ŞAHSİYETÇİLİK
· Bütün insanlığı tek sıra üzerinde hizaya getirseler, o sıranın yüksekliği bakımından ulaşacağı en dik had içinde en uzun boylu tek şahsiyetin irtifaıdır.
· 100 milyonluk bir cemiyetin, 100 milyon köşeli bir yıldız gibi, ruh ve akılda en ileri zirvesi, köşeler içinde en fazla çıkıntılı, en ziyade fırlak olanıdır; yâni tek şahsiyet üzerinde düğümlenmiş bulunanı…
· Şu kadar ki, insan ve cemiyet hayatının nâmütenahî çapraşık ve girift oluş sırları içinde ve şahsiyetler arasında, şube şube, bu teki veya tekleri sıhhatle tartacak hiçbir terazi bulunmayacağına göre, dâva, bu teki veya tekleri ele geçirip geçirmemekte değil; bütün bir zümre adına, sıhhatle benimsenmesi pek kolay olan ana gayeyi ele geçirmekte… Gaye yerinde olsun da isterse her zaman ona varmak mümkün olmasın.
· İşte, bir cemiyette bütün temsil hakkı; mutlak olarak, fikirde, san’atta, ilimde, fende, siyasette, idarede hülâsa yapıcı ve kurucu insanî verim şubelerinin hepsinde, en uzun çıkıntılı yıldız köşelerinin, dolayısiyle en üstün şahsiyetlerindir.
· Dünya fikir tarihi boyunca çile doldurmuş her soylu kafa, bir bedahet kolaylık ve zerafetiyle hemen kestirir ki, cemiyet için belli başlı bir sınıfa istinat etmeyen hiçbir fikir sisteminin mimarî temeli atılamaz. Öyleyse bizim sınıfımız, o cemiyet içinde, bir bahçenin ağaçları gibi, en olgun ve örnekli ruh ve kafa yemişiyle yüklü, üstün şahsiyetler manzumesi…
· Her cemiyet hak ve hakikatini tanıdığı sınıfın vücut hikmetini ve imtiyazını bilecektir. Bâtıl ve müflis komünizma, bu hikmet ve imtiyaz adına işçi sınıfının ıstırabını sistemleştirmişti. İmdi, malûm ola ki, bir cemiyette tek mahkûm fert kalmaması için biricik hâkimiyet makamı, Allahın, idrak çilesini doldurmaya ve ona göre hayat çatıları kurmaya memur ettiği üstün kullar manzumesine bağlı; ve biricik hikmet ve imtiyaz, idrak ıstırabının kahramanlarına ait…
· Biz de bir sınıfa bağlıyız. Fakat her sınıfı içine alan bir sınıf… Bu, her zümreyi bütün dertleri ve ıstıraplariyle kucaklayan ve kendi öz nefsinden başka her nefsi düşünen, mücerred bilmek ve anlamak çilesinin yakıp tutuşturduğu, cins yaradılışlar çevresidir. Hak ve hakikatimizi dayadığımız ıstırap da, her acının üstünde, mücerret idrâk ıstırabı…
· Gelen her inkılâp, hakkın kendisinde olduğunu iddia edecektir. Bütün tarih boyunca hiç kimse hakka zıd olduğunu söylemiş ve söyleyecek değildir. Hakka mahkûmiyet ise hâkimiyetin tâ kendisi olduğuna gör, bizim şahsiyetçiliğimiz, hakkın en üstün kaza ehliyetini temsil edenleri hâkim kılma dâvasından başka bir şey değildir.
· Kudret Sahibinin, ezelî ve ebedî saltanatını inkâra kadar hür yaratmasına rağmen tam ve mutlak irade ve hâkimiyeti altında tuttuğu varlıklar gibi, İlâhî mimarînin, bu ulvî mânaya eş olarak insanî mimarîye tatbikinden ibaret olan ve gerçek imanla sarmaşdolaş bulunan bu yepyeni sistem, şu ânda, muztarip ve muhteliç dünyanın rahmindeki çocuktur; gelmekte ve gelecek olan, yalnız o…
· Bütün bâtıl ve müflis sistemler arasında, biricik doğru ve muzaffer, fakat eksik ve zayıf, ve aslî merkezinden mahrum bir tertip olan demokrasya ve liberalizma nizamının gerçek tekevvünü, yarın parlâmentoların, milletler adına kabul ettiği ve binbir tezada boğduğu hâkimiyet mefhumunu, hak adına yepyeni bir şuur ve sisteme sokup kendi içlerinden birer yüceler kurultayı fışkırttığı gün belli olacaktır.
· “Büyük Doğu”nun kafasında, bir Mebuslar Meclisi değil, bir “Yüceler Kurultayı” yaşamakta; ve bu “Yüceler Kurultayı”nın kürsüsünde “Hâkimiyet milletindir” levhası yerine “Hâkimiyet hakkındır” düsturu ışıldamaktadır.
(İdeolocya Örgüsü, Büyük Doğu Yayınları, 16. baskı / s.394-395-396)