OCAK KIZIŞTI!
Allah Resûlünün, bir gazada, yersiz bir gururu takip eden ilk şaşkınlıktan, hatta paniğe benzer bir halden sonra, tek başlarına ileriye atılıp bütün sahabileri geriye dönmüş ve peşlerine düşmüş görünce, söyledikleri bir söz vardır: ‘İşte şimdi ocak kızıştı!’…
Paniğe benzer hâl, ne kelime!… Türkiye’de İslam davası dört asra yakın bir zaman boyunca Bâbil esatirini yaşadı. Evvela, kendisini Müslüman sananların, sonra da Müslümanlıktan tiksinenlerin elinde Bâbil esatiri…
Evvela 300 küsur, sonra 100 küsur, en sonra 50 küsur yıllık devreler halinde; evvela kuvvetten düşme, sonra baygınlık geçirme, en sonra da komaya yatma felaketlerini yaşayan İslam davası, Türkiye’de 30 yılı aşkın çileler nihayetinde ve gökten yıldırım gibi İlahi bir darbe neticesinde, kendisine birdenbire aynı hikmet noktasında bulmuştur: ‘İşte ocak kızıştı!’…
Bu, çeyrek asırlık bir vakıadır, ocak çeyrek asırdan beri yanmakta ve kızışmaktadır ve bu ocağın üzerine kutupların buz dağlarını devirseler, onu söndürebilmenin imkânı yoktur.
Tam 30 yıllık Büyük Doğu ideolocya mimarisinin kuşbakışı planına ve umumi (perspektif)ine bir göz atan, bu ocağın ne çileler karşılığı alevlendirildiğine ve niçin söndürülemez olduğuna kolayca akıl erdirebilir. Ne mutlu anlayanlara ve anlatmak için, destanlık ıstıraplar içinde hala çırpınanlara!…
Türk fikir hayatında en büyük felaket, hem iman, hem küfür cephesinde, dünyayı topyekûn nazar çerçevesi içine alabilecek bir (stratosfer)e yükselememek, nefs ve kâinat muhasebe ve murakabesine yanaşamamak yüzünden olmuştur.
Batı dünyasına baktığımız zaman ‘nefs muhasebesi’ dediğimiz muazzam hassayı, Sokrat, Luter, Paskal, Göte, Tolstoy gibi fikir ve sanat adamlarında görüyoruz. Bizdeyse, öz tarihimizin dışında ve henüz batıya balyozunun İslam çerçevesini parçalamaya yeltenmediği devirde, aynı hassaya ve en zengin çapta malik, İmam-ı Gazali Hazretleri var… Şu kadar ki İmam-ı Gazali derinliğine ferdi muhasebe etmiş, aynı zamanda iman ruhunu bulandırıcı kuru akılcıları temellerinden yıkmış, fakat devrinde İslam davası sadece iç fesat ihtimaline karşı olduğu, henüz zıt medeniyetin hücumu ve kültür istilası karşısında bulunmadığı için, büyük muhasebesini, genişliğine, cemiyet planına intikal ettirmek fırsatını elde edememiştir. Başta İmam-ı Rabbani Hazretleri bulunmak üzere, büyük tasavvuf ve ilahi marifet kahramanları ise, memur bulundukları, yedi kat gök üstündeki ruh sarayının ulvi mimarlığı işinde, ancak hizmetçilerine layık bir iş için toprağa inmemişler ve zaten zaman ve mekânları bakımından buna ihtiyaç hissetmemişlerdir.
Fakat bugün şartlar değişmiştir. Bugün, Doğuya karşı Batı tasallutunun bindir aletli hokkabazlığını, Hazret-i Musa’nın elindeki asâ nasıl ejderha olup sihirbazların ipten yılanlarını yuttuysa öylece iptal edecek fikri bir keramet gücüne ihtiyaç vardır. Yani İmam-ı Gazali’nin derinliğine gücünü, genişliğine ve bütün yeryüzünün bütün meseleleri ve marifetleriyle karşılayıcı kudrette bir kahramana ihtiyaç…
Dava bu kadar çetin, şerefi de o nispette büyük ve ithal malı ezberleme ideolocya tekerlemelerinden o kadar uzak…
Halbuki burada bilindiği sanılan, fakat iç cevherleriyle en uzak yıldızdaki taş kadar bilinmeyen, üstelik gericilik diye yaftalanan bu dava, Türk aydınına ‘kalk, meteliksiz adam, babanın mezarını açacak olursan inci ve elmas dolu olduğunu göreceksin; mirasa kondun da farkında değilsin!’ haberini verecek kadar büyük, yeni ve ileri…
‘İleri’ mefhumunu küt burunlarının ucundan ileriye götüremeyen kör kafalılar, bütün bir feza dairesini devrettikten sonra arkalarında kalan noktayı geri sayarken, onu derinliğine ve genişliğine anlamaya başlamış yepyeni ve nâmütenahî bir neslin kızıştırdığı ocağı tükürükle söndürmek gayretindedirler… Kızışan ocak, güneşin kışını yaza çevirecek kadar hararetlidir.
(İdeolocya Örgüsü, Büyük Doğu Yayınları, 16. baskı / s.515-516-517)