cemaat, tarikat sivil düşünce organları ile müntesiplerinin uğradıkları hak kayıplarını büyük ölçüde almışlardır almaya devam ediyorlar ve alabilmektedirler… Kimi kurduğu siyasi kanat ile bu mağduriyetini ortadan kaldırmış, kimi siyasi bir yakınlaşma çerçevesinde meşru yasasını çıkartmış. Kimisi en çok kendi fertlerinin asker kanadından ötürü mağduriyetleri olduğu için tüm askeriyeden atılmış askerlere hükümet kanadı ile dirsek teması kurarak emekli olmalarını sağlamıştır. Kimi ise tekke ve zaviye kanununa muhalif duran sohbet halkalarını vakıf ve dernekleşme adı altında meşruiyet kazandırmış durumda. Fakat gelelim 50’den fazla kitabı olan, İbda adlı, neredeyse hikmet külliyatı diyebileceğimiz bir külliyata sahip, fikir adamının mağduriyetine. Fikri bir sarnıca sahip bu düşünce adamı, aynı zamanda yazar, Mirzabeyoğlu, illeti dahi ortada olmayan bir suçtan dolayı tecrit altında. Şu ana kadar kendisi ile ilgili hiçbir resmi devlet kuruluşunda ki, bir zamanın mazlum bürokratı, siyasisi, sivil toplum kuruluşu, ellerlini kaldırıp umursamıyorlar. Sadece bazı siyasiler kendilerine Mirzabeyoğlu ile ilgili soru sorulduğunda umursar gibi yapıyorlar. O kadar. Neden mi umursamıyorlar? Çünkü bu mazlum, mağrur mütefekkir, yeteri oranda devlet bürokrasisinde, siyasetinde kendisinin fikirlerini kendisinin düşünce dünyasını paylaşan siyasiler ile ortak paydası yok. Bakın, Danıştay cinayetinde ki sanığın mahkemesi karar bağlanmasına rağmen birkaç tanığın ifadesi ile mahkeme bozularak tekrardan yargılaması yapılarak başka bir davaya bağlandı. Neden? Çünkü davanın müdavimlerinin bir siyasi partide bir ideoloji de karşılığı vardı. Pekâlâ, sormak isterim: Necip Fazıl Kısaküreğin kaburga kemiğinden fikirler damıtarak gelen bir İslam düşünce insanının, bir toplum bilimcinin, yeteri kadar cemaati ya da yeteri kadar halkta karşılığı yok diye mi bir hücre de tecrit altında tutuluyor? Geçmiş yıllarda, “bu ülkenin adalet terazisi şaşmış” diyen bazı siyasiler: Sizlerinde adalet anlayışı, kendi adaletinize kavuşncaya değin midir? Hani bir kardeşimiz dahi kalsa zulüm altında, o da çıkmadan hiç birimiz bu davayı, bu yolu hakkı ile tamamlamış olmayacaktık? Unuttuk mu yoksa? Sizler dualarınızı yasalarla destekler iken neden en iyi ihtimalle Salih Mirzabeyoğlu’nun dualarına müşterek olup, fiili eyleme geçip, yeniden yargılanmasını sağlamıyorsunuz? Yoksa Mirzabeyoğlu’nun sizlerin siyasi yaşamında bir karşılığı mı yok? Ne dersiniz? Ey adaletin cenkliğine soyunan hamiler buyurun, dersiniz adalet ve vereceğiniz sınav ortada: Olmayan hayali bir örgütten dolayı müebbet yemiş mağrur bir düşünce adamı, mütefekkirin yaşamını ve davasını ele alıp işte bu yüzden bu adam tekrar yargılanmalı demelisiniz. İşte o vakit, Allah’ın, edebiyatın ve tükenmek üzere olan insanlığın adaletine fayda sağlamış olacaksınız vesselam. www.dinihaberler.com 1 Share this post Link to post Share on other sites