DİL BAHSİ
Bu arada en büyük felâket, dilimizin çektiği işkence… Bu işkenceyi anlatmaya imkân yok. Belki bu kadar büyük mesele arasında size bu küçük gibi gelecek… N’olur işte öyle-böyle anlaşıyoruz!.. Yoo! Ölüme doğru gidiyoruz!.. Konuşan insan… Bu vasfı bizden alıyorlar. İnsanın ifadesi hayvan-ı nâtıkdır. Konuşan hayvan… Konuşanı kaldırınca ne kalıyor geriye… Bizi ona doğru itiyorlar!.. Bu mesele de kamusluk, on konferanslık mesele…
Ben bir tek cümleye sokayım:
«— Bu işin sebebini, neden bir âmile bağlamak gayretinde olduğunuza bir saik gösterebilir misiniz?..»
Bu misâl, mücerret bir cümledir. Ama anlaşılır: «Seni bu müdafaaya iten saik nedir?»
Şimdi bunu Türkçeleştirelim güya… Daha doğrusu kurbağacalaştıralım:
«— Bu işin nedenini, neden bir nedene bağlamak çabasında olduğunuza bir neden gösterebilir misiniz?»
Yahu; «neden» (purkua) demek!.. «Sebep» muazzam bir hadise… Allah’ın ismi, Müsebbib-ül Esbab… Sebeplerin sebebi, sebepcisi… Onun yanında, gördünüz; saik var, âmil var, müessir var… Kaç tane (nüans), gamıza var… Bir lisan bu hale getirilir mi? Bir beyin böyle ütülenir mi? Kim demiş, bunlar «Araptır, şudur, budur!» diye?. Mükemmel, Türk’ün hançeresine yerleşmiş kelimelerdir! Hattâ bazılarını Arap dahi anlamaz söylendiğinde… Hem Arap olsa ne çıkar… Daha ileri gideyim mi?.. Keşke dilimiz Arapça olsaydı !..
Fransız Akademisi 1871’de neşrettiği bir raporda: «Dünyada tek lisan vardır, insan lisanı; o da Arapça’dır!» demiştir!..
(Hesaplaşma, Büyük Doğu Yayınları, 7. baskı / s.44-45)