Site icon N-F-K.com

Jön Türk

JÖN TÜRK

Ermeni vakası peşinden ve onun ruhuna sığınarak her tarafta boy göstermeye başlayan İttihat ve Terakki beyannamelerini Cemiyetin, içinden dışarıya doğru ilk fiilî adımı sayabiliriz. O zamana kadar nazik ve mahcup bir seyircilikten ileriye geçemeyen Saray, bu ilk adım üzerine aklını başına toplamaya, hâdiseye dikkat etmeye ve onları mânalandırır gibi olmaya başlıyor; ve bir hastahane hademesinin doktor ağzından kaptığı birkaç kelime halinde, lügat kitabı ezberlemesi üç beş Fransızca mefhumla beraber «Hürriyet, Müsavat, Adalet» klişesinden başka bir şey bilmeyen zamane gençlerini sağa sola dağıtıyor. Sürgün adı altındaki bu dağıtış, İttihatçı gençlere, «Kise-i Hümâyun»dan, hayatlarında görmedikleri refah şartlarını sağlayıcı, şurada ve burada oturmak mecburiyetlerinden başka bir şey değildir; ve kendilerini saray mutfağından beslemek ve büsbütün azdırmaktan başka bir şeye yaramamaktadır. Ahşap bir konakta haşereleri lûtf ve nezaketle toplayıp ve önlerine bol bol çimlenecekleri gıda maddelerini döküp, onları başka odalara kaldırmak gibi birşey… Bunlar, önlerindekini yiyip şiştikten sonra, uzaklaştırıldıkları salona elbette daha şiddetli saldıracaklar ve köklerine kibrit suyu dökülmedikçe ortadan silinmeyeceklerdir. Tıbbiyelileri çuval çuval denize attırdığı söylenen Abdülhamîd, hakikatte onları beslemiş, geliştirmiş ve bu zaafını asla yenememiş olan işte bu marazî rikaat, şefkat ve merhamet örneği!

İstanbul’daki teşekkülün unsurlarından bir kısmı şuraya buraya dağılırken, bir kısmı da Paris, Cenevre ve Kahire gibi merkezlere sığınmaya ve oralarda vasıflarını biraz evvel belirttiğimiz (Jön-Türk) tipini mostralaştırma-ya ve modalaştırmaya başladılar. Dik veya uçları kıvrık, sert yakalı «frenk gömleği» ile (potüsüet), düğmeli glase veya rugan potin arası gövdeler üstünde, artık kendi memleketi ve kültürüne hakaretle bakan briyantinlenmiş maymun kafaları… İşte (Jön-Türk)ler!

Bu suretle İstanbul’daki faaliyet büsbütün söndü ve herşey Avrupa’ya geçmiş oldu. Oradan gelen yine oraya kaçıyor ve yine oradan harakete geçmek üzere kendisine bir (aksiyon) mihrakı kurmaya bakıyor.

Arada, İstanbul teşkilatını canlandırma teşebbüsü ve veliaht Mehmet Reşat Efendi’yle anlaşıp Abdülhamîd’i devirme planları… Yıldız’ın bu işleri haber alışı; ve yine memleket içi, sağa sola bahşişli ve ikra-miyeli sürgünler ve uzaklaştırmalar… Fakat İstanbul merkezi artık tamamıyla sönmüştür. Cemiyetin baş kurucularından İbrahim Temo da, son zamanlara kadar içinde kalacağı, orada yüksek devlet makamlarına ereceği ve böylece içyüzünü ve kimler hesabına çalıştığını belli edeceği Romanya’ya kaçmıştır.

1896’da, şefkatli ve dirayetli padişahın, (Jön- Türk)lerle anlaşma ve bu içsiz gençleri içlerinden yakalama teşebbüsü Sultanın yakınlarından Ahmed Celâleddin Paşa Parise gidiyor ve (Jön-Türk)’lerle temasa geçiyor… Bir İttihatçının tabiriyle «Paris’teki (Jön Türk)’ler bu teklifi fırsat bilerek ve Abdülhamîd’den para koparmak ve teşkilatı kuvvetlendirmek fikrine kapılarak» görüşmeyi uygun buluyorlar. Pazarlıklar, vicdan kirası arttırma ve eksiltmeleri, şunlar, bunlar…. Samimiyetsizliği ve halisiyetsizliği yüzünden Ahmed Rıza’yı Cemiyetten çıkarmış olmalarına ve muhakkak ki ondan daha az samimiyetsiz ve halisiyetsiz bulunmalarına rağmen, (Jön Türk)ler, teşekküllerine ait evrak, dosya, şu bu gibi şeyleri, Paşa’nın kâtibine «bedeli mukabilinde» teslim ediyorlar, faaliyetlerini tatil edeceklerini bildiriyorlar ve yeni arpalıklarına üşüşüyorlar.

Aynı sene Cenevre’de bir de «Osmanlı İhtilâl Fırkası»… Başında Tunalı (Sakaryalı değil) Hilmi, Sükuti, Berki, Oğuz ve Temo Beyler… Ermenilerle anlaşıp(!) Padişahı bombalayacaklar!… (Jön Türk)lerle yayınlanacak bir bildiriden sonra, Ermeniler, İstanbul’daki Türk fedailerine bomba verecekler ve hemen işe girişilecek!…

Bildiri;

«—Osmanlılar! Bilesiniz ki, kudurmuş bir köpeği öldürmek farzdır!»

Diye başlamakta ve şöyle bitmektedir:

«—Ya hak, ya ölüm!»

Fakat bütün bunlar, Paris’teki Padişah delegesi Ahmed Celâlettin Paşadan para sızdırmayı hedef tutan kârlı palavralardan ibarettir; ve Balkan komitecisi edalı (Jön Türkler) başta Tunalı Hilmi Beyin eli, derhal paşanın önünde avuç açmışlardır. Torba torba altun ve ayrıca Avrupadaki Türk elçiliklerinde memuriyetler…

Prens Sabahaddin’in teşebbüsüyle (Jön -Türk)lerin 1902 Paris kongresi ve grup grup hizipleşmeler… Kongrenin en genç unsurları arasında, bugünkü edebiyatçı Abdülhak Şinasi ve ilk Türk(!) komünist Doktor Şefik Hüsnü… Kongre, bütün fikir ve mizaç ayrılıklarını ortaya koyuyor ve meydana Prens Sabahaddin ve Ahmed Rıza gruplarını çıkarıyor. «İttihat ve Terakki» ismi «Terakki ve İttihat» olarak değiştiriliyor; bunun karşısına da Prens Sabahaddin’in «Teşebbüs-ü şahsî ve adem-i merkeziyet» grubu çıkarılıyor. Böylece hürriyet teranecilerinin birleştirilmeleri gayesiyle topladıkları kongre, büsbütün ayrılmaları ve birbirine düşman kesilmeleriyle sona eriyor.

Ve işte dâva, buradan atlayarak Makedonya mamulü mânaların transit merkezi Selanik «şehr-i şehir» inde yuvalanıyor. Dönmeliğin tohumu (Sabatay Sevi)nin bu ikinci vatanında dâva, dönme, Yahudi, (kozmopolit), (emperyalist) ajanı, dağlı şakı, (anarşist), (nihilist), Slav milliyetçisi binbir aşıdan geçtikten sonra, ordu içinde iltihap nahiyesini ele geçiriyor ve İstanbul’a doğru esmeye başlayan hareket cereyanını üfleye üfleye gelişiyor.

Bu kadar tesirin üzerinden geçtiği, dağa kaldırılmış bakire, gebedir; ve doğuracağı soylu(!) çocuktan da ona göre hayır ummak lâzımdır.

(Tarih Boyunca Büyük Mazlumlar, Büyük Doğu Yayınları, 6 baskı / s.532-533-534-535)

Exit mobile version