SIR
Lügatlerde “sır” kelimesi var da, buna rağmen Allah’ı anlamayanlar var… Hâle bakın siz!..
Aklın kuşattığı hiçbir yerde sır yok, kuşatıldığı her yerde sır var… Allah’ın kuşatılması muhal, kuşatması da mutlak olduğuna göre, ona giden yol sır idrakinden başka ne olabilir?..
Sır olmasaydı “meçhul” olur muydu hiç?.. Meçhul olmayınca da, ne fikir, ne ilim, ne sanat…
Sanat, Allah’a sır caddesinden giden fener alayı… Sanatkâr, ayda, güneşte, çizgide, renkte, seste kimi aradığını bilseydi onun isminden başkasını ağzına alamazdı.
O ki, beni kuşatır ve hâkimiyeti altına alır, benim için bir sır olur. O ki, hâkimdir, mahkûmun gözünde sırdır. O ki, büyüktür, küçüğü kuşatır. Ve O ki, en büyüktür ve her şeyi kuşatmıştır, kuşatma âleti olan akıl tarafından nasıl kuşatılabilir? İşte Allah’ı anlamak, bu en büyüğü anlamak, yani anlamanın muhal olduğunu anlamak dâvası… Aklı bir anda vecde döndüren bu anlayıştır ki, anlamaya hiç pay kalmayan yerde tam anlamaktır. Sır anlayışı…
Şu “anladım” tesellisiyle, gölgelere hacim izafe edip ölçe biçe gidenlere ve Allah’ın her zerreye nakşettiği büyük sır kapısını görmeyenlere nisbet, en âdî hayvan ne kadar âlîdir. Böyleleri için Kur’ân’daki “Hayvandan aşağı” tavsifinden işte bir hikmet zerresi!..
Gözleri kör bir sahabî, Allah Resulünün îlâhî visale kavuşmalarından sonra Hazret-i Âyişe’ye gitti.
Mübarek Peygamber zevcesi kör sahabîyi huzuruna kabul etmeden sımsıkı örtündü, kapandı ve ondan sonra haber gönderdi:
– Buyursunlar!.. Vaziyeti anlayan sahabî:
– Ben körüm, dedi; görmüyorum, niçin örtünüyorsunuz?..
Hazret-i Âyişe’nin cevabı, sır idrakinin en ince noktasına erişen bir derinliktedir:
– Siz görmeyebilirsiniz; ben sizi görüyorum ya, kâfi…
[Mümin-Kafir (Vecdimin Penceresinden), Büyük Doğu Yayınları, 7.baskı / s. 61-62-63]