Site icon N-F-K.com

Kumandan

KUMANDAN

TABLO:I

(Bir denizaltının içinde santral kabinesi… Her tarafta, örümcek ağı gibi sarmaşdolaş makineler, âletler, cihazlar, tablolar… Sağda ve solda, ön ve arka bölmelere açılan birer geçit ağzı… Ortaya ve yanlara serpili küçük oturma tabureleri… Solda bir tabure üstünde telefon…)

(Solda tabureye oturmuş Yüzbaşı… Yanında telefon… Sağda ve ayakta, çenesi göğsünde Teğmen. Cephede ve ayakta Üsteğmen, yanında Üstçavuş… Sol geçidin başında, elinde makineli tabanca, geçide doğru bekleyen Er… Üzerlerinde, rütbe alâmeti bulunan birer tulum…)
YÜZBAŞI – (Başını kaldırır) Müjde, çocuklar!..
(Ani dikilme, doğrulma, Yüzbaşıya sarkma…)
YÜZBAŞI – Öleceğiz!.. (Apışma, donma, dikkat!..)
YÜZBAŞI – Anlamadınız mı? (Dehşet tavırları… Bakışmalar…)
TEĞMEN – Kırk dört kulaç suyun dibinde, kapağı lehimli bir güğüme doldurulmuş kedi yavruları gibi ölmek?!
YÜZBAŞI – İşte onun için müjde!
TEĞMEN – (Deli narası) Yüzbaşım, sevgili Yüzbaşım!
YÜZBAŞI – (Sert) Kendine gel Teğmen!..
(Teğmen, başı önünde, hıçkırıklarla sarsılmaya başlar. Durak… Herkeste dehşet… Yüzbaşı yerinden kalkar, etrafındakilerin korku bakışları içinde Teğmenin yanına gider, sol eliyle onun çenesini kaldırıp yüzünü doğrultur. Teğmen bitik…)
YÜZBAŞI – (Teğmene gayet tatlı) Ağlama, çocuğum!
(Yüzbaşı uzun uzun Teğmene bakıp elini çenesinden çeker, yıldırım gibi döner, öbürlerine bakar.)
YÜZBAŞI – Böylesine bir ölümün öylesine bir dirimi olmak lâzım ki…
TEĞMEN – (Yüzbaşının arkasından) Yüzbaşım! Kes sesini!
(Yüzbaşı döner, sağ elini şefkat ve merhametle Teğmenin omuzuna koyar. Teğmen, başını Yüzbaşının göğsüne dayayıp öylece kalır.)
YÜZBAŞI – Hassas çocuk!
TEĞMEN – Öldür beni Yüzbaşım, dayanamıyorum!
YÜZBAŞI – Dayanacaksın! Kimse dayanamasa ikimiz dayanacağız! (Bir ân Teğmenin sarsılışını seyreder) Allah’ın emri!..
TEĞMEN – (Ağlamaklı) Allah’ın emri…
ÜSTÇAVUŞ – Hiçbir ümit kalmadı mı Yüzbaşım? Daha üç saatlik havamız var…
YÜZBAŞI – (Üstçavuşa döner) Gelen telefonlara göre ümit yok… (Durak) Akıntılı yerdeyiz. Çanı tutturamıyorlar. Ama belli olmaz; üç saniyelik de havamız kalsa…
(Telefon sesi… Yüzbaşı kaplan gibi atılıp ahizeyi kavrar. Herkes kalas gibi gergin; gözler Yüzbaşıya mıhlı… Teğmen, sessiz sessiz, ağlıyor.)
YÜZBAŞI – (Telefonla) Evet!.. Benim, Kumandan… Evet… (Uzunca durak) Bekliyoruz!.. (Durak) İki üç saat yeter… (Durak) Kıç batarya’ arkasına inecekler… (Uzun durak) Maneviyatımız sapasağlam… İnşallah…
(Yüzbaşı telefon ahizesini yerine bırakır.)
YÜZBAŞI – (Üsteğmene doğru) Üç dalgıç birden son bir tecrübeye girişmişler. Eğer tutturabilirlerse kurtulduk!
ÜSTEĞMEN – (Heyecanlı) İşe başlamışlar mı yine?
YÜZBAŞI – Başlamışlar…
ÜSTEĞMEN – (Yüzbaşıya) Ne dersiniz?
YÜZBAŞI-Hiç!..
ÜSTEĞMEN – Ne kadar zamanda belli olur?
YÜZBAŞI – Beş on dakika… (Başı önünde hareketsiz bekliyen Teğmene) Teğmenim?
(Teğmen başını kaldırır. Ölgün bekler.)
YÜZBAŞI – İçim diyor ki, Teğmenim; geçen şu kadar saatten, boşa giden bunca deneyişten sonra nihayet çanı tutturabilecekler. Kurtulacaksın!
TEĞMEN – (Çocukça) Sahi mi Yüzbaşım?
YÜZBAŞI – İçim öyle diyor.
TEĞMEN – İnşallah, inşallah…
(Yüzbaşı döner. Herkeste bir hareket… Üstçavuş, bir şey söylemek ister gibi ilerler. Er, başını ve silâhını Yüzbaşı istikametinde çevirir.)
YÜZBAŞI – (Ere eliyle işaret ederek) Sen, gözünü ve silâhını o taraftan ayırma! Kıç bataryadakilere bakacaksın… Emri bozan oldu mu, ateş!..
ER – (Eski vaziyetini alarak) Peki Yüzbaşım!
YÜZBAŞI – (Üstçavuşa) Söyle Üstçavuş!
ÜSTÇAVUŞ – Teğmene, kurtulacaksın dediniz. Hepimiz birden kurtulalım. Topu topu dokuz kişi kaldık. Siz kurtulmak istemez misiniz?
YÜZBAŞI – İstemez olur muyum? Elbette isterim. Ama ben istemişim, ne çıkar? Allah istesin…
ÜSTÇAVUŞ – Allah… Başka her söz boş…
YÜZBAŞI – Allah… Başka her söz boş…
(Teğmen hıçkırıklarla boğulur. Geçit tarafından «Allah» sesleri ve ağlaşma… Uzun durak…)
YÜZBAŞI – (Olduğu yerden geçide doğru haykırır) Kesin sesinizi! (Birden sükût… Uzun durak…)
TEĞMEN – Ölülere mi kumanda ediyorsun, Yüzbaşı?
YÜZBAŞI – Marifet onlara kumanda edebilmekte… Şimdi sana emrediyorum. Erkekçe ölmeye hazırlan!
TEĞMEN – Hani kurtulacaktım?
YÜZBAŞI – Kurtulursan, güneş altında gezmeye yüzün olsun!..
(Teğmen, sessiz ve çekingen, yine sarsılmaya başlar. Yüzbaşı onu seyrediyor.)
YÜZBAŞI – (Teğmene) Farzet ki, Üsteğmen ve ben, baş bölmelerden birindeydik ve oradakilerle beraber öldük… Ne yapacaktın o zaman? Emrindekilere cesaret vermeyecek miydin? Onlarla beraber ağlayacak miydin? Utanmıyacak miydin?
(Teğmende fırtınalaşan ağlayış… Öbürleri birer kaya… Geçen saniyeler… Birden, denizaltının tavan kavsinde müthiş bir çekiç sesi… Çekiç üç kere daha vurur. Üsteğmen ve başçavuş başlarını kaldırıp sesin geldiği tarafa bakarlar. Geçit tarafında keskin bir homurtu ve kaynaşma…)
ER – (Geçide doğru haykırır) Gelmeyin, yerinizde bekleyin!
(Sükût… Ağlamayı kesen Teğmen, ses istikametinde bakıyor. Yüzbaşı dimdik… Bir çekiç sesi daha…)
YÜZBAŞI – Dalgıçlar inebildi!
TEĞMEN -Hamdolsun!
(Gözler hep aynı noktada… Durak… Telefon… Yüzbaşı ahizeye yapışır.)
YÜZBAŞI – (Telefonla) Tamam! (Durak) Birkaç çekiç sesi, o kadar… (Durak) Çok şükür… (Durak) İnşallah tutturabilirler. Selâm…
YÜZBAŞI – (Ahizeyi yerine koyarak etrafına) Çan indirilmiş… Nerdeyse oturtulacak… Dalgıçlar çalışıyor. Dayanın çocuklar! (Ere) Nöbetçi! Ver müjdeyi içeriye!
ER- (içeriye bağırır) Çan indirilmiş!.. Nerdeyse oturtulacak!.. Müjde!.. (içerde kaynaşan sesler… «Yaşa, sağ ol» nidaları… Teğmen ve Üsteğmen kucak kucağa… Yüzbaşı manzarayı dikkatle seyreder. Teğmen, Üsteğmenden çözülür, ona döner.)
TEĞMEN-Yüzbaşım!
YÜZBAŞI – Evet Teğmenim!
TEĞMEN – Kaç sefer yapması lâzım çanın, hepimizi kurtarması için?..
ÜSTEĞMEN – (Teğmene) Üç sefer…
TEĞMEN – (Üsteğmene döner) Neden?
ÜSTEĞMEN – Çan dört kişi alır; biz dokuz kişiyiz.
TEĞMEN – (Yüzbaşıya) Ya çana giriş sırası?
YÜZBAŞI – Sırası gelince sorarsın.
TEĞMEN – Yine mi ümitsizlik? Dalgıç inebildiği halde yine mi ümitsizlik?..
YÜZBAŞI – Sadece ümit… Hayat ümit demek…
TEĞMEN – Korkuyorum! Ümit etmekten korkuyorum!
YÜZBAŞI – Yanıma gel, Teğmen!
(Teğmen ilerler. Yüzbaşının karşısında durur)
YÜZBAŞI – (Gülümseyerek Teğmene) Senin ne zaman düzelecek sinirlerin? Hani ya, vaadin?
TEĞMEN – Allah, imtihan üstüne imtihan çıkarıyor karşıma… Dayanamıyorum!
YÜZBAŞI – Ah, dayanabilsek Teğmenim, dayanabilsek!..
TEĞMEN – Sizin dayanamıyacağınız ne olabilir ki?..
YÜZBAŞI – Benim mi? Ben senin bu halini görmeye bile dayanamıyorum!
(Yüzbaşı bir adım atar. Halinde derin bir rikkat.)
YÜZBAŞI – Balo gecesini hatırlıyor musun? O ılık, tatlı geceyi?..
(Işıklar kararırken çok uzaklarda ağır bir vals sesi… Teğmen ağlar, Yüzbaşı okşar.)

TABLO II
(Bir balo lokalinde denize bakan büyük teras… Uzaktan donanmış gemiler, sahil ışıkları pırıltılı deniz… Her tarafta kâğıt fenerler… Balo yeri solda…)
(Sağda ve mermer parmaklıkların önünde Teğmen ve nişanlısı… Derinlerde, gittikçe uyanan, deminki vals… Büyük üniformalı Teğmen, nişanlısının üzerine eğilmiş… Nişanlısının gözleri sol tarafta, görünmeyen bir noktada dans edenlere doğru… Uzun uzun bakar.)
TEĞMEN – Gözlerin Yüzbaşıda!
NİŞANLI – Evet, valsi hârika.
TEĞMEN – Neye kollarına atılmadın?
NİŞANLI -Bana teklif etmedi ki… Kızkardeşini tercih
etti.
TEĞMEN – Sen de benim teklifimi kabul etmedin!
NİŞANLI – Başım ağrıyor demiştim ya!
TEĞMEN – Hani Yüzbaşı teklif etmemişti? Etseydi başın ağrıyacak mıydı?
NİŞANLI – (Teğmene döner) Kıskanıyor musun yoksa?
(Müzik durur. Alkış sesi…)
TEĞMEN – Kıskanmıyorum! Dikkat ediyorum!
(Soldan, büyük üniformasiyle Yüzbaşı ve kızkardeşi gelirler. Gülerek yaklaşırlar. Yüzbaşının ceketinde denizaltı brövesi…)
NİŞANLI – (Yüzbaşıya) Dansı çok mu seviyorsunuz?
YÜZBAŞI – Hiç sevmem desem daha doğru olur. Mecbur olmadıkça etmem…
NİŞANLI – Onun için mi bu kadar güzel ediyorsunuz?
YÜZBAŞI – İnsan bazı sevmediği derslerden de imtihan vermek zorundadır.
NİŞANLI-Harika!
TEĞMEN – Yüzbaşımız bir harikadır.
YÜZBAŞI – (Teğmene) Onu kızkardeşin için söyle!
KIZKARDEŞ – (Mahcup) hedefine giden bir mermi yolundan çevrilebilir mi?
YÜZBAŞI – Gördünüz mü harikayı?
(Gülüşürler. Yalnız nişanlı gülmez. Müzik; ağır bir slov…)
TEĞMEN – (Kızkardeşine) Dans eder misin?
KIZKARDEŞ – Vazgeç canım!
TEĞMEN – (Yine kızkardeşine) Haydi, yürü! (Nişanlısına Yüzbaşıyı göstererek) Siz de buyrun! Kavalyeniz!..
(Teğmen ve kızkardeşi sola doğru yürürler. Yüzbaşı ve nişanlı hiçbir cevap vermez. Müzikte şarkı refakati… Teğmen ve kızkardeşi soldan çıkarlar.)
YÜZBAŞI- Nişanlınızın halini beğenmiyorum!
NİŞANLI- Ne sinirli insan olduğunu bilmiyor musunuz? Aynı denizaltının subaylarısınız. Kumandanısınız!
YÜZBAŞI – Sebep ne sinirlenmesine?
NİŞANLI – Kendisiyle dans etmemişim…
YÜZBAŞI-Garip şey!
NİŞANLI- (Asabi) Garip filân değil. Çocuk haklı…
(Yüzbaşı dik dik nişanlının yüzüne bakar. Sükût..)
NİŞANLI – Kızkardeşi kolejden arkadaşım… Çok iyi bir kız… Uysal, içli, mahcup… Bana ağabeyisini anlattı. (Durak) Nişanlandık.
YÜZBAŞI-Biliyorum!
NİŞANLI – Onu bir türlü sevemedim. Bunu da biliyor musunuz? Dışarıdan her şartı yerinde olduğu halde… Onu sevebilmek için boyuna nefsimi kırbaçladığım halde…
(Durak… Karşılıklı bakışma…)
NİŞANLI – Hafif, kararsız, tahammül edilmez derecede insana abanan, delice kıskanç; biraz da bön… Cazibe sırrından hiçbir şey anlamıyor.
(Yüzbaşı cevap vermez. Uzun uzun bakışırlar.)
NİŞANLI – Dans etmez miydiniz? Hem eder, hem konuşurduk. Hem de şuracıkta, kalabalıktan uzakta…
(Nişanlı ellerini uzatır gibi bir hareket yapar. Yüzbaşı, kıpırdamaz. Nişanlı Yüzbaşının kaskatı durduğunu görünce ellerini indirir.)
YÜZBAŞI – Af dilerim (Gözlerini bir ân Nişanlıya diker) Siz, iradesi çok kuvvetli bir insana benziyorsunuz!
NİŞANLI – Öyle olmak istiyorum!
(Durak… Yüzbaşı düşünceli…)
YÜZBAŞI – İrade her istediğine yetişse…
NİŞANLI – Ben yetişirim!
(Soldan kızkardeş ve Teğmen gelirler. Yüzleri asık… Müzik devamda…)
YÜZBAŞI – (Gelenlere doğru) Ne o? Niçin yarıda bıraktınız?
TEĞMEN – (Gelirken kızkardeşini gösterir) Küçük hanım sıkılmışlar… Canları istemiyormuş…
KIZKARDEŞ – Beni Amiralin masasına doğru sürdü. Sıkıldım.
(Soldan, Üsteğmen gelir. Ona bakarlar. Üsteğmen kızları başiyle selâmlayıp Yüzbaşının önünde askerce durur.)
ÜSTEĞMEN – Yüzbaşım; Amiral sizi ve Teğmeni bir lâhza yanlarına rica ediyorlar.
YÜZBAŞI-Pek güzel…
(Yüzbaşı Teğmene bir göz atar ve ilerlerler. Arkasında Üsteğmen ve Teğmen, çıkarlar. Kızlar arkalarından bakıyor. Müzik yavaşlar. Ufukta şafağın ilk ağartıları…)
NİŞANLI – (Gidenlerin arkasından bakmakta devam ederek) Ne olgun bir tavrı, ne soylu yürüyüşü var!..
KIZKARDEŞ – Yüzbaşıdan mı bahsediyorsun?
NİŞANLI-Evet!
KIZKARDEŞ – Biraz daha ileri gidemez misin?
NİŞANLI – (Döner) Ne gibi?
KIZKARDEŞ – Kardeşimle yanyana gelince aradaki fark büsbütün meydana çıkıyor desene!
NİŞANLI – Bu görüşü kendine mi, bana mı yakıştırıyorsun?
KIZKARDEŞ – Kardeşime acıyorum!
NİŞANLI – (Sinirli) Samimî olur musun?
KIZKARDEŞ – Olmaya çalışırım.
NİŞANLI – Delice seviyorsun Yüzbaşıyı sen!..
KIZKARDEŞ – Bu duyguyu, kendine mi, bana mı yakıştırıyorsun?
NİŞANLI – Yakışmasına sana yakışır. Arkadaşının nişanlısı değilsin; kardeşisin! Rahatça sevebilir, kolayca karısı olmayı tasarlayabilirsin…
KIZKARDEŞ – Ya sen? Rahatça sevemediğin, kolayca karısı olmayı tasarlayamadığın için mi onu daha çok özlüyorsun?
NİŞANLI – (Elini Kızkardeşin dudağına uzatır.) İşte itiraf! Ağzından dökülüyor!
KIZKARDEŞ – Hayır! Seni seninle meydana çıkarıyorum!
NİŞANLI – (Kollarını kızkardeşin boynuna dolar) Kuzum; biz mektepte en iyi arkadaş değil miydik?
KIZKARDEŞ-Öyle…
NİŞANLI – Bu işi seninle, başbaşa, fikirde çözelim… Kahramanca…
KIZKARDEŞ – Benim çözülecek hiçbir meselem yok… Kahraman da değilim…
NİŞANLI – (Ellerini kızkardeşin boynundan çeker) Ne kadar da nefsinden eminsin! Yoksa sevildiğine de mi inanıyorsun?
KIZKARDEŞ – Söyliyeyim mi, ben neye inanıyorum?
NİŞANLI – Söyle!
KIZKARDEŞ – O, hiçbir şeyin farkında değil… Biz hangi âlemdeyiz, o nerelerde?..
(Soldan Yüzbaşı ve Teğmen gelirler. Şafak sökmekte… Müzik hafiftir.)
YÜZBAŞI – (Gelirken Teğmene) Şafak söküyor. Artık uyuyamayız. Elbise değiştirip dokuza doğru kumandanlığa gideriz.
NİŞANLI – (Gelenlere) Ne haber?
TEĞMEN – Galiba denize çıkıyoruz. Birazdan kumandanlığa gideceğiz.
KIZKARDEŞ – Dönelim öyleyse evlerimize…
YÜZBAŞI – Fena olmaz.
NİŞANLI – Hayır, hayır! Sabahın bu vakti çok güzel… Son bir vals daha dinleyip gideriz.
YÜZBAŞI – Bakalım vals mi çalarlar?
NİŞANLI – Sabaha karşı ağır şeyler çalınır. Hem, bakalım, şansıma ne çıkar!..
(Birden, ağır bir valse dönen müzik… Hayretle bakışırlar ve gülümserler.)
KIZKARDEŞ – (Nişanlıya) Tebrik ederim!
(Nişanlı hemen Yüzbaşıya sokulur. Ellerini, vücudunu kavramasını emreder gibi açar ve uzatır.. Korkunç oldu – bitti… Teğmen ve kızkardeşi hayretler içinde… Yüzbaşı kızı uzaktan ve çok saygılı şekilde kavrar. Gayet yavaş, sol tarafa doğru dönmeye ve akmaya başlarlar. Teğmen ve kızkardeşi arkalarından bakıyor. Teğmen, tavrı öfke dolu, yumruklarını sıkmış ileriye bir adım atmak ister. Kızkardeşi elini uzatıp yolunu keser. Yüzbaşı ve Nişanlı soldan kaybolur.)
TEĞMEN – Neye engel oldun? Kaltağı saçından tutup ayırmalıydım Yüzbaşıdan…
KIZKARDEŞ – Değmez! Yüzbaşıya hakaret olur.
TEĞMEN – Olsun!
KIZKARDEŞ – Yüzbaşının suçu yok! Görmedin mi, nasıl süzülüverdi kollarına?..
TEĞMEN – (Gözleri sol tarafta) Bak, bak; Yüzbaşı uzak durmak istedikçe o nasıl sokuluyor!
KIZKARDEŞ – Yen bu hisleri yen; küçülüyorsun!
TEĞMEN – (Kızkardeşine döner) Sen de, kıskançlığını yenebildiğin için büyüyorsun! Görürsün şimdi, küçüklüğü, büyüklüğü!
KIZKARDEŞ – (Öfkeli) sakın rezalet çıkarayım deme; beni kaybedersin!
TEĞMEN – (Çılgınca hiddetli) İkinizi de kaybedeyim! Nişanlım ve kızkardeşim! Gidin girin Yüzbaşının koynuna!
KIZKARDEŞ – Aşşağılık insan!
(Teğmen birden irkilir, kızkardeşine sert bir tokat atar. Kız, dehşetle yanağını kavrar, sarsılarak ağlamaya başlar. Uzun durak…)
TEĞMEN – (Haykırarak) İkiniz de benimken onunsunuz! Hele sen? Benim kızkardeşim, kandaşım, benimle bir mayadan gelen!..
(Soldan koşa koşa Yüzbaşı gelir.)
YÜZBAŞI – (Uzaktan Teğmene) Ne yapıyorsun kızkardeşine?
TEĞMEN-Size ait değil!
YÜZBAŞI – Bana ait olmayacak kadar yabancı mıyız?
TEĞMEN-Belki…
YÜZBAŞI – Üniformalarımız gibi aynı mânalar içindeyiz. Birbirimizden sorumluyuz. Sade ben değil, birçok insan, kardeşini tokatlarken seni gördü.
(Soldan, sinsi ve alaylı, Nişanlı girer.)
TEĞMEN – (Yüzbaşıya) Beni hususî hayatım içinde kendime bırakınız! (Yaklaşan Nişanlıya) Buyrun, hanımefendi, buyrun! Çok sevdiğiniz valsinize mâni olduğum için çok özür dilerim.
YÜZBAŞI – (Teğmene) Sizi üniformanızın ve insanlığınızın haysiyet ölçüsüne davet ederim. En küçük hafifliğe tahammül etmiyeceğim. Bir askerin hususî hayatı yoktur.
TEĞMEN – (Asker gibi toplanarak) Emredersiniz Yüzbaşım! Beni istediğiniz gibi ezebilirsiniz.
YÜZBAŞI – Emri benden değil, kendinizden alacaksınız! Ezilene gelince… O, benim!
NİŞANLI – Bu güzel geceyi de birçok şeyle beraber böylece gömelim! (Yüzbaşıya) Beni evime bırakır mısınız, Yüzbaşım?
YÜZBAŞI – (Nişanlıya) Hayır efendim. Sizi evinize Teğmen bırakacak…
NİŞANLI – Lüzumsuz bir zahmet olur bu…
YÜZBAŞI -Olabilir… Sizi evinize bıraksın da… (Teğmene) Buyrun Teğmenim!
TEĞMEN – (Kızkardeşine) Ya sen?
(Kızkardeş cevap vermez. Bir ân durak…) YÜZBAŞI – Onu da ben bırakırım evinize… Dokuzda kumandanlıkta buluşacağız. Unutmayın! (Nişanlıya Teğmeni işaret ederek) Buyrun hanımefendi!
TEĞMEN – (Gözleri Yüzbaşının ceketinde) Nerede denizaltı bröveniz?
YÜZBAŞI – (Hayretle böğürünü yoklar) Düşmüş! Düşürmüş olacağım!
NİŞANLI – (Acı bir gülümseme) Allahaısmarladık, Yüzbaşım! Size şanslı bir gün dilerim. YÜZBAŞI-Güle güle!
(Nişanlı önde, Teğmen arkasında sola doğru yürürler. Müzik durur. Kızkardeş ve Yüzbaşı karşı karşıya, göz göze… Nişanlı ve Teğmen çıkarlar. Uzakta piyano damlaları…)
YÜZBAŞI – (Eliyle denizi gösterir) Ne güzel!..
KIZKARDEŞ – Çok!
YÜZBAŞI – Sulara bakın! Ne sakin, ne berrak!
(Piyano damlaları…)
KIZKARDEŞ – Denize tutkunsunuz!
YÜZBAŞI – (Ağır ve derin) Hem de nasıl?.. Çocukluğumda, sonsuzluk fikrini evvelâ ondan aldım. (Piyano) Deniz kıyısında, bildiğiniz yalıda… İşim gücüm kumsalda oyun… Suların bilediği, yassı, ipince kiremitleri denize atıp sektirmek, ufka doğru koşturmak, fizik oyunlarla bir ağırlığı uçar hale getirmek, birinci derdim… (Piyano) Deniz veriyordu bu hissi bana…
(Yüzbaşı susar. Gözleri denizde… Piyano…)
KIZKARDEŞ – Susmayın, konuşun!
YÜZBAŞI – Dünyanın en güzel taşları; ne inci, ne mercan, ne de sedef; hiçbir kadının eline geçirip de boynuna dizemediği taşlar, onun dibindeydi. (Piyano) Bu taşlar; damar damar tahrirli, mavi, mor, sarı, kül rengi taşları kumlarda elemek, pırıl pırıl güneş ışığında seyretmek, en doyulmaz zevkimdi. (Piyano) Fakat bu taşlar, denizin ıslak ikliminden güneşe çıkan bu taşlar hemen kuruyor, porsuyor, buruşuyordu…
KIZKARDEŞ – (Hayran) Enfes!
YÜZBAŞI – Akşam olup da eve döndüğüm zaman, deniz bende sırrına erişilmesi muhal bir sevgili hasreti bırakıyordu. Annemin ahşap ve ihtiyar yalısında, sabaha kadar onun şırıltısı, mırıltısı, nazı; bazen de çığlığı, homurtusu, hısımı… (Piyano… Sükût)
KIZKARDEŞ – Söyleyin, söyleyin!
YÜZBAŞI – Neler çektim denizden!.. Çocukluğumda, ona karşı ne sabit fikirlere, ne vehimlere düştüm… Deniz, benim için, kâğıt gibi dümdüz. Kürenin yuvarlaklığını belirten sonsuz bir devam değil, daire fikrinin, sonsuzluk remzi, yuvarlak anlamının, ebedî bir yuvarlanış içinde ta kendisiydi, (Kızkardeşe döner) Ne girift edebiyat, değil mi? Hiç de bir genç kıza göre değil…
KIZKARDEŞ – Aksine; tam yaşanmış çile…
YÜZBAŞI – Bir ân ayağım yerden kesilir gibi oldu. Kendimi denizde, denizin varılmaz yerinde sandım. Halbuki toprağın üstündeyiz.
KIZKARDEŞ – Değiliz! Ben de yanınızdayım. Denizde, denizin varılmaz yerinde…
YÜZBAŞI – (Yine denize döner) Kabını çatlatmak, (Piyano) tıknefeslikten kurtulmak, (Piyano) uzanmak, yayılmak, doldurmak, erişmek gayesinin aynası deniz… (Kıza döner) Ona tutkun olmak çok tehlikeli…
KIZKARDEŞ – Niçin?
YÜZBAŞI – O, bütün gayeler gibi, yalınız ister, yalınız alır, hiçbir şey vermez. (Durak) O bir ihtarcıdır.
KIZKARDEŞ – Neyin ihtarcısı?
YÜZBAŞI – Sonsuzluğun…
KIZKARDEŞ – Bunun için mi; suların üstü dururken altını seçtiniz?
YÜZBAŞI – (İstihzalı) Cilâlı taşlar meselesi… Denizin dibindeki esrar ikliminin elvan elvan gerdanlık taşları…
KIZKARDEŞ – Bu gerdanlığın yakışacağı kadını tanımak isterdim.
YÜZBAŞI – (Güler) Deniz perileri!.. (Durak) Gidelim artık?
KIZKARDEŞ – (Düşünceli) Gidelim!
YÜZBAŞI – Koluma girer misiniz?
(Yüzbaşı kardeşe sağ kolunu uzatır. Kızkardeş, gayet zarif ve ağırbaşlı bir eda ile Yüzbaşının koluna girer. Ağır ağır, sol tarafa doğru yürürler.)
YÜZBAŞI – Tuzlu suların pişirdiği bu taşlardan; göz gibi derin, yosunlu, tahrirli taşlardan bir tanesini çıkarıp size hediye edeceğim!
KIZKARDEŞ – Bekliyorum!
YÜZBAŞI – Bekleyin! Hem de bu seferimizden dönüşte… (Yürürler.)
-Işıklar Kararır-

TABLO III
(Aynı denizaltı sahnesi…)
(Sahnede aynı ân… Herkes eski vaziyette.. Teğmenin başı, Yüzbaşının göğsünde…)
YÜZBAŞI – (Teğmeni doğrultur) Bizi birbirimize bağlayan çok ince düğümler var.
TEĞMEN – Belki…
YÜZBAŞI – Dostluk bağından ince, kardeşlik düğümünden sıkı…
TEĞMEN – Belki…
YÜZBAŞI – Seni böyle değil, hayâlimde yaşattığım gibi görmek istiyorum!
TEĞMEN – Olamıyorum, biliyorsunuz!
YÜZBAŞI – Kendine sahip, yakınlarına sahip, Allah’ın nimetlerine sahip, iman ve iradene sahip…
TEĞMEN – Kaçıncı öğüdünüz bu?.. Olamıyorum!
YÜZBAŞI – Olacaksınız!
TEĞMEN – Kurtulursam belki… Bir kere suyun yüzüne çıkayım da…
YÜZBAŞI – Suyun dibine girerken olmak kararındaydın. Suyun dibinde olmaya başlayacaksın! Marifet suyun dibinde olacağını olabilmekte… Şimdi kumandayı sana bırakıyorum! Ben ve Üsteğmen seyirci kalacağız.
TEĞMEN-Yapamam!
YÜZBAŞI – Yapacaksın! Uygunsuz vaziyete düşmedikçe sen, sesimi çıkarmıyacağım, kumandaya karışmayacağım.
TEĞMEN – Yüzbaşım; talim meydanında mıyız, ölümün eşiğinde mi?
YÜZBAŞI – Ölümün eşiğinde, hattâ mahzenindeyiz! En güzel talim meydanı da burası… Sana emrediyorum, kumandayı al! (Üsteğmene) Siz ve ben, seyirciyiz.
ÜSTEĞMEN – Başüstüne yüzbaşım!
YÜZBAŞI – (Etrafına) Hepiniz Teğmenin emrindesiniz!
(Sükût, durak… Yüzbaşı taburesine geçip oturur. Yanındaki tabureyi de kendisine yaklaştırır. Telefonu ortaya doğru sürer.)
YÜZBAŞI – (Üsteğmene) Yanıma gel, Üsteğmenim! Seyirciliğe geçelim!
(Üsteğmen gelip Yüzbaşının yanına oturur. Üstçavuş ve Er, yerlerinde… Teğmen, yeni bir duygunun istilâsı altında, gergin…)
YÜZBAŞI – Teğmen!.. Çok yaklaşıyor. Yaşamaya lâyık olmak için ölüm karşısında tavrını göster!
TEĞMEN – (Ani bir doğruluş) Emredersiniz! (Üstçavuş ve Ere) Emrim altındasınız!
(Teğmen soldaki geçit ağzına gider, Eri kenara çekip içeriye bakar.)
TEĞMEN – (İçeriye haykırarak) Kumandayı alıyorum! Kimse biraz evvel verilen emrin dışına çıkmayacak!.. Muvazenesini kaybeden vurulur! Allah’ın izniyle hepimiz kurtulacağız!
İÇERİDEN SESLER – Sağ ol!
YÜZBAŞI – (Yanındaki Üsteğmene) Çocuk ve masum, ne de telkin altına girmeye elverişli… Bir saniyesi bir saniyesine uymuyor.
(Üsteğmen başile tasdik eder. Teğmen döner, yürür. Üstçavuşun önünde mevki alır.)
TEĞMEN – (Üstçavuşa) Işık vaziyeti, akümülâtörler?
ÜSTÇAVUŞ – Işıktan yana korkumuz yok… Süresi havadan çok fazla… Ölürsek, cenazelerimizin üstünde saatlerce ışıldar lambalar…
TEĞMEN – Ölmeyeceğiz, kurtulacağız! Biz çıktıktan sonra lâmbalar, bomboş mahzende, kendi kendisine yanıp bitecek…
ÜSTÇAVUŞ – İnşallah öyle olur Teğmenim! (Telefon… Teğmen atılır.)
TEĞMEN – (Telefona) Buyrun efendim! (Durak) Henüz oturmadı. (Durak) Başka ses yok… (Durak) Çok güzel!.. Evet, evet!.. (Durak) Ben mi, Torpido Teğmeni… Yüzbaşı gayet iyi… (Durak) Bütün ümidimiz sizde… (Durak) Allah başarı versin… (Durak) Sağ olun, sağ olun!..
(Teğmen telefonu bırakıp Yüzbaşıya döner. Yüzbaşı elile, Üstçavuşa hitap etmesini işaret eder. Teğmen Üstçavuşa döner.)
TEĞMEN – Akıntı, işi zorlaştırıyormuş… Neredeyse oturtmak üzereymişler çanı…
ÜSTÇAVUŞ – Bekliyoruz Teğmenim…
(Uzun durak… Herkes gergin… Birden, tavan kavsinde üstüste çekiç sesleri… Bütün başlar ses noktasında… Uzun durak… Müthiş bir gürültü… Tepede, denizaltının üstüne bir gemi oturmuşçasına büyük bir darbe… Bütün gemi sarsılır, âletler şangırdar.)
TEĞMEN – (Haykırarak) Kurtulduk! Çan oturdu yerine!..
İÇERİDEN SESLER – Allah Allah! Allah Allah!..
ÜSTÇAVUŞ – (Teğmene) Kıç bataryaya geçelim; kapak noktasına…
(Teğmen ve Üstçavuş koşarak sol geçide dalarlar. Yüzbaşı Üsteğmene işaret ederek arkalarından gitmesini ihtar eder. Üsteğmen yerinden fırlayıp emri yerine getirir. Uzun durak. Yüzbaşı, başını ellerinin içine alır ve öylece bekler. Birden, gemiden bir cisim kopmuşçasına kof bir ses ve büyük sarsıntı…)
YÜZBAŞI – (Ayağa kalkar, haykırır) Çan tutmadı!
(Soldan koşarak Teğmen gelir.) TEĞMEN – (Nefes nefese) Çan oturtulamadı galiba yerine!
YÜZBAŞI – Akıntı koparmış olabilir.
TEĞMEN – Yandık öyleyse…
YÜZBAŞI – Belli olmaz…
(Telefon… Teğmen ahizeyi yakalar.)
TEĞMEN – (Telefona) Evet… (Uzunca durak) Öyle mi, vah vah! (Telefonu kuvveti kesilmiş gibi yerine bırakıp Yüzbaşıya) Çanı yukarıya çekiyorlar! en kısa zamanda tekrarlayacaklar! Akıntı meselesi…
YÜZBAŞI – Kaderin cilvesi…
(içerde mırıldanmalar ve ağlama sesleri…)
İÇERDEN ÜSTEĞMENİN SESİ – Dayanın çocuklar, Allaha dayanın! YÜZBAŞI – (Teğmene) Git, sustur!
(Teğmen atılır, geçit noktası önünde durur.)
TEĞMEN – (Geçide haykırarak) İlk fırsatta tekrarlayacaklar! Her ân dalgıçlar inip çıkıyor. Akıntının gevşek saniyesini kolluyorlar. Metin olalım! Susalım! Bekliyelim!
(Ani sükût… Durak… Teğmen gelir. Arkasından Üsteğmen ve Üstçavuş gelirler. Er, daima geçit noktasında…)
YÜZBAŞI – (Gelenlere) Gelin! Geçin etrafıma, oturun!
(Üsteğmen ve Üstçavuş birer tabure çekip otururlar. Teğmen ayakta…)
YÜZBAŞI – (Teğmene) Artık seni kumandadan alıyorum! Mükemmeldin; tebrik ederim. Eski haline değil ama, rahata geçebilirsin! Otursana sen de!..
(Teğmen de bir tabure çekip oturur.)
ÜSTEĞMEN – (Yüzbaşıya) Akıntıyı yenebilecekler mi, yenemiyecekler mi?
YÜZBAŞI – Evet, suâl bu… Ama şöyle: Aldatabilecekler mi, aldatamayacaklar mı? Akıntı haşarı bir ata benzer. Dalgın bir anını bulup sırtına atlayabilmek lâzım…
ÜSTEĞMEN – Bana öyle geliyor ki Yüzbaşım, ümit zaif…
YÜZBAŞI – Allah’ın dediği olur.
TEĞMEN – (Patlarcasına) Allah!.. Allah!..
YÜZBAŞI – (Gayet tatlı) Teğmenim?
TEĞMEN – Efendim, Yüzbaşım!
YÜZBAŞI – Sen Allah’ın adını ömründe kaç kere andın?
TEĞMEN – Ne bileyim, Yüzbaşım?
YÜZBAŞI – Sık mı, seyrek mi?
TEĞMEN – Cevap veremiyeceğim!
YÜZBAŞI – İçinden mi, dışından mı? Zaif anında mı, kuvvetli deminde mi?
TEĞMEN – Ben sizin gibi kuvvetli olamadım. Kendimi kuvvetli sandığım zaman Allahı unuttum.
YÜZBAŞI – Benim gibi olmadığına yanan, büsbütün yanar. Bense Allahı, kuvvetim arttıkça hep düşündüm ama, işin meğer gevezeliğini yapmışım…
ÜSTEĞMEN – Etmeyin, Yüzbaşım!
YÜZBAŞI – Bir de Allahta eriyen, biten, tükenen, yok olanlar var… Bunlar için denizin altiyle üstü diye bir ayırt ediş olabilir mi hiç? (Haykırır Biz değil miyiz, şimdi burnu kapanda kısılan fareler gibi vink vink çırpınmayı, Allahı anmak sananlar?
(Başlar göğüslere düşer. Yüzbaşı taş gibi hissiz ve katı… Uzun sükût…)
YÜZBAŞI – (Gözleri boşlukta) Geç aynanın karşısına, gözlerini deli gibi aç ve haykır: Bu suratı kim çizdi? (Durak… Sesi kısık ve kelimeleri tane tane) Herkes suratından, kendi eliyle çizmişçesine emindir. (Durak) Bu kadar gafil olmak için mi akıl sahibi olduk?
TEĞMEN – (Çılgın) Yüzbaşım bizi ölüme mi alıştırıyorsun?
YÜZBAŞI – (Oralı olmaz) Hayvana dil ver, ilk sözü Allah olsun!.. Biz onu anarken unutanlarız… Bilirken bilmeyenler…
(Haşyet, gerginlik… Yüzbaşıya eğilirler.) YÜZBAŞI – (Doğrulur) Yepyeni bir haber ister misiniz?
(Daha çok eğilirler. Durak…)
YÜZBAŞI – Müjde çocuklar!
(Büsbütün eğilirler. Durak…)
YÜZBAŞI – Allah var!.. Sevinin!..
(Herkes hayret tavrında. Herkes donmuş…)
ÜSTEĞMEN – Bu mu yeni haber?
YÜZBAŞI -Bu! Dünyanın en eski ve en yeni haberi!
(Tek tek suratlara bakar) Kavrayamadınız mı? Her ân yeniden öğrenmişcesine öğrenin: • Allah var! Hâlâ mı kavrayamadınız? Allah var diyorum! Şimdi öğrenmiş gibi öğrenin! Müjde Allah var!..
PERDE

TABLO IV
(Aynı denizaltı sahnesi…)
(Üçüncü tablo sonundaki vaziyet… Herkes dalgın, susuyor. Uzun durak… Geçit tarafından tüyler ürpertici bir kahkaha gelir. Hıçkırır, katılır, boğulur gibi kahkaha atan birisi… Yüzbaşı, Üstteğmen, Teğmen ve Üstçavuş, başlarını dehşetle o tarafa çevirirler… ince, kalın, kırık, burkuk, dinen ve patlayan kahkahalar…)
YÜZBAŞI -(Ere) Kim o?
ER – Çavuş; Dizel çavuşu!
(Vahşi kuş seslerine benzeyen ciğer törpüleyici kahkahalar…)
YÜZBAŞI – (Kendisine bakan Üstteğmene) Hiçbir şeyden değil, yalnız bundan korkuyorum! Getirin buraya çavuşu!
(Üstteğmen ve Üstçavuş fırlarlar, geçide dalarlar. Kahkahalar kesilmiştir.)
YÜZBAŞI – (Teğmene) Eğer bu hal geçerse birkaçımıza, çan inmesi daha iyi olur.
TEĞMEN – Kendimi zor tutuyorum yüzbaşım; beynime bir kurşun sıkmamak için kendimi zor tutuyorum!
YÜZBAŞI – Canına kıymaya izinli değilsin! O kolay, zoruna bak!
(Soldan, Üstteğmenle Üstçavuşun kollarında çavuş… Çavuşu sürüklercesine ortaya getirirler. Çavuş, hıçkırıklarla kahkaha arası, kesik ve hafif sesler çıkarmakta…)
ÇAVUŞ – (Kolundakilere) Beni bırakın, subaylarım, denizin dibinde tutuk olmaz. (Yüzbaşı, subaylara, çavuşu bırakmalarını işaret eder. Bırakırlar. Çavuşta, bayılırcasına, yeni bir gülüş… Bir ân durur.)
YÜZBAŞI – Çavuş, nedir derdin?
ÇAVUŞ – Günahkârım yüzbaşım!
YÜZBAŞI – Biz senden günahkârız!
ÇAVUŞ – Onu Allah bilir.
YÜZBAŞI – Aklın başında, bak; neden gülüyordun deliler gibi?..
ÇAVUŞ – Gülmüyordum, ağlıyordum… (Durak. Vahşi gözlerini, apaçık, Yüzbaşınınkilere diker.) Sen hiç, benim kıydığım bir cana kıydın mı?
YÜZBAŞI-Nasıl?
ÇAVUŞ – Ben bir kaplumbağa öldürdüm.
(Çavuş, zehirli kahkahalardan can çekişiyor. Nazarlar, kaygı dolu, Çavuşun üzerinde… Yüzbaşıda hayretten eser yok… Teğmen ayağa kalkar…)
YÜZBAŞI – Rahat konuş Çavuş; istediğin gibi gül, rahat konuş!
ÇAVUŞ – Onüç yaşındaydım. Köyümüzün içinden bir dere geçiyordu. (Delice jestler ve mübalâğalı hareketlerle canlandırır.) Suları kahverengi, bulanık mı bulanık bir dere… Bahçemizde bir çardak vardı. Derenin kenarına düşüyordu. Babam beni aldı…
YÜZBAŞI – Anlat, Çavuş; baban seni aldı.
ÇAVUŞ – Çardağa çıkardı. Elinde bir tüfek… At, dedi; tüfet atmayı öğren! Nereye atayım?., dedim. Nereye istersen, dedi; her taraf açıklık… Keyifli keyifli tüfeği aldım. Kahverengi sularda bir kaplumbağa, bir su kaplumbağası… Çürük bir armuda benzeyen kafasını suyun üstüne çıkarmış, kabuğu su yüzünden tırnak kalınlığı kadar içeride, yüzüyor.
ÜSTTEGMEN – Periskopusu yüzünde bir denizaltı gibi…
ÇAVUŞ – Nişan aldım, attım. Bir su fışkırtısı… Kaplumbağanın başı sulara kaçtı. Kahverengi sularda, gittikçe büyüyen bir kan yuvarlağı… Rengi mor… Elimde barut kokan tüfek, gözüm sularda… Kaplumbağa, kabuğu gittikçe su yüzüne çıkarken başı suyun altına kaçarak, bir iki çırpındı, kıyıya vardı. Islak sahil balçığının üstünde yayılıp kaldı. (Durak…
Hıçkıran ses…) Sırtında, başparmak girecek kadar bir çukur, oradan dereye doğru süzülen incecik bir şerit, kan…
(Çavuş susar, ağlamaklı… Çenesi buruş buruş… Boşanacak gibi kesik kesik iç çekiyor.)
YÜZBAŞI – Bu mu günahın?..
ÇAVUŞ- (Delice işaretler.) O kaplumbağa çekti (Denizaltıyı gösterir) bu kaplumbağayı suyun dibine… Boynunu, handiyse kopacak pürüzlü bir lâstik gibi uzata uzata kıyıda can veren o kaplumbağa!..
(Sükût… Durak… Çavuşta birden boşanan gözyaşı…)
YÜZBAŞI – (Üstteğmen ve Teğmene) Düzeliyor. Ağlıyabildi. (Bir ân Çavuşu seyreder) Ağla Çavuşum, ağla! Bir kaplumbağa yüzünden yüklendiğin günahı, bir denizaltı dolusu insanı denizin dibine çekecek kadar büyüttüğüne göre, sendeki Allah korkusuna hiçbirimiz ulaşamayız.
ÇAVUŞ -* Kuş üzümü gibi kara gözleri vardı. Sonra perde indi onlara… Yirmi yıl rüyalarımdan çıkmadı.
YÜZBAŞI – (Çavuşa bir tabure gösterir) Otur, Çavuş, otur!
ÇAVUŞ – Ben oturmam, ben ağlayacağım!
YÜZBAŞI – Beraber ağlarız.
ÇAVUŞ – Herkes kendi başına ağlar; yapayalnız…
(Uzun durak… Yüzbaşı dikkatle Çavuşa bakıyor. Geçit tarafından homurdanmalar… Çavuş arkasını dönüp sessiz, ağlar. Geçit tarafından homurdanmalar kızışıyor.)
ER – (Geçide doğru) Ne istiyorsunuz?
İKİNCİ ÇAVUŞUN SESİ – Yüzbaşıyı görmek istiyoruz! Bizi de alsın yanına!
YÜZBAŞI – (Ere) Bırak gelsinler!
(Soldan, ikinci Çavuş, Onbaşı ve İkinci Er, gelirler… ikinci Çavuşun elinde ve bir kafes içinde küçük bir kuş… Yüzbaşının etrafında halkalanırlar. Oturan, yalnız Yüzbaşı…)
YÜZBAŞI – (Etrafındaki halkaya) Çocuklar, nedir telâşınız? (Durak) Dile kolay ama, kırk dört kulaç suyun dibinde, (Üstteğmeni gösterir) Üstteğmeninizin tabiriyle, kapağı lehimli bir kazana doldurulmuş kedi yavruları gibi boğulacağımız ânı bekliyoruz. Var mı bir diyeceğiniz?
İKİNCİ ÇAVUŞ – Hani çan iniyordu?
YÜZBAŞI – İnerse ne âlâ! O zaman karada boğulmayız!
İKİNCİ ÇAVUŞ – Karada boğulmak mı, o da nesi?..
YÜZBAŞI – Evet, suyun dibinde suda boğulmayacağız! Karada boğulacağız! Karada boğulmayla boğulacağız! Hem karada olmamak, hem karada boğulmak?.. Hem denizde olmak, hem suda boğulmamak?..
İKİNCİ ÇAVUŞ – Sen bizi ölüm gelmeden deli etmeğe mi bakıyorsun?..
YÜZBAŞI – (Sert) Ben sizi uçurumun dibine kadar göre göre aklınızı başınızda tutmaya davet ediyorum! Hem gözünüzü kırpmadan bakacaksınız, hem başınız dönmeyecek…
(Yeni gelenlerde kaynaşma… Bakışırlar. İkinci Çavuşta isyan edası… Onbaşı, İkinci Çavuşu dürter.)
YÜZBAŞI – Dikkat! Karşınızda kumandan var!
(Kalakalırlar, başlarını eğerler. Onbaşı doğrulur.)
ONBAŞI – (Yüzbaşıya) Derdimiz, denizin dibindeyken suda boğulmamaksa, kolayı var; açalım valf-leri, su hücum etsin, boğulalım!.
YÜZBAŞI – Hayır! Çan inebilir!
TEĞMEN – (Uzaktan, gayet heyecanlı) Ya inmezse?
YÜZBAŞI – Söz sende değil Teğmen; bak, subaylar susuyor, astlarla konuşuyoruz. (Durak, Onbaşıya) İnmeyeceğini bilsek de valfleri açamayız. Evvelâ Allah’ın rahmet ve kudretinden ümidimizi kesmiş görünemeyiz; sonra da… (Durak) Yetki meselesi… Nefsimize kıymaya yetkimiz yok.
İKİNCİ ÇAVUŞ – (Elindeki kafesi kaldırıp uzatır.) Yüzbaşı, sen bu lafları kafesteki kuşa anlat! Senin rotanla çarptığımıza çarptık; şimdi senin rotanla aklımızı mayına çarpacağız. Kumandan olmuşun, ne çıkar; insan ol!
ÜSTTEĞMEN – (Bir hamlede atılıp Çavuşun yakasından kavrayarak) Utanmıyor musun kumandana böyle dil uzatmaktan?.. Ne suçu var onun?
(Üstçavuş silâhına davranarak Ustteğmeni kollar, Er, geriden makineli tabancasını çevirir. Yüzbaşı ayağa kalkar.)
YÜZBAŞI- Dokunmayın! Kumanda gizli insanı bulamıyor, ne yapsın?.. Öyle bir pas ki, kumandanlık, altındaki rengi gizliyor.
(Üstteğmen İkinci Çavuşu bırakmıştır. Üstçavuş kalakalır. İkinci Çavuş, elindeki kafesi orta yerde bir tabureye bırakıp Yüzbaşıya döner.)
İKİNCİ ÇAVUŞ – Boğuluyorum! Hava tükenmeden boğuluyorum! Bir şeyi paralamak istiyorum! Söyle bana, hepimizin babası mübarek Yüzbaşı? Evimde dokuz yaşında bir oğlum var… (Kuşu gösterir) Ona aldım, son limandan bu kuşu… Gözleri karşımda… Dalgın dalgın beni düşünüyor… Ona kavuşacak mıyım, kavuşamayacak mıyım?
YÜZBAŞI – Allah’ın izniyle kavuşacaksın!
(Durak… Birden, arkası dönük Çavuşun, iki büklüm, katılması… Dehşet… Kıpırdayan yok… Çavuş döner. Tam bir deli…)
ÇAVUŞ – (İşaretler çakar) Ben batırdım sizi! Benim yüzümden battınız! Kimsede suç yok. Kaatil benim!
(Çavuş eliyle, üstüste göğsünü dövmekte… Durak…)
YÜZBAŞI – (Sert ve dik) Arkadaşlar! Kendimize gelecek miyiz?
ÜSTTEĞMEN – Nerdeyse âlet yetişir, kurtuluruz!
İKİNCİ ÇAVUŞ – (Kendinden geçmiş.) Âlet mi? (Cepçevre gösterir.) Her taraf âlet !.. Niçin ölü gözü gibi bakıyor hepsi? Niçin marifetini göstermiyor? Çalışsalar ya, kurtarsalar ya!
(ikinci Çavuş birden susar. Gözü, bir tarafta, kocaman bir çekicin üstünde… Atılır, bir hamlede çekici kavrar, kaldırır, âlet tablosunun üstüne indirmek üzereyken Er koşar, elindeki makineli tabancayı var kuvvetiyle Çavuşun koluna vurur. Kocaman çekiç yere düşer. Ürpertici madenî ses…)
YÜZBAŞI – (Üstteğmene) Yakalayın Çavuşları! Birbirine kelepçeleyin! Kıç bataryaya!..
(Üstteğmen ve işaretiyle Onbaşı, Üstçavuş ve işaretiyle ikinci er, atılırlar. Er, çavuşlara doğru silâhını yöneltir. Çavuşları kucaklayıp sol geçitten içeriye sürüklerler. Teğmen ve Yüzbaşı seyirci…)
YÜZBAŞI – (Teğmene) İyi tuttun kendini! Tebrik ederim!
TEĞMEN – İçimden öldüm!
YÜZBAŞI – Zavallılar! Önlerinde dize gelip, avaz avaz suçlu benim, bağışlayın hakkınızı diye haykıracağım geliyor!
TEĞMEN – Niçin suçlu olacakmışsınız? Ne münasebet?
YÜZBAŞI – Kumandan olduğum için suçlu… Buyruk makamına kurulduğum için suçlu… (Gösterir) Bu âletlerin kibrini belirttiğim için suçlu… Nefsimden razı olduğum için suçlu… Ne diyorsun sen; insan olduğum, var olduğum için suçlu… Olduğum için suçlu, olamadığım için suçlu… (Uzun durak… İçerden mırıltılar…)
İÇERİDEN ÜSTTEĞMENİN SESİ – Dua edin, çocuklar, dua! Su, toprak ve gök dua üzerinde…
(Mırıltılar… Yüzbaşı ve Teğmen dinlerler…)
İÇERİDEN ÜSTTEĞMENİN SESİ – Allahım, bizi kurtar! Yok elimizde, avucumuzda bir şey!.. Kulluğumuzun acziyle başbaşayız… Bizi kaldır, bizi deniz yüzüne çıkar! Bize güneşi göster!.. Bize çocuklarımızın gün yüzünü göster! bizi kurtar, Allahım!
İÇERİDEN SESLER – Âmin, âmin!
TEĞMEN-Âmin!
YÜZBAŞI-Âmin!
-Işıklar Kararır-

TABLO V
(Yüzbaşının Boğaziçinde ve deniz üstündeki ahşap ve ihtiyar yalısında büyük salon… Denize karşı yere kadar inen büyük pencereler… Eski ve kıymettar kumaşlı koltuklar, yaldızlı aynalar, masalar vesaire… Bir tarafta, eski ve rakkaslı bir duvar saati. Sağda bir geçit, solda bir kapı…]
(Orta pencerede Yüzbaşı… Dalgın dalgın denize bakıyor. Beyaz elbiseli… Büyük duvar saatinin tik-takları… Sağdan, elinde bir tepsi ve tepside çaydanlık ve fincan, Er girer. O da beyazlı.)
ER – (Yüzbaşıya arkasından) Çayınız hazır efendim!
(Yüzbaşı geri dönmez, cevap vermez ve sol eliyle, arkasından, Er’e çayı ortadaki masaya bırakmasını belirtir. Er çayı masaya bırakıp dönerken Yüzbaşıda bir hareket… Başını Er’e çevirir…)
YÜZBAŞI – Çantalarım hazır mı?
ER – (Durur) Evet efendim!
YÜZBAŞI – Sen de hazır mısın?
ER – Evet efendim!
YÜZBAŞI – Bu gece sefere çıkıyoruz.
ER – Evet efendim!
(Yüzbaşı eliyle Er’e çıkmasını anlatır. Er çıkar. Yüzbaşı aynı vaziyette… Denize karşı dalgın… Duvar saati, ürpertili bir tunç darbesiyle çeyrek saat işaretini verir. Saat 16.45… Sağdan gayet şık, Nişanlı girer… Üstündeki yazlık elbise, mübalâğalı açıklığiyle göze çarpıyor. Nişanlı, bir iki adım atıp Yüzbaşıyı görür. Birden ses çıkarmaz. Yüzbaşı gelenin farkında değil…)
NİŞANLI – Merhaba Yüzbaşı! (Yüzbaşı döner, Nişanlıyı görür. Halinde, zaptedilmiş bir hayret…
Kaşları çatık…)
YÜZBAŞI-Nasıl, siz mi?
NİŞANLI- Gördüğünüz gibi…
YÜZBAŞI – (Nişanlıya doğru yürür) Hangi rüzgâr attı sizi buraya?
NİŞANLI – Yerinde buluş… Rüzgâr değil, kasırga!
YÜZBAŞI – (Bir koltuk gösterir) Oturmaz mısınız?
(Nişanlı oturur. Yüzbaşı ayakta…)
YÜZBAŞI – Rüzgâr değil, kasırga; öyle mi?
NİŞANLI – İnsanı kökünden söken bir kasırga!.. (Durak) Nişanlıma yüzüğünü iade ettim!
YÜZBAŞI – Çok fena yaptınız!
NİŞANLI – Sabahleyin beni evime bırakırken ne dese beğenirsiniz?
(Sükût… Yüzbaşı bekler.)
NİŞANLI – Sen Yüzbaşıya delice âşıksın, demez mi?
YÜZBAŞI – Beni incitiyorsunuz?
NİŞANLI – İncindiniz demek…
YÜZBAŞI – Hayır, deseydiniz! Kimseye âşık değilim, rüya görüyorsun, deseydiniz! Ne diye yüzüğü iade ediyorsunuz?
NİŞANLI – Bütün bağlarını koparacak, hayatını altüst edecek kadar seviyorsun, dedi.
YÜZBAŞI – Yalan, deseydiniz!
NİŞANLI – (Ayağa kalkar) Diyemezdim; doğru!..
(Yüzbaşı kıza uzun uzun bakar, sonra döner, biraz evvel çekildiği pencerenin önüne gelir; iki eliyle perdeleri kavrayarak denizi seyretmeye koyulur. Nişanlı arkasından bakmakta… Durak… Nişanlı atılır, masaya geçer, fincana çay doldurur, eline alır.)
NİŞANLI – (Uzaktan) Çayınız!
(Yüzbaşı döner. Gölgeli ve düşünceli bir yüz… Nişanlı, elinde çay fincanı, uzakta… Karşılıklı bakışma…)
YÜZBAŞI – İçmeyeceğim! Siz için!
(Sağdan çıkıveren kızkardeş… Kızkardeş manzarayı görür görmez kalakalır.)
NİŞANLI – (Kızkardeşe) Ooo! Hoş geldin!
(Yüzbaşı geleni görünce gülümser, ilerler.)
YÜZBAŞI – (Kızkardeşe) Ne iyi ettiniz de geldiniz (Durak, bakışma…) İçine yalnız bir erle bir yüzbaşının girdiği münzevi yalıya…
NİŞANLI – (Kızkardeşe bakarak) Hayat getirdiniz!
KIZKARDEŞ – (Nişanlıya bakarak) Onu burada buldum!
NİŞANLI – Çayın da elimde hazır…
KIZKARDEŞ – O senin…
(Yüzbaşı Kızkardeşe yer gösterir. Sağında Kızkardeş, solunda Nişanlı, koltuklara yerleşirler. Nişanlı fincanı dudaklarına götürür.)
KIZKARDEŞ – (Yüzbaşıya) Kardeşim buhran içinde… Onu kurtarmanızı rica etmek için geldim size… (Duraklar) Fakat…
NİŞANLI – (Kızkardeşe) Yanınızda ben varım, değil mi? Yanımda konuşamazsınız!
YÜZBAŞI – (Kızkardeşe) Haberi sizden evvel arkadaşınız getirdi. Nişanın bozulması meselesi…
KIZKARDEŞ-Evet…
YÜZBAŞI – Konuşabiliriz. (Nişanlıyı gösterir) Yanımızda bulunmaları daha iyi… (Kızkardeşe) Kardeşinizi kurtarmak nasıl olabilir?
NİŞANLI – Nasıl olacak? Benim gidip önünde diz çökmemle…
KIZKARDEŞ – Şart değil… Kardeşim kendisine seni unutturacak iradeyi kazansa yeter…
NİŞANLI – Bu iradeyi Yüzbaşıdan mı istemeye geldin?
KIZKARDEŞ – Öyle…
NİŞANLI – Bir erkeğin en muhtaç olduğu sıfat, başka bir erkekten mi istenir?
KIZKARDEŞ – (Kızgın) İstenir! Eğer bu sadece bir fikirden, bir telkinden ibaretse… Kimse kimseden haysiyet sıfatı dilenmiyor. Kardeşimi düşürmene müsaade etmiyorum!
YÜZBAŞI – (Araya girer) Kimse kimseye, onda mevcut olmayanı veremez.
NİŞANLI – (Yüzbaşıya) Verin öyleyse! Beni unutturun, kurtarın! Ben de, erkeğimi serbestçe seçecek ve kendimi ona seçtirebilecek hale geleyim…
KIZKARDEŞ – (Nişanlıya) Sen güzel ve ince bir kızsın! Fakat ruhta, senin kadar kaba, küstah, yırtık bir insan görmedim ben…
(Nişanlı öfkeyle ayağa kalkar. Onu Yüzbaşı takip eder. Kızkardeş kalkmaz.)
NİŞANLI – (Yüzbaşıya) Ben gidiyorum Yüzbaşı! Evinizde hakaret görmeme herhalde razı olmazsınız!
YÜZBAŞI – (Nişanlıya) Bir ân bekleyiniz. (Kızkardeşe Nerede kardeşiniz?
KIZKARDEŞ – Ben evde bıraktım. Ama iyi halde değildi.
YÜZBAŞI-Ne demek o?.
KIZKARDEŞ – Kendinde olmayacak kadar sarhoş…
YÜZBAŞI – Bugün vazife başında olacağını bilmiyor mu?
KIZKARDEŞ – Bilmem!
YÜZBAŞI – Buraya geldiğinizi biliyor mu?
KIZKARDEŞ – Hayır!
NİŞANLI – (Yüzbaşıya doğru bir adım atar) Ben gideyim de siz onu bulursunuz.
(Nişanlı sağdaki geçide doğru yürür. Kız-kardeş ayağa kalkar. Nişanlı birkaç adım atar atmaz, yüzü geçide doğru, mıhlanıp kalır. Sonra iki adım geriler, gördüğü şeyden çarpılmıştır. Geçitten Teğmen çıkar. Teğmen ayakta zor duracak kadar sarhoş… Sendeliyor. Beyaz giyinmiş…)
TEĞMEN – (Herkesi ayrı ayrı süzdükten sonra Yüzbaşıya) Tebrik ederim, Yüzbaşı! Bana ait insanları evinizde toplamayı bilmişsiniz!
KIZKARDEŞ – (Atılır) Haksızsın! Yüzbaşıya ben kendim koştum. Seni kurtarmasını rica için…
TEĞMEN – (Nişanlısına) Siz de mi, beni kurtarması için Yüzbaşıya koştunuz?
NİŞANLI – Hayır! Sizi kurtarması için değil; beni kurtarması için!..
TEĞMEN – Utanmaz kancık!
(Herkes çarpılır.)
YÜZBAŞI – (Bir adım atıp haykırır) Teğmen!
TEĞMEN – Denizaltıda değiliz, Yüzbaşı; deniz kenarında ve bir evdeyiz. Burada rütbe ve kumanda yok!
YÜZBAŞI – Burada rütbe değil, insan kumanda eder.

(Yarım kalmıştır.)

Exit mobile version