deniz_mavidir 8 Report post Posted November 8, 2005 YÜRÜYELİM SENİNLE İSTANBUL'DA Kırmızıyı sevdiğini bilseydim hayallerim kıpkırmızı olurdu İstanbul hala güneşin ardında ufuklarında birkaç kara leke birkaç kan pıhtısı dudaklarında İstanbul hala sevimli mi sevimli ve hala bir tomucuk tadında yürüyelim seninle İstanbul'da korkusuz bir rüyadır bekler bizi Beykoz'da, Üsküdar'da birkaç kuğu, birkaç mahzun kuştüyü yenilgisiz bir muamma gibidir arar buluşmayan ellerimizi deli rüzgar yine sarhoş, hovarda tam orada, Çamlıca yokuşunda birkaç bulut çekelim gökyüzünden damarlarımızdan geçirelim ve birden bırakalım suların üzerine sen bir defa konuş, sen bir defa gül kumlu ebrular yapalım seninle serpmeli ebrular, bülbülyuvası hercaimenekşe, gonca ve sümbül yüzün bir ay gibi parlarken gecenin ortasında yürüyelim seninle İstanbul'da boğaziçi mağrur türkülerini gözlerine baka baka söyleyin martılar üşüyünce denizin sıcağında bulsunlar kalbimizi anlayabilir misin neden çıban gibi büyür bağrımda büyür de kelebek olur bu sızı kırmızıyı sevdiğini söyledin bu yüzden mi günlerdir İstanbul'da gül kokusu yayılan tepeler kırmızı, sular kırmızı İstanbul bilmeli ki, sahillerine mehtabı taşıyan senin bakışlarındır İstanbul bilmeli ki, limanlardan gemiler önce senin yüreğine açılır uzaklarda bir yerde toprağı öpmek için eğilen bahçıvanın parmaklarında hüzün sana doğru akan nehrin ağlayan suretidir bir elimizde umut bir elimizde sevda yürüyelim seninle İstanbul'da musiki kesilsin, tükensin yazı çaresiz kalınca mızrap ve şiir ozan bir kenara bıraksın sazı ressam fırçasına neden mi kızgın tuvalde çizgiler, renkler kırmızı kırmızıyı sevdiğini bilince çekilir mi artık güllerin nazı Anadolukavağı'nda her akşam burcu burcu bir rüyadır hayalin karanlık, hüznünü düşürür dağa kuşlar kanat çırpar, yıldızlar ağlar endamın her sabah iner toprağa hasret, yanlızlığı çoğaltan deniz ayrılık acıyla süzülür kandan nefesin fermandır Topkapı Sarayı'nda dönüşünü bekliyor rıhtımda şehzadeler öylesine yorgun, mahzun ve candan İstanbul bir yanımda, sen bir yanımda uykusundan uyanınca fırtına dalgalar türkümüze aşina olur yüzümüze bakınca deniz fenerleri sahibini arayan gemilerin çığlığıyla vurulur tarih heyelandır hainlerin ardında İstanbul tarihin soylu anası biz bu yürüyüşü çiğdemlerden almışız sevdayı kız kulesi'nden yalıların burukluğu altında geçiyoruz sokaklardan delice anlayabilir misin beyoğlu'nda gezinen hayal kırıklığının benden türediğini anlayabilir misin kırmızı neden böyle doldurur aynalara inleyen yüreğimi sana giden yolların kavşağında bir adam direniyor izini bulmak için siliyor tanyerine akan alın terini ufkunda sapsarı umudun rengi mavi yitik, beyaz kızgın ve siyah arıyor sessizce kaybolan günlerini Gülhane'de simit satan çocuklar nasıl anlasınlar ellerimizin neden böyle çekingen olduğunu Ayasofya önünde tramvay bekleyenler gökyüzüne dokunurken bu acı kimdir diye sorsunlar içlerinden birlikte yürüyen iki yabancı biz gitsek de, İstanbul'da yine de yıllar yılı gezinmeli bu sızı benden bir yaralı şiir kalmalı senden bir tebessüm, bir de kırmızı NURULLAH GENÇ Share this post Link to post Share on other sites
yusuf 40 1 Report post Posted January 25, 2006 Keman gene muzdarip,ney gene gam yüklüdür, Tambur bir muammayı çözüyor tellerinde, Çizgiler biraz isyan,biraz ilham yüklüdür, Necip Fazıl okuyan genç kızın ellerinde.... 1 Share this post Link to post Share on other sites
SusQuN 14 Report post Posted June 29, 2006 Yağmur Vareden'in adıyla insanlığa inen Nur Bir gece yansıyınca kente Sibir dağından Toprağı kirlerinden arındırır bir yağmur Kutlu bir zaferdir bu ebabil dudağından Rahmet vadilerinden boşanır ab-ı hayat En müstesna doğuşa hamiledir kainat Yıllardır bozbulanık suları yudumladım Bir pelikan hüznüyle yürüdüm kumsalları Yağmur, seni bekleyen bir taş da ben olsaydım Hasretin alev alev içime bir an düştü Değişti hayal köşküm, gözümde viran düştü Sonsuzluk çiçeklerle donandı yüreğimde Yağmalanmış ruhuma yeni bir devran düştü İhtiyar cübbesinden kan süzülür Nebi'nin Gökyüzü dalgalanır ipekten kanatlarla Mehtabını düşlerken o mühür sahibinin Sarsılır Ebu Kubeys kovulmuş feryatlarla Evlerin anasına dikilir yeşil bayrak Yeryüzü avaredir, yapayalnız ve kurak Zaman, ayaklarımda tükendi adım adım Heyula, bir ağ gibi ördü rüyalarımı Çölde seni özleyen bir kuş da ben olsaydım Yağmur, gülşenimize sensiz, baldıran düştü Düşmanlık içimizde; dostluklar yaban düştü Yenilgi, ilmek ilmek düğümlendi tarihe Her sayfada talihsiz binlerce kurban düştü Bir güzide mektuptur, çağların ötesinden Ulaşır intizarın yaldızlı sabahına Yayılır o en büyük muştu, pazartesinden Beyazlık dokunmuştur gecenin siyahına Susuzluktan dudağı çatlayan gönüllerin Sükutu yar, sevinci dualar kadar derin Çaresiz bir takvimden yalnızlığa gün saydım Bir cezir yaşadım ki, yaşanmamış, mazide Dokunduğun küçük bir nakış da ben olsaydım Sensiz kaldırımlara nice güzel can düştü Yarılan göğsümüzden umutlar bican düştü Yağmur, kaybettik bütün hazinesini ceddin En son, avucumuzdan inci ve mercan düştü Melekler sağnak sağnak gülümser maveradan Gümüş ibrik taşıyan zümrüt gagalı kuşlar Mutluluk nağmeleri işitirler Hira'dan Bir devrim korkusuyla halkalanır yokuşlar Bir bebeğin secdeye uzanırken elleri Paramparça, ateşler şahinin hayalleri Keşke bir gölge kadar yakınında dursaydım O mücella çehreni izleseydim ebedi Sana sırılsıklam bir bakış da ben olsaydım Sarardı yeşil yaprak; dal koptu; fidan düştü Baykuşa çifte yalı; bülbüle zindan düştü Katil sinekler deldi hicabın perdesini İstiklal boşluğuna arılar nadan düştü Dolaşan ben olsaydım Save'nin damarında Tablosunu yapardım yıkılan her kulenin Ebedi aşka giden esrarlı yollarında Senden bir kıvılcımın, süreyya bir şulenin Tarasaydım bengisu fışkıran kakülünü On asırlık ocağın savururdum külünü Bazen kendine aşık deli bir fırtınaydım Fırtınalar önünde bazen bir kuru yaprak Uğrunda koparılan bir baş da ben olsaydım Sensizlik depremiyle hancı düştü; han düştü Mazluma sürgün evi; zalime cihan düştü Sana meftun ve hayran, sana ram olanlara Bir bela tünelinde ağır imtihan düştü Badiye yaylasında koklasaydım izini Kefenimi biçseydi Ebva'da esen rüzgar Seninle yıkasaydım acılar dehlizini Ne kaderi suçlamak kalırdı, ne intihar Üstüne pırıl pırıl damladığın bir kaya Bir hurma çekirdeği tercihimdir dünyaya Suskunluğa dönüştü sokaklarda feryadım Tereddüt oymak oymak kemirdi gururumu Bahira'dan süzülen bir yaş da ben olsaydım Haritanın en beyaz noktasına kan düştü Kırıldı adaletin kılıcı; kalkan düştü Mahkumlar yargılıyor; hakimler mahkum şimdi Hakların temeline sanki bir volkan düştü Firakınla kavrulur çölde kum taneleri Ahuların içinde sevdan akkor gibidir Erdemin, bereketin doldurur haneleri Sensiz hayat toprağın sırtında ur gibidir Şemsiyesi altında yürürsün bulutların Sensiz, yükü zehirdir en güzel imbatların Devlerin esrarını aynalara sorsaydım Çözülürdü zihnimde buzlanmış düşünceler Okşadığın bir parça kumaş da ben olsaydım Sensiz, tutunduğumuz dallardan yılan düştü İlkin karardı yollar, sonra heyelan düştü Güvenilen dağlara kar yağdı birer birer Sensizlik diyarından püsküllü yalan düştü Yağmur, duysam içimin göklerinden sesini Yağarsın; taşlar bile yemyeşil filizlenir Yıldırımlar parçalar çirkefin gölgesini Sel gider ve zulmetin çöplüğü temizlenir Yağmur, birgün kurtulup çağın kundaklarından Alsam, ölümsüzlüğü billur dudaklarından Madeni arzuların ardında seyre daldım Küflü bir manzaranın çürüyen güllerini Senin için görülen bir düş de ben olsaydım Şehirler kabus dolu; köylere duman düştü Tersine döndü her şey sanki; asuman düştü Kırık bir kayık kaldı elimizde, hayali Hazindir ki, dertleri aşmaya umman düştü Ayrılığın bağrımda büyüyen bir yaradır Seni hissetmeyen kalp, kapısız zindan olur Sensiz doğrular eğri, beyaz bile karadır Sesini duymayanlar girdabında boğulur Ana rahminde ölür sensizlikten bir cenin Şaşkınlığa açılır gözleri, görmeyenin Saatlerin ardında hep kendimi aradım Bir melal zincirine takıldı parmaklarım Yeryüzünde seni bir görmüş de ben olsaydım Sensiz, ufuklarıma yalancı bir tan düştü Sensiz, kıtalar boyu uzayan vatan düştü Bir kölelik ruhuna mahkum olunca gönül Yüzyıllardır dorukta bekleyen sultan düştü Ay gibisin; güneşler parlıyor gözlerinde Senin tutkunla mecnun geziyor güneş ve ay Her damla bir yıldızı süslüyor göklerinde Sümeyra'yı arıyor her damlada bir saray Tohumlar ve iklimler senindir; mevsim senin Mekanın firçasında solmayan resim senin Yağmur, birgün elimi ellerinde bulsaydım Güzellik şahikası gülümserdi yüzüme Senin visalinle bir gülmüş de ben olsaydım Tavanı çöktü aşkın; duvarlar üryan düştü Toplumun gündemine koyu bir isyan düştü İniltiler geliyor doğudan ve batıdan Sensizlikten bozulan dengeye ziyan düştü Islaklığı sanadır ahımın, efganımın İçimde hicranınla tutuşuyor nağmeler Sendendir eskimeyen cevheri efkarımın Nazarın ok misali karanlıkları deler Bu değirmen seninle dönüyor; ahenk senin Renkleri birbirinden ayıran mihenk senin Bir hüzün ülkesine gömülüp kaldı adım Kapanıyor yüzüme aralanan kapılar Sana hicret eden bir Kureyş de ben olsaydım Yağmur, sayrılığıma seninle derman düştü Beynimin merkezine ölümsüz ferman düştü Silindi hayalimden bütün efsunu ömrün Bir dönüm noktasında aklıma Rahman düştü Nefesinle yeniden çizilecek desenler Çehreler yepyeni bir değişim geçirecek Aydınlığa nurunla kavuşacak mahzenler Anneler çocuklara hep seni içirecek Yağmur, seninle biter susuzluğu evrenin Sana mü'mindir sema; sana muhtaçtır zemin Damar damar seninle, hep seninle dolsaydım Batılı yıkmak için kuşandığın kılıcın Kabzasında bir dirhem gümüş de ben olsaydım Kardeşler arasına heyhat, su-i zan düştü Zedelendi sağduyu; körleşen iz'an düştü Şarkısıyla yaşadık yıllar yılı baharın İnsanlık bahçemize sensizlik hazan düştü Yağmur, seni bekleyen bir taş da ben olsaydım Çölde seni özleyen bir kuş da ben olsaydım Dokunduğun küçük bir nakış da ben olsaydım Sana sırılsıklam bir bakış da ben olsaydım Uğrunda koparılan bir baş da ben olsaydım Bahira'dan süzülen bir yaş da ben olsaydım Okşadığın bir parça kumaş da ben olsaydım Senin için görülen bir düş de ben olsaydım Yeryüzünde seni bir görmüş de ben olsaydım Senin visalinle bir gülmüş de ben olsaydım Sana hicret eden bir Kureyş de ben olsaydım Damar damar seninle, hep seninle dolsaydım Batılı yıkmak için kuşandığın kılıcın Kabzasında bir dirhem gümüş de ben olsaydım 2 Share this post Link to post Share on other sites
NFK-Fan 285 Report post Posted June 29, 2006 Selamlar, İşte olay budur... Uluslararası bir naat yarışmasında derece yapmış bir şiir ve gerçekten bunu hak ediyor bence. Nurullah Genç gibi kaliteli bir şairin ortaya çıkışındaki yegane sebep... O'na duyulan sevginin en güzel ifadelerinden. Arada sırada döner döner okurum. Paylaştığınız için teşekkür ederim. Saygı ve selamlarımla Share this post Link to post Share on other sites
isyanlı sükut 4 Report post Posted June 29, 2006 gerçekten muhteşem bir şiir bu şiiri her okuduğumda farklı iklimlere gittiğimi hissediyorum.. Share this post Link to post Share on other sites
SusQuN 14 Report post Posted June 29, 2006 Rüveyda fezayı bağlayarak yorgun kanatlarına bir güvercin uçurup kıtalar arasından çağırdın beni geçerek birer birer sürgün kanyonlarını derbeder koşup geldim ışıldayan tahtına yarım koyup bir bardak kurşun rengi çayımı yıkarak yalnızlığa kurduğum sarayımı yetim çığlıklarımı duyurmak üzere sana koşup geldim; iliştir beni memnu bahtına adını söylemek istemiyorum her hecesi amansız bir kor dudaklarımda her harfine yıllardır şimşeklerle yarıştım zindanlara karıştım, ölümlerle tanıştım adını söylemek istemiyorum Rüveyda dediğim zaman anla ki, senin için yürüyor kelimeler çığlığımın atardamarlarından hangi yıldızdır bilmem, gözlerin kayar da üzerime Rüveyda önce tuhaf bir deprem yayılır bedenime sonra açılır önümde ıstırab vadileri silik renkleriyle adımlarıma çözülmeye yüz tutan bir mazi mühürlenir hayalin bittiği menfeze doğru alaca bir at koşar içimde zamansız, mekansız nefese doğru uslanmaz bir yürek taşıdığıma dair yaygın bir kanaat dolaşır aynalarda oysa Rüveyda baştan başa ben kevser akan, gül kokan bir kalbin filiziyim kitaplara sürdüğüm kapkara lekelerden bir anlatsam nasıl utandığımı bir doğrulsam eğrildiğim yerden ağarır tanyeri nilüferlerin alaca bir at koşar içimde ezer toynaklarıyla anılarımı sular köpürmemeliydi Rüveyda kırılmamalıydı ıslak dalları hasret selvilerinin ben zehire alışkınım, şerbete değil rüyalar nefret eder avare duruşumdan kabuslar çekerek ancak derdimi yeryüzünde sen gün boyu simsiyah bir ufukla beraber ben her gece bir mehdi türküsüyle çilekeş yargılamak için zeval kayıtlarını inkilap bekliyorum hangi umut çiçeğidir bilmem, ellerin uzanır da gönlüme Rüveyda derinden bir ok saplanır bağrıma beynimi çağıran bir sese doğru alaca bir at koşar içimde zamansız, mekansız nefese doğru varlığın cinayettir memleketimde işlenen akıtır kanını asil pehlivanların yokluğun sükunettir kuşatır evrenimi varlığın ve yokluğun ölümüdür baharın artık eskisi gibi bakamıyorsun göklerinde bir belkıs otururdu Rüveyda binlerce gökkuşağı olurdu kirpiklerin güneş bir ane gibi dururdu başucunda artık dokunamıyor kakülün bulutlara karalara bürünmüş saçlarında dolunay BEN BU KADAR ZULME LAYIK MIYIM RÜVEYDA hangi ressamı vurur bilmem, endamın sarar da benliğimi ben beni tanımam kaldırımlarda kafesleri yutan kafese doğru alaca bir at koşar içimde zamansız, mekansız nefese doğru kırmızı bir kurdela bağlayarak alnına duydun mu orkideye dua eden birini bu ısmarlama yüzler yok mu Rüveyda bu yapmacık bebekler gözyaşı akıtırken gülenler yok mu beni kahrediyor geceler boyu hangi çağın gelişidir bilmem, gülüşün soluk bir dünyanın mezarlarına gömerek gurbetimi kapadı karanlığa Yesrib, kapılarını meydan okuyuşun çağın ordularına bilmem hangi mevsimin başlangıcıdır doruklarından öte hevese doğru alaca bir at koşar içimde zamansız, mekansız nefese doğru yasını tutuyorum kararttığım düşlerin yıpranmış divaneler gibiyim sokaklarda amansız bir ütopya üfleyen pencereler lif lif yoluyor dram seyyahı bedenimi önümde, haksızlığın hesaba çekildiği hiç kimsenin kimseyi tanımadığı mahşer arkamda, kare kare ömrümü belirleyen hatırladıkça yanıp tutuştuğum resimler söyle, nasıl aşarım pişmanlık dağlarını yeniden bir Nil olup taşar mıyım çölllere kim giydirir başıma tacını nihayetin kim takar bileğime hürriyet künyesini karada balık gibi nasıl yaşarım, söyle Rüveyda, seziyorum; tahammülün kalmadı ama dur, boşaltayım bütün çığlıklarımı asırlardır köhne barınaklarda küflenen, çürüyen çığlıklarımı at vuruldu içim paramparça Rüveyda gölgelerin ardına sakladım kusurumu sen orada kayıtsızca gülümsüyor gibisin ben burda damla damla eriyip akıyorum yine de, çiğnetmem kimseye gururumu istenmediğim yeri sessizce terk ederim hatıra kalsın diye bırakır da ruhumu mahzun bir derviş gibi boyun büker, giderim Nurullah Genç 1 Share this post Link to post Share on other sites
SusQuN 14 Report post Posted June 29, 2006 Siyah Gözlerine Beni De Götür daha dokunmadan kurudu irem çöllere bir türlü yağamıyorum yeni bir koşuşun başlangıcında biraz deprem sonrası biraz şehir hülyası bir kalp yangınından geriye kalan siyah gözlerine beni de götür artık bu yerlere sığamıyorum pembe uçurtmalar yollandığından beri sarardı tiryaki menekşeleri sonbaharın tozlu kafeslerinde sevgi turnaları yakalıyorum turnalar gidiyor; ben kalıyorum avareyim, asûdeyim, yorgunum bilmiyorum neden sana vurgunum erzurum garında banklar üstünde uyku tutmuyor karanlıkları yitik düşlerimi kovalıyorum gölgeler gidiyor; ben kalıyorum binbir türlü kokuyorsa yaylalar siyah gözlerine beni de götür baharın koynundan koparıp sana ipek bir mendile sardığım yüreğimle şehzade gülleri gönderiyorum umutlar kalıyor; ben gidiyorum bütün yelkenlileri, deniz fenerlerini kaptanları sorgulayan yanından geçen küheylanların korku tûfanına yakalandığı siyah gözlerine beni de götür güneş ülkesinden gelen yiğitler benzeri olmayan bir dünya kursun cellat, ayrılığın boynunu vursun usul usul intizârı çürüten bu hercai diken, bu çılgın arzu sürüklüyor imkânsız muştuların eşiğine gönül vâdilerini bir ağaçtan düşen yapraklar gibi düşüyorum tanyerine ya topla yaralı kırlangıçları ya da bu vefâsız şarkıyı bitir özgürlüğe giden tutsaklar gibi siyah gözlerine beni de götür SON ŞARKI ey mona liza’nın kıskandığı el bu kaçıncı bekleyiş trenlerin ardında bin pâre olduğum kaçıncı bozgun bir gün bu esrârlı hikâye biter erzurum garında banklar üstünde kalem bana kızgın, kitaplar kızgın hasret katar katar uzayıp gider içimde bir figân her düdük sesi her vagon efkârlı bir uzun hava göçmen kuşlar hâlâ dönmedi geri kurumuş, evlerin karanfilleri ey mona liza’nın kıskandığı el sihrine bir defa dokunmak için hep aynı şarkıyı söyleyip durdum başımı umutsuz taşlara vurdum vermedin bir siyah fotoğrafını ya da bir hatıra parmaklarından beni bir kaygısız neron mu sandın hangi düşmanımın sözüne kandın götür, senin olsun bütün ihtişâm gece mahkûmuna kalır mı akşam erzurum garından ayrılıyorum banklar mütereddit bakıyor ardımsıra abdurrahman gazi yokuşlarında mecnun’la, kerem’le buluşacagiz bu çâresiz derdi konuşacagiz yollar kivrim kivrim, çetin ve uzun daglar melânkoli, dereler hüzün takvimleri görmek istemiyorum karanliga dönmek istemiyorum ey mona liza’nın kıskandığı el bu kar yığınları cehennemden mi bu sokaklar mahşerden mi geliyor gürcükapı ihtirazı bilmezdi altın kalpli zambakların filizlendiği taşmağazalar ilmek ilmek bileklerine geçirmezdi nefret urganlarını nerede dadaşın gür bıyıkları aziziye neden böyle derbeder solan renkler kimin, kaldırımlarda ya bu erzurum erzurum değil ya ben başkasıyım bu erzurum’da ey mona liza’nın kıskandığı el belki de o eski sinemalarda hâlâ bir çin filmi oynamaktadır çifteminareler mum ışığında sonsuzluğa geçit aramaktadır küskün çinileri yakutiye’nin yine sessiz sessiz ağlamaktadır ıssızlığa kurşun sıkan tabyalar başına karalar bağlamaktadır abdurrahman gazi yokuşlarında ne mecnun ve kerem, leyla ve aslı ne de çin filmlerinden kalan görüntü alevli bir köpük sadece dünya erzurum garına, banklar üstüne dönüyorum çıplak ayaklarımla yine kuşlar, yine rüzgâr ve yağmur zavallı gözlerim kırmızı, mahmur unutuyor sevda resimlerini ey mona liza'nın kıskandığı el o eşsiz, ebedî sılâdan mahrum şarkıları sana bırakıyorum Kaynak: Şegrayin Şarkıları Nurullah Genç 1 Share this post Link to post Share on other sites
deniz_mavidir 8 Report post Posted June 29, 2006 .............evet nurullah genç.......yürüyelim seninle istanbul'da en sevdiğim şiirlerinden.....ve daha bi çoğu..tarzı uslubu.............off ya....böle dedikçe....yeteneksizliğimi hatırlıyorum :lol: Share this post Link to post Share on other sites
Ü.Y 9 Report post Posted July 18, 2006 Hıçkırıklar Saatler bitmiyor yapayalnızım Gülmek istiyorum,gülemiyorum Sensiz olmak mıdır hep alınyazım Bilmek istiyorum,bilemiyorum. Esirgedin nazlı,hilal kaşını Harap ettin çiçek kokan başını Yüreğime akan gözüm yaşını Silmek istiyorum,silemiyorum. Sanki her şey efsaneydi,masaldı Ayrılık ruhumu elimden aldı Gözlerim yollara takılıp kaldı Gelmek istiyorum,gelemiyorum. Göğüs germek için acılarıma Titreyişlerime,sancılarıma seni bir kez olsun avuçlarıma Almak istiyorum,alamıyorum. Saçılan bir köpük olmak dilinde Boğulmak saçının ince telinde Sır gibi sonsuza değin kalbinde Kalmak istiyorum,kalamıyorum. Unutuyor beni sırlı gözlerin İçimde bir yara işliyor derin Kulakların,dudakların,ellerin Olmak istiyorum,olamıyorum. Bölerek uykunu rüyalarına O kucak dolusu hülyalarına Gece gündüz uçup aynalarına Konmak istiyorum,konamıyorum. Deli gibi aşık olsa da güle Kim acır çöllerde öten bülbüle Bir gün alev alev yanıp da küle Dönmek istiyorum,dönemiyorum. Hıçkıra hıçkıra ağlamaktansa Başına karalar bağlamaktansa Bu yüreği her gün dağlamaktansa Ölmek istiyorum ölemiyorum. nurullah genç Bu şiirin İçinde biraz ben varım biraz da siz varsınız :D :D 1 Share this post Link to post Share on other sites
SusQuN 14 Report post Posted August 15, 2006 Benim payima dusen biraz fazla sanirim:( paylastigin icin tsk.ler Share this post Link to post Share on other sites
isyanlı sükut 4 Report post Posted September 12, 2006 Yalnızsın Bir akşam ışıkların dağlara güldüğünü Bir akşam bulutların seyre döküldüğünü Görürsün hasretiyle sabah ezgilerinin Bir akşam gözlerin ufka dalar pek derin Kuşlar öter, uçuşur yeşil dallara konar Umutlar yaprak yaprak alevlenir de yanar Son mutluluk sesleri dökülür dudaklardan İnsanlar gölge gibi çekilir sokaklardan Rüzgar okşamaktayken anne gibi tenini Gecenin kolları sessizce yakalar seni Anlarsın gözlerinin dolup boşaldığını Anlarsın yalnızlığı ve yalnız kaldığını... Share this post Link to post Share on other sites
DaNCefLooR 0 Report post Posted September 20, 2006 çok güzel ellerine sağlık Share this post Link to post Share on other sites
borealatis 4 Report post Posted September 27, 2006 O esrarlı yangına bu can nasıl dayandı? Sahile vurdu kalbim,su yandı,kum da yandı. Bir mum gibi eriyip aktı uykusuzluğum, Ölüme başkaldıran dertli uykum da yandı. Yurdundan mahrum edip dolaştırdın Cem gibi. Ruhumla söndü alev,sonra ruhum da yandı. Kül oldu bir yiğidin figanıyla her umut. Bülbülün küllerine konan puhum da yandı. Böylesi bir yangını görmedi Nemrut bile. Kaktüsün gölgesinde nazlı âhım da yandı. Âhımdır zannederdim en belalı kıvılcım, Kirpiğine dokunan kanlı âhım da yandı. Bir damla su ver bana ey çöl! Bari sen küsme. Kalmadı hiçbir şeyim bak,günahım da yandı. Yenilgiler bir tufan gibi çöktü üstüme. Ülkem yıkıldı heyhat! Ordugâhım da yandı. Köleleri her akşam duman kıldı gözlerin, Başıma tâc ettiğim padişahım da yandı. İlk defa böylesine tutuştu gökkuşağı. Renklerim siyah oldu ve siyahım da yandı. O'ndan başka ne varsa yandı, Yandık sen ve ben. O'nu göreyim diye,kıblegâhım da yandı. Nurullah Genç 1 Share this post Link to post Share on other sites
isyanlı sükut 4 Report post Posted October 11, 2006 DİKEN DİKEN zembilcide büyüyen, dal üstünde uyuyan gülmek sende gül olur, sen bende diken diken elmas beşik içinde kundağını öptüğüm sevmek tende gül olur, ten bende diken diken inci döker gözlerin asil kirpiklerinden umut kanda gül olur, kan bende diken diken kezzap akıtsan bile filizlenir yüreğim ölüm canda gül olur, can bende diken diken maverayı bulunca kapında süvariler kılıç kında gül olur, kın bende diken diken kafdağından öteye gidenler birgün döner hasret handa gül olur, han bende diken diken hasadı diriliştir tarlasında sevginin buğday unda gül olur, un bende diken diken acıların birikir, birikir de içimde her şey bende gül olur, ben bende diken diken bir televizyon programında Nurullah genç bu şiirini okudu yazım yönünden bir benzeri daha yokmuş şiiri farklı şekillerde okuyunca beş anlamlı şiir oluşuyormuş. Share this post Link to post Share on other sites
borealatis 4 Report post Posted October 13, 2006 nurullah genç in şiirleri gerçekten de güzel ve anlamlı oluyor....tşkler isyanlı sükut Share this post Link to post Share on other sites
Salihbey 6 Report post Posted November 3, 2006 hakikaten güzel bir şiir...Teşekkürler... Share this post Link to post Share on other sites
NFK-Fan 285 Report post Posted April 23, 2007 DİKEN DİKEN .... bir televizyon programında Nurullah genç bu şiirini okudu yazım yönünden bir benzeri daha yokmuş şiiri farklı şekillerde okuyunca beş anlamlı şiir oluşuyormuş. Selamlar, Öncelikle Nurullah Genç ile ilgili açılmış bulunan iki başlık, tek başlık haline getirilmiştir. Bu şiirin hangi şekillerde okunduğunda anlamlı hale geldiğini (Dümdüz okumak hariç :) ) bilen bir arkadaşımız, biz cahillere yardım edebilir mi? Saygı ve selamlarımla Share this post Link to post Share on other sites
cihat 28 Report post Posted April 29, 2007 Ulu Tanrı'ya ey sineği kanadıyla uçuran ey kulları Sırat'ından geçiren sevenlerin zikrindeki görünmez bilgelerin fikrindeki görünmez ey gülümü bana özgü yaratan dallarını baharıyla donatan ırmağa yaklaştım; akarak gitti servi gözüyaşlı bakarak gitti gece, tenha koydu beni dünyaya kanlı çığlığımı duyurdum aya acıdı halime gökte her yıldız sabah, saçlarımı okşadı yalnız güneş bile derman olmadı bana son bir ümid ile yöneldim sana boynumu kırdım da kapına geldim garipler otağı yapına geldim nerde gülüm, hayal hücresinde mi mor salkımlı evin bahçesinde mi ülkemde en güzel hakandır gülüm beni bu ateşte yakandır gülüm kanımın rengini taşır yüzünde götür beni O'na, koyma güzünde ey ayrının hasretini bitiren ey yolcuyu sılasına yetiren Ulu Tanrı, Ulu Sahip, Ulu Rab Yardım eyle; ruhum harab; ten harab Nurullah Genç Share this post Link to post Share on other sites
Ü.Y 9 Report post Posted April 30, 2007 Benim Şiirim Bakmayın çevremi kuşatanlara Hüznün,yalnızlığın şairiyim ben Issız ovaların nehiriyim ben İçimde işliyor derin bir yara Aşkın öldürmeyen zehiriyim ben Bakmayın çevremi kuşatanlara Hüznün,yalnızlığın şairiyim ben Kapattım kalbimin son kapısını Dokunun;boşlukta bir taş gibiyim Hafızası ölü nakkaş gibiyim Çekiyorum mutsuzluğun yasını Ayaklara mahkum bir baş gibiyim Kapattım kalbimin son kapısını Dokunun;boşlukta bir taş gibiyim Ölümü yaşadım ölmeden önce Bana sonsuzluğu beklemek düştü Mazide benim de yüzüm gülmüştü Uyandım,mutsuzluk geri dönünce Ölümü yaşadım ölmeden önce Bana sonsuzluğu beklemek düştü Gelsene,nerdesin,ey sessiz ölüm Adını yazsana dudaklarıma Zaman kan süzüyor kulaklarıma Hıçkırığa mahkum biçare gönlüm Haydi takılıver ayaklarıma Gelsene,nerdesin,ey sessiz ölüm Adını yazsana dudaklarıma Bulsam Kafdağı'nın eteklerini Başımı çevirip gitsem mi bilmem Ben ki yaranamam,şakaya gelmem Kuruttum bengisu peteklerini Karanlık dolu bir dünyada gülmem Bulsam Kafdağı'nın eteklerini Başımı çevirip gitsem mi bilmem Umutlar sultanı anlayamadı Sizler beni asla anlamazsınız Biraz sevdasınız,biraz nazsınız Kimse benim gibi ağlayamadı Belki gülersiniz,inanmazsınız Umutlar sultanı anlayamadı Sizler beni asla anlamazsınız 1 Share this post Link to post Share on other sites
rembo 2 Report post Posted June 8, 2007 GÜLNARE ben, yıpranmış sokaklar ortasında avare sen, kırgın bir ülkenin süreyyası: Gülnare honçalı novroz gelir; bir de siyah ve sarı dalgalanır göklerde bir kuşun kanatları her nağme, dudağında çarpılmış karanfil sana tutkun atlılar şimdi yorgun ve sefil göğsünde, kıskandığım bir rüyadır kırmızı nerdesin, ey masallar ülkesinin son kızı dokunmuyorsa kalbim o mazlum kitabeye ayışığı düşer mi kanlı bir harabeye sensiz çöl, ıssızlığın kahrıyla zehirlendi yalnız bulutlar değil, vahalarda kirlendi mahşeri bir serabın ardından yürüyorum gözlerini kaybeden bir kervan görüyorum geride, okunmayan silik izler kalıyor kaktüs hala toprağı uykuda yakalıyor tarihin her sayfası soluyor pare pare karasevda burcunu yıkıyorsun, Gülnare Azerbaycan ufkunda bir divanedir gönül böylesi tarümar olmadı belki de gül toprak, bir bakışınla kızıl renge büründü yıldızlar ülfet için gündüz vakti göründü gözlerin binlerce yıl ötesinden yadigar nerdesin, ey Bakü’den, Gence’den esen rüzgar yaldızlı perçemlerin ıslandıkça uzuyor yalnızlık damla damla şakağından sızıyor bazen öfke, kavgayı sevenlerin ardında mahülya ve hüzün; bazen korku ve sevda çiçeklerin yurdunda yalnız senin kokun var bazen uzaktan uzak, bazen yakın bir duvar karanlığa mahkumdur gökte sensiz, sitare ruhumu zevalinle buuşturma, Gülnare soluğun ab-ı hayat mıdır; filizlendi kül siyah bir lale gibi aynaya düştü kakül kırdın yüreğimdeki saatin akrebini kuruttun düşlerimin hayal mürekkebini hangi ırmağa baksam akıyorsun derinden Hazar, acılarınla ağlıyor kederinden kuduran bir denizde benziyorsun şikare görebilseydi seni ejderhalar, Gülnare gözlerinden fışkıran yanardağlar sönerdi o ısırgan bakışlar balmumuna dönerdi oysa şimdi su sarhoş; balıklar geldi dile dalgalar son bir umut vuruyor sahile Nahcıvan, hasretinle alevlenen sır çerağ seninle firakını unutuyor Karabağ göğsünde, kıskandığım bir rüyadır kırmızı nerdesin, ey masallar ülkesinin son kızı bırakıp gittin beni umarsız bir efkare haber gönder, nerdesin, nerdesin ey Gülnare 1 Share this post Link to post Share on other sites
gece güneşi 7 Report post Posted September 8, 2007 ARTIK İLGİLENMİYORUM SENİNLE Bunca yıkılmış dağlar üstüne Kalbimin kanını buharlaştırdı gözlerin Oysa kaç güvercin havalanmıştı içimden Konarak pervazlarına gülüşlerinin Kaç mermi sıyırmıştı ruhumu Acımasız yürüyüşlerinin mevzilerinde Dayanmıştım Ağlamıştım saatlerce parçalanan düşlerime Ta ki sevgilim Kızaran bir gök bulutu Ölümü Bir yıldırımla düşürdüğün ana değin Kalbimin haritasına Artık ilgilenmiyorum seninle Demiştin barut kokan kelimelerle Demiştin de hayat ölü bir bıldırcın gibi Tutuşup yanmıştı yanan bir tahta içinde Tarla küllerle dolu, ortasında yumurta Çatladıkça yeniden doğuruyor kanımdan Fışkıran harflerle kalbim olan cümleyi: Ben ancak bir tarih kitabı kadar İlgileniyorum seninle... Share this post Link to post Share on other sites
gece güneşi 7 Report post Posted September 8, 2007 SENSİZ KALAN BU ŞEHİR Sensiz kalan bu şehri yakmayı çok istedim Mavi bir aleve dönüştürdün kalbimi bir anda Tutuşturmak istedim Beni böyle umarsız bırakıp gittiğin Zalim bu şehri yakamadım Gözlerin dikildi karşıma bir caddenin tam ortasında İnanılmaz güzel bakıyordu gözlerime hafif ıslak En özel en bilinmeyen türleri açmıştı papatyaların Hatıralarınla titriyordu içim Kuşlar kanatıyordu gönlümü Gri bulutlar geçiyordu göğümden Anlamak üzreydim Neronun Romayı neden yaktığını Karanlık bir koridor açıldı önümde anlayamadım Yenik düşmüş bir Napolyon kadar mutsuzdum aslında İntihara kalkışan Hitler kadar çaresiz Yakmak üzreydim ki bu şehri Hatıraların içli bir yağmur gibi boşandı üzerime Kediler geçti birden kavşaklarından şehrin Acı acı miyavladılar gözlerime baktılar Kızgındılar kırgındılar Onlarda tutulmuşlar anladım sana bendeki kadar Onlarda terk ettiğin bu şehri çaresiz yakmak istiyorlar Yakamıyorlar Saçların dikildi karşıma bir sokak köşesinde Her telinde parmaklarımın izleri parlıyordu Benzersiz kokunu alıyordu kıvrımlarından rüzgar Gözleri doluyordu saçlarına bakan kedilerin Her biri bir kenarda darmadağın Çömelip kalıyordu yutkunuyordu Rengi kaçıyordu pencerelerde perdelerin Nereye yürüdüysen bakışın, duruşun, sesin Anladım söndürmeliyim tutuşan yüreğimi Kendimi yakmış olurum yakarsam bu şehri Çünkü sen her şeyinle bendesin Sensiz kalan bu şehri yakmayı çok istedim Share this post Link to post Share on other sites
deniz_mavidir 8 Report post Posted January 27, 2008 Nurullah GENÇ*Yağmur*şiiri-İskender PALA ile okuyor-TIKLAYIN Share this post Link to post Share on other sites
yaren 1 Report post Posted January 27, 2008 HİCRANNAME Aynalarda seni hissediyorum, Hayal ırmağının çağıltısında Umutların mecnun parıltısında Rüyalarda seni hissediyorum.. . Ey dost en güzelin nakışındasın, Nurun karanlığa akışındasın, Bir denizin sehla bakışındasın Dalgalarda seni hissediyorum... Şuledar eyleyip sundun elini, Tayfuna çevirdin sevda yelini, Tutuşturdun yüreğimin külünü, Nevalarda seni hissediyorum... Yürürken gecenin kalbine doğru, Gönlümden beynime vuruyor ağrı, Yalnızlık bir çöldür, ayrılık uğru, Tenhalarda seni hissediyorum... Akşamın renginde ay ışığında, Bir gül yaprağının kırışığında, Bulutta, yağmurda, gökkuşağında, Semalarda seni hissediyorum... Hüzün gözlerinden ruhuma düşer, İçim acılarla yoğrulur pişer, Ey hicran yıldızı ahsen-i beşer, Dualarda seni hissediyorum… NURULLAH GENÇ 1 Share this post Link to post Share on other sites
Muvazene 190 Report post Posted April 19, 2008 BENİ ANLAMAYIŞINA Sana bir uygarlığı getirdim; anlamadın Yavuz kahramanları, şiirin burçlarını Ayak ucuna koydum gecenin saçlarını Urganmış boynumda taşıdığın gerdanlık Sana hükümdarlığı getirdim; anlamadın Sevda suya karışır, sızar kan dağlarına Köpüren yüreğimde zıpkınlanır umutlar Yüzün tunç gibi çöker ülkemin bağlarına Irmaklar bilmediğin kadar hülyalı akar Her vadi bir yanıyla senin yüzüne bakar Bir yanında münzevi hıçkıran Leyla kuşu Sen henüz tanımadın sevda denen yokuşu Sen henüz yorulmadın yokuşta devler gibi Yıkılmak üzre olan çaresiz evler gibi Sen henüz vurulmadın uçarken göklerinde Sen henüz bir oltaya takılmadan derinde Karalar bağlamadın; beni anlayamazsın O kalp sende oldukça gülüm, ağlayamazsın Seni bir yıldız gibi koyacağım göklere Her gece ışığını ruhumdan alacaksın Aldanma gururunu okşayan çiçeklere En güzel güllerini ruhumla alacaksın Kopacak sanıyorsun bu ip ince yerinden Bu ipin her çizgisi yaralı bir dev gibi İnecek sanıyorsun bu bayrak gönderinden Bu sevda tükenecek sönen bir alev gibi Sen hala anlamadın sevginin en hasını Sen hala çözemedin ırmağın dünyasını O, coşkun bir denizin sularına yürürken Sen hasta bir çeşmeden doldurmuşsun tasını Gittiği her iklime sevdanı götürürken Gözyaşı çukuruna gömmüşsün deltasını Henüz bir tokat gibi inmedi yüzüne aşk Kalbine çivilerle gömülmedi ayrılık Görmedin bir arslanın can çekişen resmini Yalnızlık kitabında okumadın ismini Bir takvim yaprağında yanmadı bakışların Dökülen tüylerine tutunmadın kuşların Karanlık köşelerde acı acı gülmedin Sen henüz kovulduğun kapılarda ölmedin O Celali uykudan uyanmadın, uyanma Düşlerimin rengine boyanmadın, boyanma Bir kuş gibi çırpınan kalbimin kafesine Bir avuç yem bıraksan ölür müsün, a gülüm Feryadı kayaları parçalayan sesine Ömür boyu yabancı kalır mısın, a gülüm Sen henüz bir zindanın küflü duvarlarına Çarpmadın gözyaşıyla boğulan gözlerini Sen henüz diken diken saplamadın göğsüne Dudağında kuruyup dağılan sözlerini Sen henüz dokunmadın yalnızlığa kan gibi Acıyı kaynatmadın içinde volkan gibi Karalar bağlamadın beni anlayamazsın O kalp sende oldukça gülüm, ağlayamazsın 1 Share this post Link to post Share on other sites