SIR
( Önden, arkadan, sağdan ve soldan ehram şeklinde yükselen beşer basamaklı bir merdiven… Merdivenin tepesinde büyükçe bir düzlük… Fon simsiyah… Yalnız sağ ve sol taraflardan, merdivenin tepesindeki düzlük hizasında, dört köşe bir boşluk… Boşluk ışık dolu ve gerisinde aydınlık bir sema… Boşluğun önünde, iki Yunan sütunu üzerinde, üç köşeli bir Yunan çatı motifi.. )
( Merdivenin tepesindeki düzlükte kocaman bir gonk… merdivenin arkasından, koşar adımla yeşil pelerinli ve yeşil maskeli bir adam çıkar. Gongun yanında asılı duran tokmağı alır, balta gibi yükseklere kaldırır ve bütün kuvvetiyle gonga vurur. Madeni ürpertiler… Adamın hareketleri fevkalade ( plastik ) … Gong ürpertileri diner dinmez, adam, iki kolunu makas şeklinde yukarıya kaldırmış, haykırır. )
BİRİNCİ YEŞİL – İhtilal !!!
( Birden, simsiyah fondaki ışıklı boşluk, yeşil pelerinli ve yeşil maskeli insanlarla dolar. Bunlar bir abanışta Yunan sütunlarını ve çatısını öne doğru yıkarlar. Büyük bir gürültüyle merdivenin gerisine düşen sütunlar ve çatı… Yeşil pelerinliler, ışıklı boşluktan atlayıp karmakarışık ve dalga dalga merdivenlerden koşar adımla çıkar, düzlükte yürür ve sağ ve sol taraflardan inerek sağ ve sol köşelerden kaybolurlar. Bu, bir müddet devam eder. Birinci Yeşil, başını sağ ve sola çevirip olduğu yerde bunları gözleriyle takip etmektedir… Işıklı boşluktan atlayan son sekiz kişi, merdivenin sağ ve sol ön köşelerinden iner. Her biri bir basamakta durur ve hep birden geriye dönerler. Sağ ve sol merdiven köşelerinin her basamağında bir kişi, düzlükte dimdik duran Birinci Yeşil’e bakmakta…
BİRİNCİ YEŞİL – ( Basamaktaki yeşiller korosuna ) Ne oldu ?
YEŞİLLER KOROSU – Kır at şahlandı ! Taklit çatısı yıkıldı ! Köksüzler ezildi ! Güneşimizi zindana atan kafa koparıldı !
BİRİNCİ YEŞİL – ( Işıklı boşluğa döner ) Nerede kesik baş ?
( Işıklı boşlukta, yeşil pelerinli ve yeşil maskeli İkinci Yeşil… )
İKİNCİ YEŞİL – ( Birinci Yeşil’e ) Al!..
( İkinci Yeşil, pelerininin altından kanlar içinde bir baş çıkarıp Birinci Yeşil’e atar. Birinci Yeşil kafayı, bir top yakalar gibi iki avucu içinde tutar ve ön basamaklardan fırlatır. Baş basamaktan paldır küldür düşen kesik baş… )
BİRİNCİ YEŞİL – ( İkinci Yeşil’e) Ya nerede bizim çatımız ?
İKİNCİ YEŞİL – ( Eliyle ışıklı boşluğun dibini göstererek ) İşte !
( Işıklı boşluğun içinden koşuşan Yeşiller… İkinci Yeşil de kalabalığa karışır. Boşluğun önünde iki şark sütunu dikerler. İkinci Yeşil, tatlı bir kavis şeklinde büyük bir şark kemerini taşıyor. Birbirinin omzuna tırmanarak kemeri sütunların üzerine oturturlar ve geriye dönüp hep birden hızla uzaklaşırlar. )
BİRİNCİ YEŞİL – ( Yeşiller korosuna döner ) Gerçek ve büyük inkılap bu mudur ?
YEŞİLLER KOROSU – Gerçek ve büyük inkılap budur !
BİRİNCİ YEŞİL- Dinimiz ne olmuştu ?
YEŞİLLER KOROSU – Yırtık ve kokmuş çorap gibi kirliye atılmıştı !..
BİRİNCİ YEŞİL- Dilimiz ne olmuştu?
YEŞİLLER KOROSU – Kurbağalara maskara !..
BİRİNCİ YEŞİL- Kadınlarımız ?
YEŞİLLER KOROSU – Or.spu!
BİRİNCİ YEŞİL- Analarımız, babalarımız ?
YEŞİLLER KOROSU – Tavan aralarında pılıpırtı!
BİRİNCİ YEŞİL – Anneler ne doğurdu?
YEŞİLLER KOROSU – Köpek yavruları!
BİRİNCİ YEŞİL – Memuru anlatın!
YEŞİLLER KOROSU – Haydut!
BİRİNCİ YEŞİL – İş adamı ?
YEŞİLLER KOROSU – Hırsız!
BİRİNCİ YEŞİL – Köylü ?
YEŞİLLER KOROSU – Sarhoş ve hasta !
BİRİNCİ YEŞİL – Şehirli ?
YEŞİLLER KOROSU – Deli ve kumarbaz !
BİRİNCİ YEŞİL – Toprağı söyleyin ?
YEŞİLLER KOROSU – Kel baş !
BİRİNCİ YEŞİL – Bütün inşaları, bütün işleri, bütün davaları ?
YEŞİLLER KOROSU – Çıkartma kağıdı dolandırıcılığı !
BİRİNCİ YEŞİL – İlmi ne yaptılar ?
YEŞİLLER KOROSU – Resmî yalan tezgahı !
BİRİNCİ YEŞİL – Ahlaka ne dediler ?
YEŞİLLER KOROSU – Umacı masalı !
BİRİNCİ YEŞİL – ( Eliyle kendi sağını ve sahnenin solunu gösterir ) Ve politikaları ? Ve politikaları ?
YEŞİLLER KOROSU – Güneşin battığı yöndeki siyahlara kölelik !
BİRİNCİ YEŞİL – İnkılap, inkılap, inkılap ?
YEŞİLLER KOROSU – Onlarda kelime, bizde hakikat !
( Birinci Yeşil arkasını döner, ışıklı boşluktaki sütunlara bakar. Yeşiller korosu her iki taraftan merdivenleri çıkar. Koronun sağ kısmı merdivenlerin sol arka kısmından, sol kısmı da sağ arka kısmından çaprazvari iner ve kaybolur. )
BİRİNCİ YEŞİL – ( Yüzü sütunlara doğru, arkası bizde ) Selam sana, inkılapların inkılabı, sonsuz BAŞYÜCELİK !
YEŞİLLER KOROSU – ( Hep aynı vaziyet ) Selam sana, inkılapların inkılabı. Ve sen ey Kır at! Okyanusları çiğneyen iman heyecanı! Sinirlerin hiçbir an gevşemesin !
– Işıklar Söner-
( Başkurmayın evinde hususi çalışma odası… Cephede camlı taraça kapısı ve iki büyük pencere… Sol pencereye amud duran bir yazı masası… Sol köşede büyük bir kasa… Sağ köşeye doğru sağ pencerenin ilerisinde yazı masasına çapraz bakan büyük deri koltuk… aynı koltuğun karşısında ve yazı masasının sağında, sol duvara ilişik ve mukabil koltuğa çapraz bakan başka bir koltuk… Sağda büyük bir kütüphane… Kütüphanenin solunda, sol köşeye doğru bir üçüncü koltuk… Sağ duvarda, kütüphanenin solunda bir kapı… Tavanda büyük bir avize. Eşyada derin bir sadelik ve şahsiyet…
( Yazı masasında Başkurmay… Sağ köşeye yakın koltukta Kurmay Yüzbaşı.. İkisinin de üzerinde birer yeşil harmani. Fevkalade ihtiramla Başkurmayı dinleyen Kurmay Yüzbaşının halinde, vakarlı, fakat keskin bir heyecan… Gece yarısından sonra; sabah olmak üzere…
BAŞKURMAY- Yeryüzünde hiçbir fani, hiçbir faniden bu kadar büyük bir fedakârlık isteyemedi!
( Yüzbaşı cevap vermez; hayran, dilsiz…
BAŞKURMAY-Bu fedakarlığı, istidadınızı sezmeseydim, başlangıçta Başkurmaylık emrine alınmazdınız !
( Yüzbaşı cevap vermez; hayran, dilsiz…
BAŞKURMAY-Yıllarca gözümün önünde yaşamaya davet edilmezdiniz !
( Yüzbaşı cevap vermez; hayran, dilsiz…
BAŞKURMAY- Başkurmaylık hususi şubesine seçilmezdiniz !
( Yüzbaşı cevap vermez; hayran, dilsiz…
BAŞKURMAY- Sonra Başkurmayın kızına koca olmanız düşünülmezdi!
( Yüzbaşı cevap vermez; hayran, dilsiz…
BAŞKURMAY- İşte bunun için, kıtanıza doğru uzaklaştırılırken kızımı da beraber götürdünüz !
( Yüzbaşı cevap vermez; hayran, dilsiz…
BAŞKURMAY – Sizi bunun için damadım yaptım !
( Yüzbaşı cevap vermez; hayran, sessiz…
BAŞKURMAY – Size diyorum ki, yeryüzünde hiçbir fani, hiçbir faniden bu kadar büyük bir fedakarlık isteyemedi ! Nasıl, katlanabilecek misiniz ?
YÜZBAŞI – Sükutumu af buyurun ! Kelimelere güvenemiyorum.
BAŞKURMAY – Halinizi anlıyor, hem de beğeniyorum ! Bana bir kalb lazım ki, içi erimiş demir dolu bir pota kadar sıcak olsun; dışı da buz ve ayaz… O soğuk, o ateşin; o ateş de soğuğun peçesi olsun… Kaldırılmaz, aralanmaz delik açılmaz bir peçe… Sırrımızı ancak böyle bir kalbe emanet edebilirdik.
( Yüzbaşı cevap vermez; hayran, dilsiz…
BAŞKURMAY – Bugün beni, BAŞYÜCELİK ordusunun en zayıf ve en hayran aşıkı diye kabul etmez misiniz ? Ben bu ordunun içinde, 37 yıldır işte bu kalbi arıyorum. 30 yıl hiçbir salahiyetim olmadan saf fikir adına aradım. 7 yıldan beri de Başkurmay olarak en büyük salahiyetle, en akla sığmaz iş için arıyorum!
( Yüzbaşı cevap vermez; hayran, dilsiz…
BAŞKURMAY – Başkurmaylığımdan beri yedi sene içinde ve en sistemli taramalar sonunda, bu kalbe benzer gibi duran, benzerlere benzemek istidadında yalnız beş kişi bulabildim.
( Yüzbaşı cevap vermez; hayran, dilsiz…
BAŞKURMAY – ( Eliyle yüzbaşıyı uzaktan dürter gibi bir hareket yapar ) Aralarında en güvendiğim sizsiniz !
( Yüzbaşı cevap vermez; hayran, dilsiz…
BAŞKURMAY – Öbür dört kişiden her biri, şu anda birbirinden habersiz, vazife başındadır. Bunlara, yine bunlardan ve herkesten habersiz, şimdi siz katılacaksınız. Siz bunlardan ve herkesten, bunlar ve herkes de sizden habersiz…
( Başkurmay orta yerdeki taraça kapısına bakar. Kapının camlarında şafağın ilk ve müphem alacalıkları… )
BAŞKURMAY – Neredeyse sabah olacak ! Yedi saatten beri duraksız konuşuyoruz! En küçük bir rahatsızlık duyuyor musunuz ?
YÜZBAŞI- Bir kuş gibi hafifim !
BAŞKURMAY – ( Ayağa kalkar, masanın sağ kenarından döner, yüzbaşıya doğru yürür. ) Oğlum ! Seni bütün kainatından mahrum ediyorum! Vatanından, lisanından, karından, üç yaşındaki oğlundan; ve sonra kendinden, isminden, fedakarlığının bilinmesi ihtimalinden, herhangi bir ümidinden… Yalnız Allah ve ona bağlı olanların cemiyeti için her şeyini, her şeyini verecek, karşılığında hiç alacaksın. Fedakârlığını Allahtan başka kimse bilmeyecek… İnan ki, yeryüzünde hiçbir fani hiçbir faniden, bu kadar ağır bir iş istemedi.
YÜZBAŞI – ( Ayağa kalkar; dimdik… ) Beni bu işe layık gördüğünüz için teşekkür ederim.
BAŞKURMAY – ( Bir iki adım gerileyip elleriyle arkadan yazı masasına tutunur.) Gerçekten bu bir şiirdir. Fakat öyle bir şiir ki, tuttuğu, barutlaştığı, patladığı anda fikirlerin en üstünü… Ve değeri, topyekun bütün insanlığa ebedi hayatı temin etmiş olmak… Bak, ne yapıyoruz ? Bu şiiri gerçekleştirmek için seçtiğimiz beş adamdan her birine beşer milyon veriyoruz. Yirmi beş milyon BAŞYÜCELİK devleti için nedir ? … Farzet ki, hiçbiri muvaffak olamadı, çocuklar doğmadı, doğanlar büyümedi, büyüyenler istediğimiz vasıfları taşıyamadı, olmadı, olmadı. Bu kadar misilsiz bir mefkure şiirini ( ayağını hızla yere vurur ) bu toprakların başkurmaylığında yaşatmak için yirmi beş milyon, yirmi beş kibrit çöpünden daha ucuz değil midir ? ( Bir an sükut… Yüzbaşı ve Başkurmay karşılıklı birbirlerine bakarlar.)
BAŞKURMAY – Kurmay yüzbaşı, ayağa kalkınız!
( Yüzbaşı hemen ayağa kalkar ve dimdik durur )
BAŞKURMAY – Yüzbaşı! Size bütün örgüsünü, lif lif, bütün bir gece anlattığım bu şiire inanıyor musunuz ? Bunun belirttiği iş ve amel kıymetine inanıyor musunuz ? Bu şiiri billurlaştığı ruha, hatta hiçbir şey başaramasak ve sizi ve dört arkadaşınızı bir hayal uğrunda harcasak bile, bu ruha inanıyor musunuz ?
YÜZBAŞI – İnanıyorum ! Birazdan güneşin doğacağına inandığım gibi kaskatı bir vakıa emniyeti içinde inanıyorum!
BAŞKURMAY- Yüzbaşı ! Zevceniz, Allahın huzurunda kendinize seçtiğiniz kadın, kızım, biricik evladım sizi ölmüş bilecek… Belki de asıl o, kahrından ölüp gidecek… Üç yaşındaki çocuğunuz, benim neşem, güzel torunum, baba kelimesiyle bir daha kimseye hitap edemeyecek, öksüz yaşayacak… Ve ne anne, ne baba, ne dost, ne ev, ne hatıra, ne cemiyet, ne yurt, ne mabed !.. Bunların hepsi o mabedin zaferi adına bu cemiyet için olacak… Yüzbaşı razı mısınız? İyi düşün! Sana “ Git, şu dava uğrunda, namsız ve nişansız, öl ve bunu ebediyen Allahtan başka kimse bilmesin!” demiyorum. Orta bir kahraman için bile kolay bir fedakârlık olur bu… Sana diyorum ki:” Git, şu dava uğrunda diri diri mezara gir ! Seni dışardan seyredenler, ismini, cismini, ruhunu ve dinini, yerinde bulamasın ! Ve evladından vatanına kadar her şeyini feda et; böylece yaşa, vazifeni yerine getir, sonra bütün bu çileler içinde bir bardak su içmekten daha kolay olan ölüme gık demeden atıl; ve bütün bunları ebediyen Allahtan başka kimse bilmesin !”
( Başkurmay, ortadaki camlı kapının penceresinden başlayan şafak ışıltılarına bakar ve bir an susar.)
BAŞKURMAY – Ölmeyeceksin, çekeceksin! Hem de nasıl çekeceksin !.. Dışarıya tek çizgi vermeden ruhunun her zerresi üstünde cehennemi taşıyacaksın! Bu böyle, 10 sene, 30 sene devam edecek! Bir gün vazifen nihayete erince de artık mükâfata, istirahate kavuşturulmuş, affedilmiş gibi ölüvereceksin! Dikkat et! Başka kahramanlardan istenecek fedakârlığın son mertebesi, sana ancak bir mükafat, bir kazanç, bir ihsan diye gelecek… Bu insan üstü davranışı da Allahtan başka kimse bilmeyecek… Her şey ve namütenahi mahrem bir planda, yalnız onun için, Allah için olacak.. Böyle mi?
YÜZBAŞI – ( Yüzü müthiş bir takallüs ve irade hamlesi içinde ) Evet !
BAŞKURMAY – Biliyorum; sırrımızın planını insanoğlunun gözleri önünde sersek her ağızdan çıkacak laf şudur : “ Saçma, deli saçması!… Olacak iş değil!… Asker fikri değil bu, şair hayali!…”
( Başkurmay dikilir, yeni bir eda içinde Yüzbaşıya doğru bir adım atar )
YÜZBAŞI – Cevap vermekten acizim !
BAŞKURMAY – Yani fedakârlığımızın sarhoşluğu içinde o kadar mest ve o kadar razısınız; her cevap şeklini hakir görecek kadar… Şimdi size planın belki en küçük, fakat en ince bir tarafını, başlangıç noktasını haber vereyim! Lütfen oturunuz ! Benim ayakta kalmamla alakadar olmayınız!
( Yüzbaşı yerine oturur. Başkurmay ayakta…
BAŞKURMAY- Tam beş saat sonra büyük manevra başlıyor. Umumi karargâh emrindeki 41’inci tayyare keşif grubuna memursunuz. Doğrudan doğruya hususi şubeye bağlı, müstakil keşif hizmetine ait emirleri umumi karargâhtan alırsınız. Tayyareniz gruptan üç kilometre uzakta ( Mim ) mevkiinde ve münferit vaziyette duracaktır. Emri telakki ettikten sonra saat tam dokuzda tayyareye bineceksiniz. Rasit mevkiinde sizi bekliyecek olan arkadaşınız, üniforması, makyajı ve son derece canlı edası yerinde, bir ölüdür. Efendim ?
YÜZBAŞI – Evet efendim !
BAŞKURMAY – Havalandıktan ve vazifeniz istikametinde yüz kilometre uzaklaştıktan sonra, tayyareyi, dört bin metre yükseklikte yakacak ve hemen kendinizi atacaksınız. Tayyare toprağı bulduğu zaman, kavrulmuş bir insan ve bir tayyare iskeletinden başka bir şey görülemiyecek… Paraşütle atlayanın da, herhangi bir görülme ihtimaline karşı… Tabii anlıyorsunuz !
YÜZBAŞI – Anlıyorum !
BAŞKURMAY- Ve bütün memleket, Başkurmayın damadı, Kurmay Yüzbaşının tayyaresiyle yanıp kül olduğunu bilecek…
YÜZBAŞI – Böyle olacak…
BAŞKURMAY – Ve artık siz, vatanınız, eviniz, karınız, çocuğunuz, arkadaşlarınız herkes, benden başka herkes ölmüş bilecek… Size, iman ordusunun vazife uğrunda can vermiş bir ferdi sıfatiyle muhteşem bir cenaze alayı yapacağız. Alayın başında Başkurmay, kayınbabanız bulunacak… Halbuki iman ordusun bir ferdi sıfatıyla vazife uğrunda ölenin büyük vazifesi asıl bundan sonra başlayacak…
YÜZBAŞI – Evet !
BAŞKURMAY – Vazifenizi en ince teferruatına kadar öğrendiniz!
YÜZBAŞI – Evet !
BAŞKURMAY – Şu noktaları tekrarlıyorum; beyin zarınızda bulunanlar, gramofon plaklarının çizgileri gibi meçhul birer kıvrım halinde kalsın ve sonra onların nereden ve nasıl alındığı unutulsun… Paraşütünüz toprağa değdiği andan itibaren artık siz bir yeşil değilsiniz; ama gerçekten değilsiniz! Yeşillerin dilini bilmiyorsunuz; fakat gerçekten bilmiyorsunuz! Hasta olsanız da sayıklasanız, lisanınız siyahların dilidir. O andan itibaren bütün ömrünüz boyunca hiçbir kere ana dilinizle tek satır okumayacaksınız. Yalnız Allaha dua ederken, yalnız Allahın duyabileceği şekilde dilimizi kullanabilirsiniz. Namazları kılarken öyle hareket edeceksiniz ki, sizi bir lahza gören göz, şahsınızda, BAŞYÜCELİK devletinin bütün planları kadar müthiş bir vesika kazanır gibi gelecek size… Ona göre gizleneceksiniz! Tesadüfler karşınıza, aynı yerden aynı vazifeye memur dört arkadaşınızdan birini çıkarabilir. Bunlardan biri de, kendisine verilen en kat’i talimata rağmen insan bu ya, aynı fedakârlık yolundaki arkadaşını tanımağa doğru bir meyil bir tecessüs sahibi olabilir. Böylesinden, siyahların hükümet reisinden saklanmağa mecbur oluşunuzdan bir derece daha üstün bir titizlikle saklanacaksınız. Zaten aynı zaafı siz gösterseniz, karşınızdaki aynı şeyi yapacak… Bütün insani zaaflara paydos! Benden, karınızdan, çocuğunuzdan, memleketinizden tek haber almaya teşebbüs etmeyeceksiniz. Siz onların her biri için ölmüş bulunuyorsunuz; onların her biri de sizin için… Bu kadar !.. Hiçbir ihtimal, bir daha sizi onlarla karşılaştırmaz! Buluşmamız, beraberliğimiz ve ebediliğimiz bu dünyada değildir. Böyle bir zaaf, size, kendi çocuğunuzu kör bıçakla kıtır kıtır keser gibi, Büyük Doğu mefkûresini ta kalbinden vurmağa bedel görünsün…
( Sağdaki kapıda üst üste sinirli darbeler… tık,tık,tık… Başkurmay ve Yüzbaşı o tarafa bakarlar.)
BİR KADIN SESİ – Baba, girebilir miyim ?
BAŞKURMAY – ( Kapıya doğru ) Sen misin kızım ? Gir içeriye !
( Kapı açılır, içeriye Başkurmayın kızı, Yüzbaşının zevcesi girer. Üstünde, kadına göre hususi bir biçiliş ifade eden son derece zarif ve sade çizgiler içinde yeşil bir harmani. Zevce, doğru babasının yanına sokulup ellerini uzatır ve babasının ellerini tutar.)
BAŞKURMAY – ( Birdenbire değişmiş, derin bir şefkat buğusu içine girmiştir ) Söyle kızım !
ZEVCE – ( Gözleri, ayakta dimdik kendisine bakan kocasında… ) Korkuyorum !
BAŞKURMAY – Neden korkuyorsun ? Hem bu saatte işin ne böyle ayakta ?..
ZEVCE – Ben sizi yatmış sanıyordum. Müthiş bir rüya gördüm. Uyanıverdim. Bir de baktım ki yapayalnızım.
BAŞKURMAY – Ne çıkar rüya görmekten?
ZEVCE- Ama müthiş bir rüya… ( Eliyle Yüzbaşıyı gösterir ) Kocam bir tayyareden atlıyor ! Paraşütü açılmıyor. Ben de onun ayaklarına yapışmışım… İkimiz bir arada kurşun gibi düşüyoruz. Ben bağırıyorum : “ Ölüyoruz, daha ölmedik mi ? “ O , gayet rahat ve sakin, cevap veriyor : “ Merak etme, şimdi kurtulacağız ! “
BAŞKURMAY – ( Soğukkanlılığını hiç bozmaz ) Bir rüya seni bu kadar heyecana mı kaptırdı ?
ZEVCE- Ne kadar korktuğumu anlatamam! Hele uyanıp yanımda kimsecikleri göremeyince büsbütün ürperdim. Çalışma odanızda sabaha kadar kalacağınızı tahmin edebilir miydim?
BAŞKURMAY – ( Gözleri hafifçe ışıldamaya başlayan camlı kapıda ) Yarınki, yahut bugünkü manevralara ait bazı işler üzerinde konuştuk.
ZEVCE – Galiba birkaç saat sonra işiniz başlıyor. İstirahat etmeyecek misiniz ?
BAŞKURMAY – Ben birkaç saat için yatağıma uzanırım. ( Yüzbaşıya bakar ) Fakat beş on dakika sonra gitmeye mecbur. Kıtasında bazı hazırlık işleri var…
ZEVCE- ( Çok heyecanlı ) Fakat baba, bir dakika uyumadan bu kadar yorucu bir manevraya nasıl girecek ?
BAŞKURMAY – ( Tatlı ve ince bir gülümsemeyle ) Kocan henüz çok genç. Bir gece uykusuzluk ona çocuk oyuncağı gibi gelir. Hem ben onun manevraya böyle yorgun girmesinden daha memnunum. Bir asker her şeyden evvel yorgunluğa alışmalıdır. Manevra harp taklidi demek değil mi? Yarın harp olursa ne yapacak ?
ZEVCE – Babacığım, sizden rica ederim, emir verin de birkaç saat için olsun, o da yatağına uzansın ! Çok rica ederim !
BAŞKURMAY – ( Birden çok ciddi, fakat şefkatli ) Hayır ! ( Yüzbaşıya ) Öyle değil mi ?
YÜZBAŞI – ( Başkurmaya doğru ) Evet efendim!
ZEVCE- ( Babasına korkunç bir gözle bakarak) Fakat baba, ben asker değilim ve birgün bu gariplikler yüzünden çıldırabilirim!
BAŞKURMAY – ( Daima çok ciddi, aynı zamanda şefkatli ) Kızım !
ZEVCE – ( Bir buhrana yaklaşırcasına ) Babacığım! Sizi ne kadar sevdiğimi ve saydığımı bilirsiniz. Fakat bugün ilk defa söylüyorum ki, kızınızın bu hayata tahammülü kalmamıştır. Kocam sizi, galiba hem benim sizi sevdiğimden, hem de onun beni sevdiğinden çok daha fazla sevdiği için ağzından tek kelime çıkmıyor ! Çıkamaz da zaten. Bir hafta sürecek manevraya, bir askerin, bütün bir gece çalıştıktan sonra karısıyla bir saat baş başa dinlenmeden gittiği nerede görülmüştür ?
BAŞKURMAY – Gördüğün rüya sinirlerini bozmuş. Babana ve kocana, ikisinin de yüzüne karşı, ne tuhaf şeyler söylüyorsun ? Konuşabilirsin istediğin gibi kocanla…
( Başkurmay müthiş bir sükûnet ve soğukkanlılıkla sağ taraftaki kapıdan çıkar. Zevce ve Yüzbaşı, gözleri birbirinde, bir an karşı karşıya kalırlar ve saniyelerce konuşamazlar.)
ZEVCE- Bu ne hal, söyler misin ?
YÜZBAŞI – Çok basit… Biliyorsun ki, büyük hudut manevraları başlıyor. Mecbur değil miyim ?
ZEVCE – Karını duygularına ortak etmeye de bir mecburiyetin yok mu ?
YÜZBAŞI – Elbette var !.. fakat bende, seni ortak etmediğim gizli bir duygu seziyor musun ?
ZEVCE- Baştan aşağı gizlisin! Evlendiğimiz günden beri benden ayrı ve gizli bir hayat yaşıyorsun ! Yanlış anlama!.. Benimle her saniye beraber olduğun halde benden ayrı ve gizli bir hayat!…
YÜZBAŞI – Acaba sahiden mi sinirlerin bozuldu?
ZEVCE – Sinirlerin o kadar bozuldu ki, seni bugünkü manevralardan geri bıraktırmaya karar verdim ! Şimdi babamdan, ayaklarına kapanarak bunu ricaya gidiyorum ! ( Zevce hızla döner; kapıya doğru koşarken yüzbaşı arkasından, gayet sert, haykırır.)
YÜZBAŞI – Dur! Bir lahza!
( Zevce olduğu yerde mıhlanıp kalır. Arkası kocasına gelecek şekilde donar ve geriye dönemez.)
YÜZBAŞI – Bunu yapmayacaksın! Senden rica ediyorum !
ZEVCE- ( Heyecanla geriye dönerek ) Dört senelik hayatımızda, birgün, tek bir gün, hiçbir arzuma saygı göstermedin! İstemiyorum ! İçimde anlatılamaz duygular dolaşıyor! Gitmeyeceksin ! ( birden son derece ılık ve ıstıraplı bir sesle ) Ya bir daha dönemeyecek olursan ?…
YÜZBAŞI – Bir daha dönemeyecek olursam… Evet, bir daha dönmeyecek olursam, bir daha dönmemiş olurum !
ZEVCE – ( Çığlık koparırcasına ) Hayır gitmeyeceksin!
YÜZBAŞI – Allaha ısmarladık karıcığım !
ZEVCE- Hepsi bu kadar mı ?
YÜZBAŞI – Evet!
( Zevce hızla döner, sağdaki kapıdan çıkmak üzere yürür. Yüzbaşı bir heykel gibi karısının arkasından bakmaktadır. Zevce, kapıya bir adım mesafede kala kalır. Kapı açılmış ve Başkurmay görünmüştür )
BAŞKURMAY – ( Kızına ve son derece tatlı bir dille ) Benim nizam ve iş ölçümü kendi öz evim ve kızım altüst etsin!… Bu olur mu? Kızım, bir gün ben senden, gerçek bir kahramanlık istersem ne yapacaksın ?… Haydi kocana dön ve ona hayırlı akıbetler dile !
ZEVCE – ( Babasına ) Ne yapacağımı görmek için benden lütfen kahramanlık isteyiniz ! Fakat aleladelikler içinde bu korkunç bu hissiz taassup beni incitiyor! Emredersiniz babacığım, kocama karşı emrettiğiniz vazifeyi yerine getireceğim! ( Yüzbaşıya döner ) Size hayırlı akıbetler dilerim ! Selametle gidiniz ve muvaffakiyetle dönünüz!
YÜZBAŞI – Teşekkür ederim !
ZEVCE – Demin bana “ dönmeyecek olursam!.. Evet, dönmeyecek olursam, dönmemiş olurum!…” dediniz. Eğer böyle olacak olursa, biliniz ki, bu evde tıpkı babasının seciyesine göre terbiye edilen bir küçük yavrunuz kalacak… Onun da bir gün annesine,” dönemeyecek olursam, dönmemiş olurum!…” diyeceği güne kadar… ( Zevce kuru hıçkırıklarla sarsılır; döner ve hızla kapıdan çıkar. Başkurmay, aşk ve takdir dolu gözlerle, ayakta dimdik duran yüzbaşıya bakmaktadır.)
BAŞKURMAY – Şu küçük his sahnesinden çok memnunum! Sizi tebrik ederim! ( Yüzbaşı cevap veremez, çehresinde yangın…
BAŞKURMAY – Sabır… Bizim ahlakımızda sabır, bütün ruhun temeli!… Arkanızdan bir el kemiklerinizi delip ciğerinizi avuçlar, mıncıklarken tebessüm edebilecek kadar büyük sabır… ( Bir lahza sükut ) en umulmadık bir günde aramızdan bir adam çıktı ve bize kaybolmuş ahlakımızın bütün rengini iade etti. Ne öğrendikse ondan öğrendik. Siz de benim gibi, onun bir eserisiniz. Ve işte şimdi onun ruhu etrafında, belki 50, belki 60 sene sonra girişeceğimiz son hamlenin planını imza etmiş bulunuyoruz. Oğlum ! Ölümün daha ötesindeki ölümün daha ötesinde, bu, içinde canlı canlı oturacağınız ve ciğeriniz mıncıklanırken tebessüm edeceğiniz sabır ve ıstırap kuyusuna seve seve girecek misiniz ?
YÜZBAŞI – Seve seve !…
BAŞKURMAY – Bunun ilk imtihanını muvaffakiyetle verdiniz. Artık edebiyatla geçirecek tek dakikamız kalmadı. Haydi, derhal kıtanızın başına !..Planın bütün teferruatını beyninize kazıdınız değil mi?
YÜZBAŞI – Ondan başka hiçbir şey bilmiyor ve hatırlamıyorum !
BAŞKURMAY – Güzel!.. Yalnız şu ölçüyü boyuna nefsinize tekrarlayın ki, topraklarımızın hududundan çıktıktan sonra, ister muvaffak olun, ister olmayın, artık buralarla, buraların mana ve maddesiyle hiçbir alakanız kalmamış olacaktır. Müsbet veya menfi, vazifeniz biter bitmez hayatınızın devam etmesinde fayda olamaz. Sizi, Allah ve ona bağlı cemiyetin selameti uğrunda feda ediyoruz! Her şeyi, en hurda tarafına kadar anlatım. Allah, bu hayalin içinden, en yalçın hakikati yaratsın!.. ( Bir an yüzbaşıyı süzer ) Yanıma gelin, sizi öpmek istiyorum! ( Yüzbaşı Başkurmayın yanına gelir, başkurmay onu iki eliyle kavrar ve alnından öper.)
BAŞKURMAY – Bir gün, düşman ülkesinde benim öldüğümü haber alacak olursanız, bu dünyada herkesten fazla sevdiği damadından ayrılırken tek damla gözyaşı dökmemiş bir insan olduğumu hatırlayın! Ve Allahtan bana, kendi emirleri uğrunda kalbini feda etmiş bir günahkar sıfatıyla kalbinizden rahmet dua edin ! Ve sakın tek damla gözyaşı dökmeyin !
( Başkurmay, ellerinde muhafaza ettiği yüzbaşının kafasını göğsüne doğru çeker. Yüzbaşı, kurmayın göğsüne dayanmış, hıçkırıklarla sarsılmakta…
BAŞKURMAY – ( Son derece hassas ) Ağla evladım, ömründe ilk mi bilmiyorum amma, son defa olarak ağla ! Hem benim senden bir ricam var : Şimdi evden çıkarken karına” Alaha ısmarladık” demeni, hele çocuğunu görmeye kalkmanı tamamiyle lüzumsuz buluyorum. Öyle değil mi?..
– Işıklar Söner –
( Yarım kalmıştır )
( 1946)