ADALET
Adalet mülkün temelidir.
Doğru !
Ama bu düstur, rastgele bir vecize, herhangi bir hikmet meraklısının lafı, bir atasözü, falan, filan değildir..
O, yüzde yüz islami hikmetlerin mihrabında pırıldayan ölçülerden biridir ve aslı şudur :
” El-adlu esas’ul mülk ” …
Bu ulvi düsturu aslî kaynağı üzerinde nazara alan bir fikir namusu, tasdik eder ki, bütün insanlık, Allah’ın nuruna ayna diye yaratılan vicdanlar üzerindeki din nakışlarıyla adaleti idrak etmiştir..
Adaletle Allah arasındaki bağ ne türlü koparılırsa koparılsın ve adalet prensipleri hangi beşeri bedahet duygusuna istinad ettirilirse ettirilsin, kaynak hiçbir zaman değiştirilemeyecek ve adalete Allah korkusundan gayri bir müeyyide bulunamayacaktır..
Bütün batı tefekkür alemi şu nokta üzerinde birliktir ki, ebedi hayata ve nihai mizana inanmakla inanmamak arasında iki ayrı ahlak ve adalet sistemi vardır.
Adaleti, ezbere ve donmuş klişeler halinde değil de, gaibi fethetmeye memur insan kafasının ötelerde aradığı üstün hikmet köküne ilişik gören cemiyetler, onda, bütün nefsani temayülleri aşıcı, gaibler aleminin kubbesine asılmış mutlak bir terazi doğruluk ve yüceliğini bulur ve onun bütün ölçülerine baş eğer…
Bakın tarihimize;
Yükseliş ve alçalış çığırlarımızda en sadık sebep işaretlerini, adalet anlayışımızda ve onun tatbikatında bulursunuz..
Şair ziya paşanın :
Kaadi olan davacı ve muhzir dahi şahit,
Ol mahkemenin hükmüne derler mi adalet?.
Mısralarını yazdığı devirde bir asra yakın bir zaman sonra, hem de baş kaadi’nin, üstelik din aleyhine davacı olarak meydana çıktığını görmedik mi ?..
” Adalet mülkün temelidir ” yaftasını arkasına asan nice hakim görülmüştür ki, tarihte, bir gün aynı yaftayı karşılarında bulmuşlardır…