BENİM OLMADIĞIM YERDE TÜRKİYE YOKTUR!
Alman orduları mahvolmuş, ric’at halinde… (Napolyon) gayet seri hareketli bir kumandan zaten; sarmak üzere onları… imha edilmek durumundalar. Bir fedaî… Fransız ordularının bir berzahtan geçmesi lâzım… Berzahta bunlar hayatlarını feda edecekler… Fakat bir iki saat oyalayabilirlerse Napolyon ordularını, bu kendilerine kâfi gelecek… Alman orduları kaçabilecek, geri mevzilere çekilebilecek, kendisini kurtarabilecek… Bir Alman asîli subay, “bu vazifeyi ben alırım!” diyor. Bir değirmen var orda… Değirmen kenarında mevzi alıyorlar. (Napolyon) ordusu şafak vakti, sis içinde her taraf, süvari birlikleri önde, borular çalarak gelirken birdenbire bir ateştir başlıyor üzerlerine… Atlardan iniyorlar, mukabil ateş… Ateş… Ateş… Ateş… Fransızlar bakıyor, karşılarında zayıf bir ateş var… O sırada fedai bölüğün yarısı gidiyor zaten… Fransızlar mükâleme borusu çalıyor. Subay, Alman Yüzbaşısı çıkıyor, değirmenin önündeki terasa, bekliyor düşmandan gelecek sözü… Fransız bağırıyor.
“Almanya mahvolmuştur! Almanya yoktur! Koca orduya karşı üç beş kişinin mukavemeti neye yarar?”… Subay, alnındaki yarası kan içinde, cevap veriyor: “Mademki ben varım, Almanya vardır!.. Ve uzanıyor yere, tekrar ateş başlıyor. Hepsi ölüyor; biraz sonra (Napolyon) geliyor, göğsündeki (Lejyon Donör) nişanını çıkarıyor, ölünün göğsüne takıyor… Düşmanı olan ölünün göğsüne takıyor…
Bir millette herkes sağındakine, solundakine bakarak, “o varsa, ben de varım! Bu varsa, ben de varım!” diye düşünür, yanındakiler de ayni şeyi hesap edecek olursa, milyonlarca kişi birden, “Kim var?” diye ararsa, kimse yoktur! Fakat her şeyin mahvolduğu bir yerde, tek başına “Mademki ben varım, Almanya vardır!” diyen adam, bu varlığını bütün cemiyete sindirmiş olarak dâvayı kurtarmıştır. Bize de düşen, “Varım” değil de, “Benim olmadığım yerde Türkiye yoktur!” deyip ona göre hareket etmekdir.
(İman ve Aksiyon, Büyük Doğu Yayınları, 12. baskı / s.123-124)