Jump to content
Necip Fazıl Kısakürek [N-F-K.com Forum]
gece güneşi

Takvimdeki Deniz ( Şiir İncelemesi )

Recommended Posts

TAKVİMDEKİ DENİZ

 

Ölüm ve Üstad... Ölümün Üstad'ın şiirindeki yeri o kadar büyüktür ki, Çile başyapıtının bir bölümü ölüme ayrılmıştır. Tabi bu, ölümün sadece bu bölümdeki şiirlerle sınırlı kaldığı anlamına gelmiyor, çünkü Üstad neredeyse her şiirinde umut ve ölümü ustalıkla bir arada barındırmayı bilmiştir. Belki de Çile'yi okuyan insanlar üzerinde küçük bir anket çalışması yapılsa ve aklınızda en çok kalan şeyi tek kelimeyle ifade eder misiniz diye sorulsa, verilecek cevaplarda en fazla ölüm mefhumu yer alır. Üstad ve ölüm mefhumu öyle bütünleşmiştir ki, Üstad’ın ölüme bakışı bir çok makaleye hatta kitaba konu olmuştur. ( Necip Nazıl şiirinde ölüm senfonisi-Ekrem SAĞIROĞLU ) Üstad’ın iç dünyasının yansıması olan şiirleri okunduğu zaman, birçok şiirin ortak özelliğinin ölüme duyulan özlem ve mutlak huzur için terk-i dünyanın şart olduğu görülür.

 

"An oluyor bir garip duyguya varıyorum,

Ben bu sefil dünyada acep ne arıyorum?.."

diyen Üstad bu garip duygudan kurtulmasının panzehirini de şöyle dile getirmektedir:

 

"Ölüm ölene bayram, bayrama sevinmek var

Oh ne güzel, bayramda tahta ata binmek var"

Üstad'ın ölüm konusundaki göşleri ciltler dolduracak kadar inceleme ve araştırmalarla ele alınabilecek değerdedir. Ama Üstad Takvimdeki deniz şiirinde ölümle ilgili düşüncelerini öyle güzel özetlemiş ki, aslında hiçbir açıklamaya yer bırakmamış. Bize düşen O’nun öz olarak verdiğini naçizane birkaç kelimeyle sunmaya çalışmak oluyor:

 

shipqb8.jpg

 

TAKVİMDEKİ DENİZ

 

Üstad bu şiirde ölümü deniz kisvesine büründürerek karşımıza çıkartıyor. Ölüme duyulan hasretin büyüklüğü denizin derinliğiyle vücut buluyor:

Hasreti denizlerin,

Denizler kadar derin

Ve o kadar bucaksız...

 

Kendisini içine çekecek olan deniz, ömrün günlerinin tükenmesiyle gün ışığına çıkan ölüm gibi yaprakları tükenmiş, kullanılmış bir takvimde tüm haşmetiyle çalkalanıyorken çıkar karşısına:

 

Ta karşımda, yapraksız,

Kullanılmış bir takvim...

Üzerinde bir resim:

Azgın, sonsuz bir deniz;

Kaygısız, düşüncesiz,

Çalkanıyor boşlukta.

 

Kendisinin ölüm karşısındaki acizliğini belirtmek istercesine, kendisini, gördüğü gemiyi denizin içinde bir nokta olarak tasavvur ediyor:

 

Resimdeyse bir nokta:

Yana yatmış bir gemi...

Kaybettiği âlemi

Arıyor deryalarda.

 

Birden resmin içinde buluyor kendisini. Ve kendisini kaybetmesine yol açıyor bu yolculuk:

Bu resim rüyalarda

Gibi aklımı çeldi;

Bana sahici geldi.

Geçtim kendi kendimden,

 

O kadar kendisini resmin içinde hisseder ki, artık denizin ıslaklığını yüzünde, yosunlarını ise ciğerinde hissetmektedir:

Yüzüme, o resimden,

Köpükler vurdu sandım;

Duymuş gibi tıkandım,

Ciğerimde bir yosun.

 

Artık önüne hiçbir engelin çıkamayacağına ve hasretini çektiği denize varacağına bütün benliğiyle inanmaktadır.Ve eğer varamazsa bu hasretin onu yakacağını belirtirken denize kavuşmanın bir yok oluş değil, asıl kavuşamamanın onun için bir yok oluş olacağını dile getirmektedir:

 

Artık beni kim tutsun?

Denizler oldu tasam.

Yakar, onu bulmazsam,

Beni bu hasret, dedim,

Varırım, elbet, dedim,

Bir ömür geze geze,

Takvimdeki denize.

Birden o kadar hasretini çektiği vuslatla karşılaşınca hayretler içinde kalır. Hem bekler, hem de yüz yüze gelince şaşkınlığa düşer. Birden odasının içine denize yolculuğun habercisi olarak meltem dolmuştur. Artık yolculuğun başlayacağının hem eşyalar hem de kendisi farkındadır. Yolculuğun başlayacağının farkına varan eşyalar birden odada kıyamet koparırlar:

Ne var, bana ne oldu,

Odama nasıl doldu,

Birdenbire bu meltem?

Ve dalgalandı perdem,

Havalandı kâğıtlar.

Odamda kıyamet var!

 

Vuslat habercisi olan meltem birden kanı donduracak bir etki oluşturur. Evet, bekleniyordur ama hesap edilmeyen bir şeyler vardır sanki. Her ne olursa olsun artık başlamıştır yolculuk:

 

Ah yolculuk, yolculuk!

Ne kadar baygın, soluk,

O gün bizde betbeniz;

Ve ne titrek kalbimiz

Ve eşyamız ne küskün!

İşte şimdi yolculuğun en azılı engelleyicileriyle karşı karşıyadır:

 

Yola çıktığımız gün,

Bir sıraya dizilmiş,

Gözyaşlarını silmiş,

Bakarlar sinsi sinsi.

 

Denize hicretin bir ayrılık, bir kopuş, bir terk ediş olduğunu gösteren sahne yaşanmaya başlamıştır. Birden her şey değişir:

 

Niçin o ânda hepsi,

Bir kuş gibi hafifler,

Arkadan geleyim der?

Niçin o güne kadar,

Dilsiz duran ne kadar

Eşya varsa dirilir,

Yolumuza serpilir?

Ufak böcekler gibi,

Gezer onların kalbi,

Üstünde döşemenin.

 

Şimdi kendisini bir karmaşıklığın ortasında bulur. Ama vuslat zamanı gelmiştir ve titrek kalp son oyunlara aldırmadan bu mahşerin içinden sıyrılır:

 

Bir gizli didişmenin

Saati çalar o ân;

Birden bakar ki, insan,

Her şey karmakarışık.

Ayırmak olmaz artık

Bir kalbi bir taraktan;

Ve kalb, ağlayaraktan,

Çekilir geri geri,

Terkeder bu mahşeri.

 

Ve şiirin en son kısmında tasavvur edilen sahnede, Üstad tarafından yaşanılanlar, bu mahşeri terk ederken Üstad'ın neleri arkasında bıraktığı ve bayram olarak gördüğü denize hicretin gönlü hafifliyor olsa bile dönüp arkaya bakmaktan kendisini alamadığı, Şair-i azam sıfatının nereden geldiği bir kez daha gözler önüne serilircesine dile getiriliyor:

 

Bu mahşerin içinden

O gün ben de geçtim, ben;

Nem varsa, evim, anam,

Çocukluğum hatıram

Ve ne sevdalar serde,

Bıraktım gerilerde,

Kaçar gibi yangından.

Rüzgârların ardından,

Baktım da süzgün süzgün,

Kurşun yükünü gönlün,

Tüy gibi hafiflettim,

Denize hicret ettim...

 

Ve en son olarak ölüm teması ve Üstad deyince naçizane aklıma gelen mısrayı yazmazsam olmaz galiba. Ölümün bir yok oluş değil, tam aksine mutlu bir yeniden var oluş olduğunu daha güzel anlatan başka bir mısra olduğunu zannetmiyor ve bana müsaade diyorum…

 

Ölüm güzel şey, budur perde ardından haber

Hiç güzel olmasaydı ölür müydü Peygamber?...

 

 

Sevgi ve saygılarımla…

 

Üstad Sınıfı/gece güneşi

Share this post


Link to post
Share on other sites

Bu halini de görmüş olmaktan dolayı çok bahtiyar oldum efendim :rolleyes: Tekrar tekrar sağolun,yüreğinize,parmaklarınıza sağlık :D

Share this post


Link to post
Share on other sites
Bu halini de görmüş olmaktan dolayı çok bahtiyar oldum efendim :rolleyes: Tekrar tekrar sağolun,yüreğinize,parmaklarınıza sağlık :)

 

 

ne demek efendim bu halini de beğendiğinize çok sevindim :D

Share this post


Link to post
Share on other sites

Üstad Sınıfımızın bu çalışmasını meydana getiren sayın Gece Güneşine teşekkür ediyoruz. Sağolun efendim. İncelemenizi okudum. Şiirin tercümesi ve anlamının neşri mesabesinde bir çalışma olmuş. Bu açıdan,okuyup da anlamakta güçlük çekenlere gayet yararlı olacaktır. Lakin anlatımda biraz daha derine inecek şekilde şiirin vaziyetini ruhi bir derinlik dairesinde değerlendirseydiniz daha da hoş olurdu.

 

Saygılarımla...

Share this post


Link to post
Share on other sites

Teşekkür ediyoruz kıymetli açıklamalar için....

Bir soru; "Takvimdeki Deniz" şiirinin doğuşunun hikayesi nedir?...

Acaba Üstâdın oturduğu bir yerde karşı duvarda gördüğü bir takvim ve fondaki deniz mi?...

Bilenler paylaşırsa seviniriz...

muhabbetle...

Share this post


Link to post
Share on other sites

merhabalar, forumda yeni olduğum için yadırganmamam gerektiğini düşünüyorum. hepinizin ince ruhluluğuna ve affına sığınarak bir başka yorumunu sunmak niyetindeyim bu şiirin.

 

öncelikle necip fazıl'ın tasavvufta nasıl piştiğini, tasavvufla nasıl hemhal olduğunu iyi biliyoruz. bu sebeple şiirde tasavvufa nasıl adım attığını anlattığını zannediyorum. bilirsiniz, mürşide bazen "gavs" yani denizin en derin yeri adı verilir. ve tasavvuf deniz olarak sembolize edilir klasik üslupta.

 

Hasreti denizlerin,

Denizler kadar derin.

Ve o kadar bucaksız.

 

burada apaçık şekilde mürşidine olan hasretini belirtmiş. ayrıca deniz metaforu ile hem mürşidini hem de hasretinin boyutunu kast etmiş.

 

Ta karşımda yapraksız

Kullanılmış bir takvim.

 

dünya hayatı. kullanılmış takvimden kasıt dünyada her şeyin, hayatın bile daha önceden birilerince yaşanmış olmasıdır. yani dünya kullanılmıştır, eskidir.

 

Üzerinde bir resim;

Azgın, sonsuz birdeniz.

Kaygısız, düşüncesiz,

Çalkanıyor boşlukta

 

tasavvuf. dünya hayatında görebileceğiniz tasavvufu betimlemiş üstad. sonsuz büyüklüğünü anlatmış tasavvufun.

 

Resimdeyse bir nokta;

Yana yatmış bir gemi,

Kaybettiği alemi

Arıyor deryalarda.

 

buradaki gemi üstadın kendisidir. hayattaki arayışlarını, çözülüş ve dirilişlerini sembolize etmiş.

 

Bu resim rüyalarda

Gibi aklımı çeldi,

Bana sahici geldi.

Geçtim kendi kendimden,

Yüzüme o resimden,

Köpükler vurdu sandım.

Duymuş gibi tıkandım,

Ciğerimde bir yosun

 

 

tasavvufun ilk etkisi. muhtemelen mürşidini ilk ziyaretinden bahsediyor. ilk ateş.

 

Artık beni kim tutsun.

Denizler oldu tasam,

Yakar onu bulmazsam

Beni bu hasret dedim

Varırım elbet dedim.

Bir ömür geze geze

Takvimdeki denize.

 

bu da ilk görüşten sonra mürşidine karşı duyduğu hasretin simgesi. artık takvimdeki deniz mürşididir.

Ne var bana ne oldu

Odama nasıl doldu

Birden bire bu meltem

Ve dalgalandı perdem

Havalandı kağıtlar.

Odamda kıyamet var.

 

aklında yaşadığı devrim. mürşidinin o ilk sohbeti sanki bir meltem gibi aklına dolmuş, bütün benliğini sarsmış ve titretmiştir. artık zihnine bir kaos hakim.

 

Ah yolculuk yolculuk

Ne kadar baygın soluk

O gün bizde betbeniz

Ve ne titrek kalbimiz.

Ve eşyamız ne küskün.

Yola çıktığımız gün

Bir sıraya dizilmiş

Gözyaşlarını silmiş,

Bakarlar sinsi sinsi

Niçin o anda hepsi

Bir kuş gibi hafifler

Arkandan geleyim der

Niçin o güne kadar

Dilsiz duran ne kadar

Eşya varsa dirilir

Yolumuza serpilir

Ufak böcükler gibi

Gezer onların kalbi

Üstünde döşemenin

 

Burada mürşide gidiş var artık. Lakin geçmiş hayattan kalma izler bir bir önüne çıkıyor. Buradaki eşyalar eski alışkanlıklar, eski zevkler, bütünüyle yeniye muhalif, geçmiş yaşam tarzı. içinde suskun kalan her şey artık önünde bir basamak, bir engel gibi duruyor.

 

Gizli bir didişmenin

Saati çalar o an

Birden bakar ki insan

Herşey karmakarışık.

Ayırmak olmaz artık

Bir kalbi bir taraktan

Ve kalb ağlayaraktan

Çekilir geri geri

Terkeder bu mahşeri.

 

burada karar verme anı anlatılmış. artık mürşide gitme kararı bu. eski hayatı bırakıp, adeta bir taraktan geçirip bütün beraberindekileri geride bırakmakararı. bu sebeple akıl karmakarışık. Lakin üstad kararını verir. eskiden gelenler terk edilecektir.

 

Bu mahşerin içinden

O gün ben de geçtim ben,

Nem varsa evim, anam,

Çocukluğum, hatııram,

Ve ne sevdalar serde

Bıraktım gerilerde

Kaçar gibi yangından.

Rüzgarların ardından

Baktım da süzgün süzgün

Kurşun yükünü gönlün

Tüy gibi hafiflettim.

Denize hicret ettim

 

gidişin bütün zorluğuna, geçmiş yaşama, ağırlığa rağmen üstad her şeyi bırakır. artık gönlü kuş gibi hafiftir. çünkü irşad olmuştur. gönlü tüm yüklerini atmıştır. denize, yani mürşidine hicret etmiştir.

 

herkese sevgi ve saygılarımla...

Share this post


Link to post
Share on other sites

Selamlar, Hoşgeldiniz. Yorumunuz için teşekkür ederiz lakin Üstad bu şiirini 1931 yılında, yani mürşidini tanıdığı yıl olan 1934'ten önce kaleme almıştır. O yüzden bu şiirde kullanılan deniz metaforu için, özlem duyulan mürşiddir sonucuna varamayız.

Şiirde, Üstadın Efendi Hazretletini tanımadan önce yaşadığı metafizik ürpertiyi ve hayatın boğucu, buhran dolu fikir çilesinden bir çıkış yolu aradığı dönemin izlerini görmek mümkün. Takvimdeki Deniz imgesi de kavuşmak için büyük bir iştiyak duyulan ve huzur verecek olan mefhum temeline oturtulur.

Share this post


Link to post
Share on other sites
Selamlar, Hoşgeldiniz. Yorumunuz için teşekkür ederiz lakin Üstad bu şiirini 1931 yılında, yani mürşidini tanıdığı yıl olan 1934'ten önce kaleme almıştır. O yüzden bu şiirde kullanılan deniz metaforu için, özlem duyulan mürşiddir sonucuna varamayız.

Şiirde, Üstadın Efendi Hazretletini tanımadan önce yaşadığı metafizik ürpertiyi ve hayatın boğucu, buhran dolu fikir çilesinden bir çıkış yolu aradığı dönemin izlerini görmek mümkün. Takvimdeki Deniz imgesi de kavuşmak için büyük bir iştiyak duyulan ve huzur verecek olan mefhum temeline oturtulur.

 

 

haklısınız, fakat üstadın arkadaşlarından birini, Mehmet Akif İnan'ı yakından tanıma fırsatını edinmiştim. ve bir şair olarak kendisinden öğrendiğim şu idi, şiire başlama tarihi ile şiirin bitiş zamanı arasında muazzam fark vardır.mevzu bahis tarihte yayınlanmış bir şiirse haklısınız, bir hata yapmış olabilirim. ama sonradan çıkan eserlerde bu tarihle bu şiir bulunuyorsa üstad sadece başlangıç tarihini baz almış olabilir, ki bahsettiğim üslup farkındaysanız üstadın sonradan getirdiği çizgilerine kesinlikle zıt değil. düşülen tarihte neyi baz aldığını sonuç olarak kendisinden başka kimsenin bilemeyeceği bir durum söz konusu ise hatalı bir yorumdan ziyade farklı bir bakış açısıyla karşı karşıya olduğunuzu belirtmek isterim...

Share this post


Link to post
Share on other sites

×
×
  • Create New...