BATININ İKİ YÜZÜ
Batılı, bize kendi zehirini geçirmiş bir frengilidir. Nasıl frengi, Frenk hastalığı mânasına geliyorsa işte öyle!.. Ruh frengisi, Batının hastalığı…
Ve onun iki yüzü var; Biri kendi haline bakıp buruş buruş ağlayan,öbürü kendi halini bize varılmaz saadet gibi göstererek yayvan yayvan gülen iki surat… Biri, kendi iç muhasebesini, öbürü de dışarıya doğru maddî ve manevî sömürgecilik siyasetini gösteren çehreler…
Ve Doğu hesabına en büyük felâket, Batının kendi öz haline bakarken ağlayan yüzünden habersiz, yalnız Doğuya karşı gülümseyici ve imrendirici yüzünü görmek olmuştur.
Rönesans’a kadar,bâtıl dininin iğneli fıçısında en kanlı işkenceleri çeken Batılı akıl, nihayet 15 inci asırdan bu yana, kiliseden intikamını alma hareketine davranmış, akılla eşya ve hâdiselere tahakküm etme çığırına girmiş, dış hayatı tam tasarruf edici madde marifetine ulaşmış, bu akılla dünyanın yine dış yüzüne hâkim olmuş, her şeyi akıldan ibaret bilmiş ve sonunda öz keşiflerine kurban olarak elindeki madde oyuncaklarını bir merkezde toplayıcı ruh vâhidinden mahrum olmanın ceza devresine ayak basmıştır.
Bu devreyi, 19 uncu asrın ortalarından başlayarak bu güne kadar gelen son bir asırlık zaman içinde kadrolaştırabiliriz.
Böylece Batı, eski Yunan ve Roma tecrübeleri bir yana, Rönesans’a kadar ve ondan sonra, Orta ve Yeni çağlar diye damgaladıkları iki hayat bölümüyle, birinde aklı mahkûm edici bâtıl ruh, öbüründe de ruhu kaybettirici zalim akıl yüzünden daima yarım kalmış, hele son devresindeki yarımlığı tamamlığın en parlağı zannettiren mağrur bir gaflet içinde, saadet yerine felâketini tamamlamıştır.
Batılı olmanın ilk şartı, Batıyı işte frak gömleği altında kanser yarası gizleyen bu iç haliyle görebilmektir; ve onu böyle görebilen gerici Doğulu,ona maymunca hayran, ilerici Doğuludan daha Batılıdır.
İşte, bizde ve bütün Doğu âleminde, Batının makine medeniyetiyle beraber girdiği ve çilesini kütüphaneler dolusu fikir örgüleriyle belirttiği feci ruh buhranını bilmeyenler, onu daima, kendi kendisinden memnun, sırıtkan yüzüyle ele almışlar; olanca kıymeti, Batının Doğuya pes dedirten madde oyuncaklarında sanarak, asıl, Batının büyük eksiği kendi ruh cevherlerini hakir görmüşler ve bu ruhu tepelemeyi Batılılık ve inkılap diye yutmuş ve yutturmuşlardır.
Bunlar Doğu ve Batı arası hiçbir nefs murakabesine ve mahsup muamelesine girişemeyen, Fransızların “onbaşı kültürü” diye anlattıkları işporta irfanı içinde mahpus ve bizim “çeyrek münevver” ölçüsüyle belirttiğimiz tarihi politika kuklaları ve sözde aydınlar…
Bizde “Büyük” sıfatlı Mustafa Reşid Paşa’dan başlayarak, Âli, Fuâd, Midhât, Talât paşalar çizgisi boyunca gelmiş, İslâm dünyasında da, Şükarno’su, Nâsır’ı, Eyüb Hân’ı, Burgiba’siyle, üstelik taklitçilerin taklitçilerini türetmiş bütün Batılılık ve ilerilik iddiacılarının hesabı, yukarıdaki iki cümlenin daracık çerçeveleri içindedir; ve Doğuyu son yüz yıllık hayatı içinde, başlıca suçu İslâmiyete bağlayarak Batıya sürenlerin maskeleri düşürülmedikçe, ister Doğuya, ister Batıya ait hiçbir sır keşfedilmeyecektir.
Feda ettiği ruh ve şahsiyetin sembolü halinde millî şeref çelengini Batılının boynuna lâyık gören Doğuyu, başta mutlak kurtuluş yolu İslâm ve etrafında binbir bâtıl din, topyekûn kurtarmak için, ”Gandi”vari pasif mukavemet örneklerine değil, iç ve dış dünyalarını anlamış ve sahte oluşlarla sahte oldurucuları tanımış büyük aksiyon kahramanlarına ihtiyaç vardır; ve Büyük Doğu işte bu kahramanları yetiştirmeye mahsus tezgâhın ismidir.
22.11.1967-Büyük Doğu