ÜNİVERSİTE
· Bu emirde, olması lâzımgelenle, tasfiyesi icap eden, yanyana ve karşı karşıyadır.
· Büyük Doğu âleminin Üniversitesine ait ana prensiplerin başında, Üniversite muhtariyetinin kaldırılması vardır. Bizim Üniversitelerimiz, hürriyet için hürriyeti anlamaz; gerçek hürriyeti hak ve hakikate tâbîlik olarak tanır ve devletin bağlı olduğu hak ve hakikat kutbu adına, bu kutbun tedrisî riyasetini temsil eden Maarif cihazına teslimiyeti ve onun emirleri çerçevesinde hareketi esas bilir. Böylece muhtariyeti, bir kere muhtar olduktan sonra, sekamet ve delâlette de muhtariyet felâketinden kurtarmakta, Büyük Doğu âleminin Üniversiteleri örnektir.
· Bizim Üniversitelerimizin adı “Külliye”dir. Millî şahsiyet ve şuurun ilmî ocağını temsil edecek olan müessiseyi yabancı bir kelimeyle isimlendirmekteki abes üstüne abes düşünülemez. İstanbul, Ankara, İzmir, Erzurum vesaire Külliyeleri… Üniversitelerimizi böyle anacak ve isimlendireceğiz. Zaten “Külliye”nin küllî delâleti yeter.
· Bağlı bulunduğumuz mutlak hakikat kutbunun mutlak bir ölçüsüne uygun olarak tedrisat usulümüzde kız ve erkek karışık öğretime imkân olmadığı için, Üniversitelerimiz de, kız ve erkek Külliyeleri halinde ayrı olacaktır. Vatanın her köşesinde Üniversiteleri üretmek gayesine doğru gidilirken, kızların daha fazla ev kadını olarak yetişmelerini ve sadece ilim ve muallimliği tercih edenlerden bir zümrenin yetişmesini temin için, bellibaşlı bir merkezde bir-iki kız Üniversiteleri kurmak kâfidir.
· Üniversitelerimizde, hiçbirinin, hiçbir şubesinin hiçbir sınıfında yüzden fazla talebe bulunmıyacaktır. Bu ölçüye dayanarak, istek ve kalabalık miktarına göre Üniversiteleri çoğaltmak icap edecek; fakat meselâ Hukuk Fakültesinin bir sınıfında iki bin talebenin toplanması ve o sınıfı bir kargaşalık âlemi haline getirmesi gibi bir vaziyete asla imkân verilmeyecektir.
· Üniversitelerimizde, tıpkı askerî cihazlarda olduğu gibi, vatanın mânevî müdafaasiyle mütenasip bir disiplin ruhu taşıyacak, talebe Üniversitesini bitirinceye kadar bir melek hayatı sürmekle mükellef tutulacak, hiç bir ferdî ve içtimaî bir hak iddiasında bulunamıyacak, sigara bile içemiyecek; ve iki bin kişilik sınıflarda, hoca takririni verirken gerilerde (poker) oynıyan, gramofon çalan, uyku uyuyan hattâ rakı içen devirlerin ahlâkına tam bir zıddiyet ve cemiyet idealine mükemmel bir teslimiyet belirtecektir.
· Üniversitelerimizdeki tedrisat tamamen parasız olacak ve yeni eski misallerde görüldüğü gibi “derslere devam harcı”, “kayıt harcı”, “imtihan harcı” vesaire namiyle talebeden alınan gûya harç ve haraçlara paydos denilecektir. Böylece sırf gelir menbaı olsun diye sınıflara yığılan binlerce talebenin maddî ve manevî felâketi önlenmiş olurken, yine gelir kaynağı teşkil etsin diye başvurulan ve hattâ profesörlerin cebine kadar intikal ettiren, talebeyi haksızca çaktırma ve sınıfta bırakma şekavetinin önüne geçilecektir.
· Bizim Üniversitelerimizin talebesi, mukaddes dâvanın “Yüceler Kurultayı” makamına namzet idealist gencin bütün vasıflarına malik olmak mecburiyeti bakımından, talebelik devresi içinde her türlü maddî ve manevî murakabe, nizam ve disiplin kıymetinin mihrakını teşkil edecek; ve bu üstün mesuliyet duygusu altında, kendi şahsî muvaffakiyetsizliğiyle vatanî ve ictimaî bir felâketi müsavi telâkki edici bir ruh ve zihin haleti arzedecektir.
· Bizim Üniversitelerimizin talebesinden beklediğimiz mâna ve madde ifadelerinin tamamlığı bakımından, Üniversitelerimizin, teşkilât, ders, hoca, kitap, fikrî ve mânevî malzeme gibi her noktası tamamlanmış ve plânlanmış olacaktır.
· Ruh kökümüzden olmıyan Üniversite profesörü olamaz.
· Eser ve şahsiyet sahibi olmıyan, Üniversite profesörü olamaz.
· En küçük ahlâkî zaafı olan, Üniversite profesörü olamaz.
· Üniversite profesörü, kendisini mücerret ve arayıcı ilim ve tefekküre hasretmiş büyük münevver örneği olduğu için, başka hiçbir işle uğraşamaz.
· Bazı ihtisas bölümleri müstesna, sâf ilim plânında ezbere bilgi vermek ve bir şey öğretmekten ziyade, öğrenmenin metodunu göstermek ve mücerret bilgi hassasına erdirmekten ibaret gaye (ki üniversitenin bu gayesi her yerde bilinir ve yalnız Türkiyede bilinmez) Külliyemizde tam tecelli edecektir. Gerçek kültürden murad, nasıl, birçok şey bildikten sonra onların unutulması neticesinde insanda kalan öz, yani bilgi hassası ise, Büyük Doğu külliyesinin de hedefi, sâf ilim ve tefekkürü mayalandırarak her sahada arayıcı hamleye zemin açmak ve donmuş bilgi kalıpları içinde ruh pörsüyüşlerine engel olmaktır.
· Metodu (dinamik) olan Büyük Doğu Külliyesinin cümle kapısında, Allah Sevgilisinin şu ölçüsü vardır: “Bir günü bir gününe eş geçen, hüsrandadır.”
· Büyük Doğu Külliyesinde, bütün metodolocyası (usuliyet) ve kanunlariyle ilim, olanca fazilet ve haysiyetiyle hoca, topyekûn itaat ve teslimiyetiyle talebe, birbirine inanmış ve bağlanmış vaziyettedir. Bunlardan hiçbiri de, cemiyetinin bağlı olduğu hak ve hakikat kutbuna karşı herhangi bir selâhiyet ve istiklâl imkânına sahip değildir.
· Büyük Doğu Külliyesinin, edebiyat, felsefe, iktisat, tarih gibi sâf ilim sahalarında temel ölçüsü İslâmî naslar etrafında “nâmütenahî”ye kadar giden ve her ân biraz daha genişleyen bir hikmet ufku açmak; şube şube müspet bilgiler plânında da, eşya ve hadiseleri, madde ve tabiatı zapt ve teshir etmenin dinî bir farz olduğunu kanunlaştırmaktır.
· Kulunu eşya ve hâdiseleri teshir etmesi için kendisine halife olarak yarattığını, Kur’ânında açıkça belirten Allah, elbette bir zamanlar matbaaya küfür aleti, bisiklete de şeytan arabası göziyle bakanlardan razı değildir; ve Kur’âna inanmaksızın onun emrini yerine getiren ve bize yalnız kötülüklerini devredenlerle, inandığı Kur’ânı elinde boş bir mahfaza gibi taşıyan ve Batının içyüzünü göremeyenler arasındaki hazin fark, Külliyemizin metodolocyasında en ince düğüm noktalarından biridir.
· Büyük Doğu külliyesinde felsefe, dünyada kaç bâtıl yol bulunduğunu, insanoğlunun ilk çağlardan beri hakikat yolunu bulmak için ne mahzun çileler doldurduğunu, her felsefe mektebinin ise öbürünün yanlışı çıkarmaktan gayri bir şey yapamadığını, sabit ve muhkem “doğru”, “iyi” ve “güzel”i getiremediğini, bütün bunların ezelle ebed arası nurlu bir mahya halinde yalnız İslâmda toplandığını göstermek için okutulur; bu yönde ve bu mihrak fikir etrafında “Yârabbi, bana eşyanın hakikatini olduğu gibi göster!” şeklindeki Peygamber fermanına uygun, sonsuz bir arayıcılık fezası açılır, öbür sâf ilim şubeleri de onu takip ederken, müspet ilim plânında da yıldızlara kement atmaya kadar her hakkın İslâma ait olduğu öğretilir ve genç nesiller böylece vazifelendirilir.
· Ruhları bulanık, fakat akılları yetişkin yabancı ülkelerden madde sahasında bilgi toplamaya gönderilecek talebe, bu işin, bir gün nasıl olsa hesaplaşacağı Batı ordusundan sır çalmaya giden bir kurmay hüviyetindedir; ve gireceği iklimin kötü tesirlerinden hiçbirine bulaşmaksızın mukaddes sırrı vatanına taşımakla mükelleftir. Avrupada tahsildeyken fuhş hayatına kapılan ve muvaffak olamayan Japon talebelerinin, neticede bıçağı karınlarına saplıyarak intihara mecbur tutulmaları, bu mevzuda muhtaç olduğumuz disiplin, ruh tamamlığı ve karakter sağlamlığına ait bir ibret misali verebilir. Bizde intihar yok, fakat onun yerine bir daha cemiyetin yüzüne bakamayacak bir hacalet müeyyidesi vardır.
· Büyük Doğu Külliyesi, bir zamanlar kılıçla genişleyen ve fikir kılıcı kullanmaktan kendisini müstağni sayan İslâmın, tam günü gelmiş ve çığırı açılmış olarak, ruh ve ilim kılıcının bilendiği bir tezgâh olacak, bu tezgâhta ilim ve fen her çeşidiyle ve en cazibeli (ambalaj)lar içinde vitrinlerde ve raflarda istiflenecek; ve oraya sırf dış ilimleri kapmak için gelen İslâm dışı bir talebe, müslüman olmaksızın diplomasını kabul etmekten utanacaktır.
(İdeolocya Örgüsü, Büyük Doğu Yayınları, 16. baskı / s.350-351-352-353-354-355)