Jump to content
Necip Fazıl Kısakürek [N-F-K.com Forum]
Sign in to follow this  
tugra

Mehmed Niyazi

Recommended Posts

ÇANAKKALE MAHŞERİ' NDEN

 

... Mösyö Valentin hayallere daldı. Oğuzhan'dan başlayan Türk tarihi gözlerinin önündeydi. 'Tanrı'nın kırbacı' dedikleri Atilla ünlü kılıcını çekmiş, Avrupa'yı titretiyordu. Alparslan'ın Diyojen'i perişan edişini görür gibiydi. Atını denize süren cengaver Fatih'in topları Bizans'ın surlarını dövüyordu. Bir insanın pasaportla gezemeyeceği ülkeleri kısacık saltanatında ülkesine katan Yavuz, Sina Çölü'nü geçiyordu. Her bahar 'Bize mi sefer yapacak?' korkusuyla Batılıların rüyalarına giren Kanuni, Mohaç'ı geçmiş, atını mahmuzluyordu...

... Kulübenin kapısı açıldı; bastonuna dayanarak bir kocakarı dışarı çıktı ve bağırmaya başladı. Gazanfer! Mücahit! Muzaffer! Çocuklar kulübeye doğru koşarken Mösyö Valentin'in yüzü ciddileşti, bakışları değişti, arkalarından bakarak mırıldanmaya başladı.

-Gazanfer! Mücahit! Muzaffer!.. haa!.. En karanlık gününde çocuklarına bu adları takan millet, bir yerde toprağa gömülse bile, bir başka yerden fışkırır!!!

Share this post


Link to post
Share on other sites

ben bu anı/yazıyı sankimm Talha Uğurluel' den dinlemiştim...sankim yani..

 

kesinlikle müthiş!

Share this post


Link to post
Share on other sites

Gönülden Gönüle

 

Her şairin, hatta edebiyatla ilgilenen herkesin bir şiir tarifi vardır. Bu tarifler, yapanın şiirden ne beklediğini ihtiva eder. Ahmet Haşim şiirde ses arar; nesirden çok şiiri musikiye yakın bulur; daha ileriye giderek şiirde mana aramayı bülbülü eti için kesip yemeye benzetir.

Felsefe profesörü Sayın Mahmut Kaya, gençlik yıllarından beri sanat değeri yüksek olan ve mesajını beğendiği şiirlerden dize, beyit, kıta seçmiş, bazen de rubainin, şiirin tamamını alarak "Gönülden Gönüle" adlı kitabını günışığına çıkarmış. Kitapta kendisinin de şiirleri bulunan Mahmut Kaya "Takdim" bölümünde şiirden ne anladığını açıklamış; "Her ne kadar o "Söz sanatı" diye nitelendirilse de Allah, kâinat ve insanı tema alan şiir; amaç, yöntem ve söylemleri farklı olmakla birlikte din ve felsefeye yakın durmaktadır ve bu bakımdan evrenseldir."

 

"Cananla yatarken koyun koyuna / Geceyi örtündük boylu boyuna / İkilikte birlik sırrına ermek / İlahi lütuftur Adem soyuna" dörtlüğünden de görüldüğü üzere Kaya iyi bir şairdir. Belli bir seviyenin üzerinde bulunan şairler, fıtratları icabı kolay kolay tatmin olmazlar. Maddi zenginlikler, mevkiler, geçici şöhretler onlar için önemli değildir; onlar her şeyden çok ebediliği ararlar. Bu gerçeği Kaya'nın tarifinde de görüyoruz. Mayasının yüksek dozda şiirle karılmış olduğundan şüphe bulunmayan Necip Fazıl da ebediliğe ulaşmak için metafiziğin kapılarını çok zorlamış, şairliğini de şöyle tarif etmiştir: "Ben şairim, gaybı kurcalayan çilingir."

 

Mehmet Akif'in "Şiirin başı hilkatlerin aheng-i ezelmiş" dizesini kitabına aldıktan sonra şairdeki özelliklerin ne olması gerektiğini şu şekilde vurgulamış: "... Cismanilikten ruhaniliğe geçemeyen ve maddenin kabuğunu kıramayan şaire başarılı gözüyle bakılmaz. Allah ile kendi beni arasında irtibat kuramayan şairin, kavurucu çöl sıcağında su sanarak serap peşinde koşan derbederden ne farkı var." Bu düşüncesini Necip Fazıl'ın şu beyitiyle de pekiştirmektedir: "Anladım işi sanat Allah'ı aramakmış / Marifet bu, gerisi yalnız çelik çomakmış." Mevlânâ'nın "Ne kadar yükseldiysem önümde hep o Türkmen mollasını gördüm" dediği rivayet edildiği üzere, burada da koca Yunus'u yine önde görüyoruz; "Boyandım rengine solmazam artık" dizesiyle metafizik gayretle ölümsüzlük sırrına erdiğini belirtiyor.

 

Medeniyet ve kültür birikimdir; şiir, roman, hikâye gibi ürünler köklerini bu birikimde bulurlar. Elbette ki şair olarak doğup, birikimlerden pek yararlanmayarak Karacaoğlan gibi yazanlar da vardır. Acaba Karacaoğlan o yeteneğini ciddi bir birikim üzerinde değerlendirebilseydi çok daha etkileyici, coşkun şiirler yazmaz mıydı? Birikimden yararlanmak eskileri taklit etmek anlamına gelmemeli; oradan aldığını yeni bir ses, yeni bir tarzla söylemek olmalıdır.

 

"Gönülden Gönüle" kitabı on beş bölümdür. "Huzur-ı Hak'ta", "Huzur-ı Risalet'te", "Ehl-i Beyt'e Selam" gibi başlıklarda topladıklarında gerçekten ince eleyip sık dokumuş, ortaya kültürümüzün hazinesini çıkarmıştır. Kaya bir felsefe profesörüdür, dolayısıyla bilim adamıdır. Şiirleri ve seçtikleriyle de gerçek gönül adamı olduğunu ortaya koymuştur. Hiç gönül adamı olmasaydı şu dörtlüğü yazabilir miydi: "Her dem aradı durdu / Bulduğu hep kusurdu / Aklın aklı olsaydı / Derhal gönül olurdu." Yıllarca önce Mahmut Kaya bana bir şiirini okumuştu. O zamanlarda kalemi eline alanların şimdilerde külliyatları vardır. Sanatkâr ruhlu insanların yazmaları, yazmamalarından kolaydır. Ruhlarındaki coşkunlukları zor tutarlar; onlar bentlerini yıkıp günışığına fışkırırlar. Mahmut Kaya kendisini tutmasını, coşkunluklarını bir kuyumcu sabrı ve becerisiyle işlemesini bildi. Toprağımız sihirlidir; ülkemizde şair doğanlar pek çoktur; yalnız şair olarak ölenler pek azdır. Allah gecinden versin, ama Mahmut Kaya şair olarak Hakk'ın rahmetine kavuşacak o mutlu azlardan biri olacaktır.

 

Mehmed Niyazi / 11 Mayis 2009 / ZAMAN

Share this post


Link to post
Share on other sites

Kitapta okuduğum Müttefik ordular başkomutanı Hamilton'a ait olan bir bölüm

 

"Evet, insan ruhunu yenmek mümkün olmuyor. Dünyada hiçbir ordu bu kadar sürekli ayakta kalamaz. Sadece bugün 1800 şarapnel attık. aylardan beri gece gündüz savaş gemilerimiz mevzilerini bombalıyor. Son derece hırpalanmış Türkleri koruyan Cenab-ı Allah'larından ayırmak için başka ne yapılabilir!..."

Share this post


Link to post
Share on other sites
Sign in to follow this  

×
×
  • Create New...