Site icon N-F-K.com

Nefs Muhasebesi

NEFS MUHASEBESİ

Evvelâ 24 sual ve cevapları:

35 yıldır büyük bir ruh ve ahlâk çöküntüsü içinde miyiz?
(1) Mutlak!

Bu çöküntü, kökümüzü çürütmeye bıraktığımız son yarım asrın eseri mi
(2) Şüphesiz!

2 asırlık, satıh üstü garplılaşma gayretimiz, neticede bizi, ne Batılı, ne Doğulu, ölü noktada mı bırakmıştır?
(3) Öyle!

Bugün dış politikada mahkûm edildiğimiz acı yalnızlık, kökümüzle Doğudan kopup dallarımızla Batıya ilişememekten mi geliyor?
(4) Evet!

2 asırdır içimizden Doğu-Batı arası mahsup sırlarını çözebilen gerçek ve soylu bir inkılâp kafası yetişebilmiş midir?
(5) Asla!

Tanzimattan bu yana, olmak istediğimiz şeyin, hakikî maarifini, talim ve terbiye sistemini kurabildik mi?
(6) Ne gezer!

Tanzimattan bu yana, körpe ruhlara dünyasını anlatan özlü bir okuma kitabı, sahici bir tarih olsun, yazabildik mi?
(7) Katiyen!

50 yıldır, sanki bir sam yeli esmiş de her şeyi kurutmuş gibi, fikir ve sanatta kavruk nesillere yol açıldığı meydanda mı?
(8) Açık!

Profesörlerimiz, umumiyetle, esersiz, çilesiz, şahsiyetsiz, samimiyetsiz ve en aşağı seviyede kopyacı tipler mi?
(9) Tam!

Uydurma dil ve harfle millî kültür ve tefekkür barıştırılabilir mi; Rus, Japon, Yunanlı ve Yahudi, dil ve harflerini değiştirmiş midir?
(10) Hayır!

Öğretmen ve öğrencinin ruhu aç olduğu, çatışmanın ideal açlığından ve gıda tercihi savaşından geldiği bedahet mi?
(11) Hayır!

Neticede, devrimler, ilkeler, ülküler nesli diye ortada hiçbir şey kalmadığı ve olanca dâvanın sağ ile sol arasına sıkıştığı hakikat mi?
(12) Bedahet!

Devrimler, ilkeler, ülküler dedikleri kuru nakarata bir ideolocya kıymeti ve dünya görüşü mahiyeti verilemeyeceği aşikâr mı?
(13) Aşikâr!

Liberalizma ve demokrasinin, ömrünü doldurduğu ve insanlığın yeni bir nizam beklediği bu dünyada her türlü varlık şuurundan yoksun muyuz?
(14) Her şeyden yoksunuz!

Bir asırdır, Batılı ithal malı fikir işportacısı partilerden ruh kökümüze dayalı tek Örnek gösterilebilir mi?
(15) Hayır!

Manzaramızın, giden, dehlenen ve yerine birşey getirilemeyen ruh sahasında; ve dizginleri tutulamayan madde çerçevesinde çizdiği, tam bir iflâs tablosu mudur?
(16) Kat’î iflas!

Ruhi sefaletimiz yanında, iktisadî bilgi ve tedbir olarak, kaşığı kulağına götüren bir akıl hastasından farkımız var mı?
(17) Yok!

Montaj sanayiinin, asıl sanayii, endüstri dehâ ve istidadını öldüreceği, millî iktidarı hadım edeceği, bunun da Batılının bize son oyunu olduğu malûm mu?
(18) Müthiş bir oyun!

Cüzdanlara el sürmeden çalmak mânasına gelen enflâsyon yoluyla, helakten başka bir yere varılabilir mi?
(19) Ölüm yolu!

Enflâsyon parasıyla yatırım, mevhum bir istikbalinin güreş şampiyonunu bugünden verem yatağına düşürmek olmaz mı?
(20) Doğru!

Değerlendirilemeyen insan gücünün ham beygir kuvveti halinde Avrupa’ya ihracını ve sonra onların dövizlerine el açılmasını bulmaz mısınız?
(21) Yüz karası!

Halkın iradesine tâbi olmaktansa, halkı iradesine tâbi kılacak bir hak ve adalet rejiminden başka kurtuluş yolu düşünülebilir mi?
(22) Olamaz!

Toprakla arası açılan köylü, şehirleri bozar, ziraî temeli sarsar, sınaî temel de kurulamazken bu hal, bünye ihtilâline varmaz mı?
(23) Oraya varır!

Allah demenin kanunla yasaklandığı (163) bir ülkede hürriyetten ve hattâ lâiklikten bile bahsetmeye imkân var mıdır?
(24) Nasıl olur!

Bu yaman sualler, aslında, Öğrenilmek istenen basit şeylerin basit soruları değil, bütün bir dünya görüşünün (tez) leri ve (anti tez) leriyle kendisini belirten, kabul edilmeye zorlayan ve zıt düşünenleri meydana çıkmaya davet eden «Nefs Muhasebesi» şeklinde (manifest) dir; yanlarındaki cevaplar da, zaten sual üslûbundan anlaşılacağı gibi, Büyük Doğu kadrosunun topyekûn karşılıkları… Soran da o, cevaplandıran da… Şu var ki, sualler, cevaplarını öz kadromuzdan, Büyük Doğu kurulalıdan beri almış ve şimdi karşı taraf için, karşı tarafın perişanlığını göstermek için tertiplenmiştir. Bu bakımdan, karşı tarafın hiçliğini ve yüzdeyüz fikirsizliğini göstermeye yarar birer Öksedir onlar, birer kepçe; ve bakın, bu kepçeye ne türlü balıklar dolmuştur!

Cevapları almaya memur arkadaşlarımıza dedik ki:

— Birçoğu bu suallere cevap vermez. Ama cevap vermezken yine birşey söyler veya bir tavır takınır. O zaman, cevaplardan daha kıymetli olarak, siz, bu sözleri bu edaları kaydedersiniz. Daha güzel ve zengin olur. Hattâ, cevap vermeleri imkânsız bazı makam sahipleri için «cevap vermemiştir» diye yazmanız bile yeterlidir. Çare yok; ya konuşacaklar, yahut sükûtlarıyla da olsa, meydana çıkarılmaktan kurtulamayacaklar!..

Arkadaşlar, ellerinde iğneli sualler, sağa sola yayıldılar ve zıtlarımızdan kime dokundularsa onun dehşet içinde kaldığına ve hiçbirinde fikrî bir tamamlık bulunmadığına şahit oldular. Birini sathî solcular, öbürünü de havaî ilericiler diye sınıflandırabileceğimiz iki zümreli zıtlarımızdan, şaşkınlık geçirmeyen, sadece solcular oldu; öbürleriyse uykularında dürtülmüş olmanın öfkeli tavrını takındılar.

İşte «Nefs Muhasebesi» dürtüklememiz, zıtlarımızı içyüzleriyle belli eden bir (defile) şeklinde, halk teftişi sahnesine çıkarılmış zümrelerin imtihanına güzel bir vesile oldu; ve Büyük Doğu’dan vaz geçilince «Rapor»>a sermaye teşkil etti. Bunlardan, sınıfının (prototip) i mevkiindekilerden numuneler derledik.

İcabında sükûtlarını da kıymetlendirme taktiğimizle suallerimizi yönelttiklerimiz arasında elbette ki Cumhur Reisi bulunmalıydı.

Cumhur Reisinin alâkalı bürosundan gelen cevap:

«— Sayın Cumhur Başkanımız, TRT’den başka hiçbir neşir organına cevap vermiyorlar.»

M.S.P. Bakanları da dahil, Bakanlık seviyesinde kimseden cevap yok… Yalnız M.S.P. nin saffet örneği Çalışma Bakanı Tevfık Pâksu aynen Büyük Doğu ölçülerini benimsemiş, bu arada eski remziyle Şehadet parmağı, yeni alemiyle de Anahtar, kendi Partisini temize çıkarmayı unutmamıştır.

Prof. Fahir Armaoğlu:

«— Meşgulüm! Yakında yurt dışına çıkacağım! Sonra görüşürüz!»

Türk-İş Genel Başkanı Halil Tunç’un sekreteri:

«— Vakti yok!.. İleride bir gün cevaplandırmaları mümkün…»

Eski Başbakan Nihat Erim:

«— Hele Dergi çıksın da görelim! Ondan sonra cevaplandırırım!»

«Millî Birlik Komitesi» âzasından ve ihtilâlin (1) numaralı bildirisiyle Büyük Doğu’yu kapatanlardan Ahmed Yıldız:

«— Büyük Doğu’nun eğilimi nedir, bana bu konuda bilgi verir misiniz?»

Ankara İktisadî ve Ticarî İlimler Akademisi Başkanı:

«— Üstadım, ne olur, beni affetsin! Cevaplandırmaya fırsat bulamıyorum! Talebe hareketleri malûm… Onlarla uğraşıyorum!»

Danıştay Başkanının sekreteri:

«— Anketinizi Başkan Bey tetkik ettiler. Cevap vermeyeceklerini ifade ettiler.»

Anayasa Mahkemesi Başkanı:

«— Böyle bir röportaj için size teşekkür ederim. Ancak bulunduğumuz mevki herhangi bir beyanat ve röportaj’a cevap vermeğe müsait değildir. Bizim kanaatlarımız kararlarımızda tezahür etmektedir. Size başarılar dilerim.»

Prof. Bülent Nuri Esen:

Tam da ve şüphesiz en menfi tarafından cevap vereceği gün, hesap verme dünyasına seyahate çıktığı haberi gelmiştir.

Orta Doğu Teknik Üniversitesi Rektörü:

«— Özür dilerim efendim. Cevaplandırmak mümkün olmayacak!»

Senato âzası Bahriye Üçok:

«— Ankete verdiğim cevapların yayınlanmasında ve imzamın kullanılmasında benim için hiçbir mahzur yok. Ancak, yayın halinde bütün cevaplarımın aynen yayınlanmasını rica ediyorum. Cevaplarımın bir kısmının yayınlanması, bir kısmının yayınlanmaması gibi bir durum olmamasını istiyorum!»

Bu Hanımefendi veya bağlı olduğu devrimlerin diliyle «Sayın Bayan» suallere numara sırasıyla aynen şu cevapları vermiştir:

1 — Değiliz! (Yani ahlâk buhranı çekmiyoruz!)

2 — Bir çöküntü olduğu kanısında değilim. Tersine son yüzyılların en güçlü dönemini Atatürk zamanında yaşadık.

3 — Cumhuriyetten sonra sanat ve fikir hayatında Batılılaşmaya başladık.

4 — Politikacıların tutumlarından, ekonomik güçsüzlükten, ne zaman serbest düşünceye yeterince tahammül gösterirsek o zaman Batı düzeyinde uygar bir ülke oluruz. Herhalde henüz o noktaya ulaşamadık.

5 — Atatürk’ü inkâr mı ediyorsunuz?

6 — Kurduk ama siyasete kurban edildi.

7 — Gerçek ve metodik tarihler Tanzimattan sonra yazılmıştır.

8 — Fikir ve sanat asıl 50 yıldan bu yana yeşermiştir. Yunus Emre gibi birkaç şairimiz ve Sinan gibi bir iki mimarımızın dışında geçmişi aratan ne var ki?

9 — Bir ulusun kültür kaynaklarını besleyen değerlerine böylesi bir iftirayı reva görenlere karşılık vermek, ona bir gerçeklik tanımak olur.

10 — Yabancı sözcüklei’le düşün yaşamı geliştirilemez. O sadece bir saray çevresi diliydi. Harflere gelince, Arabın harfleri bizim düşün yaşamımıza, dil ve hançere yapımıza uygun olsaydı, bin yıldan bu yana dünyanın en uygar ulusu olmamız gerekirdi. Kaldı ki, Türklerin kendi alfabeleri de Uygur ve Orhun alfabeleridir.

11 — Çıkarcıların zehirli tohumlar ekmelerinden…

12 — Hayır!

13 — Bu sorunuzdan «uydurma dil» dediğiniz dili benimsemiş olduğunuzdan başka birşey anlamadım.

14 — Sorunuz muğlak… Liberalizm, çağını çoktan doldurmuştur. Ama demokrasi için bu hiçbir zaman söylenemez.

15 — Parti de ithâl malıdır.

16 — Son yıllarda devrimlere karşı yapılan suikastlerle gerçekten bir iflâsa gidiş görüntüsü doğmuştur.

17 — Ruhsal çöküntüler her çağdakinden daha ilerde değil. (Bakınız: Tesavir-i Rical)… Sorunun ikinci bölümüne «evet karşılığını vermek de mümkün…

18 — Doğru olabilir.

19 — Ekonomistlerin ancak uzman olanlarının gerekli gördükleri ve doğru uyguladıkları enflâsyon, söylediğiniz sonuçları doğurmayabilir.

20 — Doğru; olur!

21 — Üzücü bulurum!

22 — Önerdiğiniz kurtuluş yolu mümkün değildir. Halk iradesine dayanmayan âdil bir rejim düşünülemez.

23 — Önlemek için toprak reformu gerçekleştirilirse, varmaz!

24 — Allah demek hiçbir zaman kanunla yasaklanmamıştır. 163. maddeyi okumadığınız anlaşılıyor. Ancak her türlü fikir özgürlüğünden yana olduğum için, bu özgürlüğü kısıtlayan bütün maddeler gibi 163. ünde kalkmasına karşı değilim.

(Virgülü ve noktasına kadar aynen gösterdiğimiz bu cevapların belirttiği anlayış zaaflarını vasıflandırmaktan utanırım!..)

Müflis Demokratik Parti’den tam zamanında can kurtaran simidiyle suya atlayıp kurtulmasını bilen ve Adalet Partisinin kuruluşundan beri ümidimizi heykelleştiren Dr. Sadeddin Bilgiç ise, aynen neşredilmeye lâyık olarak madde madde şu cevapları vermiştir:

1 — Maalesef evet!

2 — Kökümüzden kopmağa çalıştığımız bir gerçek… Elbette bunun da milleti getirdiği nokta anarşi olmuştur.

3 — Evet!

4 — Dış politikadaki yalnızlığımız, ister Doğu, ister Batı olsun, kendilerinin şahsî hesaplarından da ileri gelmektedir.

5 — İki asırdır Doğu-Batı arası mahsup sırrını çözmüş bir inkılâp yapılabildiğini kabul etmek mümkün değildir.

6 — Kuramadık!

7 —Yazamadık!

8 — Maalesef, evet.

9 — Zaman zaman içlerinde gayret gösterenler bulunmuştur. Fakat Millî bir maarif sistemini gerçekleştirememiş olmamız neticesi, millî bütünlüğümüzü sağlamamıza yardımcı olacak kadroların yetişmesine imkân vermemiştir.

10 — Türk dilinin asırlar boyu gerçek Türk dili olarak ifade edilmemiş olması, nesilleri sık sık birbirinden koparmaya ve mazisi ile irtibatlanmaya imkân vermemiştir. Değiştirmemişlerdir!

11— Evet!

12 — Evet!

13 — Aşikârdır!

14 — Liberalizmanın ömrünü doldurduğu fakat bütün kaideleri ile tatbik edildiği takdirde demokrasinin bugün de en geçerli rejim olduğu inancındayım

15 — Partilere vücut veren şahıslardır. Bu şahıslar millî ruh kökümüze dayalı olarak yetiştirilmediğine göre partileri suçlamak bizi hedefe götürmez.

16 — Tam iflâs değilse bile iflâsa yakın bir durumdadır.

17 — Ruh yapımız ve ekonomik bilgilerimiz yönünden millî bünyeye uygun bir kalkınma içinde olmadığımız gerçektir.

18 —……………………………..

19 —……………………………..

20 — Enflâsyon baskısı altında kalmadan kalkınma sağlamak tercihe şayandır.

21 — Memleket içinde Türk vatandaşlarına iş sağlamak elbetteki şayan-ı tercih ve arzudur. Ancak ekonomik kalkınmasını sağlayamamış memleketlerde işsizliği hafifletmek için dışarıda da olsa işçilerimizin istihdam zarureti vardır. Bunların döviz gelirlerini millî kalkınmada çok dikkatli kullanmak gerekir.

22 — Halkı iradesine tabî kılarak ortaya çıkan sistemler maalesef daima halkın aleyhine neticelenmiş ve sonunda büyük mücadelelerle uzaklaştırılmıştır. Halkın gerçek iradesi ile ortaya çıkan sistemler bütün zaaflarına rağmen diğerlerinden faydalı olmuştur. Şahsî inancım bu…

23 — Maalesef varır.

24 — T.C.K.dan 163. maddeyi, mutlaka kaldırılması lüzum ve zaruretine inanmaktayım.

Bakan, başkan, profesör, senatör vesaire, daha ziyade Ankara çevresi aydın bilinenlerinden gelen bu (tipik) ve Cumhuriyet münevveri fikir seciyesini bütün yaralarıyla teşhir eden cevaplardan sonra, daha felâketli bir muhite, İstanbula dönelim:

PROF. TAKİYETTİN MENGÜŞOĞLU

1 — Hayır! (Ruh ve ahlâk çöküntüsü yoktur!)

2 — Hayır! Çürüme yok, sağlamlaşma var. Kendi kendimizi bulmuşuz.

3 — Taklit yoktur, iki asır önce devlet olmamız bile söz konusu değildi. İngiliz, kafası kırılsa, Türk mahkemesi değil, İngiliz mahkemesine gidiyordu. Kopyacılık yok, yaratma vardır. Dil yok, tarih yok; coğrafyayı Faik Sabri Fransızcadan tercüme etmiştir. Dil Tarih Coğrafya Fakültesi… Eksik olan bunlar… Tarih, Ali Reşatın Fransızcadan tercümesi… Hepsi böyle… Şunu ilâve edeyim: Atatürk’e dokundunuz mu ben orada yokum! Benim için yakın tarihte iki büyük devlet adamı vardır: Birisi inkılâpçı olan Atatürk diğeri büyük bir devlet adamı olan İnönü. Prensibim şahıslarla uğraşmamak… Necip Fazıl Bey’in şahsına birşey söylemiyorum.

4 — Hayır!

5 — Soru yanlış… İlim evrenseldir. 50 senedir çok… Evveli bize ait değil…

6 — 1950 ye kadar evet… Sonra dejenere olmuştur.

7 —…………

8 — Doğru değil, yanlış…

9 — Hayır; inceleme ister.

10, 11, 12, 13, — Hayır! Onlar değiştirmemişler, fakat bizim değiştirmemizde büyük isabet vardır. Bunun faydaları bugün görüldüğü gibi, yarın daha fazla görülecektir. Bizdeki Arap harfleridir. MÜSLÜMAN OLDUKTAN SONRA HERŞEYI KAYBETMİŞİZ. Durun, Osmanlının yaptığı büyük işler de var. Mesela askerliği bizden almışlar Avrupalılar. Şimdi biz onlardan tekrar alıyoruz. İslâmın, Türklükten gelen asıl kıymetlerimizi kaybettirmesi birkaç asır sürmüştür. Cumhuriyet Türklüğe geri dönüştür. Bugün Arap harfleri kalsa idi, okuma yazma bilen kalmazdı. Türk dili büyük bir ilerleme ve gelişme kaydetmiştir. Uydurma dil diye birşey yoktur.

14 — Dünyada demokrasi ve liberalizm ömrünü doldurmuştur. Bizde ilk adımı atmıştır. Şuursuz da değiliz.

15 — Atatürk ve İnönü devrindeki CHP, bugünkü CHP ve Ecevit…

16 — Hayır!

17 — Anoloji yanlış… Evet!

18 — Hayır!

19 — Hayır! Batıda ve dünyada var!

20 —Çok edebî…

21 — Hayır! Ekonomiyle şimdiye kadar ilgisi olmayan bir millet için lüzumludur bu… İngilizlerin ve herkesin işçileri var…

22 — Evet. Bunun mânası diktatörlüktür.

23 — Araştırma ister; cevap veremem…

24 — Allah’ın Türkçe ismi Tanrı’dır. Ben de günde kaç kere Tanrı diyorum. Dini insanlar yaratmıştır. Din insanların bir başarısıdır. Dini, bütün kutsallıklarıyla insan yaratmıştır. Allah yok diyemem; çünkü varlığını ve yokluğunu bilmiyorum. Felsefe, ne dinin yanında ne de karşısındadır. (Hegel) diyor ki: «Bir dinin halisliği devlet işlerine karışmadığı orandadır.»

(Bu satırlar, Profesör sıfatını taşıyan birinde, sâf ve mücerret ilim, hattâ hadiselere karşı en âdi bilgi kıymetinden tutun, ruh feyzine ve meçhule hürmet edasına kadar neler eksilebileceğine, hayal yakıcı bir misal…)

muharrir bedii faik

— Beni mazur görün! Bu tarzda bir ankete cevap veremem! Evet veya hayır demek Necip Fazıl’a katılmak veya katılmamanın cevapları olur. Bunlar benim için ne evet, ne hayır!..

PROF. MUHARREM ERGİN

Yalnız birkaç suale cevap:

15 — Fakat devam etmeyecek ve asıl sanayie geçilecektir. Başlangıçta montaj da zaruridir.

21 — Avrupadaki Türk işçileri Türk milletinin yüksek yaşama gücünün yeni ve değişik bir tezahürüdür. Bundan Türkler mutlaka galip çıkacaklardır! Türk işçileri Almanyayı fethedeceklerdir.

İSMAİL CEM

— İlginç sualler… Sualleriniz gerçekten önemli… Toplumumuzun birçok eksiğine, yanlışına işaret eden, onları ortaya çıkarmaya dönük sualler, genel özellikleri itibariyle… Bir tenkidim var; bir çok doğru noktaya temas etmenize rağmen bazı meselelere alâka az… Özellikle ekonomik, Avrupaya işçi ihracını tabiî ki, yüz karası buluruz. Ama bugünün dünya şartlarına göre gitmemiş olsalardı hakikaten felâket olurdu. 500 bin işçi varsa hem 500 bin işsiz hem 150 bin kişi işsiz kalırdı. Enflasyon sualleri çok doğru. Hür teşebbüsün kalkınma modelinde enflasyon kaçınılmaz olarak var. Enflasyon kötü tesirine rağmen Türkiyeyi kalkındırmada büyük rol oynamıştır. 1950-60 dönemi… Batı konusundaki görüşlerinize katılıyorum. Bizim hedefimiz Doğu-Batı arası köprü rolü idi. Sonra Batıya yamanmak istenildi. Bu bana göre yanlıştır. 1960 tan bu yana daha sağlıklı bir dış politika içindeyiz. Özellikle 1965 ten bu yana… Ruh ve ahlak çöküntüsü sanayileşmeye çalışan bütün ülkelerde var… Ekonomik değişmeyle alakalı…

Tanzimat yorumunuz çok doğru.

Katılmadığım, sağ ve sol arası sıkışma… Sağ ve sol, ekonomik ve sınıfsal bir meseledir.

Sol sizin yaptığınız bu tahlillere yıllar sonra gelebildi. Marksist kesim de öyle…

(Bir çok solcuda olduğu gibi «Büyük Doğu» fikir ve diyalektik ölçülerinin İsmail Cem gibi bir elde müdafaası ibret vericidir. Unsurlarımızı benimseyenler toplamı da bize uydursalar mesele kalmaz.)

AZİZ NESİN

3 — Bizi ölü noktada bırakmadı ama taklitçi yaptı. Bu endüstri medeniyetinin ortaya çıkardığı Batı kapitalist düzeninin zorunlu bir sonucu idi. Batı kapitalist dünyası Türkiyeyi hem ekonomik, hem stratejik alanda bir sömürü ülkesi yapabilmek için kendi düzenini bize bazen zorla, bazen de benimseterek kabul ettirme yollarını aradı. Bunun sonucu olarak, Türkiye Batı taklitçisi değil, Batının egemen sınıfının sistemi olan kapitalizmin taklitçisi oldu. Kendisi kapitalist olmadan, kapitalizmin taklitçisi olmak, Türk kültürünü kendinden uzaklaştırdı, ve kendisini kendisine yabancı yaptı. Türk Aydınları bugün bunun acısını çekmektedir. Sevindirici olan şudur: Başka başka açılardan baksalar da, Türkiyede sağcısıyla solcusuyla aydınlar, kültür emperyalizminin etkisinde kalmalarının acısını çekmekte ve bunun bilincindedirler.

4 — Yalnız bundan değil… Çağdaş gidişin rayı dışına çıkmış bulunuyoruz. Türkiyenin tutarlı bir ekonomik ve politik düzeni yok… Ne kapitalist yolu seçebiliyoruz – ki onu seçmek olanağımız yoktur – ne de sosyalist bir yöntem seçebiliyoruz. Bu nedenle dünya kamplarına yabancı kalıyoruz.

5 — Bu sorunun cevabı inkılâptan ne anladığımıza bağlıdır. Ben inkılâptan şunu anlıyorum: Bir toplumun toplumsal yapısının değişmesine inkılâp denir. Toplumsal yapı değişmedikçe inkılâp olamaz. Toplumsal yapının değişmesi de, bilindiği gibi, üretim ilişkilerinin değişmesi demektir. Türkiye’de bu değişiklik ne ikiyüz yıldır, ne de daha önce olmuştur. Türkiyede inkılâp diye yapılanlar, Batı kapitalizminin etkisinde kalınarak ve taklit edilerek birtakım üst yapı değişiklikleri ve biçimsel değişiklerdir. Temelde bir değişiklik değildir.

6 — Tanzimattan bu yana olmak istediğimiz şeyi zaten olamazdık. Olamıyacağımız birşeyin de eğitim sistemi olamaz.

7 — Bütüniyle yazamadık ama, parça parça, bölüm bölüm bu yazılabildi ve çok belgeler ortaya kondu.

8 — Hayır; hiç öyle değil… 50 yıl önce ne vardı da şimdi ondan daha kötüyüz? 50 yıl Önce büsbütün çoraktı o yönden. Örneğin, Necip Fazıl, kendisi bile yoktu 50 yıl önce…

9 — Bu öteden beri Büyük Doğu’nun iddiasıdır. Bir dönem için Büyük Doğu bu iddiasında haklı idi. O dönemde Türkiyenin tek bir üniversitesi vardı. O üniversitenin de fakülteleri, kürsü sayıları azdı. Gerçekten de yabancı dil bile bilmeyen, kitapsız profesörler vardı. Ama bugün durum yeterli değilse bile eskiye göre çok umut vericidir. Kaç üniversitemiz olduğu sorulsa birden cevap verilemeyecek kadar sayıları çoktur. Bugün uluslararası araştırma profesörlerinin başında Türk profesörleri var. Az şey değildir bu… 20-30 senedir gelişme var.

10 — Değiştirmeden amacınız ne? Arap harfleri de bizim değil ki… Orhon kitabelerini Arap harfleriyle yazmadık. Öz Türk harfleri olsaydı ve bu dünyanın en kötü harfleri olsaydı ben onların değişmesine taraftar olmazdım. Arapça okurken de Arap harfleri derdik. Yeni kelimelerin eğer kökü bizdense… Zaten zorla olmuyor, toplum kabul etmiyor. Bu boşuna bir çabadır. Sağcıların en boş iddiası budur. Biz onları dipçikle kabul ettirmiyoruz. Halk benimsemezse kusar, atar. Ben Türkiyede en çok satan yazarım. Buradan belli ki, bunu halk benimsiyor da alıyor.

11 — Gıda tercihi savaşından geldiğini kabul ediyorum. Manevî gıda filân değil, tabi besini kastediyorum.

12 — Sorularınızdan öyle anlaşılıyor ki, önce bizim ortaklaşa sözlüğümüz yok. Aynı kavramlardan ayrı ayrı anlamlar anlıyoruz. Bu sizin sağ sol dediğiniz şey, ilkelerden, maddi temeldeki çıkar ayrılıklarından ve bunların doğurduğu çatışmalardan ortaya çıkıyor.

13 — Hayır! İlkeler ideolojilerin formüle edilmiş yargılarıdır. Bana göre Türkiyede devrim yapılmamıştır ki, yani toplumsal yapı değişmemiştir ki, bugünkü ideolojilerin devrimlerin sonucu olduğu söylenebilsin. Bugün sağ-sol kavgası, Türkiyenin toplumsal yapısını değiştirmek ve değiştirmemek kavgasıdır. Sağcılar üst yapısal bir değişim ile yetinmek isterler. Solcular temelden değişim, yani üretim ilişkilerinin değişmesini isterler.

14 — Bu, demokrasiye verilen anlama göre değişir, Liberalizmin gününü doldurduğuna ben de katılıyorum; ama demokrasi için aynı şeyi söyleyemeyiz. Kaldı ki, Liberalizm ile Demokrasi mukayese edilecek iki kavram değildir. Oysa demokrasi bütün toplumsal düzendir. Politik bir düzendir. Liberalizm doktrini tektir. Liberalizm iktisadi bir doktrindir. Oysa bugün dünyada çok değişik demokrasi düzenleri vardır. Ben demokrasiye karşı değilim.

15 — Bizim ulusal kökümüze dayalı gerçekten Türk halkının çıkarlarını savunan partilerimiz olmuştur. Ama söylediğiniz partiler toplumsal yapıyı değiştirmeyi amaçlayan bu partileri kendi çıkarlarına aykırı buldukları için türlü bahanelerle onları boğmaya, yoketmeye çalışmışlardır. Bugün de olmakta olan budur. Bir asırdır Batı işportacısı partilerden sözediyorsunuz. Daha önceleri de doğu düşüncesinin işportacısı olanlar Türk halkına egemendi. Gerçekte Amerika, İngiltere, Almanya bize ne denli yabancıysa, Arap ve İranlı da onlardan daha az yabancı değildi. Her iki yandan da elbette alacağımız, öğreneceğimiz çok şeyler vardır. Ama özümseyerek almamız kendimizin yapmamız gerekir.

16 — Hayır; iflas tablosu değildir. Böyle bir sorunun sorulabilmesi bile, bu düşüncenin olabilmesi bile iflâs etmediğimizi gösterir. Bizden sonraki kuşaktan bilinçli gençlerden çok umutluyum.

17 — Egemen sınıflar yani burjuvazi, kendi çıkarları açısından çok akıllıdır. Bu sınıf kaşığı ağzı yerine kulağına götürüyorsa hattâ -Lütfen kelimeyi aynen yazın- kaşığı ağzı yerine g*tüne götürüyorsa bunda bir hesabı vardır. Bunu aptallık sanmak halkı yanıltmak olur.

18 — O kadar belli ki, siz bunu Türkiyede ilk söyleyenlerden biriyle konuşuyorsunuz. Montaj sanayii dış kapitalizme bağlı araçların, Millî olmayan burjuvazinin oluşturduğu emperyalizmin ve çok uluslu şirketlerin Türk ulusunu sömürme oyunlarından biridir ve endüstri sahteciliğidir. Bunu yapanlara biz (komprador burjuva) deriz. Halkı kandırmak için en çok din, iman, vatan, millet diyenler bunlardır. Bunlardan hiçbiri kendi çocuklarını İmam-Hatip okullarında okutmadıkları halde İmam-Hatip Okullarının durmadan artmasını, öğretmen okullarından Sanat okullarından daha da çoğalmasını isterler. Gerçek Müslüman olduklarından değil, İslâmlık ticareti yaparak, sahte müslüman olduklarından böyle yaparlar. Montaj sanayii yaratıcılığı önler. Bunun için iki şart lazım; teorik ve pratik… Biri enstitüler, diğeri makineyi yapan makine… Endüstri yaratıcılık montaj sanayii ile olmaz. Bunun için makine üreten fabrikalar, makine yapan fabrikalar olması gerekdir. Bir ulusun gerçek bağımsızlığı da ancak böyle kurulabilir.

19 — Varılamaz!

20 — Doğru! Fakat bundan daha kötüsü var: Şudur; Dış borçlanmalarla yatırımlar!.. Sorun, aslında çok uzun!.. Enflâsyonun nedeni yatırılan yabancı sermayelerdir. Enflâsyonu bunlar yaratırlar, çünkü dışarıya daha çok kazanç kaçırmak isterler. Diyelim, bir yerli sanayiciye 100 bin dolar yabancı kredi açıldı. Bunun belli bir faizi vardır. Borçlu sanayici borç aldığı tarihteki kur üzerine borcunu öder. Yani dolar on lira ise on lira üzerinden faiz ve borcu öder. Türkiyeyi enflâsyona zorlayan çoğunun sandığı gibi iç etkenler değildir, dış zorlamalardır. Çünkü bir dolar 15 lira olunca, borçlunun faiz borcu ve ana borcu kendiliğinden 1/3 artmış olur. Bu nedenle emperyalizm daha çok sömürsün buradan daha çok kazanç dışarıya aktarsın diye… Türkiye’de enflâsyonun hızlanmasını ister. Elinde bunun için çok güçlü bir müeyyide vardır. Türkiye Türk lirasının değerini düşürmek istemezse kredileri azaltıp, ya da keserek yarım yamalak Türk endüstrisini baltalar.

21 —Evet!

22 — Benim düşündüğüm kurtuluş yolu bu söylediğinizin tam tersidir. Ancak halkı bilinçlendirmemiz, kendi gerçek çıkarlarının nerede olduğunu kendisine anlatmamız gerekir. Dünya tarihinde halkı kurtaran olmamıştır. Olanlar halkı kurtarıyoruz diye belli bir sınıfı egemen kılmışlardır. Halk ancak kendi kendisini kurtarabilir. Namuslu aydınların görevi bize göre halkı kurtarmaya kalkışmak değil, halkın kendi kendisini kurtarmasına yardımcı olmaktır.

23 — Bünye ihtilâli ne demek? Topraksız köylü büyük kentlere akmak zorunda kaldıkça ve gerçek endüstri de kurulamadıkça toplum benliğinden kişiliğinden durmadan yitirir. Bunun sonu devrime varır mı? Sanmam! Çünkü bunu sefalet doğurur. Sefiller de devrim yapamazlar. Onların yarattıkları ancak kargaşalıktır.

24 — Ne Allah demenin ne de başka herhangi bir kelimeyi söylemenin yasak olduğu ülkede özgürlük ve demokrasiden söz edilemez! İşte eski dostum Necip Fazılla ayrıldığımız yer burası… O Allah denilmesinin yasak olmamasını özgürlük sayıyor. Ben de onunla birliğim. Allah yolunda her düşünce söylenebilmeli ki, Özgürlük olabilsin. Ama bu, özgürlük için yeterli değildir. Tam özgürlük olabilmesi için bu düşüncenin tam karşıtı olan düşüncelerin de özgürce söylenebilmesi, savunulabilmesi gerekir. Necip Fazıl çok iyi bilir ki, karşıtı söylenilmeden söylenmiş olan bir düşünce eksik kalmış, yarım bir düşüncedir. Son sözüm: Her cevap ya olduğu gibi konmalı, ya da olduğu gibi çıkarılmalıdır.

(Aziz Nesin’in, olduğu gibi koyduğumuz bu cevapları üzerinde kıymet hükmümüz, İsmail Cem’e ait teşhisimize denk ve nihayet ek olarak, davet ettiğimiz dünyalarda tam zıt, fakat yerdiğimiz dünyalarda beraber olduğumuzdur.)

BURHAN FELEK

1 — Din ulvi meseledir; Allah’la kul arasında… Din meselesi anlaşılmıyor. Genel olarak okuyucunun seviyesi, lise seviyesidir. Bakın bana şöyle yazan okuyucu var: «Eğer biz seni bilfiil bulamazsak bile manen mezarına sıçarız!» Kaç kişi için söylüyorsunuz, 40 milyon için mi? Ben nasıl cevap vereyim buna. Bütün dünyada bir keşmekeş var. Bütün dünyada maddî ve manevî kargaşalık var. Türkiye de bundan payını alıyor. Ben zannedildiği kadar kötümser değilim. Dışta (şehirlerde) görünen karışıklık derinlerde (köylerde) aynı değil. Dünyanın bu kargaşası kalabalıktan…

2 — Türkiye 908’den beri dört büyük harp, 10-12 ihtilâl geçirmiştir ve cemiyetimiz bu yüzden kendisine çeki-düzen verme imkanı bulamamıştır. Biz Akdeniz halkıyız; mizacımız onun tesirinde… Üç yanardağı, bizim mizacımızda… Şimallerde bu görülemez. Bu muhtevaya iştirak etmemekteyim. İsveç’te 300 sene harp olmamış, biz 13 senede bir harp yapmışız.

3 — Batılılaşma yoktur. Medenileşme vardır. Coğrafî vaziyet ve içtimaî büyük faktör olan din unsuru bazı noktalarda tam Batıya benzememize mâni olmuştur. Buna da lüzum yoktur. Batının ilim ve fenninden istifade edilmelidir. Buna da çalışılmıştır. Bizim gibi olan ülkelerden ilerideyiz. Köylü ve şehirli uyanmıştır. İnkılâplarımızın tatbikatında yanlışlarımız olmuştur. Herkeste olduğu gibi… Dâva cehaletle mücadele davasıdır. Bilmediğimizi bilmektir.

4 — Dış politika ile ilgim yok.

5 — Ben kafaların Ölçüsünü bilmem. Ben orta halli bir gazeteciyim. Bazı liderler çıkmıştır. Ziya Paşa, Reşit Paşa, Agâh Efendi, Şinasi… Mustafa Kemal yüzdeyüz kellesiyle oynamış adam… O’nu Fatih’le kıyaslıyorlar. M. Kemal tek başına herşeye karşı çıkıyor. Dünyada ender gelmiş adam. Fatih’ten büyük iş yapmış adam… O İstanbulu aldı, Atatürk Türkiyeyi kurtardı. İnkılâpları tatbik edin diye verdi. Tatbikatta hata yaptılar. Ben sıra adamıyım, büyük meselelere karar veremem ben…

6 — Ben eski bir hocayım. Okuttuğum şeyleri iyi okuttum. Talim ve terbiye ayrıdır. Talim mektepte olur. Terbiye evde, camide, kahvede, her yerde…
Dil tecrübesi gazetelerde olmaz. Biz birbirimizi anlamaz olduk. Bu oldukça pürüzlü bir soru… Üstüme gelme!.. Buna cevap veremem!.. Ben ihtiyar adamım… Osmanlıca Enstitüsü kurmak lâzım… Kütükler, arşivler, dolu… Haydi, git artık, yeter!..

(Yaş hastalığına müptelâ bir zatın cevapları…)

METİN ERKSAN (Rejisör ve Senarist)

1 — Çok büyük sualler… İddiası içinde… Ben, çöküntü tabirini kullanmayacağım. Bu duruma bir buhran da demiyeceğim. Bence elli yıldır değerler kargaşası içindeyiz. Bilenler bildiğini söylemez. Bilmeyenler susmaz. Her nesil, kendi değer ve kavramlarını kendi yaratıyor ve bunları gerçek sanıyor. İşte kargaşalığın ta kendisi!.. Gerçekler de değişir. Her zaman her kavrama karşı yararlı bir şüphe içinde olacağız. Fakat bu inkarcılık olmamalıdır. Bir toplumun bütün canlılığını meydana getiren unsur, nesillerden nesile intikâl eden değer ve kavramlardır. Bizim toplumumuzdaki en belirgin kişi tipi bence şudur: Bir adam tasavvur edin; bu adam 1976 yılında bir gemi ile Amerika’ya gidiyor. Geminin burnunda duran bu adam, Amerika toprağı görünür görünmez «İşte Amerika!» diye bağırıyor ve Amerika’yı keşfettiğini sanıyor. Halbuki Amerika kıtasını hiç bilmeden (Kristof Kolomb) 1495 de keşfetti. İşte bence bizim toplumumuzun en belirgin vasfı budur. Eğer nesiller boyunca üzerinde düşünülüp, taşınılıp, bilimsel yönden incelenip ve de Türkiyeli gibi düşünülüp bir ortak hükme varılmışsa sonra gelen nesillerin bu ortak doğruları kabullenmesi gerekir. Üçgenin alanı (taban*yükseklik/2)dir. Artık bunun tartışması olmaz. Bu mutlak bir doğrudur. Bazı toplumsal doğrular da bu matematik doğru gibi tartışılmaz ancak Öğrenilir ve ezberlenir. Şimdi çevrenize bir bakıyorsunuz; her kafadan bir ses çıkıyor. 50 yıldır çıkmış bu sesler ve de sonunda bu sıfır noktasına gelinmiş… Kestirmeden bazı şeyler söylemek gerekirse şu örnekleri vermek isterim. Türk düşüncesinin bir bölümü Batı etkisinde kalmış, Batılının kendi toplumu için söylediği doğruları Türk toplumu için de geçerli sanmış… Bir kısım Türk düşüncesinin bir bölümü Batı etkisinde kalmış, Batılının kendi toplumu için söylediği doğruları Türk toplumu için geçerli sanmış… Biz hem Batıyı hem de Doğuyu bilmek zorundayız. Ama bilmek demek taklid etmek demek değildir. Biz Türkiye meselelerine bir Türk gibi bakmak zorundayız. Daha doğrusu, metodumuz bu olmalıdır. Bence, bizim toplumumuzdaki bütün değer ve kavram kargaşası buradan geliyor. Biz Önce bir Türk düşünmek zorundayız ama bu sözde kalmamalı… Çok meşhur bir yazarımız, 1943 de neşrettiği bir kitapta şöyle bir cümle yazmış: «Batılı olmanın ilk şartı, kendini, iliklerine kadar Türk hissetmektir.» Yazarın bu cümlesinin bulunduğu kitap 1975 yılında ikinci baskısını yaptı. Baktım, kitapta aynı cümle aynen muhafaza edilmiş. Halbuki bu yazar 32 yıldır gâvurca düşünüyor. Bir tek gün bile bir Türk gibi düşünmedi. Tabii ben böyle yalandan düşünmeyi kastetmiyorum.

2 — Hayır! Değer ve kavram kargaşası Tanzimatla başlamış…

3 — Evet!

4 — Evet!

5 — Tabiî yetişmiştir. Kemal Tahir son derece özgür bir Türk düşüncesi getirdi.

6 — Hayır! Korkunç güzellikte bir soru… Bütün kerametini içinde saklıyor. Maalesef biz maarif olarak ilk öğretim meselesini bile halledemedik!..

7 — Hayır! Yazamadık!

8 — Hayır! Bütün yollar Türkiye cinnet mus-tatilinin içindedir. Ben başta olmak üzere…

9 — Aralarında birkaçı müstesna, evet!..

10 — Dil inkılâbına karşı değilim, fakat dil inkılâbı eksik yapılmıştır ve bu eksiklik bizi milli kültürümüzden koparmıştır. Dil inkılâbıyla birlikte bütün Türk ve İslâm düşüncesini, sanatını ihtiva eden kitapların yeni dille tercüme edilmesi gerekirdi. Eğer, bu arada Türk dilini de kastediyorsanız; Türk Dil Kurumunu son zamanlara kadar Agop Dilaçar yönetirdi. Agob’un uydurduğu dil bu kadar olur.

12 — Evet! Kendilerine sağcı diyen bir grupla, kendilerine solcu diyen bir grup arasında kaldı.

13 — Aşikâr!

14 — Varlık şuurundan yoksun olanlar aydın sınıf dediğimiz yöneticilerdir. Ben Türk milletinin asli unsurunun son derece köklü bir varlık şuuru içinde olduğuna kesinlikle inanıyorum.

15 — Hayır!

16 — Evet!

17 — Yok!

18 — Apaçık…
19 — Cüzdanlara el sürmeden çalmak tabiri dünyanın en güzel tabirlerinden biri… Bunu ancak büyük bir akıl bulabilir. ,

20 — Öldürmek demektir.

21 — Büyük bir yüz karası…

22 — «Hiç bilenle bilmeyen bir olur mu?» Hadis-i Şerif… “Biri hayvan, biri insan» M. Akif…

23 — Varır!

24 — Bahsedilemez!

DOÇ. DR. HÜSEYİN HATEMİ (Hukukçu)

1 — Yalnız biz değil, bütün dünya bir «değerler bunalımı» içinde sayılabilir. Fakat bizde müesseselerimizin devamlılığı kesintiye uğratıldığı için belki bocalama ve ne yapacağını bilememe hali daha bariz bir şekilde görülmektedir. Sorudaki 35 yıl tahdidinin manasını iyi anlayamadım.

2 — Bu «çöküntü»nün başlangıcı çok daha gerilerdedir. Son yarım asrın eseri olduğu söylenemez. Olsa olsa yanlış tedavinin hastalıkları daha vahîm hale getirdiği söylenebilir.

3 — Belki «ölü nokta» da kalmaya mahkûm değiliz, «ölüden diri çıkarır» sırrı tecelli eder. Fakat iç açıcı olmayan bir durumdayız.

4 — Ne olduğumuzu, ne yapmak istediğimizi bilememekten ileri geliyor. Sorudaki «Batı» ve <-Doğu» kavramları yeterince açık değil… «Maşrık ve Mağrıp Allahındır». Fakat mesele şuradadır ki, dış siyasetin tutarlı olması için iç siyasetin tutarlı olması gerekir. Başkaları bize niye güvensin; biz kendimiz ne olduğumuzu, ne yapmak istediğimizi bilemedikten sonra?..

5 — Maalesef yetişmemiştir.

6 — Hayır!

7 — Hayır!

8 — Evet! Fakat kesin bir ümitsizlik içinde değilim.

9 — Kullanılan terimler biraz ağır! Fakat «umumiyetle» denilmesi, durumu hafifletiyor. Şunu da unutmamak gerekir: Akif’in dediği gibi: «Hangimiz başka meta’ız? Hepimiz Tırhallı!»

10 — Harf değişikliğinin, bir milletin ilerlemesi için etkili olacağı kanaatinde değilim. Fakat harf değişikliği, bir milletin geçmişi ile ilgisinin kesilmesinde etkili olabilir.

11 — Evet, bunun da büyük Ölçüde etkisi var.

12 — Eskiden de -istisnalar ve bir «nesil» teşkil etmeyen ferd-i kâmiller bir yana bırakılırsa- yoktu. Bugün de yok! Eskiden başka şeyler arasına, şimdi de «sağ» ile «sol» arasına sıkışmış olabilir.

13 — Sorudan bağımsız olarak şunu söyleyeyim: Dünya görüşü alanında hiç bağdaşmayan kişiler bile gereğinde kendilerini bu anlamda «devrimci» görebildiklerine göre, bu kişiler tek bir dünya görüşünde birleşmiş sayılamazlar. (Lâ palis) hakikati oldu amma ne yapalım!

14 — Bocalama ve kargaşa içindeyiz. Fakat varlık şuurundan bütünü ile yoksun değiliz.

15 — Hayır!

16 — Madde ve ruh Allah’ındır. Birisi mahlûku, birisi «emr»idir. İslâm için iflâs yoktur. Her «usr» da bir «yusr» vardır. Batıl yıkılıp gidicidir. Fakat Allah’ın kâinat için koyduğu kanunların ihlâli mutlaka müeyyidesini davet eder. Tam bir iflâs içinde olmasak dahi zarar etmek iyi birşey değildir.

17 — Yine sorudan bağımsız olarak şunu söyleyeyim. Bu sahada da uzun vadeli ve sadra şifa olabilecek bir tedbir alındığı kanaatinde değilim.

18 — Doğrudur!

19 — 20 — Acı tecrübeler ve seyahatlerden sonra belki kıyıya varılabilir. Kumar oynamak gibi bir şey olur. Fayda umulsa bile, zararı daha çoktur.

21 — Evet, çok üzülünecek bir durumdur. Fakat düşünüp üzülmeye bile pek halimiz kalmamıştır.

22 — Hakk her şeyin üzerindedir. Hakk’ın dışında kurtuluş olmaz.

23 — Yeni bir âmil işe karışmazsa, belli şartlar belli sonuçları doğurur.

24 — «Allah» demek, ülkemizde yasaklanmış değildir. Fakat İslama yöneltilen iftiraları cevaplandırmaya kalkışan kimselerin, müfterilerden daha fazla dünyevi endişeler ve engeller karşısında olduğu, bazen (Demokles) kılıcı altında oturdukları vakıadır. İslâm’ın getirdiği hükümlerin beyan edilmesi ve üstünlüklerinin belirtilmesinin hiçbir zaman suç olmaması gerekir. «Laiklik» ne demektir iyi bilmiyorum amma, aksi ihtimal fikir hürriyeti ile bağdaşamaz. Şu notu ilâve ediniz: cevaplarımın olduğu gibi neşredilmesi uygun görülmezse neşrinden tamamen vazgeçilmesini rica ederim.

(Bir laboratuar tecrübesi halindeki bu cevaplar etrafında son ve toplu hüküm, bazı istisnalara ve köşelerinde kıvranan soylu anlayışlara rağmen memleket (entellektüel)lerinin ne korkunç bir sefalet arzettiğidir.)

(Rapor 1-3, Büyük Doğu Yayınları, 3. Baskı / s. 35-63)

Exit mobile version