TASAVVUF TASVİRİ
Korkunç bir hayal kuvveti olan bir ressamın çizdiği bir dağ resmi düşünün! Billûrdan bir dağ… Kat kat göğe doğru yükselmiş bu dağın etrafında nâmütenâhîye çıkan bir yol… Yol asfalttır. Yanında incecik bir çimen pist onu takip eder. Asfaltın bir yerde durur gibi olduğunu görürüz. Ondan sonra çimen pist devam eder. Dağın tepesinde muhteşem bir saray… İçinde göze görünmez mahlûkların meclis kurduğu bir saray… Bu sarayın kapısına yalnız çimen pist varıyor…
Tasavvufu böyle hayal edebiliriz. Şu var ki, bu çimen pist, geldiği asfaltın, yani ana caddenin bir kopuntusu değildir ve doğrudan doğruya ondan gelmektedir. Ondan, yani şeriatten… Bu çimen pist, başından beri ana caddeyi takip ederek gider. Ondan sonra, şeriatın götürdüğü hiçbir noktada ondan ayrılmaksızın devam eder.
Bu çimen yol nereye gider, nasıl gider, hangi gayeye erer; işte dâvaların dâvası!..
Herşeyden evvel şeriat ve tasavvufu böyle anlamak lâzımdır. Şeriat o füze rampasıdır ki, o rampa marifetiyle ve onun âletleriyle fezaya fırlatılmadan sonsuzluğa ermenin çaresi mevcut değildir.
(Batı tefekkürü ve İslam Tasavvufu, Büyük Doğu Yayınları)