nedmanün 13 Report post Posted June 4, 2006 Bir dahaki sefer ellerinizi yıkarken suyun sıcaklığı tam istediğiniz gibi değilse eskiden İngiltere’de bu işlerin nasıl yapıldığımı düşünün. 1500'lerde İngilterede işler şöyle yapılıyordu: Insanların çoğu Haziranda evleniyordu Çünkü senelik banyolarını Mayıs ayında yapıyorlar, Haziranda hala çok kötü kokmuyorlardı. Ama yine de kokmaya başladıkları için gelinler vücutlarından çıkan kokuyu bastırmak amacıyla ellerinde bir buket çiçek taşıyordu. Banyolar içi sıcak suyla doldurulmuş büyük bir fıçıdan meydana geliyordu. Evin erkeği temiz suyla yıkanma imtiyazına sahipti. Ondan sonra oğulları ve diğer erkekler, daha sonra kadınlar, sonra çocuklar ve en son olarak da bebekler aynı suda yıkanıyordu. Bu esnada su o kadar kirli hale geliyordu ki içinde gerçekten bir şeyleri kaybetmek mümkündü. Ingilizcedeki banyo suyuyla birlikte bebeği de atmayın? (Don't throw the baby out with the bath water) deyimi buradan gelmektedir. Evlerin çatıları üst üste yığılmış kamıştan yapılıyor, kamışların altında tahta bulunmuyordu. Burası hayvanların ısınabilecekleri tek yer olduğu için bütün kediler, köpekler ve diğer küçük hayvanlar (fareler, böcekler) çatıda yaşıyordu. Yağmur yağdığı zaman çatı kayganlaşıyor ve bazen hayvanlar kayarak çatıdan aşağı düşüyordu. İngilizcedeki kedi-köpek yağıyor (It's raining cats and dogs) deyimi buradan gelmektedir. Yukarıdan evin içine düşen şeyleri engelleyecek hiçbir şey yoktu. Böceklerin ve buna benzer nesnelerin yatakların içine düşmesi büyük bir sıkıntı oluşturuyordu. Etrafında yüksek direkler ve üstünde örtü bulunan İngiliz usulü yataklar buradan gelmektedir. Zemin topraktı. Sadece zenginlerin zemini topraktan başka bir şeyden yapılmıştı. Toprak kadar fakir (dirt poor) tabiri buradan çıkmıştır. Zenginlerin ahşaptan yapılmış zeminleri vardı. Bunlar kışın ıslandığı zaman kayganlaşıyordu. Bunu önlemek için yere saman (thresh) seriyorlardı. Kış boyunca saman sermeye devam ediliyordu. Bir zaman geliyordu ki kapı açılınca saman dışarıya taşıyordu. Buna mani olmak üzere kapının altına bir tahta parçası konuyordu ki bunun adı "thresh hold" (saman tutan; Türkçesi "eşik") idi. Yemek pişirme işlemi her zaman ateşin üzerine asılı durumdaki büyük bir kazanın içinde yapılıyordu. Her gün ateş yakılıyor ve kazana bir şeyler ilave ediliyordu. Çoğu zaman sebze yeniyor, et pek bulunmuyordu. Akşam yahni yenirse artıklar kazanda bırakılıyor, gece boyunca soğuyan yemek ertesi gün tekrar ısıtılarak yenmeye devam ediliyordu. Bazen bu yahni çok uzun süre kazanda kalıyordu. Bezelye lapası sıcak, bezelye lapası soğuk, kazandaki bezelye lapası dokuz günlük (peas porridge hot, peas porridge cold, peas porridge in the pot nine days old) tekerlemesinin menşei budur. Bazen domuz eti buluyorlar o zaman çok seviniyorlardı. Eve ziyaretçi gelirse domuz etlerini asarak onlara gösteriş yapıyorlardı. Birisinin eve domuz eti getirmesi zenginlik işaretiydi. Bu etten küçük bir parça keserek misafirleriyle oturup paylaşıyorlardı. Buna yağ çiğnemek (chew the fat) adı veriliyordu. Parası olanlar kalay-kurşun alaşımından yapılmış tabaklar alabiliyordu. Asidi yüksek olan yiyecekler kurşunu çözerek yemeğe karışmasına sebep oluyor, böylece gıda zehirlenmelerine ve ölüme yol açıyordu. Domatesler buna sık sık sebep olduğu için bunda sonraki yaklaşık 400 yıl boyunca domateslerin zehirli olduğu düşünülmüştü. Çoğu insanın kalay-kurşun alaşımından yapılmış tabakları yoktu. Onun yerine tahta tabaklar kullanıyorlardı. Çoğu zaman bu tabaklar bayat ekmekten yapılıyordu. Ekmekler o kadar bayat ve sertti ki uzun zaman kullanılabiliyordu. Bunlar hiçbir zaman yıkanmadığı için içinde kurtlar ve küfler oluşuyordu. Kurtlu ve küflü tabaklardan yemek yiyen insanların ağızlarında "tabak ağzı" (trench mouth) denen hastalık ortaya çıkıyordu. Ekmek itibara göre bölüşülüyordu. İşçiler yanık olan alt kabuğu, aile orta kısmı, misafirler de üst kabuğu alırdı. Bira ve viski içmek için kurşun kadehler kullanılıyordu. Bu bileşim insanları bazen birkaç gün şuursuz vaziyette tutabiliyordu. Yoldan geçen insanlar bunların öldüğünü sanıp defnetmek için hazırlık yapıyordu. Bunlar birkaç gün süreyle mutfak masasının üstüne yatırılıyor¸ aile etrafına toplanıp yiyip-içerek uyanıp uyanmayacağına bakıyordu. Buna "uyanma" nöbeti deniyordu. Ingiltere eski ve küçük bir yerdi, insanlar ölülerini gömecek yer bulamamaya başlamıştı. Bunun için mezarları kazıp tabutları çıkarıyor, kemikleri bir "kemik evi"ne götürüyor ve mezarı yeniden kullanıyorlardı. Tabutlar açıldığında her 25 tabutun birinde iç tarafta kazıntı izleri olduğu görüldü. Böylece insanların diri diri gömüldüğü ortaya çıktı. Buna çözüm olarak cesetlerin bileklerine bir ip bağlayıp bu ipi tabuttan dışarıya taşıyarak bir çana bağladılar. Bir kişi bütün gece boyu mezarlıkta oturup zili dinlerdi. Buna mezarlık nöbeti "graveyard shift" denirdi. Bazıları zil sayesinde kurtulur ("saved by the bell") bazıları da "ölü zilci" (dead ringer) olurdu. Gerçekler bunlar. Kim demiş tarih sıkıcıdır diye. ;) iktibasdan alınmıştır .. Share this post Link to post Share on other sites
gardenya 11 Report post Posted June 4, 2006 ;) Elinize sağlık,ilginç bilgiler ama şu iktibastan alınmıştır sözüyle ne anlatmaya çalıştınız anlamadım... Share this post Link to post Share on other sites
nedmanün 13 Report post Posted June 4, 2006 yazarını bulamadım da ondan iktibas metin arşivinden aldım diye belirttim.. çok güzel bi yazı ya emeklerini yemeyim diye ;) Share this post Link to post Share on other sites
nedmanün 13 Report post Posted June 19, 2006 -Viktorya İngiltere`sinde, kütüphane kurallarına göre kadınlarla erkeklerin yazdığı kitaplar, kişiler evli olmadığı sürece aynı rafta yan yana bulunamazdı. -12. yüzyılda Avrupalılar kuşları ağaçların doğurduğuna inanıyordu. -Binlerce yıl kuyruklu yıldızların, insanların günahlarının sıkıştırılmış hali olduğuna inanıldı. -17.yüzyıl Avrupası`nda hapşırmak, iyi bir aileden gelmenin ve iyi yetiştirilmiş olmanın bir işareti olarak kabul edilirdi. Bu yüzden üst sınıflar enfiye çekmeye başladı. -1600`lerde Fransa`da idam edilen katillerin kalıntılarının şans getirdiğine inanılırdı. Yanan veya kafası kesilen insanlardan kalanları didiklemek için kalabalıklar toplanırdı. -16. yüzyıl Paris`inde popüler aktivitelerden biri, yazın ortasına denk gelen günde torbalar dolusu kedi yakmaktı. Share this post Link to post Share on other sites
nedmanün 13 Report post Posted June 20, 2006 Gazeteci Ahmet Tan; rahmetli Turgut Özal ve bir gurup milletvekili ile beraber çıktığı bir Afrika seyahatinde, köle nakli yapan bir adayı ziyaret sırasında, burada rehberlik yapan bir Senegalli ihtiyarın ağzından dinlediği batılı barbarların tüyler ürpertici zulümlerini şöyle dile getiriyor.' - ' Bu iki altmışa iki altmış taş hücrelere en az onbeş kişi tıkılırdı. Burada en az üç ay alıcılarının gelmesini beklerlerdi. İsyan edenler ise ağaçlara bellerinden kanca ile asılırdı. Ölüm yavaş gelsin ve geride kalanlara daha uzun dehşet versin diye. Kölelerin dörtte biri ise bu şartlara dayanamayıp ölürlerdi. Cesetler hep denize atılırdı. Bu yüzden bu kıyılar hala Afrika'nın en çok köpek balığı olan kıyıları.' Özal köle deposu olarak kullanılan binayı gezerken Hikmet Çetin'e soruyor : - ' Bize insan hakları dersi verenler de burayı gezmişler midir acaba? ' Senegalli yaşlı yetkiliye Özal : - ' Atalarınızı zincire vurup buralardan zorla koparan, sonrada başka beyazlara kilo ile satanlara karşı şimdi neler hissediyorsunuz? ' diye soruyor. Yaşlı Senegallinin ifadeleri çok düşündürücü : - ' Biz Müslümanız Müslümanlıkta affetmek dinin gereği. Affettik ama unutmadık. Unutamayız da. Zaten bu gün burasını böyle korumamız, çocuklarımızın da ve onların çocuklarının da unutmaması içindir.' Bu cevap karşısında gözleri dolu dolu olan Özal, önüne uzatılan deftere şunları yazdı; ..'Esir ticaretinin tarihteki vahşetini gördük. Bu insanlık dışı vahşeti yapanlar, bugünkü insan haklarına çok saygılı olduklarını iddia edenlerin ataları... Bazen, acaba bugün de başka şekiller altında, bu insanlara yönelik aynı durum devam ediyor mu düşüncesine kapılıyor insan.' Share this post Link to post Share on other sites
Çilekeş 5 Report post Posted September 9, 2006 :) hoş ve ilginç bir yazı..batı medeniyyetini tüm çarpıklığını gözler önüne seriyor..daha düne kadar yaptığı tuvaletini sokağa döken,bugün bile taharet almayı bilmeyen batı medeniyyetini..bu yazıyı bizim batılı olduğumuz safsatasını bize yamamaya çalışan sözde aydınlarımızın okumasını isterdim..biz doğulu doğduk,doğulu öleceğiz Share this post Link to post Share on other sites
Achar 116 Report post Posted September 9, 2006 Onlar medeni (!) Biz Barbarız.. Share this post Link to post Share on other sites
serdengeçti 10 Report post Posted September 10, 2006 Onların hayatlarını okurken kimi zaman çok güldüm ise kimi zamn iğrendim doğrusu. O devirlerde onlardan biri olmayı hiç istemezdim. Sadace bunun için bile rabbimize ne kadar şükretsek azdır. Share this post Link to post Share on other sites
Achar 116 Report post Posted September 10, 2006 O devirlerde onlardan biri olmayı hiç istemezdim. Ben şimdi de istemem. Share this post Link to post Share on other sites
serhatgokhan 0 Report post Posted November 12, 2006 'Şark’a bakmaz, Garb’ı bilmez, görgüden yok vâyesi; Bir kızarmaz yüz, yaşarmaz göz bütün sermayesi!’ Şiir çok hoşuma gitti, konuylada çok uyumlu. Aceba şairi kim? Share this post Link to post Share on other sites