Jump to content
Necip Fazıl Kısakürek [N-F-K.com Forum]
metamorfoz

Mevlana Aşkıyla Yanan Rum Genci

Recommended Posts

Mevlânâ’nın izinde bir aşk yolculuğu Yaman Dede’nin hikayesi

 

“Rüştiye birinci sınıfta iken 13 yaşımda idim. Bu sınıfta Arapça ve Farsça dersleri başlar. Bütün dersleri sevmeme karşın Türk edebiyatı ile birlikte Arapça ve Farsçaya pek düşkündüm. Rüştiye ikinci sınıfta ders yılının ortalarındayız. Farsça hocamız, Şeyh Sadi’nin Gülistan’ını okuturdu. Arada sırada başka manzumeler de yazdırırdı. Bir gün siyah tahtaya yazdığı birkaç beyit kalbimi tutuşturmaya yetti. O beyitleri bugün gibi hatırlıyorum. Mesnevî’nin ilk beyitleri idi: Bişnev in çün şikayet mî küned Ez cüdâyîhâ hikayet mî küned Kez neyistân ta mera bübrideend Ez nefirem merd ü zen nalideend Sîne hâhem şerha şerha ez firâk Tâ bigûyem şerh-i derd-i iştiyak. Tahtaya yazılan ‘Mevlânâ’ ismi bana pek tatlı geldi. Okunan beyitler beni derinden sarstı. Son beyit sinemi hakikaten şerha şerha etmişti. O andan itibaren tatlı tatlı yanmaya başladım. Şiddetle yakan fakat anne bûsesi kadar tatlı gelen alevler iç alemimi kaplamıştı.” Yaman Dede, ya da Müslüman olmadan önceki adıyla Diyamandi Keçeoğlu, Mevlânâ ile tanışmasını bu etkileyici cümlelerle anlatıyordu. O İslam’ın tüm kurum ve değerleriyle ikinci plana itilmeye çalışıldığı bir dönemde yaşadı. Kültürü, edebiyatı, tarihi, hâsılı her şeyiyle İslam ya da onun son temsilcisi Osmanlı’nın neredeyse lanetlendiği yıllardı Diyamandi Molla’nın İslam’ın ulvi ateşiyle yanıp tutuştuğu dönemler... O sıradışı bir insandı. Kayserili bir Hıristiyan Rum genci olmasına rağmen Farsça derslerinde Mesnevî’den ve İslam klasiklerinden beyitler ezberler, din dersine gayrimüslim talebeler girmezken sınıfta oturur ve bir Müslüman gibi ilmihal bilgilerini, Resulullah’ın (sas) hayatını, İslam’ın inanç esaslarını öğrenirdi. Her şeye rağmen o zamanlar hayatta olan lisan zevki, şiir ve edebiyata olan düşkünlük, bu alanlarda uzman kıymetli zâtların o yıllarda hayatta olması küçük Diyamandi’nin farkında olmadan İslam’a yönelmesindeki etkenler arasındaydı. Yine bir Rum genciydi; ama İslam’a duyduğu sevgi farkında olmadan gün geçtikçe artıyor, içinde filizlenmekte olan iman çiçeği her geçen gün dal budak sarıyordu. İçin için yanan bu iç yangını kimselereanlatamıyordu. Çevresi onu hâlâ Hıristiyan olarak biliyordu. Din derslerinde ayetler, hadisler ezberleyen, Arapça ve Farsça hocalarından özel dersler de alan Diyamandi, liseyi birincilikle bitirir. Üniversite tahsili için İstanbul’a hareket eder. İstanbul’da Hukuk Fakültesi’ne kaydolan “Yamandi Molla”, okulu bitirdikten sonra devlet kademesinde görev alır. Bu sırada özel hocalardan edebiyat ve İslamî ilimler okumaya devam eder. Kendi ifadesine göre artık hidayeti bulmuş, lisana dökemese bile kalpten Kelime-i Şehadet-i çoktan kabul etmiş ve gizli Müslüman olarak yaşamaya başlamıştır. Meşhur Mevlevi dedelerinden Ahmed Remzi Dede’den Mesnevî okur. Mesnevî’de Mevlânâ’nın mikrobu, aşıyı haber verdiğini görünce aşkı ve hayranlığı kat kat artar. Mikroplardan bahseden beyit şöyledir: Zerhâ dîdem dehâ nîşân cümle bâz, Ger begûyem horde, şân gerdad dirâz (Ağızları hep açık zerreler gördüm/ Onların ne kadar küçük olduğunu söyleyecek olsam uzun gider.) Genç Diyamandi Mevlânâ’nın hayata gözlerini yumacağı tarihi bir beyitte ebced hesabı ile ifşa ettiğini de görünce artık ona çok daha büyük bir muhabbetle hayran olur. Bu Mesnevî’nin 28’inci beytidir: Her ki, o ez hem zebanî şüd cudâ Bî nidâ şüd gerçi dâred sad nidâ (Her kimse ki, söyleştiği kimseden, muhatabdan uzak düşer/ Yüz sesi, yüz dili olsa da sessiz ve dilsiz kalır) Ebced değeri Hazret-i Pir’in hicri vefat tarihi olan 672’dir. Mevlânâ, yine bir başka beytinde “Birinci ‘ibret’te benim için ağlayacaksınız” demiştir. “İbret” kelimesinin ebced değeri de yine 672’dir. Ankara Radyosu’nda çeşitli Mevlevi büyüklerinin hayatını anlatan sohbet programı yaptı. Bu programlar, o dönemin edebiyatseverlerinin dikkâtini çekti. Kısa sürede bu çevrelerde kendine kıymetli bir yer edindi. Müslümanlığını îlanı Azınlıklara mensup kız ve erkek liseleri olmak üzere çeşitli okullarda Türk Edebiyatı ve Farsça okutan Yaman Dede, devlet hizmetinden ayrılır, eğitimciliğin yanı sıra serbest avukatlık yapmaya başlar. Anadolu’nun çeşitli illerinde Mevlânâ ve Mesnevî konulu konferanslar verir. Ancak halen gizli bir mümindir. Namazını en kuytu semtlerin küçük mescitlerinde kılmakta, Ramazan aylarında oruçlarını gizli gizli tutmaktadır. Kızı ve eşi onun İslam’la şereflendiğinden habersizdir. O günleri anlattığı notlarında, “Tam kırk yıl bazen sahursuz bazen iftarsız oruçlar tuttum; ama ailem bunu hiç bilmedi!” şeklinde anlatır. Avukatlıktan çok zamanını okuldaki derslerinde gençliğin Mevlânâ’yı ve manevi aşkı tanımasına sarf etmektedir. 15 Şubat 1942 tarihi onun için dönüm noktası olur. Bu tarihte resmi olarak adını ve dinini değiştirir ve Mehmet Abdülkadir Keçeoğlu adını alır. Ailesi de artık durumu öğrendiğinden onun için ızdıraplı bir dönem başlamıştır. Ceketini alır ve evden ayrılır Üsküdar’daki evinde Müslüman olduğunu 1942’nin bir Şubat gecesi çok sevdiği kızı ve eşine açar. Karısı ve kızı o an “eyvah” diyerek feryadı basarlar. Haber Patrikhane’ye kadar ulaşır. Dönemin metropolitleri din adamları, ya Hıristiyanlığa geri dönmesi ya da karısından boşanması konusunda Yaman Dede’ye baskı yaparlar. Dede, zor bir karar alır. Yerde dizlere kadar kar, havanın bıçak gibi kestiği soğuk bir şubat gecesi ailesine: “Aşkımın bedeli bu yaşananlar. Sizler sakın üzülmeyiniz. Aşk, ızdırapsız olmaz. Size acı vermeye hakkım yok. Bu ev ve içindekiler size kalsın. Elveda!” der ve dediği gibi ceketini alır ve ayrılır. Üsküdar, Selamsız Yokuşu’ndan iskeleye iner. Sabah ezanına kadar o soğukta sokakları ve sahili arşınlar. Sabah ilk vapurla Karaköy’deki avukatlık bürosuna geçer. Birkaç gece burada yatıp kalkar. Dostlarının, öğrencilerinin evlerine misafir olur bazı geceler. O artık “Bahtiyar Bir Sürgün”dür

Mustafa Aydın

Share this post


Link to post
Share on other sites

×
×
  • Create New...